- Katılım
- 8 Ekim 2014
- Mesajlar
- 1,566
- Beğeni
- 4,292
- Puanları
- 113
Sahte haritalar var piyasada. Bunları ehil kişiler ayırt edebiliyor ama pek bilmeyenler yüksek fiyatlara dolandırılıyor
Kaz Dağları’nın eteklerine kurulmuş küçük bir köyün kahvesinde oturuyoruz. Tanrıların dağı İda, karşımızda olanca azametiyle dikiliyor. Defineci denince akla ellerinde haritalarla ıssız adalarda gezinen korsanlar gelse de, benim yanımdaki nur yüzlü amca onlara hiç benzemiyor. Usulca eğilip meramımdan bahsediyorum. İhtiyar delikanlının yüzündeki çizgiler “define” sözünü işitir işitmez farklı bir hal alıyor. Etrafını kolaçan ediyor önce, ardından da kemikli ellerini ovuşturarak dişsiz ağzıyla anlatmaya koyuluyor ömrünü adadığı tiryakiliği:
Definecilik zehir gibidir
Çok gençtim bu işe bulaştığımda. Yirmi beşimde ya vardım ya yoktum. Bir arkadaşım tarlasında bir tümsek olduğunu, mezar olduğundan şüphelendiğini söyledi. Beraber gidip kazalım dedi. Önce istemedim, inanmıyordum çünkü bir şey çıkacağına. Uzun uzun anlattı bana etraftan duyduğu rivayetleri. Ya çıkarsa dedim içimden, ne borç kalır ne dert dedim.
İki gece sonra kazma küreği yüklenip gittik tarlaya. Besmelemizi çekip başladık işe ama ne mezar bulabildik ne hazine. Elimiz boş döndük yani anlayacağın. Ama nereden bileyim ben bu definecilik denilen illetin bana da bulaşacağını. Definecilik, zehir gibidir bir kene kanına girerse artık kurtulamazsın ondan.
Bu iş bir tutkudur
Bu anlattığım olay belki de elli sene önce oldu. O gün bugündür ben de dağlarda hazine peşinde geziyorum. Tabii zaman içerisinde definecilikle ilgilenen arkadaşlar ediniyor insan. Toplanıp gecelerce üzerine konuşuruz. Bazen biri harita bulur gelir, bazen bir söylenti duyarız ve ekipçe toparlanıp çıkarız meselenin ardını aramaya. Mesele sadece bulmak değil benim için. Aramak da bir o kadar güzel. Zaten hiç bulamadım ben. Aslında kırk sene önce bırakmam gerekirdi bu işi ama neyse.
Ufak tefek şeyler bulduk tabii fakat öyle hatırı sayılır şeyler değil. Bazen kazdığımız Tümülüslerde kemikler, yüzük, küpe gibi ziynet eşyaları bulduk. Çok kez de testi, bardak gibi eşyalar çıktı ama bunlar para etmez. Para kazanmak için büyük şeyler bulman lazım. Hiç bulamadım ama her seferinde aynı heyecanla kazdım.
Çetelerin mirası toprağın altında yatıyor
Çok eski dönemlere ait şeyler aramıyoruz biz. Yani heykel, lahit falan değil. Onlar tarihi eser kaçakçılığına girer. Ancak bizim buralarda Birinci Dünya Savaşı zamanından kalma çok altın olduğu söyleniyor. O dönemde bu yörede çeteler varmış. Dağlarda yaşar halkın malını gasp ederlermiş. Diğer çetelerden saklamak için de kendi payını herkes bir yere gömermiş. Altınların yerini kimseye söylemezlermiş çalınmasın diye ama o zamanlar ortalık karışık tabi, altın saklayan bu haydutlar ya buralardan kaçıp gitmek zorunda kalmışlar ya da öldürülmüşler. Böylece bu yitik haydutların altınları toprağın altında sır olmuş. Şimdi bu dağlarda binlerce sarı lira var. İnsan aç gözlülüğü işte, malı götüremiyorsun ama başkasına vermeye de gönlün razı değil…
Bu tarz hazinelerin haritası olmaz çoğu zaman. Kulaktan dolma bilgiler bizi tetikler. O yüzden boşa gittiğimiz yer çok olur. Ama bazen ormanda sahipsiz bir mezar, bazen iri bir kaya, bazen yüz yıllık bir ağaç bize işaret oluveriyor. Ben bulamadım ama bulanlar var elbet. Bulanlar açık açık söylemezler ama birden işleri düzelir, mal varlık edinir. Define muhabbeti geçtiğinde ağızlarını açmaz, eski arkadaşlarından da uzaklaşırlar. Anlarsın bir şeylerin değiştiğini.
Tehlikeyi göze alacaksın
Definecilik sadece akıl gücü değil beden gücü de gerektirir. Dağlarda, tepelerde günlerce keşif yapman gerekir. Eskiden girdiğimiz mağaralarda, dehlizlerde bir anda dikleşen yokuşlar, karanlıkta oyuklar olurdu. Eskiden lamba da bulunmazdı kolay kolay. Çıra yakarak girerdik buralara, o zaman da her yer is olur dumandan göz gözü görmezdi. Düşenler, sakatlananlar oldu aramızda. Çok şükür ben hiç kaza geçirmedim ama hep tetikte dururdum, en önden gittim. Tehlikeyi göze alırdım ben.
Sahte haritalar var piyasada. Bunları ehil kişiler ayırt edebiliyor ama pek bilmeyenler yüksek fiyatlara dolandırılıyor. Adam birbirinin kopyası bir sürü harita yapıp satabildiklerine satıyor. Kanmamak lazım, ama umut işte insan deniyor. Biri “Hadi!” dediği zaman nereye diye sormadan biniyoruz arabaya.
Ben görmedim hiç ama hayalet gördüğünü söyleyenler var. Mezardan sesler duyduğunu söyleyenlerde. Bazı kişilere inanasım gelmiyor ama yalan mı gerçek mi olduğunu yalnız Allah bilir. Belki birine yakalanmaktan korkup kaçtı, bunu da gururuna yediremeyip cin gördüm dedi. Bilemezsin işte.
Dedektör almak sorun değil. Fatura kesebiliyorlar ama dedektörü kullanmak yasa dışı. Bunu bir türlü anlamıyorum. Zaten biz de dedektör kullanmıyoruz. Uygun bölgelerde şansımızı hep denedik. Biz bulamadık. O kadar arayıp bulamamamıza rağmen bazen adamın biri tarla sürerken buluyor. Dağ taş demeden aramamıza rağmen bana değil ona denk geliyor işte! Demek ki bana değil o adama nasipmiş.
Elli sene altın peşinde gezdim. Artık elden ayaktan düştüğüm için evden camiye, camiden eve gidiyorum. Define aramayı bıraktım artık anlayacağın. Ama ömrümü de definecilikle harcadım. Bulamayacağımızı bilsem bile onun heyecanı bana yetti. Gerçi bulsaydık iyiydi, para derdimiz olmazdı. Bana zaten lazım değil fakat çocuklar rahat ederdi. Neyse, bize de nasip değilmiş, araması bizden vermek Allah’tan.
Kaz Dağları’nın eteklerine kurulmuş küçük bir köyün kahvesinde oturuyoruz. Tanrıların dağı İda, karşımızda olanca azametiyle dikiliyor. Defineci denince akla ellerinde haritalarla ıssız adalarda gezinen korsanlar gelse de, benim yanımdaki nur yüzlü amca onlara hiç benzemiyor. Usulca eğilip meramımdan bahsediyorum. İhtiyar delikanlının yüzündeki çizgiler “define” sözünü işitir işitmez farklı bir hal alıyor. Etrafını kolaçan ediyor önce, ardından da kemikli ellerini ovuşturarak dişsiz ağzıyla anlatmaya koyuluyor ömrünü adadığı tiryakiliği:
Definecilik zehir gibidir
Çok gençtim bu işe bulaştığımda. Yirmi beşimde ya vardım ya yoktum. Bir arkadaşım tarlasında bir tümsek olduğunu, mezar olduğundan şüphelendiğini söyledi. Beraber gidip kazalım dedi. Önce istemedim, inanmıyordum çünkü bir şey çıkacağına. Uzun uzun anlattı bana etraftan duyduğu rivayetleri. Ya çıkarsa dedim içimden, ne borç kalır ne dert dedim.
İki gece sonra kazma küreği yüklenip gittik tarlaya. Besmelemizi çekip başladık işe ama ne mezar bulabildik ne hazine. Elimiz boş döndük yani anlayacağın. Ama nereden bileyim ben bu definecilik denilen illetin bana da bulaşacağını. Definecilik, zehir gibidir bir kene kanına girerse artık kurtulamazsın ondan.
Bu iş bir tutkudur
Bu anlattığım olay belki de elli sene önce oldu. O gün bugündür ben de dağlarda hazine peşinde geziyorum. Tabii zaman içerisinde definecilikle ilgilenen arkadaşlar ediniyor insan. Toplanıp gecelerce üzerine konuşuruz. Bazen biri harita bulur gelir, bazen bir söylenti duyarız ve ekipçe toparlanıp çıkarız meselenin ardını aramaya. Mesele sadece bulmak değil benim için. Aramak da bir o kadar güzel. Zaten hiç bulamadım ben. Aslında kırk sene önce bırakmam gerekirdi bu işi ama neyse.
Ufak tefek şeyler bulduk tabii fakat öyle hatırı sayılır şeyler değil. Bazen kazdığımız Tümülüslerde kemikler, yüzük, küpe gibi ziynet eşyaları bulduk. Çok kez de testi, bardak gibi eşyalar çıktı ama bunlar para etmez. Para kazanmak için büyük şeyler bulman lazım. Hiç bulamadım ama her seferinde aynı heyecanla kazdım.
Çetelerin mirası toprağın altında yatıyor
Çok eski dönemlere ait şeyler aramıyoruz biz. Yani heykel, lahit falan değil. Onlar tarihi eser kaçakçılığına girer. Ancak bizim buralarda Birinci Dünya Savaşı zamanından kalma çok altın olduğu söyleniyor. O dönemde bu yörede çeteler varmış. Dağlarda yaşar halkın malını gasp ederlermiş. Diğer çetelerden saklamak için de kendi payını herkes bir yere gömermiş. Altınların yerini kimseye söylemezlermiş çalınmasın diye ama o zamanlar ortalık karışık tabi, altın saklayan bu haydutlar ya buralardan kaçıp gitmek zorunda kalmışlar ya da öldürülmüşler. Böylece bu yitik haydutların altınları toprağın altında sır olmuş. Şimdi bu dağlarda binlerce sarı lira var. İnsan aç gözlülüğü işte, malı götüremiyorsun ama başkasına vermeye de gönlün razı değil…
Bu tarz hazinelerin haritası olmaz çoğu zaman. Kulaktan dolma bilgiler bizi tetikler. O yüzden boşa gittiğimiz yer çok olur. Ama bazen ormanda sahipsiz bir mezar, bazen iri bir kaya, bazen yüz yıllık bir ağaç bize işaret oluveriyor. Ben bulamadım ama bulanlar var elbet. Bulanlar açık açık söylemezler ama birden işleri düzelir, mal varlık edinir. Define muhabbeti geçtiğinde ağızlarını açmaz, eski arkadaşlarından da uzaklaşırlar. Anlarsın bir şeylerin değiştiğini.
Tehlikeyi göze alacaksın
Definecilik sadece akıl gücü değil beden gücü de gerektirir. Dağlarda, tepelerde günlerce keşif yapman gerekir. Eskiden girdiğimiz mağaralarda, dehlizlerde bir anda dikleşen yokuşlar, karanlıkta oyuklar olurdu. Eskiden lamba da bulunmazdı kolay kolay. Çıra yakarak girerdik buralara, o zaman da her yer is olur dumandan göz gözü görmezdi. Düşenler, sakatlananlar oldu aramızda. Çok şükür ben hiç kaza geçirmedim ama hep tetikte dururdum, en önden gittim. Tehlikeyi göze alırdım ben.
Sahte haritalar var piyasada. Bunları ehil kişiler ayırt edebiliyor ama pek bilmeyenler yüksek fiyatlara dolandırılıyor. Adam birbirinin kopyası bir sürü harita yapıp satabildiklerine satıyor. Kanmamak lazım, ama umut işte insan deniyor. Biri “Hadi!” dediği zaman nereye diye sormadan biniyoruz arabaya.
Ben görmedim hiç ama hayalet gördüğünü söyleyenler var. Mezardan sesler duyduğunu söyleyenlerde. Bazı kişilere inanasım gelmiyor ama yalan mı gerçek mi olduğunu yalnız Allah bilir. Belki birine yakalanmaktan korkup kaçtı, bunu da gururuna yediremeyip cin gördüm dedi. Bilemezsin işte.
Dedektör almak sorun değil. Fatura kesebiliyorlar ama dedektörü kullanmak yasa dışı. Bunu bir türlü anlamıyorum. Zaten biz de dedektör kullanmıyoruz. Uygun bölgelerde şansımızı hep denedik. Biz bulamadık. O kadar arayıp bulamamamıza rağmen bazen adamın biri tarla sürerken buluyor. Dağ taş demeden aramamıza rağmen bana değil ona denk geliyor işte! Demek ki bana değil o adama nasipmiş.
Elli sene altın peşinde gezdim. Artık elden ayaktan düştüğüm için evden camiye, camiden eve gidiyorum. Define aramayı bıraktım artık anlayacağın. Ama ömrümü de definecilikle harcadım. Bulamayacağımızı bilsem bile onun heyecanı bana yetti. Gerçi bulsaydık iyiydi, para derdimiz olmazdı. Bana zaten lazım değil fakat çocuklar rahat ederdi. Neyse, bize de nasip değilmiş, araması bizden vermek Allah’tan.