- Katılım
- 20 Ekim 2014
- Mesajlar
- 427
- Beğeni
- 1,762
- Puanları
- 93
DOĞRU SORU
CEVABIN YARISIDIR
CEVABIN YARISIDIR
Felsefeciler AKIL ile Alimler ise, İLİM ile hareket ederler.
İLİM demek gerçek demektir, güç demektir. Değiştirilemeyen Kanun’dur.
İnsanoğlu metazori de olsa, bu kanunlara uymak zorundadır.
İnsanoğlu bu kanunlara, bu güce inancının gereği; ya İlahi güç, İnancı yoksa Doğanın gücü, Tabiat kanunu demişlerdir. Bu kanunları da akli ilimlerle ve nakli ilimlerle açıklanmaya çalışılmıştır.
Akli ilimler; akıl ile hareket ederek ispata çalışmak da, ancak nakli ilimler ise; bu gücü, bu kanunları peşinen kabul etmekte, sonuçları ve bu sonuçlara göre nasıl hareket edilmesi üzerinde durur.
Her zaman yaptığımız gibi örneklerle açıklamaya çalışalım;
Suyun kaldırma gücü, Yerçekimi kanunu vb. bir gerçektir. İlim bu gerçeği ispatlamıştır. Kendine göre de bir isimle adlandırmıştır.( ….. Kanunu, …… kanunu gibi)
Mesela Yağmur bir gerçektir. Yani ilimdir. Yağmadığını inkar edemeyiz. Şu son zamanların modası ile konuşmak gerekirse: “kuraklık var. Su kesintileri o yüzden!” lafı gerçeği yansıtıyor mu acaba???
Gerçek şudur.; “Dünyaya düşen yağış miktarı her yıl aynı orandadır.. Yağmur, Kur'an'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder. Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur. Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz.
Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda; yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir. Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 4.5 mm. olana kadar devam etmekteydi. Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m.’yi geçmemektedir.
Hâlbuki yukarıdan aşağıya doğru bırakılan bir cisim yerçekiminin tesiri altında hızı artarak yere düşer. Fakat yağmur damlaları adeta yerçekimi kanununa meydan okurcasına sabit bir hızla yere düşer. Bu olayın hayati bir hikmeti vardır. Çünkü yer çekimi kanununa uygun olarak birkaç bin metreden yere düşen her damla yere tıpkı bir kurşun hızıyla ulaşacaktı. Acaba yağmur damlalarının kurşun gibi inmesine müsaade etmeyen rahmet sahibi kim?”(kaynak 1)
Yağmur ilimdir. Neden düzensiz yağdığını veya niçin bazı bölgelere yağmadığını araştırmak ve ona göre tedbir önerileri sunmak ise bilimdir.
Hani; Kuraklık var! Yağmurlar yağmadığı için kesinti yapıyoruz diyeler, neredesiniz? İlim mi yalan söylüyor yoksa bizleri kendiniz gibi kakavan mı zannediyorsunuz?
Eğer âlim olmak istiyorsan; önce ilim öğreneceksin, Sonra bilimsel çalışmalar. Sonuçlarını ise aklına göre değil, kurallara, kanunlara göre yorumlayacaksın. Nakli ilimciler ise; yukarıda anlattığımız gibi bunun sebebini, sonucunu, ne yapman gerektiğini sana hemencecik anlatırlar ama ne yazık ki akli ilimle uğraşanlar bunu kabul etmez. O da ayrı bir konu. Girmeyelim.
Kısaca önce ilim, sonra fikir sahibi olmak gerekiyor.
Şimdi. Gelelim konumuzun başlığına.
DOĞRU SORU CEVABIN YARISIDIR.
Bir kardeşimiz, bir ustamız şöyle bir soru sormuştu;(kelimesi kelimesine tam hatırlayamadım. Hatırladığım kadarıyla)
- Ben bir yere bir parça altın gömdüm. İlk gömdüğümde çubuklar tam nokta atışı yerini gösterdi. Fakat daha sonraları bu yere gittiğimde; çok farklı çubuklar da kullanmama rağmen, çubuklar tam yerini tespit edemediler. Her seferinde farklı tepkiler verdiler veya beni başka yönlere yönelttiler. Bunun sebebi nedir?
Bu soru karşısında susardık amma ve lakin, sonrası öyle bir laf etti ki bizleri sıkıntıya soktu; İlim sahipleri! İlminizin sadakasını verin!
İlimden pay istemek herkes gibi hakkın. Lakin biz ilim sahipleri, ilmimizin zekatını hakkıyla veriyor muyuz acaba?
Herkesçe malumdur ki; önce zekat sonra sadaka gelir. Zekat emirdir, sadaka isteğe bağlıdır. İster verirsin, ister vermezsin.
İlmin zekatı nasıl olur? Dersek;
Gerçeği, Doğruları Söylemek. Yanlışları Düzeltmek.
Bir okuyucumuz; “hep yanlış olanları söylüyorsun. Niçin doğruları, gerçeği söylemiyorsun?” diye sitem etmişti. Bu ilmin yazılı kuralları yok, kanunları yok ki, biz de onlara göre yorum yapalım. Böyle bir sitem, bizim ilmimizin zekatını verdiğimizin göstergesi olarak kabul edilebilir mi? Bilemem.
Sadakasını verelim ama, “İlim talep edene öğretilir. Talep etmeden ilim öğrenilmez. Bir şeyler ezberleyebilir, durumu idare edebilir ancak faydasını pek göremez. İlim öğrenmenin ilk şartı talep etmektir. (Kaynak2)
Cevheri bozuk olanların ilim, mal, ve mevki elde etmeleri; onlar için rüsvalık ve bunun eşkıyanın eline kılıç vermek gibi kötü oluşu: Aşağılık kimselere ilim ve hüner öğretmek, yol kesicilerin eline kılıç vermek gibidir! Sarhoşun eline kılıç vermek kötüyse de layık olmayana ilim öğretmek daha da kötüdür!”(kaynak 3)
Hadi gel de sadakasını ver bakalım! Bu bilgileri ne amaçla kullanacak? İnsanlığın faydasına mı sunulacak? Yoksa “ben, ben, ben” deyip ortalıkta caka mı satacak? Yoksa bizlerden öğrendiği ilmi, kendi bilgileri ile harmanlayıp ”akü takviyeli biyoenerji ile çalışan alan tarama” cihaz yapıp, pazarlamaya çalışırken, bizleri referans olarak mı gösterecek? Hangisi?
-Hu, Hu..Ben geldim! veya Ey ahali! Size ilim öğretmek için aranıza katıldım.
Diyenlerden uzak duracaksın. Çünkü ilim ayağa gitmez. Bunların derdi ya egolarını tatmin etmek ya da size bir şeyler pazarlamaktır.
Şimdi gelelim soruya;
Ah be güzel kardeşim. Bu soruya cevap verebilmek için birkaç ilim dalını öğrenmek, onlarca kanunu, kuralları ezbere bilmek gerekiyor. Ama ne yazık ki, bu konu üzerinde bir ilim dalı yok. Kuralları yok.Kanunları yok. Yani otorite yok. Bizler de herkes gibi ilim sahibiyiz. İş hayatımızın ilk 23 yılı, öğrendiğimiz ilmi tatbik etmekle, gelişmeleri takip etmekle ve yeni nesilere öğretmekle geçti. Son 25 yıl ise bilimsel çalışmalarla geçiyor. Ancak bizim ilmimiz, konumuz ile uzaktan, yakından ilgili değil. Bu meziyete sahip birisi olarak bilgimiz çerçevesinde bizler de konu üzerinde çalıştık. Çıkardığımız sonuçlarını ilimin her iki dalı ile yorumladık. Bir tespit, bir kural ve bir hüküm çıkardık. Bunları yazdığımız yazılarda üstüne basa basa vurguladık. (Eğer okunsa idi, anlaşılırdı. Anlaşılsa idi onunla amel edilirdi.) Biz yine tekrar edelim;
Bu soruya cevap verebilmek için önce şu sorunun cevabını vermek gerekir;
Elimizdeki çubukları harekete geçiren şey nedir?
Konu hakkında birçok görüş ileri sürülse de biz; “Elektromanyetik dalga veya frekans.” Görüşünü inceleyelim.
Bunlar ne imiş, kaynağı ne imiş, bir bakalım;
“Elektromanyetik dalga, elektrik yüklü bir parçacığın titreşmesiyle başlar. Bu titreşen bir elektrik alanı, titreşen bir manyetik alan yaratır. İki titreşen alan birlikte bir elektromanyetik dalga oluşturur. Elektromanyetik dalgalar maddeye çarptığında yansıyabilir, kırılabilir veya saçılabilir. Ya da madde tarafından emilebilir ve başka enerji biçimlerine dönüştürülebilir.”
“Dünya'daki en önemli elektromanyetik dalga kaynağı Güneş'tir. Diğer birçok elektromanyetik dalga kaynağı da teknolojiye bağlıdır.” (Kaynak2)
“Dünya'daki en önemli elektromanyetik dalga kaynağı Güneş'tir” Kanun böyle diyorsa,
Bakalım güneş ve güneş ışığı ne imiş;
Güneş ışığı, güneşin sıcak plazmasından meydana gelen ısıl ışınımdır. Dünya da ısıl ışınım yayar fakat daha düşük yoğunluktan ve farklı elektromanyetik tayf yüzünden daha soğuktur. Dünyanın güneş ışınımını emmesi, iklim ve dünya sıcaklığı gibi iki önemli konuyu belirler. Eğer ışınım yayan cisim termodinamikteki kara cisim ışımasının fiziksel karakterini karşılarsa, bu ışınıma kara cisim ışıması denir.[1] Planck Kanunu, cismin sıcaklığına bağlı olan kara cisim ışımasını tayfını tarif eder. Wien’in yer değiştirme kanunu daha çok yayılan ışınımın frekansını belirler ve Stefan-Boltzmann Kanunu ise ışın yoğunluğunu verir.[3]
Burada bizi ilgilendiren iki konu var. Birisi ısıl ışınım. Diğeri, iklim ve dünya sıcaklığı.
Isıl ışınım: maddedeki yüklü parçacıkların ısıl hareketiyle meydana gelmiş elektromanyetik ışınımdır. Isısı mutlak sıfırdan büyük olan her madde ısıl ışınım yayar. Isısı mutlak sıfırdan büyük olan maddelerde atomlar arası çarpışmalar, atomların ya da moleküllerin kinetik enerjisinde değişime neden olur.
Sıcaklığı mutlak sıfır noktasının üstünde olan insan vücudu da dahil bütün cisimler elektromanyetik radyasyon yayar. Işıma miktarı cismin yüzey sıcaklığına bağlıdır.
İnsan vücudundaki ısının temel kaynağı biyokimyasal tepkimeler sonucu açığa çıkan enerjidir. Sıcaklığı yaklaşık 37°C olan insan vücudu çoğunlukla kızılötesi dalga boyunda ışır. Işımanın en şiddetli olduğu dalga boyu yaklaşık 10 mikrometredir. (kaynak 4)
Şimdi. Bu kadar tanımdan sonra bir şey yakaladık sanki.
Kanunlar diyor ki; İnsan vücudu da dahil bütün cisimler elektromanyetik radyasyon yayar.
Acaba ”Elimizdeki Çubukları Harekete Geçiren Şey” Bu olabilir mi?
Yarım akılla hareket edersek;
Evet. Tüm cisimler ısıl ışınım yaydığına göre elimize aldığımız çubuklar anten vazifesi görüyor ve bir cisme denk geldiğinde, çubuklar hareket ediyor.
Yarım akılla ancak bu kadar çözülür.
Akıl ile hareket edersek;
Bu kadar basit olamaz. Çünkü aynı dalga boyları birbirini yakalar. Mesela bir radyo istasyonu 105 MHZ den yayın yapıyor ise alıcının da aynı MHZ’e ayarlı olması gerekir. Peki! Elimizdeki çubuk hareket etti ama Algıladığı cismin ne olduğunu nasıl bilebiliyorsun?
Kaldı ki, cevabını aradığımız soruyu da karşılamıyor. Soru: yerini ve ne olduğunu bildiğim halde çubuklar beni başka yöne yönlendiriyor. Acaba neden?
Biraz daha inceleyelim bakalım;
Önce insanı ele alalım;
İnsanda bir ısıl ışınım yayar. Ancak diğer cisimlerden farklı olarak, bu ısıl ışınımın temel kaynağı; “biyokimyasal tepkimeler sonucu açığa çıkan enerjidir.”
Kısaca: yediğimiz, içtiğimiz şeylerden meydana gelen enerji. İnsan var, bir somun ekmekle 10 km. yürür veya 100kğ. Ağırlığı kaldırır, bana mısın demez. İnsan var, bir tepsi baklava yer üstüne bir litre şerbet içer ama gel gelelim bırak 10 km. yürümeyi 500 m. gittiğinde tıkanır. 10 kğ. Kaldırmak için yardım ister. Bunun sebeplerini araştırmak kimyacıların ve tıp dr. İşi. Buraya girmeyelim şimdilik.
Varsayalım ilmin istediği kanunlarına uygun birisi var. Bu yeterli mi? yetmez. Çünkü daha sıcaklık var. “Sıcaklığı yaklaşık 37°C olan insan vücudu çoğunlukla kızılötesi dalga boyunda ışır. Işımanın en şiddetli olduğu dalga boyu yaklaşık 10 mikrometredir.” (bu arada ilim varsayımlarla yürümez)
Kutuplarda veya çöl de yaşayan birisi bu istenilen normları tutturabilir mi? kutuplarda yaşayan birisi belki kat kat giyinerek istenilen sıcaklığa ulaşabilir. Ya çöl de yaşayan ne yapacak? Vücut sıcaklığını nasıl düşürecek? Düşürmek için uyguladığı yöntem, fiziksel veya kimyasal özelliklerine nasıl yansıyacak?
Peki ya giydiklerimiz! Sonuçta onlar da bir cisim. Onların da ısıyı emmesi, dağıtması gerekiyor. Bu durum insanı nasıl etkiler. Dersek; “bunu da araştırmak gerekiyor” deriz.
Peki ya kullandığımız çubuklar, insana nasıl etki eder? Enerjisini düşürür mü, yükseltir mi? ısıl ışınımı na etkisi nasıldır? Dersek; “bunu da araştırmak gerekiyor” deriz. Yeter mi? Yetmez.
Peki ya elimize aldığımız çubuk harici cisimler, insanın biyoenerjisine nasıl etki eder? Kıymetli madenler dediğimiz “altın, gümüş, platin, elmas, kuvars, akik, yakut, safir, inci vb. ” madenlerin insan biyoenerjisine etkisi olduğu tespit edilmiştir. Ayrıntıya girmeyelim. Yeter mi? yetmez.
Peki ya cinsiyet! Kadınla, erkeğin biyoenerjisi veya elektromanyetik radyasyonu aynı mı? Şöyle bir örnek versek; ağlayan bir bebeği; babası, dedesi kucağına aldığı halde bebek susmuyor. Ama 10 yaşındaki ablası aldığında hemen sesi kesiyor. Hatta, hatta komşunun aynı yaştaki kızı alsa, bir dakika geçmeden bebek susuyor? Acaba neden? Nedenini işin uzmanlarının cevaplaması daha uygun düşür. Haaa. Annesi de aldığında susmuyorsa o zaman bir doktora görünmek icap edebilir. Yeter mi? yetmez.
Peki ya sayılar? Belirli bir sayıda söylenen kelimeler, cümleler! (siz ister buna temenni, dilek deyin ister se dualar deyin) Bunların insan psikolojisine dolayısıyla biyoenerjisine etkisi nedir? Bunun da araştırılması gerekir. Buraya bir virgül koyalım devam edelim;
Hadi yine varsayalım insan faktörünü yani yemesini içmesini, giyimini, kullandığı çubukları ve diğerlerini bir şekilde istenilen normlarda sağladık. Yeterli mi? yetmez. Çünkü insanı alıcı-aranılan cismi verici kabul edersek, daha geri de verici var.
Şimdi vericiyi etkileyen faktörleri inceleyelim;
Soru da “toprağa gömülü” dendiği için; gömülü olan cisme etki eden faktörleri inceleyelim;
Toprak ısısı, rüzgar ve nem.
Toprak dış ortama göre sıcaklığı sabit olan bir ortamdır. Dışarısı 43 derece iken bile toprakta gün boyunca 2 ya da 3 metre derinlikte sıcaklık 15-16 derecede sabit kalmaktadır.(kaynak 5)
Isı ve sıcaklığın kaynağı güneş olduğu için, gündüz alınan ısı gece topraktan dışarı verilir. Bu nedenle, toprak sıcaklığının günlük değişimi dönengeli (sinüzoidal) bir şekil alır.
Toprak dış ortama göre sıcaklığı sabit olan bir ortamdır. Dışarısı 43 derece iken bile toprakta gün boyunca 2 ya da 3 metre derinlikte sıcaklık 15-16 derecede sabit kalmaktadır. Kışın toprak yüzeyinden derine inildikçe toprak sıcaklığı artmakta, yazın ise azalmaktadır.
10 m'lik derinlikten itibaren yıl boyunca 10°C'lik sıcaklık hakimdir ve bu sıcaklık daha derine indikçe her 100 m'de ortalama olarak 3 °C artmaktadır. Toprak sıcaklığı dış ortam sıcaklığının aksine günlük değişimlerden fazlaca etkilenmez ve yıl boyunca değişimi azdır. Ayrıca toprak sıcaklığı yüzeyden derinlere gidildikçe bir miktar artar ve sonra sabit kalır. Kış aylarında toprak sıcaklığı dış ortam sıcaklığından daha fazla, yaz aylarında ise daha azdır. Toprak sıcaklığı belirli derinlikten sonra toprağın ısıl özellikleri ile değişmekle sabit kalır. (kaynak6)
Hava, daima yüksek basınç merkezinden alçak basınç merkezine doğru hareket eder. Bu basınç farkı sonucunda rüzgâr doğar…..Kuzeyli olan rüzgârlar (yıldız, poyraz, karayel) özellikle kış aylarında havayı soğutucu etki yaparlar. Güneyli rüzgârlar ise ısıtıcı etki yaparlar.(kaynak7)
Hissedilen sıcaklık, termometrenin ölçtüğü gerçek hava sıcaklığından farklıdır. Bu kavram, insan vücudunun algıladığı sıcaklık olup; iklimsel çevre, giyilen kıyafetlerin ısı direnci, vücut yapısı ve kişisel duruma göre değişiklik gösterir. Aynı zamanda termometre sıcaklığı, nem, rüzgar ve radyasyon gibi dört ana meteorolojik faktörden de etkilenir. Bu yüzden, hissedilen sıcaklık kişiden kişiye değişir. İlk üç meteorolojik faktör (sıcaklık, nem ve rüzgar) hissedilen sıcaklık üzerinde büyük etkiye sahiptir. Radyasyon biraz daha farklı bir faktördür. Örneğin, 20°C oda sıcaklığında oturan bir insan, dışarısı da 20°C ise üşümez. Ancak, dışarısı 20°C’den daha soğuksa, radyasyon kaybı nedeniyle üşüdüğünü hisseder. (Kaynak 8)
Kısaca; vericiye etki eden faktörler; toprağın sıcaklığı, rüzgar ve nem miş.
Yukarıda verilen bilgilerin ışığında “hangi saatlerde aranacak” faktörü var. Gündüz farklı bir sıcaklık, gece farklı bir sıcaklık?????
Bir de Gömülü cismin, derinlik faktörünün etkisinin de araştırılması gerekiyor.
Ayrıca Toprak nemi faktörü de araştırılmasını gerekenlerin arasında.
Bunun gibi daha birçok faktör var ama sorulan sorunun dışına çıkmadan şimdilik bunları geçelim ve gelelim vericinin konumuna;
Toprağın hemen üstünde mi? yoksa belli bir derinlikte mi? Verici gömüldüğünde ki meteorolojik faktörler (sıcaklık, nem ve rüzgar) nasıldı? Arama-bulma yapıldığı zaman ki meteorolojik faktörler (sıcaklık, nem ve rüzgar) nasıldı? Vb.
Cisim gömüldüğünde zaman İnsan faktörü nasıldı?
Aynı tarz mı giyindi? Aynı tarz mı beslendi? Sağlığı nasıldı? Aynı çubukları mı kullandı? Vb..
Yine varsayalım ki; Bu kriterleri sağladık. Yeterli mi? yetmez.
“Elektromanyetik dalgalar maddeye çarptığında yansıyabilir, kırılabilir veya saçılabilir. Ya da madde tarafından emilebilir ve başka enerji biçimlerine dönüştürülebilir.”
Bunları da bilmeden diğer faktörlere geçemeyiz.
Yakınlarında Gömülü olan cisme etki edebilecek başka bir cisim var mı? Bu faktörün de incelenmesi gerekir. Eğer gömdüğümüz cismin enerjisini emen bir cisim var ise; bunu algılamak çok ama çok zor mudur? Bilemem. Yakınlarında eğer gömülü cismin enerjisini yansıtan başka bir cisim var ise: bu durum da, bizi yansıttığı yöne yönlendirebilir. Mi? Acaba? Ya da başka enerji biçimlerine dönüşebilir mi? Fizikçi olmadığım için bu soruya cevap veremem.
Toparlayalım mı?
Soru çok basit gibi gözükse de cevabı birkaç ilim dalını ve onlarca kanunu ezbere bilmekle ve çıkarılan sonuçlar yetkili kurullarca onaylandıktan sonra uygulamaya geçilmelidir. Yarım aklınla hareket edersen, ya akıllı kimselerin eğlencesi ya da ilim adamlarının ders konusu olursun. Ne demek istediğimi anlayan anlamıştır zaten.
“Bu meziyet kişiye has bir özelliktir.” Diyoruz ya her yazımızda. Bu laf boşuna söylenmemiştir. Konu bir bütün olarak incelenmiş olup, Yukarıda ortaokul bilgilerini yansıttığımız görüşlerin daha ileri boyutları ile irdelenmiş, bu meziyete etki eden faktörler ayrı ayrı derinlemesine incelenmiş ve bu görüş ortaya konmuştur. Mesela; yukarıda anlatılana bakılırsa bu meziyetin herkes de olması lazım. Herkesin aynı şekilde beslenmesi, aynı tarzda giyinmesi, aynı çubukları kullanması gibi daha bir çok faktörde eşit olması lazım. Peki. Gerçekte öyle mi acaba? Hayır. Bu meziyeti herkes sergileyemiyor. Sergileyenler de; ne kan grupları ne beslenme şekli ne kullandığı çubuklar gibi vb. faktörler birbirine benzememektedir.
Şimdi gelelim amiyane tabirle; zurnanın zırt dediği noktaya!
Savunulan şey; insan alıcı, yer altındaki cisim de verici veya tam tersi. Bağlantıyı kuran da elektromanyetik dalga.
Peki! Yer altındaki boşluğu nasıl tespit edebiliyoruz? Verici nerede? Nerede onun yaydığı elektromanyetik dalga???
Hiç el değmemiş bir toprak ile sürülmüş yani işlenmiş toprağın kesiştiği nokta da bile, elimizdeki çubuklar boşluk algısı veriyor. Acaba neden?
Bu sorular karşısında, düz mantıkla bakarsak, “çuvalladık” demektir. Çünkü ortada verici yok. Biz neyi tespit ediyoruz acaba?
Elektromanyetik dalga ile meziyetimizin ilişkisi hakkında yazı yazanlar maalesef insan faktörünü dikkate almamışlar, insanı da bir cisim hatta bir robot gibi algılamışlardır. İnsan özeldir. Yaratılmış her şeyi bünyesinde barındırır. Ancak fıtratları farklıdır. Yani genelleme yapamazsın.
Kısaca; biz bütün bu faktörleri dikkate alarak yaptığımız çalışmaların neticesinde;
“Bu meziyet kişiye haz bir özelliktir” Diye bir hüküm çıkardık.
Bunları daha önceki yazılarımızda da belirttik. Nasibi olan inşallah faydalanmıştır. Soru dışı ama şuna da değinmeden geçmeyelim;
Son günlerin trendi olan “kurşunlu baklava” nın arama bulmaya etkisini de irdeyelim;
- Abi bir tepsi kurşunlu baklava yaptırdım. Bunu ortaya döktüm ve önce kuzey-güney yönünde sonra güney-kuzey yönünde etrafında yavaş yavaş döndüm ama bulamadım.
- Eee. Ben ne yapayım koçum!
- Abi. Nasıl yapılacak nasıl bulunacak, bir de senden dinlesek!.
- Biraz düşündükten sonra;
- Sen merak etme kardeşim.. Hem sen bulursun, hem biz buluruz. Yetmediği yerde biz de takviye ederiz. Merak etme. Şimdi sen git kurşunlu baklavaya bir avuç zartinyum, bir avuç da zortumyum kattır. Gelirken de bir şişe aslan sütü al gel.. Sonra kurşunlu baklavayı dök meydana ve başlamadan önce iki duble aslan sütü iç ve yavaş yavaş 2 tur sola dön. 2 tur sonunda yere eğil ve önce kolları öne uzat, 2 kez şak, şak yap. Sonra kolları yukarı kaldır 2 kez şak, şak yap. Sonra kolları aşağı indir 2 kez yine şak, şak yap.
- Sonra yine iki duble aslan sütü iç ve 2 tur da sağa dön ve aynı hareketleri tekrarla. Şak, şak.
- Başladığın yere geldiğinde, yine iki duble aslan sütü iç, bu sefer sağa yaslan ve bir aşağı, bir yukarı 2 kere şak, şak yap. Sonra sola yaslan ve 2 kere aşağı 2 kere yukarı şak, şak yap.
- Baktın olmuyor başla hoplamaya, zıplamaya. Zıplamaya başlamadan önce aslan sütünü içmeyi unutma haa. Hopla, zıpla. Eller yukarı şak.şak. Eller aşağı şak.şak. Biz de takviye edelim biraz; Haydi, yallah hop, hop. Eller aşağı şak, şak. Hadi yallah hop, hop. Eller yukarı şak, şak.
- Aaaabiiiy. yineeeeğ bulamadığğğğ!
- Nasıl bulamadık koçum. Biz kafa bulduk! Sen ise kafayı buldun!
- Are you kidding me?
- Yes.
- ……. …….. …….
Yazının başlığı ne idi? Doğru soru cevabın yarısıdır. Doğru sorunun ne olduğunu anlayabilmek için bir mürşit şart gibi gözüküyor. Eğer mürşide ihtiyacım yok dersek; “mürşidi olmayanın mürşidi, şeytandır” der büyüklerimiz.(Abdülkadir Geylânî –k.s ve Muhyiddin İbn-ül Arabî –k.s Hz.) Yine büyüklerimiz demiş ki; “hayatta en hakiki, mürşit ilimdir”(Hz.Ali)
Eğer bir mürşidin varsa, o zaman da; sakın ha sakın, benim mürşit tim en iyisidir deme! Çünkü Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki: (Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76]
Toparlayalım.
Yazdığımız yazıların uzun olmasından bahsediyor bazıları. Evet. Haklı olabilirler. Bizde biliriz 70 yıllık bir ömrü 7 satır ile anlatmayı. Lakin kim anlar? Emsalimiz ile üstümüz anlar. Eğer 70 satır ile anlatırsak; arif olanlar ve onların üstü anlar. Eğer 700 satır ile anlatırsak; herkes anlar. Diye düşünüyoruz. Ancak şu var ki; “Çok mal ….., çok söz yalansız olmaz..."(Yunus Emre) Biz en iyisi mi burada bırakalım. Son söz olarak şunu söyleyelim;
Eğer akılı, ilimle harmanlamayıp, kendi aklınla hareket edersen, hoplamaya, zıplamaya hazırlıklı ol. Haa.; “hoplamak, zıplamak iyidir. Spor yapmış oluruz” dersen, canın yandığında kimseyi suçlama emiii.
BORNOVALI
Önemli Not: Bu yazımızda akıl + ilim ile hareket etmeyip, kendi düşünceleri ön plana çıkartıp hareket edenlerin karşılaşacağı durumlar kinayeli bir biçimde anlatılmış olup, hiçbir kimseye, kurum ve kuruluşa ithamda bulunulmamıştır.
KAYNAKLAR
Kaynak 1:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
.Kaynak 2:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Kaynak 3:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Kaynak 4:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Kaynak 5:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Kaynak 6: chrome extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/file:///C:/Users/Fizyoloji/Desktop/6.%20Toprak%20Bilgisi%20(Toprak%20Rengi-Toprak%20S%C4%B1cakl%C4%B1%C4%9F%C4%B1).pdf
Kaynak 7: chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://oaji.net/articles/2017/1486-1534414048.pdf
Kaynak 8:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Kaynak 9:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Son düzenleme: