Gücün Rüzgarının Peşine Takılanlar
Güce tapanlar diyecektim yazının başlığına ama ima yolu ile dahi olsa itham manasını taşıyacağı için vazgeçtim. İnsanoğlu fitratı icabı kaybetmekten hazz etmez, hoşlanmaz ve sürekli kazanmak ister, kazananın yanında olmak ister. Doğru mu? Yanlış. Dinî öğretilere göre yanlış; fıtrat kanunlarına göre; hayatın realitelerine göre yanlış. Özetle, tekvini ve teşrii emirlere göre yanlış. Doğru olan ne? Kazanmak ve kaybetme bir vahidin iki yüzünden ibaret. Şartlarına uygun hareket etme kazanmanın sebepleri planında olmazsa olmazı. Fakat buna rağmen son söz, İlahî iradede. Unutmayalım Onun dilediği olur, olmamasını dilediği de olmaz. Peygamberleri için bile değiştirmemiştir bu kuralı Allah. Bakın Efendimizin hayatına. Bedirde kazanıyor, Uhudda savaşın görünen yüzü itibariyle kısa vadede kaybediyor. Hendekte kazanıyor, Hudeybiyede geri çekiliyor. Son tahlilde ve uzun vadede hep kazanç söz konusu Efendimiz başta bütün Peygamberler için; hatta dünyada kaybetseler bile ahirette ebedi cennet ve Cemallullah ile yine kazanç söz konusu ama eşyanın görünen vechesi çoğu zaman başka olabiliyor. O halde başa dönelim, kazanma ve kaybetmenin bir vahidin iki yüzünden ibaret olduğu gerçeğini kabulle imanımızı tazeleyelim. Hayata ait plan ve programlarımız, projelerimizi, hayat felsefemizi ve yaşam tarzımızı buna göre sıfırdan belirleyelim.
Ya bunu beceremeyenler ne olacak? Fikren bunları kabulle beraber gönlüne söz geçiremeyenler, nefsine ve nefsin dur-durak bilmeyen isteklerine mağlup olanlar, aklına, muhakemesine yenik düşenler! Evet bunlar ne olacak? Zaten problem olan nokta bu. Hep ama hep kazanma peşinde olup kaybı içine sindiremeyenler toplum hayatında bir ur gibidir. Kazanma hırsı gözünü bürümüş bu insanlar kaide ve kural tanımaz yaptıkları işlerde. Kazanç ipini gögüslemeye kendilerini ulaştıracak her yol mübahtır bunlar için. Ne hemcinsleri adına hak-hukuk düşüncesi vardır böylelerinin zihninde, ne kendileri adına ahiret endişesi. Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz derler böyleleri için atalarımız. Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerde yaşanan küçük ve büyük çaplı hadiselere isterseniz bir de bu gözle bakın, mutlaka farklı değerlendirmelere kapı açılacaktır zihninizde.
İşte böylelerinin, kaybetmeyi rüyalarına dahi misafir etmeyenlerin taptığı veya arkasına gönüllü olarak takılıp sürüklendiği tek bir rüzgar vardır; güç. Her zaman ve zeminde sadece gücün peşine takılırlar; güçlünün yanında yer alır bunlar. Şahsiyetlerinin sıfırlanması, asalak ve tufeylî bir vasfa sahip olma pahasına yaparlar bunu. Belki ağır kaçacak ama söylemeden edemeyeceğim; zerre kadar şeref ve haysiyetleri yoktur böylelerinin.
Olsaydı haklının yerinde yerini alırlardı; velev ki haklı güçsüz bile olsa.
Olsaydı; zulme ve zalime meydan okurlardı; zararı kendilerine dokunacak bile olsa.
Olsaydı evrensel prensip ve kaidelere göre hareket ederlerdi; şahsen kaybetmeleri söz konusu bile olsa.
Evet; safını güçlüye bedel haklının yanında belirleyen insan kısa vadede kaybetse hatta kaybetmiş gözükse bile uzun vadede kazanan ve kazanacak olan kişidir. Dünyada kaybetse bile ahirette kazanacaktır.
Ama bu iradeyi gösterebilmek, bu tercihi yapabilmek için Hazreti Ebu Bekir felsefesine sahip olmak lazım. Ne güzel der Hazreti Ebu Bekir halife seçiminin hemen peşi sıra yaptığı biat öncesi konuşmada: Şunu bilin ki, en kuvvetliniz; benim yanımda mazlûmun hakkını kendisinden alıncaya kadar en zayıfınızdır. En zayıfınız da, yanımda hakkını zâlimden alıncaya kadar en kuvvetlinizdir.
Hazreti Ebu Bekir felsefesi dedik ama bu Hazreti Ebu Bekire hakaret anlamı da taşıyabilir bu tesbit; çünkü bu Hazreti Ebu Bekiri de içine alan bütün Müslümanların kabul ve tatbik etmek zorunda oldukları dini bir kaidedir. O zaman şöyle düzeltelim; bu iradeyi gösterebilmek, bu tercihi yapabilmek için Hazreti Ebu Bekir cesaretine sahip olmak lazım. Yaşananları görünce günümüzde ne kadar çok Hazreti Ebu Bekirlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyor insan.
Söze nereden başladık, nereye geldik. Her neyse! Madem Hazreti Ebu Bekir ile bitirdik; son sözü de ona bırakalım. O yukarıda bir kaç cümlesini aktardığımız konuşmasının sonunda şöyle der: Ey insanlar! Ben ancak Rasulüllahın yoluna tâbiyim. Ben aklıma ve arzuma göre hareket etmeye yetkili değilim. Şu halde ben, eğer iyilik edersem bana yardım ediniz. Ve eğer doğru yoldan, çıkarsam beni doğru yola çağırınız. Bu sözümü söyler, kendim ve sizler için Allahtan mağfiret dilerim.
Güce değil hakikata tapmak, güç değil, adalet, hakkaniyet rüzgârının peşine takılmak lazım vesselam! Başarabilenlere ne mutlu!
Ahmet Kurucan
Güce tapanlar diyecektim yazının başlığına ama ima yolu ile dahi olsa itham manasını taşıyacağı için vazgeçtim. İnsanoğlu fitratı icabı kaybetmekten hazz etmez, hoşlanmaz ve sürekli kazanmak ister, kazananın yanında olmak ister. Doğru mu? Yanlış. Dinî öğretilere göre yanlış; fıtrat kanunlarına göre; hayatın realitelerine göre yanlış. Özetle, tekvini ve teşrii emirlere göre yanlış. Doğru olan ne? Kazanmak ve kaybetme bir vahidin iki yüzünden ibaret. Şartlarına uygun hareket etme kazanmanın sebepleri planında olmazsa olmazı. Fakat buna rağmen son söz, İlahî iradede. Unutmayalım Onun dilediği olur, olmamasını dilediği de olmaz. Peygamberleri için bile değiştirmemiştir bu kuralı Allah. Bakın Efendimizin hayatına. Bedirde kazanıyor, Uhudda savaşın görünen yüzü itibariyle kısa vadede kaybediyor. Hendekte kazanıyor, Hudeybiyede geri çekiliyor. Son tahlilde ve uzun vadede hep kazanç söz konusu Efendimiz başta bütün Peygamberler için; hatta dünyada kaybetseler bile ahirette ebedi cennet ve Cemallullah ile yine kazanç söz konusu ama eşyanın görünen vechesi çoğu zaman başka olabiliyor. O halde başa dönelim, kazanma ve kaybetmenin bir vahidin iki yüzünden ibaret olduğu gerçeğini kabulle imanımızı tazeleyelim. Hayata ait plan ve programlarımız, projelerimizi, hayat felsefemizi ve yaşam tarzımızı buna göre sıfırdan belirleyelim.
Ya bunu beceremeyenler ne olacak? Fikren bunları kabulle beraber gönlüne söz geçiremeyenler, nefsine ve nefsin dur-durak bilmeyen isteklerine mağlup olanlar, aklına, muhakemesine yenik düşenler! Evet bunlar ne olacak? Zaten problem olan nokta bu. Hep ama hep kazanma peşinde olup kaybı içine sindiremeyenler toplum hayatında bir ur gibidir. Kazanma hırsı gözünü bürümüş bu insanlar kaide ve kural tanımaz yaptıkları işlerde. Kazanç ipini gögüslemeye kendilerini ulaştıracak her yol mübahtır bunlar için. Ne hemcinsleri adına hak-hukuk düşüncesi vardır böylelerinin zihninde, ne kendileri adına ahiret endişesi. Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz derler böyleleri için atalarımız. Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerde yaşanan küçük ve büyük çaplı hadiselere isterseniz bir de bu gözle bakın, mutlaka farklı değerlendirmelere kapı açılacaktır zihninizde.
İşte böylelerinin, kaybetmeyi rüyalarına dahi misafir etmeyenlerin taptığı veya arkasına gönüllü olarak takılıp sürüklendiği tek bir rüzgar vardır; güç. Her zaman ve zeminde sadece gücün peşine takılırlar; güçlünün yanında yer alır bunlar. Şahsiyetlerinin sıfırlanması, asalak ve tufeylî bir vasfa sahip olma pahasına yaparlar bunu. Belki ağır kaçacak ama söylemeden edemeyeceğim; zerre kadar şeref ve haysiyetleri yoktur böylelerinin.
Olsaydı haklının yerinde yerini alırlardı; velev ki haklı güçsüz bile olsa.
Olsaydı; zulme ve zalime meydan okurlardı; zararı kendilerine dokunacak bile olsa.
Olsaydı evrensel prensip ve kaidelere göre hareket ederlerdi; şahsen kaybetmeleri söz konusu bile olsa.
Evet; safını güçlüye bedel haklının yanında belirleyen insan kısa vadede kaybetse hatta kaybetmiş gözükse bile uzun vadede kazanan ve kazanacak olan kişidir. Dünyada kaybetse bile ahirette kazanacaktır.
Ama bu iradeyi gösterebilmek, bu tercihi yapabilmek için Hazreti Ebu Bekir felsefesine sahip olmak lazım. Ne güzel der Hazreti Ebu Bekir halife seçiminin hemen peşi sıra yaptığı biat öncesi konuşmada: Şunu bilin ki, en kuvvetliniz; benim yanımda mazlûmun hakkını kendisinden alıncaya kadar en zayıfınızdır. En zayıfınız da, yanımda hakkını zâlimden alıncaya kadar en kuvvetlinizdir.
Hazreti Ebu Bekir felsefesi dedik ama bu Hazreti Ebu Bekire hakaret anlamı da taşıyabilir bu tesbit; çünkü bu Hazreti Ebu Bekiri de içine alan bütün Müslümanların kabul ve tatbik etmek zorunda oldukları dini bir kaidedir. O zaman şöyle düzeltelim; bu iradeyi gösterebilmek, bu tercihi yapabilmek için Hazreti Ebu Bekir cesaretine sahip olmak lazım. Yaşananları görünce günümüzde ne kadar çok Hazreti Ebu Bekirlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyor insan.
Söze nereden başladık, nereye geldik. Her neyse! Madem Hazreti Ebu Bekir ile bitirdik; son sözü de ona bırakalım. O yukarıda bir kaç cümlesini aktardığımız konuşmasının sonunda şöyle der: Ey insanlar! Ben ancak Rasulüllahın yoluna tâbiyim. Ben aklıma ve arzuma göre hareket etmeye yetkili değilim. Şu halde ben, eğer iyilik edersem bana yardım ediniz. Ve eğer doğru yoldan, çıkarsam beni doğru yola çağırınız. Bu sözümü söyler, kendim ve sizler için Allahtan mağfiret dilerim.
Güce değil hakikata tapmak, güç değil, adalet, hakkaniyet rüzgârının peşine takılmak lazım vesselam! Başarabilenlere ne mutlu!
Ahmet Kurucan