İ.S. 390 yılında İskenderiye'deki Serapis Tapınağı ve hemen yanıbaşındaki Büyük İskenderiye Kitaplığı Hıristiyanlar tarafından yıkıldı. İ.S. 415 yılında ise ünlü filozof ve matematikçi Hypatia, bir Hıristiyan keşişler grubu tarafından öldürüldü. Bu iki ayrı olay, yüz yıllar süren Mısır inançlarının sona erdiğini ve "Karanlık Çağlar"ın başladığını gösteriyordu.
Ne yazık ki kimi tarihçiler bu olayları, içerdikleri Hıristiyan etkisini görmezden gelerek, Helen akılcılığına karşı Doğu fanatizminin birer baş kaldırışı olarak yorumladılar. Oysa olayları çıkaranlar, Mısırlı Hıristiyanlardı ve Mısır o günlerde Roma İmparatorluğunun uzun zamandan beri Hıristiyanlaşmış bir eyaletiydi.
Mısır dini, İ.S. II. ve III. yüz yıllarda olağanüstü bir hızla yok olmuş; Mısır, diğer Roma eyaletlerinden önce Hıristiyanlığı ateşli bir biçimde kabullenmişti. Aslında Mısır dininin hızlı çöküşünün, firavunlar devletinin ve Mısır ulusunun erimesi ile oluştuğunu saptamak olanaklıdır. Mısır, İ.Ö. 700'den beri çoğunlukla yabancı uluslar tarafından yönetilmişti. Etiyopyalılar, Persler, Yunanlılar ve Roma İmparatorluğu Mısır topraklarını her zaman özel bir eyalet olarak görmüşlerdi. Bu yabancı yöneticiler, Mısır dini ile iyi ilişkiler içinde olmayı ülkenin denetimi için bir önkoşul olarak saymışlardı. Mısır inançları tüm bu dönemler boyunca da gelişip yayılmasını sürdürmüştü. Ancak, bu olumlu dönem Mısır dininin sonraki yıllarda ortaya çıkan hızlı çöküşünü daha ilginç biçime getirmektedir. Zira Mısır dininin çöküşü, yabancıların baskıcı yönetimine bağlanabilseydi, çöküşün çok daha önceleri, örneğin Pers yönetimi altındaki İ.S. VI. ve IV. yüz yıllar arasında gerçekleşmesi gerekirdi.
Mısır'ı yöneten Makedonya kökenli Ptolemiler, bir taraftan kendilerini Mısır uygarlığını koruyucusu gibi gösterirken, diğer taraftan Mısır uygarlığı tarafından özümsenme tehlikesinin bilincindeydiler. Bu bakımdan Ptolemiler, kendi kültürlerini korumaya ve Mısır'ı Yunanlılar eliyle yönetmeye kararlıydılar. Mısırlı rahipler ise, her ne kadar yabancı yöneticiler ile iyi geçinmeye çabalasalar da, kişisel düzeyde yönetimden uzak kalmaya ve bir ölçüde Mısır ulusçuluğunu korumaya gayret etmişlerdi. Ancak, İ.S. II. yüz yıla gelindiği zaman, dört yüz yıl süren Yunan yönetiminden sonra, Mısırlı ve Makedonyalı üst sınıflar ortak bir Helen uygarlığı içinde Mısır dini ile kaynaşmışlardı. Roma yönetimi ise, Mısır dinini coşku ile "uluslararası" niteliğe kavuşturmaya çabalamış, oysa bu yaklaşım Mısır ulusçuluğunu savunan rahiplerin konumunu zayıflatmıştı.
.S. III. ve IV. yüz yıllarda Mısır dinine karşı oluşan düşmanca duyguların belirli bir sınıfsal temeli vardı. Hıristiyanlık, başlangıçta zenginlere karşı yoksul ve orta sınıfları temsil ediyordu. Bu nedenle Mısır tapınaklarının inanılmaz zenginliklere sahip olması ve rahiplerin yoksulları sömürmesi tepkilere yol açmıştı.
Helenleşmiş kozmopolit üst sınıfların sürdürdüğü Mısır dinine karşı, Filistin'den gelmiş olmasına karşın uluslararası bir nitelik taşıyan Hıristiyanlık yoksulları yanına çekmeyi başarmıştı.
Bu toplumsal ve siyasal etkenlerin Mısır dininin yıkılmasında önemli bir pay sahibi oldukları konusunda kuşkuya yer yoktur. Ancak, bu etkenler hızla gelişen acil sorunlar olmaktansa, yavaş yavaş büyüyen, uzun vadeli gerilimlerdi. Yine de Mısır dininin çöküşünde baş rolü oynayan, şaşırtıcı bir örgütlenme yeteneğine ve coşkusuna sahip olan, tektanrıcı ve evrensel Hıristiyan inancının herkese kolaylıkla ulaşabilmesiydi. Hıristiyanlığın giderek daha güçlü bir biçimde yerleştiği İ.S. 150 ile 450 yılları arasında Mısır büyük bir siyasal ve dinsel belirsizlikler ve çeşitlilikler döneminden geçmekteydi. Antik Mısır inançlarının bir ölçüde mirasçısı konumunda bulunan Hermesçiler, Neo-Platoncular ve Gnostikler, Tanrı'ya bireysel olarak ya da ezoterik örgütlenmeler sayesinde ulaşılabileceği inancına eğilim göstermekteydiler. Bu yollara girebilmek içinse, gizemli ve çetin bir inisiyasyon sürecinden geçmek zorunluydu. Bu yöntemin kilit unsurlarından biri, her adayın içmek zorunda olduğu gizlilik andıydı. Söz konusu gruplar her türlü açıklığa düşmandılar; zira gerçek bilgelik ancak ezoterik bir dizge içinde ve uzun bir süreç sonunda elde edilebileceğine inanıyorlardı. Bu örgütler için en önemli unsur inançlarının içerdiği gizemlerdi. Bu gizemleri, başkalarına açıklamak inançlara kökten ihanet etmek anlamını taşırdı. Tüm bu gizlilik örtüsüne rağmen, kimi inanç modellerinin ana çizgilerini belirlemek olanaklıdır.
Ne yazık ki kimi tarihçiler bu olayları, içerdikleri Hıristiyan etkisini görmezden gelerek, Helen akılcılığına karşı Doğu fanatizminin birer baş kaldırışı olarak yorumladılar. Oysa olayları çıkaranlar, Mısırlı Hıristiyanlardı ve Mısır o günlerde Roma İmparatorluğunun uzun zamandan beri Hıristiyanlaşmış bir eyaletiydi.
Mısır dini, İ.S. II. ve III. yüz yıllarda olağanüstü bir hızla yok olmuş; Mısır, diğer Roma eyaletlerinden önce Hıristiyanlığı ateşli bir biçimde kabullenmişti. Aslında Mısır dininin hızlı çöküşünün, firavunlar devletinin ve Mısır ulusunun erimesi ile oluştuğunu saptamak olanaklıdır. Mısır, İ.Ö. 700'den beri çoğunlukla yabancı uluslar tarafından yönetilmişti. Etiyopyalılar, Persler, Yunanlılar ve Roma İmparatorluğu Mısır topraklarını her zaman özel bir eyalet olarak görmüşlerdi. Bu yabancı yöneticiler, Mısır dini ile iyi ilişkiler içinde olmayı ülkenin denetimi için bir önkoşul olarak saymışlardı. Mısır inançları tüm bu dönemler boyunca da gelişip yayılmasını sürdürmüştü. Ancak, bu olumlu dönem Mısır dininin sonraki yıllarda ortaya çıkan hızlı çöküşünü daha ilginç biçime getirmektedir. Zira Mısır dininin çöküşü, yabancıların baskıcı yönetimine bağlanabilseydi, çöküşün çok daha önceleri, örneğin Pers yönetimi altındaki İ.S. VI. ve IV. yüz yıllar arasında gerçekleşmesi gerekirdi.
Mısır'ı yöneten Makedonya kökenli Ptolemiler, bir taraftan kendilerini Mısır uygarlığını koruyucusu gibi gösterirken, diğer taraftan Mısır uygarlığı tarafından özümsenme tehlikesinin bilincindeydiler. Bu bakımdan Ptolemiler, kendi kültürlerini korumaya ve Mısır'ı Yunanlılar eliyle yönetmeye kararlıydılar. Mısırlı rahipler ise, her ne kadar yabancı yöneticiler ile iyi geçinmeye çabalasalar da, kişisel düzeyde yönetimden uzak kalmaya ve bir ölçüde Mısır ulusçuluğunu korumaya gayret etmişlerdi. Ancak, İ.S. II. yüz yıla gelindiği zaman, dört yüz yıl süren Yunan yönetiminden sonra, Mısırlı ve Makedonyalı üst sınıflar ortak bir Helen uygarlığı içinde Mısır dini ile kaynaşmışlardı. Roma yönetimi ise, Mısır dinini coşku ile "uluslararası" niteliğe kavuşturmaya çabalamış, oysa bu yaklaşım Mısır ulusçuluğunu savunan rahiplerin konumunu zayıflatmıştı.
.S. III. ve IV. yüz yıllarda Mısır dinine karşı oluşan düşmanca duyguların belirli bir sınıfsal temeli vardı. Hıristiyanlık, başlangıçta zenginlere karşı yoksul ve orta sınıfları temsil ediyordu. Bu nedenle Mısır tapınaklarının inanılmaz zenginliklere sahip olması ve rahiplerin yoksulları sömürmesi tepkilere yol açmıştı.
Helenleşmiş kozmopolit üst sınıfların sürdürdüğü Mısır dinine karşı, Filistin'den gelmiş olmasına karşın uluslararası bir nitelik taşıyan Hıristiyanlık yoksulları yanına çekmeyi başarmıştı.
Bu toplumsal ve siyasal etkenlerin Mısır dininin yıkılmasında önemli bir pay sahibi oldukları konusunda kuşkuya yer yoktur. Ancak, bu etkenler hızla gelişen acil sorunlar olmaktansa, yavaş yavaş büyüyen, uzun vadeli gerilimlerdi. Yine de Mısır dininin çöküşünde baş rolü oynayan, şaşırtıcı bir örgütlenme yeteneğine ve coşkusuna sahip olan, tektanrıcı ve evrensel Hıristiyan inancının herkese kolaylıkla ulaşabilmesiydi. Hıristiyanlığın giderek daha güçlü bir biçimde yerleştiği İ.S. 150 ile 450 yılları arasında Mısır büyük bir siyasal ve dinsel belirsizlikler ve çeşitlilikler döneminden geçmekteydi. Antik Mısır inançlarının bir ölçüde mirasçısı konumunda bulunan Hermesçiler, Neo-Platoncular ve Gnostikler, Tanrı'ya bireysel olarak ya da ezoterik örgütlenmeler sayesinde ulaşılabileceği inancına eğilim göstermekteydiler. Bu yollara girebilmek içinse, gizemli ve çetin bir inisiyasyon sürecinden geçmek zorunluydu. Bu yöntemin kilit unsurlarından biri, her adayın içmek zorunda olduğu gizlilik andıydı. Söz konusu gruplar her türlü açıklığa düşmandılar; zira gerçek bilgelik ancak ezoterik bir dizge içinde ve uzun bir süreç sonunda elde edilebileceğine inanıyorlardı. Bu örgütler için en önemli unsur inançlarının içerdiği gizemlerdi. Bu gizemleri, başkalarına açıklamak inançlara kökten ihanet etmek anlamını taşırdı. Tüm bu gizlilik örtüsüne rağmen, kimi inanç modellerinin ana çizgilerini belirlemek olanaklıdır.