Inanmayanlar, Bu Ne Iştir Diye Merak Edenler, Çubuklara Güvenip De Yarı Yolda Kalanlar, Körü Körüne | Define işaretleri ve anlamları

Inanmayanlar, Bu Ne Iştir Diye Merak Edenler, Çubuklara Güvenip De Yarı Yolda Kalanlar, Körü Körüne

bornovalı

USTA
Super Moderatör
Katılım
20 Ekim 2014
Mesajlar
396
Beğeni
1,575
Puanları
93
İnanmayanlar, Bu ne iştir diye merak edenler, Çubuklara güvenip de yarı yolda kalanlar,
Körü körüne inananlar, ilmine güvenenler.
Buyurun.
İki kelam edelim.


(YENİ BAŞLAYAN ÇUBUKÇULAR İÇİN )

PSİKOLOJİK ETMENLER, TEST SAHASININ ÖNEMİ, TEST SAHASINDA EDİNDİKLERİ
TECRÜBELERİN ARAZİ ŞARTLARINDA UYGULANMASI ESNASINDA
KARŞILAŞILAN SORUNLAR ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ



ALLAH (c.c) “Dilediği insana lütfettiği bu meziyetimizi “çeşitli cisimler kullanarak yeraltında ki katman, su, boşluk, maden ve mineralin tespiti” sergilerken veya bildiğimizi öğretmeye çalışırken birçok sorun ve sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Bu sorun ve sıkıntıların büyük bir çoğunluğu maalesef “İnsan faktöründen” kaynaklanmaktadır.
Bir örnek vererek konuyu açalım. (önemli not: aşağıda anlatılanların büyük bir bölümü kurgudur. Kişiler ise; hayal ürünüdür.)

Elimize çubukları veya çatalı aldık, arazide geziyoruz. Karşıdan bir grup insan geliyor. Her insanda olduğu gibi, bunlarda da bir merak. Acaba bu ne yapıyor?
-S.A. kolay gelsin. Hayırdır?
- A.S. Hayır. Hayır. Bizde şer olmaz.
- Şer olmaz da elinizdekilerle ne yaptığınızı anlamadık. Açıklarsan seviniriz.
Evet. Sorun şimdi başlıyor.
- Bu arazide yeraltından geçen bir su var mı? Diye bakıyorum.
Gruptan birisi:
- Yaa. Bizde bir şey var zannettik. Aklı başında birine benziyorsun. Böyle saçma sapan şeylerle uğraşma. Günümüz ilim teknoloji çağı. Çağır oradan bir mühendis. Sana makine ile buluversin hemen.
Gruptan başka birisi:
- Ben bunu duymuştum. Bazı hacı-hocalar mistik güçleri kullanarak buluyorlarmış. Siz de hacı-hoca mısınız?
Gruptan bir diğeri:
- Arkadaşlar. Hemen ön yargılı olmayalım. Hele dinleyelim adamı. Nedir? Ne değildir? Bakalım.
Gruptan bir diğeri:
- Aaaa. Ben böyle şeyleri çok severim. Meraklıyım da. Bir sakıncası yoksa bize anlatsın. Dinleyelim.
Sizleri bilmem ama ben çok sık karşılaşıyorum böyle insanlarla. Kime neyi, nasıl anlatacaksın? Anlatsan bir türlü. Anlatmasan bir türlü. Birisi inatçı, ön yargılı, biri realist, biri maceraperest, birinin ne olduğu belli değil.
Çocuklara her daim söylediğim bir söz vardır. “ bir bütünün onda biri, o şeyi bilmek, onda dokuzu ise, onu ifade edebilmektir.” Onu da herkese ifade etmek zorunda değilsin. “ilim talep edene öğretilir” denir ama “ ilim iki ucu da keski bir kılıç gibidir. Kime emanet ettiğini aklından çıkarma denir.

Eskiden böyle şeylerle karşılaştığımda elimden geldiğince bildiğimizi anlatmaya çalışıyorduk. Ama maalesef başarılı olamıyorduk. Şimdileri ise; kişiliklere göre değişik taktikler uyguluyoruz. Türkçesi; bir nevi psikolojik savaş veriyoruz. (Aşağıda yazılanlar şahsıma münhasırdır.)
Hacı-hoca mısın? Diye sorana;
- Yok, öyle bir şey demektense, aaaa. Sen bilmiyor musun? Şu, şu duayı okuyunca bunu herkes bulur. Birkaç namaz suresinin adını söyleyip onun dini bilgisini kontrol ediyorum. Bilir ise işimiz zor demektir. Yok, bunlardan bi haberse, o zaman yandı.
- Bu söylediklerim namazda okunan sureler. Dini bilgin çok zayıf. Sen iyi ki din tüccarlarının eline düşmemişsin. Senin içine cin kaçmış, sende büyü var, falan filan deyip, seni parmağında oynatırlar da haberin olmaz. Benden sana bir tavsiye, bu tip hacı-hoca geçinenlerden uzak dur kardeşim.
Günümüz ilim, teknoloji çağı diyene;
- Evet. Haklısın. Hacı-hocalardan medet ummaktansa günümüz ilminin bu konularda geliştirmiş olduğu bir cihaz var mı diye inceledim. İnsanlar neler geliştirmiş de haberimiz yokmuş. Mesela birisi bir cihaz geliştirmiş. Aletin iki ucu var. Bunları toprağa saplıyor muşun. Üstünde ki bir sayaç sayesinde de; atomu oluşturan nötron ve protonları sayıp, o sayım neticesinde yeraltındaki maden veya mineralin ne olduğunu söylüyormuş. Bir diğeri ise toprağa elektrik vererek yeraltındaki maddenin yerini ve cinsini söylüyormuş. Bir diğer cihaz ise yeraltına sinyal gönderip, yeraltının görüntüsünü ekrana yansıtıyor ve bu görüntülerde oluşan lekeleri yorumlayarak yeraltında ne varsa hepsini şıp diye söylüyormuş. Bunların daha da gelişmişi ve kolayı varmış. Yerin koordinatlarını veriyormuşsun. Adam uydudan bakıp 3-5 gün sonra orada su mu var, yatır mı var, define mi var. Ne varsa sana söylüyormuş.
Adam oradan atılıyor;
- Daha ne istiyorsun kardeşim. Bak teknoloji ne kadar gelişmiş. Böyle şeylerle uğraşacağına teknolojiden yardım al.
Dedi mi, yandı demektir garibim;
- Her halde ya dilin sürçtü, ya da senin fizikten haberin yok galiba. Gerçi herkes fiziği bilmek zorunda değil ama söylenenlere hemen inanmamak gerekir. Adam diyor ki; nötronu-protonu sayıyorum. Saniye de 1000 km. hızla dönen bir şeyi sayabilmesi senin aklına yatıyor mu? Benim yatmadı. Diğeri yere elektrik veriyormuş. Hadi maddeyi söyledi diyelim. Cinsini nasıl ayırt etti? Diğeri de aynı. Yeraltında ki cismi nasıl ayırt ediyor? Bu soruları onlara sordum tabii. Bir de kullandıkları makinaları inceledim. Söyledikleri ile makinaların üretim amaçları birbirini tutmuyor.
- Hele bir de o uyducular yok mu? Onlar tam bir alem. Aklına gelen ilk soruyu soruyorsun; sizin kendinize ait bir uydunuz mu var? Yoksa uydusu olan bir devletle veya özel sektörle anlaşmanız mı var?
- Hadi kardeşim güle güle. Diyen de oldu, evet diyen de oldu. Güle güle diyene eyvallah dedik. Evet diyene, aklımızı kurcalayan soruları sormaya başladık. Yerin üstü tamam da bilmem kaç metre derinlikte ki cismi veya suyu nasıl tespit ediyorsun? Sakın bana; röntgen çektirmedin mi sen? Aynı onun gibi deme. Çünkü orada gönderilen ışınlar insan sağlığına zararlı. Haaa. Kullanılmıyor mu? Kullanılıyor. Hastalığın durumuna göre kar-zarar hesabı yapılıyor. Zarar(-)eksi beş, kar (+)artı doksan beş. O zaman kullan. Ama burada iş değişik. Sen bu ışınları göndereceksin, ben bir kar edeceğim, o ortamda bulunan kişiler dokuz yüz doksan dokuz zarar edecek. Buna devlet nasıl izin veriyor?
- Yok. Yok kardeş. Öyle değil. Biz yerin fotoğrafına bakıyoruz.
- Desene şuna, fotoğraf üzerinden kehanette bulunuyoruz…….

Biz bunları söyleyince ortalık bir sessizleşiyor. Bekliyoruz sözlerimizi hazım etsinler. Bir düşünsünler bakalım. Dağ başında elinde çatal veya çubuklarla gezinen mi? yoksa kendileri mi çok cahil? Demi yelim de, hangimiz ilimin iki kaynağına muktedir acaba?
Karşındaki hem nalına, hem mıhına vuruyor. Ne kadar zor bir durum değil mi? kendini bir halt zannederken, aptal durumuna düşmek!
Başta ne demiştik. Biz bunlarla çok sık karşılaşıyoruz. Sonrası ne oluyor? Diye merak ediyorsanız söyleyelim;
Diyelim ki, 10 kez bu olay yaşandı. 5’i fazla ırın gırın etmeden çekip gidiyor. Bunları güle güle deyip yolcu ediyoruz.
4’ü ise hemen karşı saldırıya geçiyor. Bunlar nefislerine yenik düşenler. Altta kalmayı hazmedemeyenler. Gurur abidesi, her şeyi sadece onlar bilir. Başkasının bir şey bilme hakkı yok. En doğrusunu, en güzelini onlar bilir. Bu tiplere o günkü ruh halime göre davranıyorum. Kah paspas yapıp yolluyorum, kah veriyorum gazı Fizan’a gidiyorlar da haberleri olmuyor.
Biri ise aklını kullanarak, işin aslını öğrenmeye çalışıyor. Ne demiştik.” “ilim talep edene öğretilir” ama “ ilim iki ucu da keski bir kılıç gibidir. Kime emanet ettiğini aklından çıkarma.” Talep var. Ama bakalım neyin nesi? Yarım akıllı mı? Yoksa zekâsı ile aklını birleştirip kendine bir şeyler mi yontacak? Bir şeyler öğretelim derken, saf ve temiz insanların cebine göz diken birini yetiştirmeyelim. Buna vesile olmayalım değil mi? Evet, dersek, o zaman devam edelim;
Bu durumlarla karşılaştığımız zaman o grubu veya kişiyi kendi hayat görüşümüze ve yaşam felsefemize göre şöyle okkalı bir tartıyoruz. Görüşlerini ve felsefesini öğrenmeye çalışıyoruz. Tabii bunları yaparken fazla üstlerine gitmiyoruz. Zaten Psikolojik olarak bir darbe yediler. Neye inanacaklarını şaşırdılar. Her şey tadında bırakmak iyidir deyip ikinci derse geçelim. (birinci ders ne idi ki diyene; haddini bilmek diyelim)
Bu durumda ne yapacağız? Sizleri bilmem ama biz biraz dostluk kurmaya çalışıyoruz. Sonuç da biz de insanız. Bu konuda onlardan fazlaca bir şey bilmemiz, onlardan üstün olduğumuzu göstermez. Kimsiniz, nerelisiniz, ne iş yapıyorsunuz? Gibilerinden hoş bir sohbet açıyoruz. Birbirimize ısındık mı, konu zaten kendiliğinden açılıyor.

- Arkadaşlar. Bizde ilk başlarda sizler gibiydik. Şöyle ki; atıl vaziyette ki bir araziyi değerlendirelim istedik. Su olmadan da bir şey yapılamayacağı için kuyu mu kazdıralım, sondaj mı vurduralım dedik. Ama nereye ve kaç metre derine? Bunları araştırırken önce etrafa sorduk. Siz nasıl yaptınız? Birisi dedi ki; falanca köyde bir hoca var. Bir çorba parasına sana bırak suyu, gömü yerini bile söylüyormuş. Araziye gelmesine bile gerek yokmuş. Oturduğu yer den söylüyormuş. Falan filan. Çorba parası bile olsa işin içine maddiyat girdi mi hemen pas geçerim. Sondajcılarla konuştuk. Onlar da ayrı bir alem. İlim, bilim ayaklarıyla bizi yolmaya çalıştılar.
Ne yapacağız diye düşünürken, birisi dedi ki; yaaa, bir adam varmış. Eline çubuk veya çatal benzeri bir şey alıp arazide gezerek su olup olmadığını anlıyormuş. Onunla bir konuşalım mı? Biz fikri sabitlerden değiliz, konuşalım dedik. Çağırdık adamı. Hoş sohbetten sonra, bizim bildiğimiz ama onun bilmediği içerisinde su olan araziye götürüp bir teste tabii tuttuk. Adam bir yer tespit etti ve orayı takip ederek suyun çıktığı yeri buldu. Üç aşağı beş yukarı derinliğini de söyledi. Biz de bir mahcubiyet. Ama adam çok anlayışlı.
- Biz alışkınız böyle şeylere. Önemli değil. Dedi.
Onun gösterdiği yeri kazdırdık. Suyu bulduk. Şimdi kullanıyoruz. Biz de elimizden geldiğince ama maddi ama manevi helalleşmeye çalıştık. Fıtratımız gereği bizde de bir merak oluştu. Bu nasıl iştir? Anlatmasını istedik. Adam şöyle bir bakındı ve;
- Sen şimdi al şu çubukları, şöyle tut böyle tut. Hadi bir gezin gel. Dedi.
- Şimdi sıra sizde. Kim gönüllü. Kalkın biriniz. Birisi kalktı mı, Al bakalım şu çubukları. Farz et ki elinde bir kuş var. Gevşek tutarsan uçar gider, çok sıkarsan canı çıkar değil mi? –Evet. O zaman tutuşunu ona göre ayarla ve görüş mesafemden çıkmadan arazide bir gezin bakalım. Eğer elindeki çubuklar bir şekilde hareket ederse, olduğun yerde ileri-geri, sağa-sola birkaç adım at. Bakalım çubukların hareketinde bir değişiklik olacak mı?
Biz diğerleri ile sohbet ederken o da arazide ürkek adımlarla rast gele dolaşırken, bir anda çubuklar hareket etti. Biz bozuntuya vermedik ve sohbete devam ettik. Biraz sonra o kişi yanımıza geldi ve;
- Arkadaş. Bu çubuklar şuraya gelince hareket etti. Dediğini yaptım. İleri-geri, sağa-sola yürüdüm, çubukların hareketi değişti. Bu ne iştir? Anlat dinleyelim.
- Anlatmak kolay da Neyi, Nasıl anlatacağız? Bunlar böyle ayaküstü konuşulacak şeyler değil. Hadi gidelim bizim kulübeye karnınız açsa, ALLAH (c.c) ne verdiyse yiyelim. Çayımızı içerken de laflarız biraz.
- Sağ ol. Karnımız tok ama bir çayınızı içeriz.
- Haydin o zaman. Gidelim, ama öyle boşa yürümek yok. Hepiniz alın bakalım şu çubukları. Yürürken arkadaşınıza tarif ettiği gibi tutun.
Aslında çay bahane. Asıl amaç onları kendimin hazırladığı test sahama götürüp bu meziyetin gerçekte onlarda da var olup olmadığını anlayabilmek.
Burada kurguya ara verip, test sahamızdan bahsedelim.
İlk test sahamız; doğu-batı doğrultusunda düz bir hat üzerinde ve 5m. Aralıklarla gömülmüş çeşitli cisimlerden oluşmakta. Bunlar; çürümüş teneke, bakır, gümüş, renkli cam, eski oluklu kiremit parçası ve demir levha gibi madenlerden oluşmakta,
İkinci test sahamız ise; içerisinde yeraltından geçen bir su akağı olmak şartı ile 300-400 m2.lik bir alan. Birinci test sahamızda kullandığımız cisimlerle aynı ama bir tanesi su akağının üstüne gelecek şekilde ve diğer cisimler ise rast gele gömülmüş, ancak bunlara ilaveten, dışarıdan bakıldığında belli olmayacak şekilde üstü kapalı yaklaşık 100*50*50cm.ölçülerinde bir çukurun bulunduğu alandan oluşmaktadır.
Üçüncü test sahamız ise; 200-300 m2.lik Bir alanda, yaklaşık 50 cm. derine rast gele gömülmüş çeşitli mineralleri içermekte. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta; günümüzde çok sık kullandığımız madenlerle eş değer tepkiyi veren mineraller olmalı. Bir de 100*50*50 cm ölçülerinde kazılmış sonra tekrar doldurulmuş bir alanı içermeli.
Kurgumuza devam edelim.
Birer bardak çaydan sonra onları ilk test sahamıza götürüp;
- Hadi bakalım arkadaşım. Al bakalım şu çubukları şuradan şuraya düz bir hat doğrultusunda yine yürü. Ama bu sefer daha dikkatli ol. Bakalım çubuklar nasıl hareket edecek?
Evet. Bu adamda gerçekten bu meziyet var. Gömülü her bir madenin üzerine geldiğinde tepki ve çekim aldığı gibi, her bir çekim ve tepkinin oluşturduğu şekil de birbirinden farklı.
- Gel arkadaşım. Şimdi al şu paslı teneke parçasını sağ elinde tut ve yine aynı yerde bir dolaş bakalım.
Bu adamın meziyeti benimki ile neredeyse bire bir aynı. Gömülü her bir cismin üzerine geldiğinde çekim veya tepki almakta ancak çıplak el ile eline bir cisim aldığında, aldığı tepki veya çekim şekli birbirini tutmamakta. Gömülü paslı tenekeye denk geldiğinde ise; hiçbir çekim veya tepki almamakta. (misal: çıplak el ile gümüşe aldığı tepki veya çekim; soldaki çubuk ileri bakıyor, sağdaki çubuk sola yatıyor. Eline demir aldığında çubukların her ikisi de çapraz oluşturuyor. Bu şekiller afakidir haa.)
- Sen geç şuraya otur bakalım arkadaşım. Birazda öbür arkadaşlarını görelim. Hadi arkadaşım. Şimdi seni görelim. Al şu çubukları arkadaşın ne yaptı ise sen de aynısını yap.
İkinci kişi, birinci kişi gibi çıplak elle dolaştı ama çubuklarda tık yok.
- Arkadaşım. Al şu paslı tenekeyi eline bir de öyle dolaş.
Adam dolaşırken paslı tenekenin üzerine geldiğinde çubuklar belli bir şekil oluşturdu. Diğerlerinde yine tık yok.
- Hadi sen de çayını tazele ve geç otur bakalım. Diğer arkadaşlarını görelim. Sen arkadaşım al şu çubukları. Senden öncekiler ne yaptı ise sende aynısını yap.
Üçüncü kişi de çıplak elle yürümeye başladı. Hat üzerindeki ilk gömülü cismin üzerine geldiğinde çubuklar çarpı şeklini oluşturdu. Ben tam; bu adamda da bu meziyet var diye düşünürken; gömülü ikinci cismin üzerine geldiğinde çubuklar tekrar çarpı şeklini oluşturdu. Üçüncü, dördüncü, beşinci hep aynı çubukların verdiği şekil çarpı.
- Gel gel arkadaşım. Anlaşıldı. Sen de geç şöyle keyfine bak. Diğer arkadaşını görelim biraz da.
- Hadi arkadaşım. (dördüncü kişi) Sen de şöyle turla gel. Diğerleri ne yaptı ise sen de aynısını yap.
Adam, bir tur, iki tur, üç tur attı ama çubuklarda tık yok. Eline paslı teneke verdik, demir verdik, bakır verdik ama maalesef çubuklar inat ediyor; ben kıpırdamayacağım diye.
Adamlarda da bir merak sorma gitsin.
- Bizi bu kadar dolaştırdın. Çubuklar kimimizin elinde hareket etti, kimimizde hareket etmedi. Şöyle oldu, böyle oldu. Bize bu işi anlatacak mısın? Ne oluyor, ne bitiyor?
- Bildiğimizi anlatırız. O kolay ama önce bazı şeyleri netliğe kavuşturmak lazım. Söyle bakalım arkadaşım.(elinde çubukların hiç hareket etmediği kişi) Bu kimselere güvenir misin?
Biz böyle söyleyince buz gibi bir hava esiyor aniden. İlk şaşkınlıktan sonra;
- Niye böyle bir soru sordun ki? Onlar benim arkadaşım. Tabii ki güvenirim. Bana yamuk yapmazlar.
- Evet. Siz arkadaşsınız. Sana yamuk yapmazlar da, ben arkadaşınız değilim. Belki bana yapabilirler.
- Niye böyle bir şey yapsınlar ki? Bu da nereden çıktı?
- Şimdi. Beni iyi dinle arkadaşım. Bunların içinde en dürüst sen davrandın. Senin elinde çubuklar hiç hareket etmedi. Çubukları kendin oynatıp beni kandırma yoluna gitmedin. Onun için senin bu arkadaşlarına kefil olman gerekiyor.
- Nasıl yaniii?
- Şöyle ki; arkadaşlarında bu meziyet yok ama beni kandırmak için çubukları kendileri oynatmış olabilirler. Şimdi söyle bakalım; arkadaşların bu yola tevessül ederler mi?
- Yaa arkadaş. Madem bize güvenmiyordun da, niye bizi evine kadar davet ettin?
- Ben zahire göre karar veririm. Sizde zahirde güven veriyorsunuz, ama biz işimizi sağlama alalım değil mi? Bu arkadaşların niçin bu işi öğrenmek istiyor? Ellerindeki çubuklar gerçekten mi istem dışı mı hareket etti? Bu arkadaşların paradan, puldan, şandan, şöhretten hoşlanırlar mı? Bunları iyi düşünüp öyle cevaplayasın ki, bizde sorduklarınıza bildiğimiz kadarıyla cevap verelim.
Heyhat. Gel de çık işin içinden. Sen adamın güvenirliğini sorgularken, adam da senin güvenirliğini sorguluyor. Hem de çok can alıcı yerden vuruyor. Ben de çok merak ettim. Bakalım bu işin sonu nereye varacak???
Derin bir sessizlik. Adam önce arkadaşlarını şöyle bir süzdü. Sonra beni iyice bir süzdü. Ve;
- Önce kusura bakmayasın arkadaşım. İlk tanıştığımızdaki sözlerimiz belli ki seni incitmiş. Bizler bilip, bilmeden sana karşı önyargılı davrandık. İlim, irfandan nasibini almamış cahil birisi sandık. Sen de bilirsin ki cahile güvenilmez. Onun ipi ile kuyuya inilmez. Öyle görünüyor ki sen bizden bir adım öndesin. Darıldığın, gücendiğin halde bizi ezmedin. Sorduğun sorular ile haddimizin sınırını çizmiş oldun.
- Anlaşıldı arkadaşım. Daha fazla devam etmene gerek yok. Hiç kimse kusursuz değildir. Hepimiz bir şekilde hata yapıyoruz. Burada önemli olan bu hatamızı nasıl telafi ediyoruz? Sen erdemli davrandın özür diledin. Bize de yakışan bu özrü kabul etmektir. Böyle erdem sahibinin arkadaşları da erdemlidir. Ben de sorduğum soruları geri alıyorum. Sizlerde benim kusuruma bakmayasınız.
- Şimdi. Senden başlayalım. Arkadaşlarının elinde çubuklar bir şekilde hareket etti. Ama sende hiç hareket etmedi. Bunun sebebi nedir acaba? Fikir yürütmek ister misiniz yoksa ben bildiklerimi anlatayım mı?
- Önce seni bir dinleyelim. Aklımıza takılan olursa sorabiliriz değil mi?
- Tabi ki. Öncelikle ben bu meziyet sahibi kişileri elimden geldiğince gözlemlemeye çalıştım. Boyuna-posuna, yediklerine-içtiklerine, dini inançlarına, yaşam felsefelerine, kan gruplarına varana kadar irdeledim. Gördüm ki, hepsi birbirinden farklı.
- Kimi ateist, kimi putperest, kimi sofi.
- Kimi havyar, karidesle besleniyor. Kimi kuru ekmeği zor buluyor.
- Kiminin boyu bir karış, kimi dalyan gibi.
- Kan grupları desen, hepsi birbirinden farklı.
- Şöyle basitçe bir tanım yaptım kendi kendime. demek ki insanın fiziki yapısı, inancı ile yaşam tarzı bu meziyetin olmazsa olmazı değil.”
- Meziyet sahibi kişilerin zahiri farklılıkları bu kadar bariz olmasına karşın; demek ki bizim bilmediğimiz “birleştirici” bir özellikleri var. Bu konu beni aşar dedim kendi kendime ve konuyu uzmanların değerlendirmesini gerektiği kanaatine vardım. Bu uzmanlar, fizikçi de olabilir, anatomist de olabilir. Yeter ki somut kanıtlarla netliğe kavuştursunlar.
- İşin bir boyutunu uzmanlara havale ettik de, diğer sorun ortada duruyor. Bazı insanlar bu meziyeti sergilerken, senin gibi büyük bir çoğunluk bu meziyete sahip değil. Neden diye merak ediyor insan. Biraz kafa yorduk ve çok çok basit bir çözüm yolu bulduk. Nedir? Diye sormadan ben söyleyim;
- Biz bu olayı bir meziyet olarak değerlendirdik. Peki. Meziyet ne demektir diye sorarsak; “Bir kişi ya da nesneyi benzerlerinden üstün gösteren nitelik” diyebiliriz.
- Bir iki örnekle konuyu pekiştirelim. Mesela sen bir yere veya bir şeye bir sefer bakar sonra onun aynısını çizebilirsin. Ben bin kez bakarım. Senin çiziminin çeyreğini bile yapamam. Sen eline bir keser alır, odunluk keresteyi sanatı şahesere dönüştürebilirsin. Ben ise bırak sanatı şaheseri daha ilk vuruşta ortadan ikiye ayırırım. Sen 1 saat de taştan bahçe duvarını örersin. Ben bir saatte 3 taşı üst üste koyamam. Şimdi. Senin çizim yeteneğin, keser kullanma becerin veya taş örmedeki ustalığınla benden üstün mü oluyorsun? -Hayır. Çünkü ALLAH (c.c) yarattığı her kulunun hayatını idame ettirebilmesi için çok çeşitli meziyetlerle donatmıştır. Sana o meziyeti bahşetmiş, bana da başka başka meziyetler bahşetmiş. Dolayısıyla bu bir eksiklik değildir. Üstünlük ise hiç ama hiç değildir. Asıl önemli olan şey, bu meziyetlerimizi nasıl kullandığımızdır. Ahali arkamızdan küfür mü ediyor, yoksa hayır dua ile mi anıyor? Bir de bakalım bu meziyet bize bir üstünlük mü sağlıyor yoksa bizi madara mı ediyor?
- Bu çok ama çok basit cevap, senin için de, benim için de geçerli. ALLAH (cc) sana bu meziyeti vermemiş arkadaşım. Yapacak bir şey yok. Buraya kadar anlaştık mı? Sözlerim algılandı mı? Var mı sormak isteğin bir şey?
- Anladım. Çok sağ olasın. Ancak niçin madara olacaksın ki? Bunu biraz açsan?
- Şimdilik buna cevap vermeyeceğim. Yeri geldiğinde sana soracağım madara olduk mu olmadık mı?
- Anlaşıldı arkadaşım.
- Gelelim sana.(üçüncü kişi) çubuklar senin elinde hareket etti ama hareketin şekli; her bir gömülü cismin üzerine geldiğinde çarpı şeklinde idi değil mi? –Evet. Fikir yürütmek ister misin yoksa biz bildiğimiz kadarıyla anlatalım mı?
- Önce seni bir dinleyelim. Sonra gerek duyarsak, eksik bir şey kalırsa sorarız.
- Şimdi. Sen bu arkadaşına göre bir adım önde görünüyorsun. Onda çubuklar hiç hareket etmedi. Sende ise hareket etti. Sen de bu meziyetten çok az bir şey nasibini almışsın. Ancak bu meziyet sana bir fayda mı sağlar yoksa saç mı, baş mı yoldurur karar veremedim.
- Birbirine tamamen zıt iki farklı yorumda bulundun. Fakat vardır bir bildiğin. Anlatırsan dinleriz.
Madara olmanın yanı sıra bir de saç baş yolmak çıktı. Hayır olsun bakalım.
- Hele diğer arkadaşlarını da bir değerlendirelim sonra ne demek istediğimizi ifade ederiz inşallah.
- Gelelim sana. (ikinci kişi) sen önce çıplak elle gezdin, dolaştın ama çubuklarda bir hareketlilik olmadı. Daha sonra eline paslı bir teneke aldın ve paslı tenekenin üzerine geldiğinde çubuklar hareket etti. Şimdi bu durumu nasıl yorumlayalım? Sende bu meziyet yok diyebilir miyiz? Hayır. Var ama benim ve diğer arkadaşlarınla hiç uyuşmuyor. Bunun bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı olduğunu sonra değerlendirelim.
- Sıra geldi sana. (birinci kişi) Senin meziyetinle benim meziyetim neredeyse bire bir örtüşüyor. Çıplak elle arama-bulma yapabiliyorsun. Üstelik birbirinden farklı cisimlere farklı farklı tepki veya çekim alabiliyorsun. Eline hangi cismi alır isen o cismi çubukların görmüyor. Benim görüşüme göre sende de bu meziyet var ve diğer iki arkadaşına göre daha belirgin veya daha çok veya daha kuvvetli. Nasıl istersen öyle adlandırabilirsin. Var mı sormak istediğin veya söylemek istediğin bir şey?
- Evet. Hem söylemek hem de sormak istediğim birçok şey var da, nereden başlayacağımı bilemiyorum. Baştan başlamak en iyisi olacak galiba. Elimize çubukları verdin ve arazide dolaştırarak bizi bir test te tabi tuttun. Belli ki bu arazi özel hazırlanmış. Öncelikle bize bu arazinin özelliğini anlatabilirsin.
- Evet. Burası kendi bilgi ve tecrübelerime istinaden hazırlanmış test sahasından sadece birisi. Meraklı veya ilgi duyan arkadaşların meziyet sahibi olup olmadıklarını anlayabildiğim bir yer. Doğu-batı istikametinde düz bir hat doğrultusunda, belli aralıklarla farklı farklı cisimler gömülmüş vaziyette. Sizi niçin o şekilde yönettiğimi anlamışsınızdır. Sen gömülü her bir cismin üzerine geldiğinde tepki veya çekim aldın. Hem de birbirinden farklı. Üçüncüsü sırada ki paslı tenekeydi. Eline paslı teneke aldığında onu pas geçtin ama arkadaşın sadece onu tespit edebildi. Diğer arkadaşın ise hepsini tespit etti ama çubuklar hep aynı şekli verdi. Bu arkadaşınızın meziyeti size göre çok düşük veya zayıf veya yetersiz. Nasıl adlandırırsanız öyle olsun. Kısaca ilk etap da şöyle diyebiliriz. Sen eline bir çubuk alıp, yerin belli derinliğinde ki gömülü bir cismi tespit edebilirsin. Eğer o cismin ne olabileceği hakkında bir tahminin varsa, eline o cismi alıp tahmin ettiğin ile aynı olup olmadığını teyit edebilirsin.
Aamın bir an da gözleri parladı. Ve;
- Vay bee. Bende de bu meziyet varmış da haberim yokmuş. Çok sağ olasın. Sayende kendimizi tanıdık. Şehre döndüğümde ilk işim hemen bir çubuk almak olacak. Sonra evde çocuklara bir şeyler saklatırım. Sakladıkları şeyin ne olduğunu çubuklara bakıp söylerim. Oh oh. Ne havam olur değil mi? Haaa. Şimdi aklıma geldi. Geçen arkadaşlar konuşuyorlardı. Falancanın evinde er…i lerden kalma bir kuyu varmış içinde altın saklıymış. Ben çubuklarla gidip bir bakarım. Nasıl olsa öğrendim bu işi. Heyyyyt. Köşeyi döndük beeee.



İnanır mısınız bilmem ama bir anda kendimi çok kötü birisi gibi hissettim. Neden mi? Şöyle; “fakirin sahip olduğu tek şey umudu. Bari onu da sen elinden alma” demiş bir atamız. Ben de böyle birisi olmak istemem ama birisinin de böylelerine dersini vermesi gerekiyor. Bize de yakışan “ dost acı söyler değil acıtmadan söyleyendir” kisvesine bürünüp başladığımız işi nihayete erdirmek olmalı.
Onlar böyle sevinirken ben dönüp o kişiye(dördüncü kişi); sen ne düşünüyorsun bu duruma? Hele bi de bakalım.
- İnan ben de ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi şaşırdım. Gördüklerimi, yaşananları bir tekrar edeyim. Bir yanlışım olduğunda düzeltirsin. Olur mu?
- Olur.
- Şimdi. Bu adam hiç bilmediği, tanımadığı bir yerde eline çubukları aldığında zaman, çubuklar onu yeraltında gömülü bir cisme, su akağına veya bir boşluğa yönlendirecek ve o da gidip o cismi. Suyu veya boşluğu bulacak. Sonra gömülü şey ne ise tahmin edecek ve tahmin ettiği şeyi eline alınca, o şeye tepki veya çekim alamayacak.
- Diğer arkadaşını unutma. O ise sadece eline aldığı cismi bulacak.
- Evet Doğrusu şimdi ben biraz hayıflandım. Sanki azıcıkta kıskandık gibi. Keşke ALLAH (c.c) bana da bu meziyeti bahşetseydi, diyeceğim ama en iyisini en doğrusunu o bilir. Nasip böyle imiş.
- Sakın ha sakın üzülmeyesin. Gönlünü ferah tutasın. ALLAH sana bizlerden çok daha farklı çok daha faydalı meziyetler vermiş olabilir. Onu şu an için ben bilemem. Bildiğim bir şey var ise; o da meziyetlerimizi hangi amaçlar için kullandığımız. Meziyetlerimiz önce kendimize, sonra ailemize, sonra âlemi İslam’a ve tüm insanlığa fayda mı sağlıyor yoksa bizi madara mı ediyor?
- Bunu bilerek mi söyledim bilmiyorum ama daha konuşmamızın başında da bir madara lafı etmiştin. Şimdiye kadar öyle madaralık veya saç baş yolduracak bir şey göremedim. Sen bu lafları boşa söyleyecek bir adama benzemiyorsun. Biz nerede hata yaptık?
- Sen değil de arkadaşların haddini aştı biraz. Hani derler ya “ yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” arkadaşların bu işi tam öğrenmeden hemencecik havalara girdiler. Senden bir şey rica etsem yapar mısın?
- Tabi.
- Yeri ve zamanı geldiğinde; “madara oldunuz” ve “hadi, yolun saçınızı başınızı” der misin? Ben söylersem arkadaşların darılabilir gücenebilir. Bunları senin söylemen daha uygun olur. Gerçi onlar kendileri ikrar edecekler ama olurda …..
- Söylerim, söylerim de ne zaman?
- O an geldiğinde sen anlarsın zaten. Şimdi arkadaşlarını biraz daha havaya sokacak gazı verelim. Belki gaz verdiğimizi anlar da akılları başlarına gelir.
Vesselam verdik gazı, verdik gazı, ama nafile. Biz gazı verdikçe bunlar uçuşa geçti. Artık sazı elimize alma zamanı geldi dedik ve;
- Arkadaşlar. Son bir şey yapmanızı daha isteyeceğim. Ondan sonra siz yolunuza ben yoluma.
- Fark etmedik. Seni çok eğledik. Kusurumuza bakmayasın. Tabi ki yaparız. Hem birlikte daha çok iş yapacağız seninle. Şimdi söyle ne istiyorsan yaparız.
- Hep beraber şuraya geçelim. Sen arkadaşım(üçüncü kişi) önce sen şu alanı bir gez. Bir şey tespit ettiğinde bu arkadaşın(birinci kişi) orada ne gömülü olduğunu söylesin. Diğer arkadaşınız da onu teyit etsin.
Adamları aldık üçüncü test sahamıza götürdük. Önce üçüncü kişi arazide dolaşırken bir çekim veya tepki aldı. Daha sonra birinci kişi onun çekim veya tepki aldığı yere geldi ve çubukların aldığı şekle göre ne olabileceği hakkında tahminde bulundu. İkinci kişi ise onun söylediği cismi eline aldı ve o da çekim veya tepkiyi aldı ve elindeki cismi oraya bıraktı. Bu işlemleri gömülü her bir cismin üzerine geldiklerinde tekrar ettiler.
- Tamamdır arkadaşım. İstediğin başka bir şey var mı?
- Var ama önce şunda bir mutabık kalalım. Tespit ettiğiniz yere bıraktığınız cisim ile gömülü cismin aynı olduğuna emin misiniz?
- (birinci kişi) Evet. Çünkü arkadaş önce tespit etti. Sonra ben tespit ettim. Hatta tahmin ettiğim cismi elime alınca tepki veya çekim alamadım. Benden sonra bu arkadaş da tahmin ettiğim cismi eline aldı ve o da çekim aldı. Dolayısıyla birbirimizi de teyit etmiş olduk.
- O zaman sizden ricam, şuradaki çapayı alın ve tespit ettiğiniz yerleri kazın. Bakalım ne çıkacak? Yalnız çıkanı tekrar aynı yere gömerseniz ben bir daha arkanızdan dolaşmak zorunda kalmam.
- Tespit ettiğimiz şey ne ise o çıkacak. Biz son derece eminiz. Uzun zamandır da çapa yapmamıştık. Bizim için de iyi olur. Antrenman yapmış oluruz biraz.
Adamlar şen şakrak, neşe muhabbet, aldılar çapayı ellerine, başladılar kazmaya.
Ne yazık ki neşeli ve şen, şakraklık halleri ilk gömüyü çıkarınca bir an da şaşkınlığa dönüştü. Hemen ikinci gömüye sonra üçüncü daha sonra dördüncü gömü derken hepsini kazdılar ama o da ne! Hiç ummadıkları şeylerle karşılaştılar. Şaşkınlıkları öfkeye, öfkeleri de hırçınlığa dönüştü. Bir hışımla yanımıza geldiler ve;
- Arkadaş. Bu ne iştir? Bana dedin ki; sen de bu meziyet var. Şöyle tut, böyle yap. Yaptık. Şurada gezin, burada gezin. Gezindik. Bizi önce sevindirdin. Sonra madara ettin. Bunları iyi ki başkalarının yanında yapmadık. Hava atalım derken rezil olacaktık.
- Orada bir dur bakalım arkadaşım. Sizin rezil olmanızı gerektirecek ne bir iş yaptım, ne de bir söz söyledim. Şimdi biraz sakin olun ve yaptıklarınız ile söylediklerinizi bir düşünün. Ya da şunu karşılıklı yapalım.
- Sen de bu meziyetin var olduğunu söyledim. Sen ise; bende bu meziyet yok mu diyorsun? Önce bunu bir netliğe kavuşturalım.
- Gerçekçi olmak gerekiyorsa, bu çubuklar benim iradem dışında hareket ediyor. Gömülü her bir cismin üzerine geldiğimde ise çubuklar hep aynı şekli değil de farklı farklı şekiller alıyor. Anlattıklarına bakılırsa, yok diyemem. Ancak son tahminleriz tutmadı. Biz burada “demir” gömülü dedik. …… çıktı. Biz burada altın var dedik. …… çıktı. Biz gümüş dedik. …. Çıktı. Bütün moralimizi bozdu. Ben falanca filancayım. Bu falan filan. Bunlarda şu-bu. Bizim gibi insanları madara ettin ya. Helal olsun. Bu duruma düşeceğimizi hiç ama hiç tahmin edemezdik. Ya bu işi bize güzellikle anlatırsın. Ya da çökeriz gırtlağına zorla söyletiriz. :) :)
- Arkadaşlar. Niyetim ne sizi küçük düşürmek, ne de madara etmek. Gerçeklerle yüzleştirmek. Siz bir dua öğrendiniz hemen cicik imam, iki ilaç öğrendiniz hemen cicik doktor oluverdiniz. Ne derler bilirsiniz. “Yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder” Sizlerde bu yarım yamalak bilgilerle piyasaya çıktığınızda, sonuçlarının ne olacağını görmüş oldunuz.
- Hadi. Hep beraber çıkaralım takkeleri, koyalım önümüze ve yaşadıklarınızı baz alarak çok çok basitten bir durum tespiti yapalım.
- Bu meziyet var mı? Yok mu?
- Var.
- Bu meziyete etki eden faktörler neler?
- Sen söyle.
- İnsan. Kullandığı çubuklar. Madde (maden) ve Mineraller.
- Önce insanı ele alalım. Her insanda bu meziyet yok. Var olanlar da ise; fiziki, kültür seviyesi, yaşam tarzı ve dini inancı gibi bir ayrım gözükmüyor. Ateistti de, en dindarı da, şişmanı da, zayıfı da, en cahili de, en okumuşu da bu meziyeti sergileyebiliyor.
- Ancak burada şu an için bilmediğimiz bir faktör var. Meziyet sahibi insan ile kullandığı çubuklar arasında ki ilişki. Bir örnek vermek gerekir ise; Her ikimizin de kullandığı çubuk aynı olsa bile ben suyu bulduğumda çubuklar bende içeri kapanırken, bir başkasında çubuklar dışarı doğru açılır. Tespit ettiğimiz cisim aynı. Kullandığımız çubuk aynı.
- Her ikimizde de farklı şekil.????? ???????
- Gelelim madde ye. Şuna maden diyelim de kafa karıştırmasın.
- Olayı biraz daha kişiselleştireyim. Bakır çubuk kullanarak gümüşü tespit ettiğim de çubukların biri ileri bakarken diğeri sağa yatar. Ama demir çubuk kullandığım zaman çubuklar çapraz konumuna gelir.( bu örnekler afakidir)
- Dedik ya çok ama çok basit bir tespit yapalım. O zaman tespit edilen maden ile kullandığımız çubukların bir bağlantısı olmalı.
- İnsan faktörü ve kullanılan çubuk faktörünün dışında bir de mineral faktörü var ki; işte sizi ve tam ehil olmamış çubukçulara saç baş yoldurtan, boşa kazma kürek sallatan ve de madara eden şey. Hepimiz biliriz ama biz yine de bazı tanımların ne olduğunu tekrarlayalım ki sözlerimiz daha iyi anlaşılsın.
- Mineral: doğada birtakım maddelerle karışık ya da bileşik olarak ve olağan sıcaklıkta katı durumda bulunan ya da kimyasal yollarla elde edilen inorganik madde.
- Madde: duyularla algılanabilen, bölünebilen, ağırlığı olan, yer kaplayan nesne.
- Cisim: maddenin biçim almış durumu.
- Takkeleri önümüze koymuştuk değil mi? O zaman düşünmeye devam.
- Şu soru ile başlayalım: Acaba biz çubuklarla neyi algılıyoruz?
- Yukarıdaki tanımlara bakarsak madde’yi. Dersek hata yapmamış gibiyiz.
- İlk etapta tanım ve yorum uyuşuyor. Ancak burada bir sorun var. İlk test sahasında tespitimiz ile diğer test alanındaki tespitimiz birbirini tutmadı. Sence bunun sebebi denir?
- Bu soruya benim ilmim yeterli değil. Fakat bir durum tespiti yapayım. Belki siz bir fikir yürütürsünüz veya ilminizi konuşturursunuz. Sizi yönlendirdiğim ilk ve ikinci test sahasında gömülü cisimlerin olduğunu söylemiştim. Cisim ne idi? Hatırlayalım. Cisim: maddenin biçim almış hali. Bizim kullandığımız cisimler neredeyse yüzde yüz saflaştırılmış maddelerden oluşmakta. Türkçesi; doğada birleşik halde iken yani mineral halde iken bunu çeşitli işlemlere tabi tutup sadece demir veya bakır veya altına dönüşmüş maddeleri kullandık. Dolayısıyla bu maddelerin kimyasal yapıları da bir birinden farklı olduğu için çubuklarımız farklı farklı şekil aldı. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Fakat son gezindiğiniz yerde durum farklı. Orada gömülü mineral maddeler vardı. Türkçesi; bünyesinde birçok farklı kimyasal yapıyı içeren işlenmemiş madde.
- Cevabı da kendin söylüyorsun ya kardeşim. Birisi karışık, birisi saf. Karışık olanın içerisinde ki(mineral) safı tespit etmiş oluyoruz.
- Öyle mi diyorsun? O zaman şu soruya cevap ver. Karışımın içerisindeki oranı biliyor musun? Sakın “en çok olanı o” deme. Çünkü ben araştırdım durum öyle değil. Bir daha soruyorum; biz işlenmiş madeni mi tespit ediyoruz yoksa minerali mi?
- … …… ……..
- Sözlerimi dinlemediğiniz gibi yaptığınız uygulamalardan da bir ders çıkarmamışsınız. Birinci ve ikinci test sahasında gömülü maddeler, işlenmiş yani madene dönüştürülmüş cisimlerden oluşmakta idi. Üçüncü test sahamızda ise işlenmemiş maddeler yani mineraller gömülü idi. Bu tespit bizim ne işimize yarar biliyor musunuz?:
- …… ……..
- İnsanoğlunun elinin değdiği yerlerde yaptığın tespitin maden olma olasılığı, minerale olasılığına göre 1-2 tık öndedir.
- İnsanoğlunun elinin değmediği yerlerde yaptığın tespitin mineral olma olasılığı ise, maden olasılığına göre 3-5 tık öndedir.(rakamlar afaki olup daha az veya daha çok olabilir)
- Sözlerimin daha iyi anlaşılabilmesi için şöyle bir örnek vereyim.
- Eski bir yerleşim alanında tespit ettiğiniz boşluk; bir evin odası veya mezar olabilir.
- Doğal bir alanda tespit ettiğiniz boşluk; farklı toprak katmanı veya kırık fay hattı olabileceği gibi doğal çatlak, boşluk(mağara gibi) olma olasılığı çok yüksektir.
- Aradaki farkı nasıl anlayacağız derseniz; insanoğlunun elinin değdiği yapıların belli bir simetriği vardır. Yani şekli kare, dikdörtgen veya yuvarlaktır. Doğal olanda ise bu simetriliyi göremeyiz. Bozuk bir şekil arz eder.
- İnsanoğlunun elinin değdiği yer ile değmediği yerde kesin tespit edilecek şey “su” dur. Onun dışındakiler her daim şüphelidir. Hala aynı fikirde misiniz?
- Bizimkisi fikir vermekti sadece. Olabilir diye fikir yürüttüm.
- Şunu aklınızdan hiç çıkarmayın. “ilim sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz”
- Buldun öksüz ve yetimleri ha babam ez bakalım.
- Asıl öksüz ve yetimler “ilim ve irfandan” yoksun kimselerdir. Yaptığın hatayı acıt asyön ile geçiştiremezsin. Yemezler. Çok uzun ettik. Haydin bakalım. Şimdi ilminizi konuşturun.
- Bu konuşmalardan şunu anladım ki; Bizim ilmimiz bunlara değil cevap vermek, varlığını bile kabul veya ret edecek düzeyde değil.
- O zaman buyursun ilmine güvenenler. Bizleri aydınlatsın. Aydınlatsın ki, bizlerde sizleri arkanızdan hayır ve dualar ile analım.
Ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Bıraktık biraz kendi hallerine tevekkül etsinler diye. Ne kadar da heyecanlanmışlar, o heyecanla ne hayaller kurmuşlardı.
Şimdi zaman niçin böyle yaptığımızı açıklama zamanı. Ama nasıl?
- Arkadaşlar. Geçen Antalya’da ki sel felaketini hepiniz duymuşsunuzdur. Orada sele kapılan bir hanım kızımız vardı. Onu, arama-kurtarma çalışmalarında bir şey dikkatinizi çekti mi?
- Haberimiz yok.
- Ben söyleyeyim. Kaybolan kızın babasının ricası ile arama-bulmaya elindeki çubuklarla katıldığını söyleyen birisi vardı. Nehir üzerinde gezerek kaybolan kızı aradı. Bu durum sizce neye delalettir?
- Sen anlatacaksın. Biz dinleyeceğiz.
- Arkadaşlar. Hani bir söz vardır “ALLAH (c.c) dert verip, derman aratmasın” diye. Bunu hepimiz biliyoruz değil mi? Adamın kızı kaybolmuş. Onun bulunabilmesi için her türlü çareye başvuruyor. Belli ki bu çubuk işini biliyor veya duymuş. Çubukçuların her şeyi bulabileceğine inanmış veya ümit etmiş. Belki de hiç inanmıyor olsa bile, bir ümit demiş ve o kişiyi de çağırmış olabilir. Belki bizde aynı dertte duçar olsak aynısını yaparız veya fazlasını yapabiliriz. Onun için o kişiyi kınamıyorum. Yaşananları tv.de izlerken içim daraldı. ALLAH (c.c) kimseye evlat acısı yaşatmasın (amin) dedim, kendi kendime. Bu yaşanan olayla birlikte birçok kişinin çubuk ve çubukçulardan bir şekilde haberi oldu. Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Reklam reklamdır. Diyenler olsa da acaba bu reklam bizleri topluma nasıl tanıttı? İnsanlar bizi şarlatan mı olarak gördü? Yoksa ulviyet mi kazandırdı?
Şu an duygusallığı bırakıp olaya gerçekçi yaklaşma zamanı. Bu adam çubukların veya çubukçuların her şeyi bulabileceğine inanıyorsa, vaziyet vahim demektir. Öncelikle sorulması gereken soru şu; “ bu adamı çubuk veya çubukçulara yönlendiren şey nedir? Sorduğumuz gibi cevaplayalım.
- İşimiz tahmin yürütmekse şöyle diyebiliriz; yaşadıkları veya gördükleri.
- En uçtan birkaç tahmin yürütelim; her hangi bir yerde ve zamanda bir çubukçu ile karşılaşmış. Çubukçu elindeki çubukların hareketlerine göre şurada bu var. Burada bu var. Veya elindeki çubuklara komut vererek; bana şunun yerini göster veya bunun yerini göster demiş olabilir. Veyahut da; her hangi bir dertten muzdalip birisini bir yere oturtmuş veya yatırıp, eline aldığı çubukları üzerinde gezdirerek, muzdalip olduğu derdini söylemiş olabilir. Veyahut da bunları bir yerde izlemiş veya dinlemiş olabilir. Hepimiz ne çok şey yaşıyoruz, görüyoruz, duyuyoruz. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Asıl sıkıntı bu olayların pazarlanma şekli. Türkçesi; bu anlattığımız şeyleri bazıları öyle güzel bir şekilde pazarlıyor ki, sorma gitsin.
- Nasıl mı?;
- Al bi zartanyum çubuğu. 500m. den sana ne ararsan bulsun.
Safın birisi de; abi nereden bulurum bu çubuğu?
- Benim bir arkadaş satıyor. Veya benim bir arkadaş biliyor ama azıcık pahalı bir şey.
- Olsun abey. Ne ise fiyatı öderiz.
Nasıl mı?
Ben bu çubukların içine bir ilave koyuyorum. 500m.den sana ne olduğunu söylüyor.
Ne koyduğunu söyle abey. Biz de koyalım.
Yok, öyle şey. Ben bunu bulana kadar canım çıktı. Ancak ben yaparım ve sana bin liradan-iki bin liradan kakalarım. Pardon satarım.
- Olsun abey. Ne ise fiyatı öderiz.
Nasıl mı?
Arkadaş bu işler öyle kolay şeyler değil. Bu benim inancımın bir getirisi. Ben falanca inanca sahibim. Bu inanç bana doğaüstü güçler veriyor. Öyle ki ben maddeye hükmedebiliyorum.
- Vay be. Gerçi biz Müslümanız. Böyle şeyler bilmem ki nasıl olur?
- Biz de Müslümanız kardeşim. Ama onlar gibi yobaz değiliz!!!. Biz modern Müslümanlarız!!! Çağa ayak uydurmuşlardanız. …… …….. falan da filan.(şeytanın Müslüman kimliğine bürünmüş hali)
- Bu şeyi bize de öğretsen.
- Tabi ki. Ben falanca yerde filanca zamanda konferans vereceğim. Bir bilet al. Azıcık da bağış yapıp konferansları takip edersen, her şeyi öğrenirsin.
Öyle gözüküyor ki çubukçu yukarıda anlattıklarımı veya daha değişik şeyleri kullanarak kendini çok iyi pazarladı ve bir şekilde gündeme girdi. Umut kapısı oldu. İnsanlar ondan medet umar oldu. Ancaaak derde merhem olamadı. Umdukları medet boşa çıktı.
- Şimdi de şu soruyu soralım. Bu çubukçu oraya niçin gitti?
- 1. Çok ısrar edildi. Belki faydam dokunur dedi ve gitti. Eğer böyle ise, bir şey demekten hayâ ederim.
- 2. Kendine ve çubuklarına aşırı güveniyordu. Ben bulurum. Diye ortaya çıktı ise; kendini rezil ettiği gibi, saf ve temiz çubukçuları da zan altında bıraktı.
Biz bunları anlatınca ortalığı öncekinden de daha derin bir sessizlik kapladı. Birkaç dakika sonra, insanları daha fazla sıkmanın bir anlamı yok dedik kendi kendimize ve;
- Şimdi beni dikkatlice dinleyin. Bu kadar şeyi anlatmamın bir amacı vardı. Öncelikle bu meziyetin varlığını öğrenmiş oldunuz.
Bu meziyetin sizlerde ki yansımalarını bizzat yaşayarak, tecrübe ederek gördünüz. Evet. Farklı kademelerde de olsa bu meziyet sizde var.
Ancak bu meziyete tam anlamıyla hakim olmadığınız taktirde karşılaşacağınız sıkıntıları ve düşeceğiniz durumu da görmüş oldunuz.
Eğer bu meziyeti gerçekten anlamak ve sergilemek istiyorsanız;
Önce akli ilimi öğrenin.
Akli İlmin ışığında bilimsel çalışmalar yapın.
Simyacılar gibi aklınıza geleni veya duyduğunuz bir şeyi hemen uygulamaya geçmeyin. Akli İlmin ışığında inceleyin. Eğer bir farkındalığın olabileceğine ikna olursanız o zaman araştırın, deneyin. Böyle yapmak, değerli olan zamanımızı heba etmekten korur.
Akli ilimde çözemediklerinizi nakli ilimde inceleyin. . O da “sünettullah” dır.
(Allah (c.c) ’ın yarattıkları için koymuş olduğu kurallara Sünnetullah denir. Bu kurallar canlılar için ve cansızlar için geçerli olan kurallardır. Yağmurun yağması, insanın yaratılması, sıcağın oluşması, ateşin yakması, suyun söndürmesi gibi pek çok olayı bizim derinlemesine tahlil etme imkânımız olmasa bile bu kanunlar çerçevesinde olup bitmektedir. Bu kanunlar tabiat olayı adıyla anılabileceği gibi, eski ümmetlerden itibaren gözlenen sosyal olaylarda da geçerlidir.)(alıntıdır)
Yalnız nakli ilmin kaynağı tektir. Yanlış yollarda aramayın. Şahsi menfaatleri ve belli amaçlara hizmet eden din tüccarlarına ve şarlatanlarına aldanmayın.
Anlattıklarım dâhilin de bu meziyete tam anlamıyla hakim olursanız eğer, o zaman bu meziyetinizi istediğiniz şekilde sergileyebilirsiniz. Mesela; birisi bir tarlayı ekecek, biçecek ve buradan kazandığınla çoluk çocuğunun iaşesini çıkaracak. Fakat tarlada su yok. Eğer o tarlanın altından geçen bir su var ise ve sen sırf ALLAH (c.c) rızası için bunu tespit edip çıkartılmasına vesile olabilirsin. Bu ecrinin karşılığını da ALLAH (c.c) dan bekleyebilirsin.
Ya da; ; birisi bir tarlayı ekecek, biçecek ve buradan çok büyük kazançlar sağlayacak. Fakat tarlada su yok. Sırf ALLAH (c.c) rızası için veya belirli bir beklenti karşılığı suyun çıkarılmasına vesile olabilirsin. Bu size kalmış.
Ancaaak. Sakın ha sakın, saf ve temiz insanların kandırılması, dolandırılması, inançlarına zeval getirebilecek kurum veya kişilere bu işi öğretmeyin öğrenmesine de vesile olmayın.
Peki. Belki abes olacak ama bize bunları niye anlattın?
Ben bunları size ALLAH (c.c) rızası için anlattım. Belli mi olur, belki birisi bu anlattıklarım sayesinde dolandırılmaktan, kandırılmaktan korunur. Dili söylemese bile kalbinden “ALLAH razı olsun” lafzını geçirmesi bile bize yeter. Beklentimde o yöndedir.
Var mı sormak istediğiniz bir şey?
Yok. ALLAH razı olsun.
ALLAH sizden de razı olsun. Sabırla beni dinlediniz. Sizi oyaladım. Vaktinizi aldım. Hakkınızı helal ediniz.

BORNOVALI
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

metin77

Kullanıcı
Katılım
17 Aralık 2015
Mesajlar
1,663
Beğeni
3,406
Puanları
113
Yaş
48
Konum
adana
Konu başlığının her kelimesinden kendime pay çıkardım ustam :D akşama evde okurum epey uzunmuş mesai saatlerinde içerisinde helalimize haram karıştırmayalım. :D
 

gıral

Vip Üye
Katılım
3 Şubat 2014
Mesajlar
2,637
Beğeni
4,516
Puanları
113
Usta pek kısa yazmışsın bisolukta bitti:D hakkını helal et ustam baştan bikaç sayfayı anca okuyabildim akşamoldu. İnşallah tamamını okur duasını sana aldırırım:D hatimlik yw
 

esrarengiz2828

Kullanıcı
Katılım
12 Mart 2016
Mesajlar
3,241
Beğeni
6,237
Puanları
113
Konum
nicopolis
ustam çubukta sıkıntım yokta hocalıkta sıkıntım var bugünlerde hocalar yer bakıp milleti hep boşa çalıştırır oldu adamlara biz şurda var desek çalışmazlar hoca dese kepçe kimin dalarlar 9 metre 10 metre:(
 

yörük

Kullanıcı
Katılım
5 Nisan 2014
Mesajlar
174
Beğeni
364
Puanları
63
S.a çok güzel çok yararlı fantastik bi yazı olmuş.Yaradan zaten alemi hayal ederek hayalinde var etmiş.Elbetteki Halifeside (her insan ) herdem aynı işi yapar.Şu Farklaki ,şu yaşadığı boyutta açığa çıkardıklarını fark edip seyredemez.Öbür tarafda ise her aklından geçen düşünceyi bile ayan beyan karşısında suretlenmiş hazır görür..Hayaller gerçekleşir,hayat bulur.Onun içindirki denmiştirki; Alemlerin aslı Hayal içinde hayal içinde hayaldir .Öyleyse İnsan Hayal-et olur.B'ilene.Selamlar.
 

sprtcs

Kullanıcı
Katılım
28 Kasım 2016
Mesajlar
74
Beğeni
71
Puanları
18
Yaş
44
ustam Allah eline diline yüreğine sağlık sıhhat versin üşenmemiş yazmışsın biraz uzun olmuş ama herkesin kendine bir hisse çıkarması gereken bir yazı olmuş ben kendi payıma düşeni aldım Allah razı olsun
 

Kader25

Admin
Katılım
13 Nisan 2016
Mesajlar
3,698
Beğeni
13,198
Puanları
113
Yaş
54
Konum
Konya-Kırıkkale
Selamün Aleyküm,

Kıymetli @bornovalı Hocam,

Kim ne derse desin 40 yaşından sonra herşey bir farklı "seyr ediyor".
Ben bir meseleyi geç anlayanlardanım. Herkese verilen meziyet farklı elbet.
Bu nedenle açmış olduğunuz bütün konuları, normal yazıları zor okuduğumdan,
word sayfasısına yükleyip, 16 font da, sindire sindere 2 günde tekrar okudum.

Takriben 200 sayfa A4 hacmindeki yazılarınıza verdiğiniz emeği bir kez daha hayranlıkla takdir ettim.
Yalınız bu sefer, arkası "getirilmeyen" cümleler gözümün önünden geçti.
Sayenizde bilmediklerimizi öğrendik, yanlışımızı gördük.

Kıymetli Hocam,
Biz alaylı yetiştik, ustamız ne söylediyse o yoldan gittik.
Elbette çok kazanımlar elde ettik, lakin bir arpa boyu ilerleyemediğimiz çok meselemiz oldu.
Bu işe ilmen yaklaşım gösteren kardeşlerimizden de çok şey öğrendik.
Ne duysak denedik, ne görsek yapmaya çalıştık, bir zamana kadar.
Şimdilerde toparladık biraz kendimizi. Elimizde 2 çeşit çubuk kaldı. Diğerlerini attık.

Binlerce sayfa bilgiyi, usanmadan bıkmadan doğru yanlış demeden okuduk okuduk okuduk.
Haddimizi aşıp tamamen "iyi niyetle" sayfalarca konu yazdım define sitelerinde.
Herkese yardımcı olmaya çalıştım, amma hem yoruldum hem usandım.
Nik değiştirip o sayfalara katılmamaya karar verdim.
Bilinen nikimle artık çubuk konusunda yazmıyorum.
Huylu huyundan vazgeçemiyor, kısa kısa da olsa bazı konulara müdahil oluyorum.

Bu sefer ki okuyuşumda, yeni bir karar almama vesile oldunuz:
Su tespitine yoğunluk vermeye karar verdim.
Daha önce fırsat buldukça, keyfim yerinde ve gönlüm hoşken bakardım su var mı diye.
İnşallah profesyonel olarak bu sezon başlayacağım ömür verilirse.

Son 5-6 senedir, oda yok, metal yok, burası boş vs. olumsuz hükümle biten tespitlerimde
hiç yanılmadım elhamdülillah. Var dediğim yerlerdeki yanılgılarım devam ediyor.
Bir şekilde aldanıyorum, bir şeklide kanıyorum. Yanlış hüküm veriyorum.
Sonra yanlışımın neden kaynaklandığıyla alakalı her meseleyi, analiz etmeye çalışıyorum.
Nedenlerini buluyorum genellikle. Ancak hepsinde yaptığım bir hata var ki, devamlı bu sebepten
kendime kızıyorum: 24 yıllık tecrübeye rağmen hala ACELE EDİYORUM.
Bildiğim tüm teferruatları o alanda uygulamış olsaydım, yanıldığımı tespit edebileceğimi görüyorum.
Ve yine ömür verilir nasip olursa 2021 yılında yapacağım tespitlerde, kesinlikle TEK "BİR" YERE bakmaya karar verdim.
İkinci bir yere bakmayacağım, gerekirse ertesi gün tekrar gideceğim inşallah.
Ve çalışırken yanımdaki arkadaşlarımı da en az 80 metre uzaklaştıracağım.
Zira aceleye en büyük sebep arkadaşlarım. Bunu da tespit ettim.

Tekrar verdiğiniz emek ve bizlere katkınız vesilesiyle teşekkür ederim.
Allah cc sizden razı olsun, neslinize, ceddinize sekinet versin.
Akıbetiniz hayr olsun.

Hürmetlerimi arz ederim. Baki Selamlar.



(NOT: Yazdıklarıma istinaden, abi yerimiz var gel bak tekliflerine hep kapalı oldum, hala da kapalıyım.
Şehir dışına zaten çıkmıyorum. Şehir merkezinde ise tanıdığım kimse olmazsa yarım adım dahi atmıyorum.
Tanıdığım arkadaşlarımı da kırmıyorum, çay içip gezip geliyoruz. Bu nedenle yazdıklarımın konuyu okuyanlar
tarafından yanlış anlaşılmasını asla arzu etmem. )
 

bornovalı

USTA
Super Moderatör
Katılım
20 Ekim 2014
Mesajlar
396
Beğeni
1,575
Puanları
93
Ve Aleyküm selam
Merhaba Kader25 ustam
ALLAH (c.c) sizlerden de razı olsun inşallah.
Malumunuz asli işimiz cevabi yazımızı geciktirmektedir. Kusuruma bakmayınız.
Bizler bu yazıları kaleme alır iken, ne amaçla yaptığımızı her daim belirtiyoruz. Bunları da sizlerden duyunca …..

ALLAH (c.c) bizlere bahşettiği ilmi sizlerle paylaşmak benim için de bir mutluluk kaynağı. Lakin zannedilmesin ki, biz bu işlerde bir deryayız. Bizim uzmanlık alanımız apayrı bir konu. Sadece ilmin temelini az çok bildiğimiz için farklı gözükebilir. Biz olaylara ilmi açıdan bakarız. Akli ilim olsun, nakli ilim olsun her daim delil ararız, kaynak ararız. Bunların güvenirliğini sorgularız. Ucu açık cümleleri de bu yüzden kurarız. Ancak boşa kürek çekilmemesi ve halisane niyetlerin istismar edilmemesi için bildiğimizi paylaşırız. Bu cümlelerim belki anlaşılmaz gelebilir. Bununla ilgili bir yazı hazırlamayı düşünüyorum. Tabi ki öyle akademik falan değil. Sohbet tarzında “bazı yanlışların nasıl yapıldığı, nasıl kandırıldığımızı gibi” olsun istiyorum. İnşallah ALLAH (c.c) nasip eder de kaleme alırız. Bunu “çokbilmişlik” olarak değil, dostun dosta tavsiyesi gibi görmeniz beni çok mutlu eder.
Bu uğraşta 24 yıl hiç de az bir süre değildir. Edindiğiniz tecrübeler, sizi bunları yazmaya kadar götürmüş. Her insan bu kadar açık sözlü olamaz. Ne mutlu size.
Su konusunda yoğunlaşacağınızı söylüyorsunuz. Takdir sizindir. Profesyonelce yapmayı düşünmenizde ise kendinize güveninizi gösterir. Bence de siz ve sizin gibi değerli ustalarımızın ön plana çıkıp, bu işin istismar edilmesi önlenebilir. Buda bizim halk arasındaki itibarımızı arttırır.
Şimdilik bir nokta koyalım. Malum asli işimiz bizi bekler.
Sağlıcakla kalın
ALLAH a emanet olun
 
Üst