Izdırab Senfonisi
Her dem gönülde duyulan ahenkli sedadır ızdırab senfonisi. Her an çile çeken
bir gönlün semasında bu senfonyayı duyarız ve içimizden “Ah! Hayat ne kadar
kıyıcı ve ne kadar yıpratıcı” deriz. Ama yaşanmaz zannettiğimiz bu hayat
ikliminde niceleri arşiye çizip yukarılara yükselmişler ve özlerini âlem-i
ervaha sümbüllendirmişlerdir.
Izdırab senfonisi, özün en güzide bahar nağmesidir. Izdırab senfonisi çilekeş
gönüllerin muştulu bestesidir. Ötelerden muştu, maveradan, Nebiler Nebisinden
şefaat ve “buyur huzura” muştusu.
Izdırab senfonisi yarına hazırlanan ve devrin yapısında bir takım değişiklikler yapacak olanların ümitsizliğe düşmemesi için, sık sık Mevla tarafından gönül sazında hadiseler
mızrabıyla titreştirilir.
Izdırab senfonisini yüreğinde duymayan insan, ötelere kapalı ruhunu hiç bir zaman çiçek
çiçek açamaz. Ve bir çekirdek, tohum gibi çatlayıp kendini melekût âlemine arz
edemez.
Niçin mi? Zira vicdan ızdırab çektikçe maveraya yükselebilmek için kendinde güç bulur. “Geçmiş elemler lezzet verir, lezzetler ise elem” kaziyesinde olduğu gibi, insan
hayatın çilesiyle pişer ve olgunlaşır. Ve mutlu bir son ile de ömür cümlesini
noktalar...
Şen şakrak geçen bir hayatın ne sahibine, ne de çevresine hiç bir faydası yoktur. Böylesine bir ömür geçiren ruhun bütün duygu ve hisleri de dumura uğram aya mahkûmdur.
Izdırab senfonisinin besteleriyle süslenmemiş, kanlı bir gül şeklini almamış gönüller,
yarasızlar çilesizler, dertsizler hiç bir zaman gerçek lezzetin ne demek
olduğunu keşfedemeyecek ve bu hayattı bir Mecnun gibi yaşayacaklar, bir Mecnun
olarak da bu diyarı terk edeceklerdir. Fakat asla Leyla’nın aslına yani
Mevla’ya vasıl olamayacaklardır.
Izdırab senfonisi dünyasında, bahar vakti güllerin, sümbüllerin rakkaseler gibi döne döne açılıp saçılışına benzer bir eda ile rengârenk bir tablo çizer.
Bu yepyeni bahar tablosu, özünde inanç olanları mest edecek, fakat marazı ruhlara kasvet verecektir. Zira tabakçı deri kokusundan, aşçı yemek, bahçıvan ise gül
kokusundan hoşlanır. Sevgi dolu bir ruh, nefretten, öfke dolu bir sine
şefkatten şiddetle içtinap eder.
Siz ey kutlu nesil! Sevmeye bakın sevmeye ve sevilmeye... Şefkat kanatlarınızla bütün
insanlık üstünde tül gibi titreyin ki, yarınlar, muştu dolu yarınlar sizlerin
olsun.
Fakat bu yolda sinelerinizde daima Yakup’un ah u efganı, Zeliha’nın hicranlı nağmesi
yankılanıp dursun Yoksa lezzetler sızı boğar zevkler bir posa gibi devrin
kristal kadehlerinin dibinden sizi zevahire döker Ve bir hiç olarak bu dünyadan
göçüp giderken, ızdırab senfonisini içinizde nağmeleştirememenin nedametini
yüreğinizde ebedi duyarsınız...
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Her dem gönülde duyulan ahenkli sedadır ızdırab senfonisi. Her an çile çeken
bir gönlün semasında bu senfonyayı duyarız ve içimizden “Ah! Hayat ne kadar
kıyıcı ve ne kadar yıpratıcı” deriz. Ama yaşanmaz zannettiğimiz bu hayat
ikliminde niceleri arşiye çizip yukarılara yükselmişler ve özlerini âlem-i
ervaha sümbüllendirmişlerdir.
Izdırab senfonisi, özün en güzide bahar nağmesidir. Izdırab senfonisi çilekeş
gönüllerin muştulu bestesidir. Ötelerden muştu, maveradan, Nebiler Nebisinden
şefaat ve “buyur huzura” muştusu.
Izdırab senfonisi yarına hazırlanan ve devrin yapısında bir takım değişiklikler yapacak olanların ümitsizliğe düşmemesi için, sık sık Mevla tarafından gönül sazında hadiseler
mızrabıyla titreştirilir.
Izdırab senfonisini yüreğinde duymayan insan, ötelere kapalı ruhunu hiç bir zaman çiçek
çiçek açamaz. Ve bir çekirdek, tohum gibi çatlayıp kendini melekût âlemine arz
edemez.
Niçin mi? Zira vicdan ızdırab çektikçe maveraya yükselebilmek için kendinde güç bulur. “Geçmiş elemler lezzet verir, lezzetler ise elem” kaziyesinde olduğu gibi, insan
hayatın çilesiyle pişer ve olgunlaşır. Ve mutlu bir son ile de ömür cümlesini
noktalar...
Şen şakrak geçen bir hayatın ne sahibine, ne de çevresine hiç bir faydası yoktur. Böylesine bir ömür geçiren ruhun bütün duygu ve hisleri de dumura uğram aya mahkûmdur.
Izdırab senfonisinin besteleriyle süslenmemiş, kanlı bir gül şeklini almamış gönüller,
yarasızlar çilesizler, dertsizler hiç bir zaman gerçek lezzetin ne demek
olduğunu keşfedemeyecek ve bu hayattı bir Mecnun gibi yaşayacaklar, bir Mecnun
olarak da bu diyarı terk edeceklerdir. Fakat asla Leyla’nın aslına yani
Mevla’ya vasıl olamayacaklardır.
Izdırab senfonisi dünyasında, bahar vakti güllerin, sümbüllerin rakkaseler gibi döne döne açılıp saçılışına benzer bir eda ile rengârenk bir tablo çizer.
Bu yepyeni bahar tablosu, özünde inanç olanları mest edecek, fakat marazı ruhlara kasvet verecektir. Zira tabakçı deri kokusundan, aşçı yemek, bahçıvan ise gül
kokusundan hoşlanır. Sevgi dolu bir ruh, nefretten, öfke dolu bir sine
şefkatten şiddetle içtinap eder.
Siz ey kutlu nesil! Sevmeye bakın sevmeye ve sevilmeye... Şefkat kanatlarınızla bütün
insanlık üstünde tül gibi titreyin ki, yarınlar, muştu dolu yarınlar sizlerin
olsun.
Fakat bu yolda sinelerinizde daima Yakup’un ah u efganı, Zeliha’nın hicranlı nağmesi
yankılanıp dursun Yoksa lezzetler sızı boğar zevkler bir posa gibi devrin
kristal kadehlerinin dibinden sizi zevahire döker Ve bir hiç olarak bu dünyadan
göçüp giderken, ızdırab senfonisini içinizde nağmeleştirememenin nedametini
yüreğinizde ebedi duyarsınız...