Kazı Alanını Tanımak | Define işaretleri ve anlamları

Kazı Alanını Tanımak

ASİAVCI

Kullanıcı
Katılım
10 Kasım 2012
Mesajlar
295
Beğeni
-26
Puanları
0
Konum
ankara
Kazı yaparken dikkat ediyormusunuz..? Nekadar bilgilisiniz..? Peki kazı yaparken çalıştığınız alani ne derece yazıyorsunuz..? Peki aradığınız emare nekadar derinde olursa ne kadar eskidir.değerlidir...??? Bunları kısaca aciklayalim.

Sıkılmadan okuyun lutfen..

Kazı bilimin temel amaçlarından biri, öncelikle kazılan bir yerin stratigrafisi yani tabakalanmasının doğru bir biçimde açıklanmasıdır. Stratigrafi sözcüğü aslında dünyayı oluşturan ve Latince straum adı verilen katmanların sıralanışlarını ifade eden jeolojiyle ilgili bir terimdir. Dilimize tabakalanma olarak çevrilebilecek bu sözcük arkeolojide yalnızca insanoğlunun yaşadığı zaman içinde oluşmuş görece daha yeni tabakalar için kullanılır.
Üzerinde belirli bir süre gidip gelinmiş her toprak yüzeyi, açılmış her çukur, her inşaat v.b. işlemeler yaşanılan alanda izler bırakırlar. Yani toprak üzerinde yapılmış her işlemin bir izi vardır. En basitinden insanoğlunun sık sık başvurduğu toprak kazma eylemi tabakalanma olgusunun en önemli nedenlerinden biridir. Hangi amaçla olursa olsun toprak kazmak ya da bunu bir yerden bir yere taşımak sonuçta yeni bir tabaka oluşturmak demektir. denildiği üzere tabakalanma çeşitli nedenlerle kısa ya da uzun sürelerde oluşan ve sonuçta da yerleşme yerlerinin yükselmesine neden olan bir olgudur. Jeolojiden alınmış bu ilkeye göre, dünyamızı oluşturan tabakalar birbiri üzerine gelecek şekildedirler ve bunların dibindeki tabaka da en eskisidir. İlk arkeologlar jeolojik ilkelerin arkeolojik tabakaların incelenmesine de uygun olduğunu düşünüyorlardı. Yani buna göre bir eser ne denli derindeyse o denli daha eskiydi. Ancak bu genel ilke arkeolojide, hiç olmazsa her zaman, doğru değildir; arkeolojik stratigrafi jeolojik stratigrafiden oldukça farklı ve çok daha karmaşıktır. Çünkü doğal bir jeolojik tabaklanmada olduğu gibi, insan elinden çıkmış tüm tabakalar yatay olarak sırlanmazlar ve pek çoğu da günümüze el değmeden kalmış değildirler. Bu yüzden arkeologlar, zamanla derinliğe dayanan ve tüm tabakaları yatay kabul eden eski tekniklerden vazgeçip, toprağı çok daha dikkatli bir biçimde gözlemlemeğe başladılar. Kazdıkları toprak tabakalarının değişik renkler taşıdığını izleyerek, bunların sık sık üstteki daha genç dönem faaliyetlerinden etkilendiklerini fark ettiler. Böylelikle de günümüzün stratigrafik arkeolojisinin temelini oluşturdular.Arkeolojik tabaka ve tabaklanmanın doğru olarak tanımlama ve açıklanması özel bir bilgi ve deneyim gerektirir. İnsan eliyle yapılmış bir mezar tepesiyle doğal bir tepeyi ayırt etmek görece basit bir işti. Buna karşılık uzun süre kullanılmış bir yerleşme yerinin yani çeşitli tabakalardan oluşan çok katlı iskan alanlarının stratigrafisinin anlaşılması ve açıklanması oldukça zordur. Bu bilgi ve deneyim, en iyi şekilde, teorik eğitim ile çeşitli arkeoloji bilim kurullarında bizzat çalışarak, uzun bir çaba sonucunda öğrenebilir. Bu noktada teorik eğitim ile pratik öğrenmenin at başı yürütülmesi ve birinin öbürüne tercih edilmemesi gerekir. Arkeoloji biliminde, insanoğlunun kullanımına ilişkin izler taşıyan toprak tabakalar “ kültür toprağı” olarak tanımlanır. Kültür Toprağı, insan eli değmemiş ve arkeolojide genellikle “ ana toprak “ denen doğal topraktan gerek renk gerekse buluntular içermesi açısından farklılıklar gösterir. Arkeologun göreviyse kültür toprakları içindeki bu izleri doğru olarak saptamak ve böylelikle geçmişte neler olup bittiğini, yani insanoğlunun yeryüzündeki serüvenini açıklamaktadır. Böyle az ya da çok bir iz bırakmasızın toprağa her hangi bir müdahale yapılması olası değildir.Arkeoloji biliminde, insanoğlunun yaşam mücadeleleri sonucunda oluşmuş belirli bir döneme ilişkin izlere “ tabaka”,”kültür katı” yada “yapı katı” g,b, değişik adalar verilir. Anadolu yarımadasında bu türde izler taşıyan ve genellikle höyük denen on binlerce tepe bulunmaktadır. İleride yeniden değinileceği üzere yükseklikleri 1 m ile 45-50 m, genişlikleriyse 100-1500 m ye değin değişen bu tepeler, bazen dik konili, bazen düz , bazen dik yamaçlı, bazen hafif meyilli ve teraslı türlerde olabilirler. Ortak özellikleriyse, insanoğlunun binlerce yıl içinde belirli bir alanda yaşam sürmesi sonucunda oluşmuş üst süte tabakalar içermeleridir. Sözgelimi Çanakkale yakınlarındaki Troia Höyüğü İlk Tun Çağı’nın başlarından Roma dönemine değin uzanan 9 tabaka ya da kültür katına ve her tabakanın ara evreler, olarak da 40’tan fazla yapı katına sahiptir. Daha da açık bir deyişle M.Ö. 2920-1870 yılları arasında tarihlenen İlk Tunç Çağı I-V. Tabakalar arasına yayılmış olup 30 kadar yapı katından oluşmuştur.Kültür katı, yapı katı ya da mimarlık kati gibi adlarla tanımlanan tabakalar içeren çok katlı yerleşme yerlerini açığa çıkarılarak doğru bir biçimde tanımlanması, orada yaşamış olan insanın tarihiyle ilgilidir. Bir başka deyişle bir arkeolojik merkezdeki kültür katlarını biçim ve sayıları bunların oluşmasına neden olan tarihsel ve kültürel olaylarla ilgilidir ve toprakta bu olaylara ilişkin izler taşıyan mantıklı bir sıra düzen vardır.İnsanoğlu tarafında zaman içinde oluşturulmuş bu tabakaları tanımlayabilmek ve önemlerini kavrayabilmek için, önce onların nasıl meydana çıkıp, geliştiğini bilmek gerekir. Madem ki bir toplumun yüzyıllar içinde başından geçen türlü olaylar bir bakıma bu tabakalara yansımıştır, öyleyse arkeolojik tabakaların niteliği de birbirinden farklı olmalıdır. Yani günümüzden 20-30 binyıl önceki küçük bir avcı topluluğunun kısa bir süre barınıp daha sonra boşalttığı bir kaya bir kaya sığınağında bıraktığı izlerle Roma İmparatorluk Çağı’na ilişkin bir villanın yıkıntısı birbirinden pek çok yönüyle farklılık gösterir. Örneğin günümüzden 10 binlerce yıl önce, en ilkel Paleolitik Çağ toplulukları açık alanlarda, derme çatma barınaklarda ya da mağaralarda yaşamışlardı ve henüz mimarlık konusunda hemen hiçbir esaslı bilgiye sahip değillerdi. Kullanımı bittikten sonra ıssızlaşan bu barınak, ilerleyen zaman içinde ya doğal bir örtü ya da aynı yerde oturan insanlarca oluşturulmuş daha geç bir tabaka tarafından örtülür. Böyle bir yer arkeologlarca kazıldığında, ana toprak üzerinde yalnızca, onların kullandıkları aletleri de içeren bir moloz tabakası bulunabilir, mimariye ait izler ya hiç yok ya da yok denecek denli az ve siliktir. Buna karşılık, daha sonraki Neolitik Çağı ve onu izleyen dönemlere ait bir ören yerinde öncekinden farklı olarak çoğu kez, içinde insanların yaşadıkları mimariye ilişkin kalıntılara rastlanır. Çünkü insanoğlu mağara gibi geçici doğal barınaklardan çıkıp köyler kurmaya, yani kalıcı konut yapma becerisini ortaya koymaya Neolitik Çağ’ın erken evrelerinden itibaren başlamıştır. Roma İmparatorluk Çağı’ndaysa gelişen teknoloji ve bununla ilgili olarak değişen inşaat malzemesi, örneğin opu cemnticum denen kireç harç tabakaların yüzeysel görünümlerini bile oldukça etkilemiştir. Dolayısıyla her dönemin kendine özgü özelliklerini sosyal, ekonomik ve hatta siyasal gelişmelerini yanıtsan tabakaların birbirlerinden farklılık göstermesi doğaldır.Tabakalanma konusunu daha iyi anlayabilmek için, en basit örnek olarak, ana toprak üzerine inşa edilmiş, herhangi bir onarım geçirmeden kısa sürede yakılıp yıkılmış ya da ıssızlaşmış ve sonra üzeri bitki ve toprakla örtülmüş bir yapıyı ele alalım.

Böyle bir durumda, en alttan üste doğru şu betimlemelerle karşılaşılır....

a) ana toprak
b) temel çukurları, temeller, duvarlar
c) sıkıştırılmış toprak yani çamur taban
d) yapının kullanıldığı zamana ilişkin moloz birikimi
e) yıkım tabakası
f) zamanla en üstte birikilmiş alüvyonlu yüzey toprağı
 

ankara

Güvenlik
Kullanıcı
Katılım
24 Aralık 2013
Mesajlar
2,327
Beğeni
5,973
Puanları
113
Akademik sin biliyoruz hocam da arazide işler öyle olmuyor hep gözümüz arkada oluyor. :p
 
Üst