Kazıların Temel Ilkeleri | Define işaretleri ve anlamları

Kazıların Temel Ilkeleri

ASİAVCI

Kullanıcı
Katılım
10 Kasım 2012
Mesajlar
295
Beğeni
-26
Puanları
0
Konum
ankara
Kazıların temel ilkeleri ve toprağın tabakasını tanımak.

Sıkılmadan okuyun lütfen.

Eğer bu yerleşme yeri öncen hiç iskan edilmemişse yapıların üzerine bina edildiği ana toprakta insana ilişkin hiçbir iz görülmez. Yapı katının toprağa yalnızca söz konusu mimarlık yapıtını inşa eden kimselerce karıştırılmıştır. Burada yalnızca temel çukurların kazılması sırasında çıkarılıp çoğunlukla da taban altına serilen toprak söz konusudur.Kısa ya da uzun bir süre kullanılmış olan her yapı sonuçta eskiyip yıkılmaya mahkumdur. Yapı katının üzerini kaplayan yıkım tabakasının içeriği ise yapının sonunu belirleyen olaylarla ilgilidir. Sözgelimi yapı yıkıldığında yada terk edildiğinde ev halkı tüm işe yarar eşyalarını beraberinde götürmüşlerse, kalan buluntular fazla bilgi vermeyebilir. Ancak buna karşılık, yapı ani bir yangın ya da başka türlü felaketle son bulmuşsa, bu durumda içinde, yıkılan binaların inşa malzemeleriyle birlikte, yıkım sırasında kullanılan ev eşyası da karışık olarak bulunacaktır. Örneğin Pompei evleri kazıldığında, içlerinde Vezüv yanardağının patlaması sırasında kullanımda olan çanak çömlekler bulunmuştur. Böylelikle bu çanak çömlekler yanar dağın patladığı M.S. 79 yılına ya da biraz daha öncesine tarihlenebilir. Ancak çoğu yıkım bu gibi belirgin bir tarihler verilmez. Bu durumda yıkımın tarihi tabaka içindeki buluntulara dayanılarak belirlenebilir.
Yıkım tabaksının üzerinde, büyük bir çoğunlukla doğanın oluşturduğu bir toprak örtüsü yer alır. En üstteki bu tabakaya “ yüzey toprağı” adı verilir bu türde yüzeysel tabakalar içinde genellikle buluntu yoktur ya da çok azdır. Ancak söz konusu arazi tarımsal amaçlarla kullanılıyorsa, yıkıntı tabakası içindeki buluntular bu etkinlikler nedeniyle yüze toprağı içine karışabilir. Sözgelimi pullukla sürülme işlemi bu türde karışımların en önde gelen nedenidir. Yüzey toprağı içinde ele geçen buluntular in situ yani özgün haliyle kullanıldığı durumda değildir.
Yukarıda söz ettiğimiz bu durum oldukça basittir ve bu türde tabaklaşmaya fazla rastlanmaz. Buna karşılık, büyük bir emek sonucu oluşturulmuş mimarlık yapıları kolaylıkla terk edilmezler ve her hangi büyük bir felakete uğraşmamışlarsa, uzun süre kullanılırlar. Böyle bir durumda, bu uzun sürekli kullanım sırasında gerçekleştirilmiş, yenileme, onarım ve ek bina yapımı gibi etkinliklerle ilgili olarak bir çok evre söz konusudur. Çok evreli böyle yapıların kazısında da, ele geçirilen buluntuların belgeleme ve tanımlama ilkleri ile tarihleme yönetimi aynıdır. Ancak burada tüm dikkat buluntuların hangi evrelere ait olduğu doğru olarak belirlemeye yönelmelidir. Bir başka şekilde, üst üste inşa edilmiş yani tabaka veren durumlarda, erken mimariye ait tabaklar geç dönemin mimarlıklarda, erken mimariye ait tabakalar geç dönemin mimarlık faaliyetleri sırasında bozulmuş ve bunlara ilişkin buluntular, kısmen de olsa, geç yapı katı içine dağılmış olabilir. İlkine göre daha karmaşık olan ve çok tabakalı höyük türü yerleşmelerde sık sık rastlanan bu durumda da söz konusu nesneler dikkatli bir biçimde saptanmalı ve belgelenmelidir. Bazen üst süte tabakalar geç döneme ilişkin çukurlar tarafından da bozulmuş olabilir. Sözgelimi alttaki Erken Tunç Çağı’na ait tabakalar içine, binlerce yıl sonra, örneğin Erken Demir Çağı’nda yaşayan biri, tahıl depolama amacıyla bir kuyu kazmış ya da çağdaş bir köylü ölen hayvanın leşini gömmek için çukur açmış veya bir ağaçlandırma faaliyeti sırasında derin bir çukur kazılmış veyahut da son zamanlara ilişkin kanalizasyon çalışmaları nedeniyle büyük hendekler kazılmış olabilir. Daha erken dönemlere ait tabaklara açılmış bu türdeki çukurlarda, doğal olarak daha geç buluntular yer alacaktır eğer kazılar sırasında toprağa yapılmış bu türde geç dönem uygulamaları fark edilmemişse kanıtlar karışır ve sorunun çözümü güçlenir.Ören yerlerinin üzerini örten tabakların birbiri içine karışmasına neden olan etkenlerden bir başkası da, eski mimariye ait taş duvarların sonraki dönemlerde inşa oluşan yapılarda yeniden kullanılmak üzere sökülmüş oluşudur. Sık karşılaşılan bu gibi durumlarda da, yıkımın dercesine göre arkeolojik izler az ya da çok zarar görmüştür.İster oldukça basit, isterse son derece karmaşık olsun arkeologun görevi insanoğlunun geçmişini yansıtan bu tabakların içeriğini bilimsel yöntemlerle ortaya çıkarmak ve incelemektir. Bu bilimsel yöntem de kazı yöntemidir. Adından da anlaşılacağı gibi kazı, kazma eylemidir. Ve bu da belirli bir düzen çerçevesinde, belirli alet ve araçlarla yapılabilir, o halde, hangi döneme ait olursa her arkeolojik kazının öncesi Neolitik Çağ’a ilişkin bir kutsal alanın kazısıyla erken Osmanlı döneminden bir caminin kazısı genel yaklaşım ve ilkler açısından hiç farklı değildir.
 
Üst