Küsme Hastalığı ve Barışa Yolculuk
Günümüzde, darılma ve uzun süre küs durma çok yaygınlaştı. Küsme hastalığının sebepleri nelerdir; şahsî, ailevî ve ictimaî problemlere yol açan bu marazın tedavisi nasıl mümkün olabilir?
İnsanlara küsüp onlardan uzak durmak, esas itibarıyla mezmumdur; çirkin ve sevimsiz bir fiildir. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, müminlerin birbirlerine üç günden fazla küs durmalarını yasaklamıştır ki, meşru bir esasa dayanmıyorsa, o kadar kısa süreli de olsa küsmek doğru değildir.
Hakiki manada küsme mezmum olmakla beraber, bir strateji ve bir taktik şeklinde ortaya konan ve bir yönüyle terbiyeye vesile yapılan mecâzî küsmeler de söz konusudur. Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimizin îlâ hadisesi ve meşrû bir özürleri bulunmadığı halde Tebük Seferine iştirak etmeyen Kâb b. Mâlik, Mürare b. Rebî ve Hilâl b. Ümeyye ile görüşüp konuşmayı belli bir süre yasaklaması mecâzî küsme olarak değerlendirilebilir.
İnsan, kendi anne babasına -mecâzen de olsa- küsmemelidir.
Hakiki mümin, zaman zaman incinse de, incitene küsmemeli ve hele asla incitmekle mukabele etmemelidir. İnsanın, küsebileceği yerde küsmemesi ona ibadet sevabı kazandırır.
Allaha giden yollar, mahlukâtın solukları adedincedir. Kuran-ı Kerim, Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösterir, onları (hayır) yollarımıza iletiriz. (Ankebut, 29/69) mealindeki ayetiyle âdeta bu hakikatı ifade etmektedir. İlahî Beyanda zikredilen sübül kelimesi, sebîlin çoğuludur ve yollar demektir. Hedefte Allah olduktan sonra, bu yollardan hangisinden gidilirse gidilsin, Ona ulaşılması muhakkaktır. Bu itibarla da, farklı meşrep ve meslekleri tercih eden müminlerin, kendi yollarının muhabbetiyle rıza-yı ilahiye yürürken, diğer inananları kıskanmamaları, birbirleriyle rekabet etmemeleri ve küslüğe sebebiyet verecek tavırlara girmemeleri gerekir.
Vifak ve ittifak, tevfik-i İlahînin vesilesi, ihtilaf ve iftirak da başarısızlığın ve maksada ulaşamamanın sebebidir. Kardeşliği zedeleyecek her mülahaza, söz ve davranış, hayırlı faaliyetlerinizin bereketini de alır götürür. O halde, Allahın sizi muvaffak kılmasını istiyorsanız, hem kendiniz uyuşmazlık, kırgınlık, kavga ve ayrılık sebebi olabilecek kötü düşünce, çirkin laf ve kaba tavırlardan uzak durmalısınız, hem de toplumunuzu o türlü kötülüklerden korumalısınız. Bu açıdan, insanların aralarının bulunması, dargınların barıştırılması ve kırgınlıkların önünün alınması için hayatın her ünitesinde ıslah heyetleri, barıştırma ekipleri oluşturulabilir.
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibâret de olsa hiçbir iyiliği hor görme! buyurmuştur. Evet, Allahın rızası gözetilerek yapılan en küçük iş dahi dergâh-ı ilahîde çok kıymetlidir. Öyleyse, hiçbir iyilik küçük görülmemelidir. Hangi amelin ötede nasıl bir kıymete ulaşacağı burada bilinemediğine göre, insan her güzel işe kıymet vermeli ve önüne çıkan her hayırlı fırsatı öteler hesabına değerlendirme gayreti içinde olmalıdır.
Harun Reşidin hanımı Zübeyde Hatun çok saliha bir kadındı. Mekke-i Mükerremeden Arafata kadar su kanalları döşetmiş, o mukaddes beldeyi çeşmelerle donatmış ve Rahmanın misafirlerinin su ihtiyacını karşılamak için binlerce altın harcamıştı. Bütün hayatı hayır ve hasenât peşinde geçen bu mualla kadıncağız vefat ettikten sonra, birisi onu rüyasında görmüş ve ona demiş ki, Dünyada Allah için bu kadar büyük hayırlar yaptın, kim bilir Hak Teâlâ sana Cennette ne yüksek bir makam bahşetti! Zübeyde Hatunun cevabı şöyle olmuş: Evet doğru, Rabb-i Rahîm bana gerçekten de yüce bir makam ihsan eyledi; fakat, bu yüce makamı yaptırmış olduğum hayır müesseseleri sebebiyle vermedi. Bir gün, bulunduğum mecliste ilahiler okunuyor, kasideler söyleniyordu. Sâzendelerin, sazlarına vurdukları bir sırada, minarelerden ezan-ı Muhammedînin yükseldiğini duymuştum. Hemen Susun, ezanı dinleyelim! deyip oradaki herkesi susturmuştum. İşte, bana denildi ki, Seni ezana karşı göstermiş olduğun o saygından dolayı bağışladık.
Peygamber Efendimiz, Buharideki bir hadiste, dargınları barıştırmayı sadaka olarak değerlendirmiştir. Tirmizideki bir beyanında da, Nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli amel, iki kişi arasını bulmak ve düzeltmektir; çünkü ara bozukluğu dini kökünden yıkar. buyurmaktadır. Bu itibarla, küsleri barıştırma, Hak katında çok kıymetli bir amel ve önemli bir ibadettir. Şu kadar var ki, arabuluculuk belli bir alana mahkûm edilmemeli; sadece mahalle, köy, ilçe, il ya da ülke çerçevesinde insanların aralarını düzeltmekle yetinilmemeli; belki bu konuda da himmet âli tutulmalı ve dünya çapında bir sulh hedeflenmeli; küs milletleri de barıştırma ve dargın halkların birbiriyle irtibatını sağlama yolları aranmalıdır.
Kuran-ı Kerim, hemen her mevzuyu anlatırken sözü bir şekilde âhirete getiriyor. Bugün miras taksimi, arazi sınırı tayini, kadın erkek münasebetleri ya da gelin ve damatla ilgili problemlerden dolayı, dargınlıklardan büyük kavgalara kadar pek çok niza meydana geliyor. Zikredilen sebepler yüzünden birbirine küsen kimselerin barıştırılmaları hususunda âhiret inancı nasıl kullanılabilir?
Dargınlık ve küslük, başka olumsuzluklara da sebebiyet verir; kendini temize çıkarma, başkalarına laf yetiştirmeye çalışma, gıybet etme, hatta bazen iftirada bulunma gibi kötü düşüncelere, yanlış fikirlere ve çirkin fiillere sevkeder. Bunların hepsi âhiret hesabına birer kayma sayılır ve ötede insanı zor durumda bırakır.
-Başkalarını enîs ü celîs görme, insanların gönüllerini fethetme ve kendi gönlünde de herkese bir yer hazırlama, Hak katında öyle makbul bir ameldir ki, belki de o, ötede üns billaha vesile olacaktır.
Çocukların yüreklerini ferahlatıp onları kanatlandıracak, gençlerin iradelerinin zimamını çekip onları fenalıklardan koruyacak, ümitsizlikle kıvranan yaşlıların gönüllerine inşirah salacak iksir, âhirete imandır. Çocuklar, âhiret inancı sayesinde, pek çok korkulardan, endişelerden ve inkisarlardan kurtulurlar; arkadaşlarının ölüm haberini alsalar Cennetin bir kuşu oldu!. der, rahatlarlar. Gençler, ötede hesaba çekileceklerine inanırlarsa, kendilerine çeki düzen verir, hayatlarını sırât-ı müstakîm ekseninde sürdürmeye çalışırlar. Yaşlılar, çocuk hükmüne geçen seriüt-teessür ruhlarında ve mizaçlarında mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli ümitsizliğe, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle karşı koyarlar.
Şayet dargınlar ve küsler, âhirete iman nazarıyla meseleleri değerlendirir ve buradaki amellerinin öteye nasıl aksedeceğini düşünürlerse, hemen sulh çizgisine yanaşacak ve barışma yolları arayacaklardır.
Bazı insanların haset, inat, gadap ve kinlerine bakılınca, onları diğerleriyle barıştırmamak daha hayırlıymış gibi görünüyor. Mesela; bir gelin, eşinin evinde çok mutlu, mesut; fakat kendi anne-babasıyla küs. Ne var ki, barıştırılsalar babasının şerlerine maruz kalacak. Bu tür kimseleri barıştırmamak mı daha hayırlıdır?
Herkesi barış yolculuğuna çağırmak ve hiç kimseyi sulh atmosferinin dışında bırakmamak esas olmalıdır. Her insanı kendi konumuna göre rehabilitasyona tabi tutmak ve herkese insanlık ufkunu göstermek lazımdır. Bu konuda, dinin birleştiriciliği ve kanaat önderlerinin tecrübeleri de mutlaka kullanılmalıdır.
-Bazı insanlara bir kere söylemek yetmeyebilir. Nitekim, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Cehile belki elli defa mesajını sunmuştur ama o, temerrüdünden bir türlü vazgeçmemiştir. Bugün de, bir kısım kimseler aynı inatçılığı sergileyebilirler. Her şeye rağmen, barış elçileri her fırsatı değerlendirmeli ve sulh çağrısında ısrarcı olmalıdırlar.
-İnsanları barıştırma ve uzlaştırma yolundaki her cehd ve gayret ibadettir. Bazıları inat edip sulhe yanaşmasalar da, barıştırma gayretindeki insanlar havanda su dövmüş değil, kendi vazifelerini yapmış ve sevaplarını almış olurlar.
-Kimseye küstüğümü hatırlamıyorum. Öyle insanlar var ki, senelerdir aleyhimde yazıp çiziyorlar. Mesala, birisi, kırk elli senedir, güldüğüm zaman aleyhte bir yazı yazıyor, ağlasam onun da aleyhinde yazıyor. Çok büyükler dahi kötülük yapanlar hakkında Yuvarlansın, Cehenneme gitsin!.. demişler; fakat, benim tabiatımda yok, onu bile demiyorum. Bir kere, ihanet eden birisi hakkında, Allah onu cezalandırsın diye aklımdan geçti. Fakat, hemen kendi kendime Yahu ne hakla!.. dedim, odama girdim, hıçkıra hıçkıra ağladım. Bir insanı Cehenneme mahkum etmek de ne demek?!.
-Allah huzuruna kalbimiz temiz olarak gitmeliyiz; hiç kimseye karşı içimizde gıll u gış (gönül fesadı, karışıklık, menfi duygular) olmamalı. Evet, Allah huzuruna temiz ve pak gitmeli.. Onun beklemesine cevap olarak gitmeli.. canın, cânâna koşması gibi gitmeli.. ve gidiş zamanına kadar da hayatı bu çizgide arınmış olarak sürdürmeli.
Günümüzde, darılma ve uzun süre küs durma çok yaygınlaştı. Küsme hastalığının sebepleri nelerdir; şahsî, ailevî ve ictimaî problemlere yol açan bu marazın tedavisi nasıl mümkün olabilir?
İnsanlara küsüp onlardan uzak durmak, esas itibarıyla mezmumdur; çirkin ve sevimsiz bir fiildir. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, müminlerin birbirlerine üç günden fazla küs durmalarını yasaklamıştır ki, meşru bir esasa dayanmıyorsa, o kadar kısa süreli de olsa küsmek doğru değildir.
Hakiki manada küsme mezmum olmakla beraber, bir strateji ve bir taktik şeklinde ortaya konan ve bir yönüyle terbiyeye vesile yapılan mecâzî küsmeler de söz konusudur. Rasûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimizin îlâ hadisesi ve meşrû bir özürleri bulunmadığı halde Tebük Seferine iştirak etmeyen Kâb b. Mâlik, Mürare b. Rebî ve Hilâl b. Ümeyye ile görüşüp konuşmayı belli bir süre yasaklaması mecâzî küsme olarak değerlendirilebilir.
İnsan, kendi anne babasına -mecâzen de olsa- küsmemelidir.
Hakiki mümin, zaman zaman incinse de, incitene küsmemeli ve hele asla incitmekle mukabele etmemelidir. İnsanın, küsebileceği yerde küsmemesi ona ibadet sevabı kazandırır.
Allaha giden yollar, mahlukâtın solukları adedincedir. Kuran-ı Kerim, Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösterir, onları (hayır) yollarımıza iletiriz. (Ankebut, 29/69) mealindeki ayetiyle âdeta bu hakikatı ifade etmektedir. İlahî Beyanda zikredilen sübül kelimesi, sebîlin çoğuludur ve yollar demektir. Hedefte Allah olduktan sonra, bu yollardan hangisinden gidilirse gidilsin, Ona ulaşılması muhakkaktır. Bu itibarla da, farklı meşrep ve meslekleri tercih eden müminlerin, kendi yollarının muhabbetiyle rıza-yı ilahiye yürürken, diğer inananları kıskanmamaları, birbirleriyle rekabet etmemeleri ve küslüğe sebebiyet verecek tavırlara girmemeleri gerekir.
Vifak ve ittifak, tevfik-i İlahînin vesilesi, ihtilaf ve iftirak da başarısızlığın ve maksada ulaşamamanın sebebidir. Kardeşliği zedeleyecek her mülahaza, söz ve davranış, hayırlı faaliyetlerinizin bereketini de alır götürür. O halde, Allahın sizi muvaffak kılmasını istiyorsanız, hem kendiniz uyuşmazlık, kırgınlık, kavga ve ayrılık sebebi olabilecek kötü düşünce, çirkin laf ve kaba tavırlardan uzak durmalısınız, hem de toplumunuzu o türlü kötülüklerden korumalısınız. Bu açıdan, insanların aralarının bulunması, dargınların barıştırılması ve kırgınlıkların önünün alınması için hayatın her ünitesinde ıslah heyetleri, barıştırma ekipleri oluşturulabilir.
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibâret de olsa hiçbir iyiliği hor görme! buyurmuştur. Evet, Allahın rızası gözetilerek yapılan en küçük iş dahi dergâh-ı ilahîde çok kıymetlidir. Öyleyse, hiçbir iyilik küçük görülmemelidir. Hangi amelin ötede nasıl bir kıymete ulaşacağı burada bilinemediğine göre, insan her güzel işe kıymet vermeli ve önüne çıkan her hayırlı fırsatı öteler hesabına değerlendirme gayreti içinde olmalıdır.
Harun Reşidin hanımı Zübeyde Hatun çok saliha bir kadındı. Mekke-i Mükerremeden Arafata kadar su kanalları döşetmiş, o mukaddes beldeyi çeşmelerle donatmış ve Rahmanın misafirlerinin su ihtiyacını karşılamak için binlerce altın harcamıştı. Bütün hayatı hayır ve hasenât peşinde geçen bu mualla kadıncağız vefat ettikten sonra, birisi onu rüyasında görmüş ve ona demiş ki, Dünyada Allah için bu kadar büyük hayırlar yaptın, kim bilir Hak Teâlâ sana Cennette ne yüksek bir makam bahşetti! Zübeyde Hatunun cevabı şöyle olmuş: Evet doğru, Rabb-i Rahîm bana gerçekten de yüce bir makam ihsan eyledi; fakat, bu yüce makamı yaptırmış olduğum hayır müesseseleri sebebiyle vermedi. Bir gün, bulunduğum mecliste ilahiler okunuyor, kasideler söyleniyordu. Sâzendelerin, sazlarına vurdukları bir sırada, minarelerden ezan-ı Muhammedînin yükseldiğini duymuştum. Hemen Susun, ezanı dinleyelim! deyip oradaki herkesi susturmuştum. İşte, bana denildi ki, Seni ezana karşı göstermiş olduğun o saygından dolayı bağışladık.
Peygamber Efendimiz, Buharideki bir hadiste, dargınları barıştırmayı sadaka olarak değerlendirmiştir. Tirmizideki bir beyanında da, Nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli amel, iki kişi arasını bulmak ve düzeltmektir; çünkü ara bozukluğu dini kökünden yıkar. buyurmaktadır. Bu itibarla, küsleri barıştırma, Hak katında çok kıymetli bir amel ve önemli bir ibadettir. Şu kadar var ki, arabuluculuk belli bir alana mahkûm edilmemeli; sadece mahalle, köy, ilçe, il ya da ülke çerçevesinde insanların aralarını düzeltmekle yetinilmemeli; belki bu konuda da himmet âli tutulmalı ve dünya çapında bir sulh hedeflenmeli; küs milletleri de barıştırma ve dargın halkların birbiriyle irtibatını sağlama yolları aranmalıdır.
Kuran-ı Kerim, hemen her mevzuyu anlatırken sözü bir şekilde âhirete getiriyor. Bugün miras taksimi, arazi sınırı tayini, kadın erkek münasebetleri ya da gelin ve damatla ilgili problemlerden dolayı, dargınlıklardan büyük kavgalara kadar pek çok niza meydana geliyor. Zikredilen sebepler yüzünden birbirine küsen kimselerin barıştırılmaları hususunda âhiret inancı nasıl kullanılabilir?
Dargınlık ve küslük, başka olumsuzluklara da sebebiyet verir; kendini temize çıkarma, başkalarına laf yetiştirmeye çalışma, gıybet etme, hatta bazen iftirada bulunma gibi kötü düşüncelere, yanlış fikirlere ve çirkin fiillere sevkeder. Bunların hepsi âhiret hesabına birer kayma sayılır ve ötede insanı zor durumda bırakır.
-Başkalarını enîs ü celîs görme, insanların gönüllerini fethetme ve kendi gönlünde de herkese bir yer hazırlama, Hak katında öyle makbul bir ameldir ki, belki de o, ötede üns billaha vesile olacaktır.
Çocukların yüreklerini ferahlatıp onları kanatlandıracak, gençlerin iradelerinin zimamını çekip onları fenalıklardan koruyacak, ümitsizlikle kıvranan yaşlıların gönüllerine inşirah salacak iksir, âhirete imandır. Çocuklar, âhiret inancı sayesinde, pek çok korkulardan, endişelerden ve inkisarlardan kurtulurlar; arkadaşlarının ölüm haberini alsalar Cennetin bir kuşu oldu!. der, rahatlarlar. Gençler, ötede hesaba çekileceklerine inanırlarsa, kendilerine çeki düzen verir, hayatlarını sırât-ı müstakîm ekseninde sürdürmeye çalışırlar. Yaşlılar, çocuk hükmüne geçen seriüt-teessür ruhlarında ve mizaçlarında mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli ümitsizliğe, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle karşı koyarlar.
Şayet dargınlar ve küsler, âhirete iman nazarıyla meseleleri değerlendirir ve buradaki amellerinin öteye nasıl aksedeceğini düşünürlerse, hemen sulh çizgisine yanaşacak ve barışma yolları arayacaklardır.
Bazı insanların haset, inat, gadap ve kinlerine bakılınca, onları diğerleriyle barıştırmamak daha hayırlıymış gibi görünüyor. Mesela; bir gelin, eşinin evinde çok mutlu, mesut; fakat kendi anne-babasıyla küs. Ne var ki, barıştırılsalar babasının şerlerine maruz kalacak. Bu tür kimseleri barıştırmamak mı daha hayırlıdır?
Herkesi barış yolculuğuna çağırmak ve hiç kimseyi sulh atmosferinin dışında bırakmamak esas olmalıdır. Her insanı kendi konumuna göre rehabilitasyona tabi tutmak ve herkese insanlık ufkunu göstermek lazımdır. Bu konuda, dinin birleştiriciliği ve kanaat önderlerinin tecrübeleri de mutlaka kullanılmalıdır.
-Bazı insanlara bir kere söylemek yetmeyebilir. Nitekim, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Cehile belki elli defa mesajını sunmuştur ama o, temerrüdünden bir türlü vazgeçmemiştir. Bugün de, bir kısım kimseler aynı inatçılığı sergileyebilirler. Her şeye rağmen, barış elçileri her fırsatı değerlendirmeli ve sulh çağrısında ısrarcı olmalıdırlar.
-İnsanları barıştırma ve uzlaştırma yolundaki her cehd ve gayret ibadettir. Bazıları inat edip sulhe yanaşmasalar da, barıştırma gayretindeki insanlar havanda su dövmüş değil, kendi vazifelerini yapmış ve sevaplarını almış olurlar.
-Kimseye küstüğümü hatırlamıyorum. Öyle insanlar var ki, senelerdir aleyhimde yazıp çiziyorlar. Mesala, birisi, kırk elli senedir, güldüğüm zaman aleyhte bir yazı yazıyor, ağlasam onun da aleyhinde yazıyor. Çok büyükler dahi kötülük yapanlar hakkında Yuvarlansın, Cehenneme gitsin!.. demişler; fakat, benim tabiatımda yok, onu bile demiyorum. Bir kere, ihanet eden birisi hakkında, Allah onu cezalandırsın diye aklımdan geçti. Fakat, hemen kendi kendime Yahu ne hakla!.. dedim, odama girdim, hıçkıra hıçkıra ağladım. Bir insanı Cehenneme mahkum etmek de ne demek?!.
-Allah huzuruna kalbimiz temiz olarak gitmeliyiz; hiç kimseye karşı içimizde gıll u gış (gönül fesadı, karışıklık, menfi duygular) olmamalı. Evet, Allah huzuruna temiz ve pak gitmeli.. Onun beklemesine cevap olarak gitmeli.. canın, cânâna koşması gibi gitmeli.. ve gidiş zamanına kadar da hayatı bu çizgide arınmış olarak sürdürmeli.