Oruç Keffâreti | Define işaretleri ve anlamları

Oruç Keffâreti

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
7,767
Beğeni
22,134
Puanları
113
Konum
Erzincan

Oruç Keffâreti​

Dinde teşrî yetkisine sahip olduğu düşünülünce, fıkıhta bazı hükümler Rasûlullah’a nisbet edilmiştir. Oruç keffâreti, bunun sayısız örneklerinden sadece biridir. Şöyle ki; gelenekte, oruç keffâretinin yani herhangi bir özür bulunmaksızın Ramazan ayında orucunu bozana verilecek sözde cezanın Sünnetle teşrî kılındığı, bu konuda Kitap’tan herhangi bir delil bulunmadığı hususunda neredeyse ittifak vardır. Sünnetle kastedilen de Ebû Hureyre’nin naklettiği şu rivâyettir:
“Adamın biri geldi ve ‘helak oldum Yâ Rasûlallah’ dedi. Rasulûllah, ‘seni helak eden nedir?’ diye sorunca adam, ‘Ramazan’da eşimle ilişkiye girdim’ diye cevap verdi. Rasûlullah, ‘bir köle azat edebilir misin?’ deyince adam, ‘hayır’ dedi. Bunun üzerine ‘peki iki ay peş peşe oruç tutabilir misin?’ diye sordu. Adam ‘hayır’ dedi. Rasûlullah bu defa ona altmış yoksulu doyurup doyuramayacağını sordu. Adam yine ‘hayır’ dedi. Rasûlullah, adama oturmasını söyledi, adam da oturdu. Bu arada Nebî’ye içi hurma dolu bir sepet getirildi. Rasûlullah o adama ‘al bunu dağıt’ dedi. Adam, ‘benden daha fakiri yok’ deyince Nebî, arka dişleri görünecek derecede güldü ve ona ‘al ve ailene yedir’ buyurdu.”
Bu rivâyeti delil alan Hanefî ve Mâlikî fakihlere göre, Ramazan’da orucunu kasten yeme-içme veya cinsel ilişkiye girme yoluyla bozan kişinin, peş peşe olmak şartıyla iki ayı keffâret, bir günü de kaza olmak üzere toplam altmış bir gün oruç tutması gerekir. Şâfiî ve Hanbelî fakihler ise aynı rivâyetten hareketle Ramazan’da orucunu sadece cinsel ilişki yoluyla bozana yukarıdaki cezanın gerektiğini söylerler.
Yukarıdaki rivâyette geçen “Ramazan’da” ifadesi “Ramazan’da gündüz vakti” olarak algılanmış, bu algı, yukarıdaki rivâyetin bazı metinlerine “oruçlu olduğum halde” ifadesinin girmesinin yolunu açmış, bütün hüküm de bu algı ve katkının üzerine bina edilmiştir. Hatta Hanefi mezhebine ait fıkıh kitaplarında, oruç keffâretine delil olarak sunulan yukarıdaki rivâyetin bizzat metnine “Ramazan’da gündüz vakti” ifadesi dahil edilmiştir. Bazı muhakkikler, bu ifadenin metne sonradan dahil edilmiş olabileceğine işaret ederler. Yine Ramazan’da oruç bozmayla ilgili bazı rivâyetlerde geçen “yerine bir gün oruç tut” şeklindeki ifadenin de, özre binaen tutulmayan Ramazan orucuyla ilgili olma ihtimalinin yanı sıra, yukarıdaki algıyla metne yapılan bir başka katkı olma ihtimali vardır.
Şâfiî ve Hanbelîler, Ebû Hureyre’nin naklettiği yukarıdaki rivâyette, sadece cinsel ilişkiden bahsedildiği için oruç keffâretinin, sadece cinsel ilişkiyle bozulması halinde gerekeceğini söylerken, Hanefî ve Malikîler, söz konusu rivâyette, cezayı gerektiren şeyin cinsel ilişki değil “Ramazan’a saygısızlık” olduğunu, dolayısıyla cinsel ilişkinin yanı sıra yeme-içme şekliyle de Ramazan’da orucunu özürsüz olarak bozana keffâret gerekeceğini söylemişlerdir. İki grup arasındaki bu farka göre mesela biri Hanefî diğeri Şâfiî mezhebine mensup olduklarını düşünen iki arkadaş, bir Ramazan günü beraberce yiyip içerek özürsüz olarak oruçlarını bozsalar, Hanefî olanın; altmış bir gün oruç tutması gerekirken Şâfî olan; sadece bir günün orucunu kaza edecek ve bu durum, fıkıh geleneğinde “ictihad farkı” olarak değerlendirilerek “rahmet” olarak görülecek, hatta bir kişi, heva ve hevesine uymamak şartıyla istediği mezhebin görüşüne göre amel ederek bu zenginlikten yararlanabilecektir! Bu mantıktan hareket ederek, mesela Şâfîi mezhebine mensup bir karı-koca, Ramazan’da gündüz vakti ilişkiye girmek istediklerinde, önce yiyip içerek orucu bozar, sonra ilişkiye girerlerse, sadece bir günlük kazayla keffâretten kurtulacaklardır! Tüm bunlar, Allah’ın dininin insanların eliyle ne hale getirilebileceğinin çarpıcı örnekleridir.
Özetle, yapılan şudur: Kur’ân’ın dışında bir hüküm kaynağı olarak kabul edilen Sünnetin, oruç keffâreti konusunda hüküm koyduğu iddia edilmiş, ayrıca Sünnetteki hüküm, kıyasla başka konulara da taşınmıştır. Bu, tam anlamıyla beşerî bir teşrî faaliyetidir ve bu teşrî faaliyeti, kıyasla varılan bir hükmün, hadis olarak fıkıh kitaplarına girmesiyle neticelenmiştir. Bağlamından koparılarak ele alınan ve yukarıda Ebû Hureyre’den nakledilerek yer verilen rivâyetle ilgili olarak, keffâret ve hadler konusunda kıyas yapılamayacağını söyleyenler tarafından, önce ta’lîl edilerek bir illet tespit edilmiş, sonra bu illete binaen kıyas yapılarak bir hükme varılmış, ardından da bu hüküm hadis olarak fıkıh kitaplarındaki yerini almıştır. Gerçekten de Hanefî fıkıh kitaplarında “Ramazan’da kasten orucunu bozana, zıhar keffâreti gerekir.” şeklindeki ifade, Rasûlullah’a nisbet edilerek aktarılır. Bu söz, bu şekliyle hiçbir hadis eserinde yer almaz; sadece fıkıh eserlerinde geçer. Hanefî mezhebinin muteber kabul edilen fıkıh eseri el-Hidâye’de geçen rivâyetleri tahrîc eden Hanefî muhakkik Zeyla’î, mezhebin fıkıh eserlerinde geçen bu ifade için Ahmed b. Hanbel’in “bu hadisi bulamadım” şeklindeki sözünü aktarır. Yine bir Hanefî fakih olan İbnü’l-Hümâm da bu ifadenin hadis olmadığına işaret eder. Dahası, bu söz, fıkıh eserlerinde, sanki mütevatir bir rivâyetmiş gibi lafzî tahlillere bile tabi tutulur. Mesela, Merğinânî, oruçlu iken ilişkiye girmeleri halinde keffâretin erkeğin yanı sıra kadına da gerekeceğine dair hükmü, bu sözün metninde geçen “مَن” harfineyani bu harfin umûm ifade etmesine dayandırır.
Rasûlullah’a isnad edilen bu söz, aslında bünyesinde bir gerçeği barındırır. İfadede geçen “zıhar yapana = على المظاهر” ifadesi, mezheplerin oruç keffâretine dair verdikleri fetvaya dayanak yaptıkları rivâyetin esasında hangi konuyla ilgili olduğunu gösterir. Bu önemli bir husustur. Gerçekten de Ebû Hureyre’nin naklettiği ve mezheplerin hükme dayanak yaptıkları rivâyet üzerinde yapılan çalışmalar, metinde bazı eksiltme ve ziyadelerin varlığını göstermektedir. Mesela Ebû Hureyre’nin “bir adam” diyerek naklettiği rivâyette, Rasûlullah’la konuşan kişinin adının zikredildiği ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan konuyla ilgili gerçek rivâyet şöyledir:
Seleme b. Sahr el-Beyâdî şöyle dedi: “Başkalarıyla kıyaslanamayacak şekilde cinsel ilişkiye düşkün biriydim. Ramazan ayı girince, gece bir şey olur da hanımımla ilişkiye girerim diye korktum ve ona Ramazan boyu devam edecek bir zıhârda bulundum. Karım bana hizmet ederken bedeninden bir yer açılıp görününce dayanamadım, onunla ilişkiye girdim. Sabah olunca gidip yakınlarıma durumu haber verdim; ‘benimle Rasûlullah’a gelin, durumu ona anlatayım’ dedim. ‘Gelmeyiz! Hakkımızda âyet inmesinden korkarız, Rasûlullah bir şey söyler de bunun utancıyla yaşamak zorunda kalırız, sen git, anlat!’ dediler. Rasûlullah’a tek başıma gittim, durumu haber verdim, bana ‘böyle mi yaptın ey Seleme?’ buyurdular, ‘evet, öyle yaptım! Ancak Allah’ın emrine razıyım, bana onun emrini uygulayın!’ dedim. Rasûlullah, ‘Bir köle azat et!’ buyurdular. Boynumu göstererek, ‘bundan başka bir varlığım yok ki!’ dedim. ‘Öyleyse peş peşe iki ay oruç tutacaksın!’ buyurdular. Bunun üzerine, ‘zaten başıma ne geldiyse oruç yüzünden geldi Ya Rasûlallah!’ dedim. ‘Öyleyse, altmış fakire, bir miktar kuru hurma dağıt’ buyurdular. ‘Vallahi ben ve karım aç olarak geceyi geçirdik’ deyince, ‘Benî Zureyk’in sadaka mallarına bakan memura git, o miktar hurmayı sana versin, sen altmış fakire yedir. Kalanı da ailenle ye!’ buyurdular. Akrabalarıma gidip onlara, ‘sizde zorluk ve çözümsüzlük, Rasûlullah’ta ise genişlik ve çözüm buldum. Rasûlullah sadakanızdan bana verilmesini emretti, dedim.”
Bu rivâyet, olayı bizzat yaşayan kişinin ağzından aktarılmaktadır. Doğru rivâyet budur. Mezheplerin delil aldığı ve Ebû Hureyre’nin naklettiği rivâyet, bu rivâyetten uyarlanmıştır. Bizzat olayı yaşayan Seleme b. Sahr’ın ağzından aktarılan rivâyette, Seleme’nin, eşiyle zıhar yaptığını bildirmesi, gece eşiyle ilişkiye girme korkusu yaşadığını söylemesi, sabah olunca da Rasûlullah’a gitmesi, olayın Ramazan’da, gündüz vakti oruç bozmayla bir ilgisinin olmadığını gösterir. Rivâyet, karısına zıhar yapan kişiye gerekecek cezayla ilgilidir. Bu ceza, Kur’ân’ın Mücâdile sûresinde şöyle anlatılır:
“Hanımlarına zıharda bulunanlar, söylediklerinden dönerlerse, o eşiyle ilişkiye girmeden, bir esir azad etmelidirler. Siz ancak böyle ders alırsınız! Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Esir bulamayan, eşiyle ilişkiye girmeden iki ay peş peşe oruç tutsun. Oruca güç yetiremeyenler, altmış yoksulu doyursun. Allah’a ve Rasûlü’ne inanıyorsanız böyledir. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Görmezden gelenler için acıklı bir azap vardır”(Mücâdile 58/3, 4)
Yukarıdaki iki âyet, Seleme b. Sahr’ın adının geçtiği rivâyetin, aslında Kur’ân’ın teşrî kıldığı bir hükmün Nebî’nin diliyle uygulanmasından ibaret olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, mezheplerin oruç keffâretiyle bağlantılı olarak ele aldıkları rivâyet, zıharla ilgilidir, rivâyetin oruç keffâretiyle hiçbir ilgisi yoktur. Aksi takdirde, Ramazanda kendine hakim olamayıp eşiyle ilişkiye girebilecek kadar sağlıklı olduğu anlaşılan adama, oruç tutamayacağını söylemesi üzerine Rasûlullah’ın, “o zaman tasadduk et” demesi çok anlamlı olmayacaktır.
O halde, Ramazanda ister yiyip içerek ister cinsel ilişkiye girerek olsun orucunu hastalık veya yolculuk özrü olmaksızın bozana, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü temelinde gerekecek şeyin ne olduğunun ortaya konması gerekir.
Bakara sûresinin 185. âyetinde Yüce Allah, hasta ve yolcu olanlara Ramazan’da tutamadıkları gün sayınca, daha sonra oruç tutma hakkını vermiştir. Hak diyoruz, çünkü Ramazan’da özür sebebiyle tutulamayan oruçların sonradan tutulması ceza değil, Allah’ın, kullarına verdiği hakkın kullanılmasıdır. Bu, Allah’ın kullarına bir lütfudur. Âyetin sonunda geçen “sayıyı tamamlamanız için” ifadesi, bunu gösterir. Âyette geçen iki özür sebebiyle, Ramazan’da oruç tutamayan ve Ramazan’ın bereketinden tam istifade edemeyenlere Allah Teâlâ bir lütufta bulunmakta, sayıyı tamamlama hakkı vermektedir. Bu bir hak olunca, âyette geçen iki özür hali olmaksızın Ramazan’da oruç tutmayan yahut başladığı orucu özürsüz bozanlar, bu haktan yararlanamayacaklardır. Bu kimseler, Rasûlullah’ın ifadesiyle, kalan ömürlerini oruçlu geçirseler dahi asla telafi edemeyecekleri bir fırsatı kaçırmış olacaklardır. Rasûlullah şöyle buyurur:
“Ramazan günü bir özür ve hastalık olmaksızın oruç tutmayan kişi, hayatı boyunca oruç tutsa tutmadığı bir günü telafi edemez.”
O halde, Ramazanda ister “niyetli değilim” gibi temelsiz bir yaklaşımla oruç tutmayan, ister yeme-içme veya cinsel ilişki yoluyla orucunu yolculuk ve hastalık durumu söz konusu olmadan bozan kişi, telafisi asla mümkün olmayan bir fırsatı kaçırmış, cezayı hak etmiştir. Bu kulun yapması gereken tek şey vardır, o da, tevbe edip Allah’tan bağışlanma dilemektir. Durum böyleyken, böylesi bir kula keffâret ya da kaza cinsinden ceza tertiplemek, Kur’ân’ın ifadesiyle haddi aşmak olur.
Konuyu bir asır önce ele alan ve mezheplerin oruç keffâretine dayanak yaptıkları rivâyetin, aslında zıharla ilgili olduğunu tespit eden merhum Musa Carullah Bigi, orucu bozana keffâret değil kaza gerekeceğini söyledikten sonra, kazanın aslında bir ikram olduğunu, bunun sadece hak edenlere verilmesi gerektiğini, dinin rükünlerini ihmal edenlerin bu ikramdan faydalanmaya haklarının olmaması gerektiğinden bahseder ve İbnü’l-Arabî’den şu alıntıyı nakleder:
“Ramazan’da kasten yiyip içen kişiyle ilgili olarak bir grup; hem kaza hem keffâret gerekir derken diğer bir grup; sadece kaza gerekir, dedi. Ben, böyle bir kişiye kaza da keffâret de gerekmez görüşündeyim. Böyle bir kişinin, tutmadığı orucu kaza hakkı asla yoktur. Bağışlanma talebiyle nafile oruçlar tutar. Çünkü bize göre ibadetler vakitle sınırlıdır. İbadetlerin vaktini kasten kaçıranların hiçbir surette kaza hakları yoktur.”
Sonuç olarak, geleneğin yüzyıllardır neredeyse ittifak derecesinde kabul ettiği bir konu olan oruç keffâretinin, Allah’ın indirdiği, Rasûlü’nün de tebliğ edip uyguladığı dinde yeri olmadığı açıktır.
Dr. Fatih Orum
KAYNAK: Fatih Orum, “Bir Beşerî Teşrî Faaliyeti: Oruç Keffâreti”, Kitap ve Hikmet, Yıl: 1, Sayı: 2, Temmuz-Eylül 2013, s. 18-23.
 

gıral

Vip Üye
Katılım
3 Şubat 2014
Mesajlar
2,637
Beğeni
4,516
Puanları
113

Oruç Keffâreti​

Dinde teşrî yetkisine sahip olduğu düşünülünce, fıkıhta bazı hükümler Rasûlullah’a nisbet edilmiştir. Oruç keffâreti, bunun sayısız örneklerinden sadece biridir. Şöyle ki; gelenekte, oruç keffâretinin yani herhangi bir özür bulunmaksızın Ramazan ayında orucunu bozana verilecek sözde cezanın Sünnetle teşrî kılındığı, bu konuda Kitap’tan herhangi bir delil bulunmadığı hususunda neredeyse ittifak vardır. Sünnetle kastedilen de Ebû Hureyre’nin naklettiği şu rivâyettir:
“Adamın biri geldi ve ‘helak oldum Yâ Rasûlallah’ dedi. Rasulûllah, ‘seni helak eden nedir?’ diye sorunca adam, ‘Ramazan’da eşimle ilişkiye girdim’ diye cevap verdi. Rasûlullah, ‘bir köle azat edebilir misin?’ deyince adam, ‘hayır’ dedi. Bunun üzerine ‘peki iki ay peş peşe oruç tutabilir misin?’ diye sordu. Adam ‘hayır’ dedi. Rasûlullah bu defa ona altmış yoksulu doyurup doyuramayacağını sordu. Adam yine ‘hayır’ dedi. Rasûlullah, adama oturmasını söyledi, adam da oturdu. Bu arada Nebî’ye içi hurma dolu bir sepet getirildi. Rasûlullah o adama ‘al bunu dağıt’ dedi. Adam, ‘benden daha fakiri yok’ deyince Nebî, arka dişleri görünecek derecede güldü ve ona ‘al ve ailene yedir’ buyurdu.”
Bu rivâyeti delil alan Hanefî ve Mâlikî fakihlere göre, Ramazan’da orucunu kasten yeme-içme veya cinsel ilişkiye girme yoluyla bozan kişinin, peş peşe olmak şartıyla iki ayı keffâret, bir günü de kaza olmak üzere toplam altmış bir gün oruç tutması gerekir. Şâfiî ve Hanbelî fakihler ise aynı rivâyetten hareketle Ramazan’da orucunu sadece cinsel ilişki yoluyla bozana yukarıdaki cezanın gerektiğini söylerler.
Yukarıdaki rivâyette geçen “Ramazan’da” ifadesi “Ramazan’da gündüz vakti” olarak algılanmış, bu algı, yukarıdaki rivâyetin bazı metinlerine “oruçlu olduğum halde” ifadesinin girmesinin yolunu açmış, bütün hüküm de bu algı ve katkının üzerine bina edilmiştir. Hatta Hanefi mezhebine ait fıkıh kitaplarında, oruç keffâretine delil olarak sunulan yukarıdaki rivâyetin bizzat metnine “Ramazan’da gündüz vakti” ifadesi dahil edilmiştir. Bazı muhakkikler, bu ifadenin metne sonradan dahil edilmiş olabileceğine işaret ederler. Yine Ramazan’da oruç bozmayla ilgili bazı rivâyetlerde geçen “yerine bir gün oruç tut” şeklindeki ifadenin de, özre binaen tutulmayan Ramazan orucuyla ilgili olma ihtimalinin yanı sıra, yukarıdaki algıyla metne yapılan bir başka katkı olma ihtimali vardır.
Şâfiî ve Hanbelîler, Ebû Hureyre’nin naklettiği yukarıdaki rivâyette, sadece cinsel ilişkiden bahsedildiği için oruç keffâretinin, sadece cinsel ilişkiyle bozulması halinde gerekeceğini söylerken, Hanefî ve Malikîler, söz konusu rivâyette, cezayı gerektiren şeyin cinsel ilişki değil “Ramazan’a saygısızlık” olduğunu, dolayısıyla cinsel ilişkinin yanı sıra yeme-içme şekliyle de Ramazan’da orucunu özürsüz olarak bozana keffâret gerekeceğini söylemişlerdir. İki grup arasındaki bu farka göre mesela biri Hanefî diğeri Şâfiî mezhebine mensup olduklarını düşünen iki arkadaş, bir Ramazan günü beraberce yiyip içerek özürsüz olarak oruçlarını bozsalar, Hanefî olanın; altmış bir gün oruç tutması gerekirken Şâfî olan; sadece bir günün orucunu kaza edecek ve bu durum, fıkıh geleneğinde “ictihad farkı” olarak değerlendirilerek “rahmet” olarak görülecek, hatta bir kişi, heva ve hevesine uymamak şartıyla istediği mezhebin görüşüne göre amel ederek bu zenginlikten yararlanabilecektir! Bu mantıktan hareket ederek, mesela Şâfîi mezhebine mensup bir karı-koca, Ramazan’da gündüz vakti ilişkiye girmek istediklerinde, önce yiyip içerek orucu bozar, sonra ilişkiye girerlerse, sadece bir günlük kazayla keffâretten kurtulacaklardır! Tüm bunlar, Allah’ın dininin insanların eliyle ne hale getirilebileceğinin çarpıcı örnekleridir.
Özetle, yapılan şudur: Kur’ân’ın dışında bir hüküm kaynağı olarak kabul edilen Sünnetin, oruç keffâreti konusunda hüküm koyduğu iddia edilmiş, ayrıca Sünnetteki hüküm, kıyasla başka konulara da taşınmıştır. Bu, tam anlamıyla beşerî bir teşrî faaliyetidir ve bu teşrî faaliyeti, kıyasla varılan bir hükmün, hadis olarak fıkıh kitaplarına girmesiyle neticelenmiştir. Bağlamından koparılarak ele alınan ve yukarıda Ebû Hureyre’den nakledilerek yer verilen rivâyetle ilgili olarak, keffâret ve hadler konusunda kıyas yapılamayacağını söyleyenler tarafından, önce ta’lîl edilerek bir illet tespit edilmiş, sonra bu illete binaen kıyas yapılarak bir hükme varılmış, ardından da bu hüküm hadis olarak fıkıh kitaplarındaki yerini almıştır. Gerçekten de Hanefî fıkıh kitaplarında “Ramazan’da kasten orucunu bozana, zıhar keffâreti gerekir.” şeklindeki ifade, Rasûlullah’a nisbet edilerek aktarılır. Bu söz, bu şekliyle hiçbir hadis eserinde yer almaz; sadece fıkıh eserlerinde geçer. Hanefî mezhebinin muteber kabul edilen fıkıh eseri el-Hidâye’de geçen rivâyetleri tahrîc eden Hanefî muhakkik Zeyla’î, mezhebin fıkıh eserlerinde geçen bu ifade için Ahmed b. Hanbel’in “bu hadisi bulamadım” şeklindeki sözünü aktarır. Yine bir Hanefî fakih olan İbnü’l-Hümâm da bu ifadenin hadis olmadığına işaret eder. Dahası, bu söz, fıkıh eserlerinde, sanki mütevatir bir rivâyetmiş gibi lafzî tahlillere bile tabi tutulur. Mesela, Merğinânî, oruçlu iken ilişkiye girmeleri halinde keffâretin erkeğin yanı sıra kadına da gerekeceğine dair hükmü, bu sözün metninde geçen “مَن” harfineyani bu harfin umûm ifade etmesine dayandırır.
Rasûlullah’a isnad edilen bu söz, aslında bünyesinde bir gerçeği barındırır. İfadede geçen “zıhar yapana = على المظاهر” ifadesi, mezheplerin oruç keffâretine dair verdikleri fetvaya dayanak yaptıkları rivâyetin esasında hangi konuyla ilgili olduğunu gösterir. Bu önemli bir husustur. Gerçekten de Ebû Hureyre’nin naklettiği ve mezheplerin hükme dayanak yaptıkları rivâyet üzerinde yapılan çalışmalar, metinde bazı eksiltme ve ziyadelerin varlığını göstermektedir. Mesela Ebû Hureyre’nin “bir adam” diyerek naklettiği rivâyette, Rasûlullah’la konuşan kişinin adının zikredildiği ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan konuyla ilgili gerçek rivâyet şöyledir:
Seleme b. Sahr el-Beyâdî şöyle dedi: “Başkalarıyla kıyaslanamayacak şekilde cinsel ilişkiye düşkün biriydim. Ramazan ayı girince, gece bir şey olur da hanımımla ilişkiye girerim diye korktum ve ona Ramazan boyu devam edecek bir zıhârda bulundum. Karım bana hizmet ederken bedeninden bir yer açılıp görününce dayanamadım, onunla ilişkiye girdim. Sabah olunca gidip yakınlarıma durumu haber verdim; ‘benimle Rasûlullah’a gelin, durumu ona anlatayım’ dedim. ‘Gelmeyiz! Hakkımızda âyet inmesinden korkarız, Rasûlullah bir şey söyler de bunun utancıyla yaşamak zorunda kalırız, sen git, anlat!’ dediler. Rasûlullah’a tek başıma gittim, durumu haber verdim, bana ‘böyle mi yaptın ey Seleme?’ buyurdular, ‘evet, öyle yaptım! Ancak Allah’ın emrine razıyım, bana onun emrini uygulayın!’ dedim. Rasûlullah, ‘Bir köle azat et!’ buyurdular. Boynumu göstererek, ‘bundan başka bir varlığım yok ki!’ dedim. ‘Öyleyse peş peşe iki ay oruç tutacaksın!’ buyurdular. Bunun üzerine, ‘zaten başıma ne geldiyse oruç yüzünden geldi Ya Rasûlallah!’ dedim. ‘Öyleyse, altmış fakire, bir miktar kuru hurma dağıt’ buyurdular. ‘Vallahi ben ve karım aç olarak geceyi geçirdik’ deyince, ‘Benî Zureyk’in sadaka mallarına bakan memura git, o miktar hurmayı sana versin, sen altmış fakire yedir. Kalanı da ailenle ye!’ buyurdular. Akrabalarıma gidip onlara, ‘sizde zorluk ve çözümsüzlük, Rasûlullah’ta ise genişlik ve çözüm buldum. Rasûlullah sadakanızdan bana verilmesini emretti, dedim.”
Bu rivâyet, olayı bizzat yaşayan kişinin ağzından aktarılmaktadır. Doğru rivâyet budur. Mezheplerin delil aldığı ve Ebû Hureyre’nin naklettiği rivâyet, bu rivâyetten uyarlanmıştır. Bizzat olayı yaşayan Seleme b. Sahr’ın ağzından aktarılan rivâyette, Seleme’nin, eşiyle zıhar yaptığını bildirmesi, gece eşiyle ilişkiye girme korkusu yaşadığını söylemesi, sabah olunca da Rasûlullah’a gitmesi, olayın Ramazan’da, gündüz vakti oruç bozmayla bir ilgisinin olmadığını gösterir. Rivâyet, karısına zıhar yapan kişiye gerekecek cezayla ilgilidir. Bu ceza, Kur’ân’ın Mücâdile sûresinde şöyle anlatılır:
“Hanımlarına zıharda bulunanlar, söylediklerinden dönerlerse, o eşiyle ilişkiye girmeden, bir esir azad etmelidirler. Siz ancak böyle ders alırsınız! Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Esir bulamayan, eşiyle ilişkiye girmeden iki ay peş peşe oruç tutsun. Oruca güç yetiremeyenler, altmış yoksulu doyursun. Allah’a ve Rasûlü’ne inanıyorsanız böyledir. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Görmezden gelenler için acıklı bir azap vardır”(Mücâdile 58/3, 4)
Yukarıdaki iki âyet, Seleme b. Sahr’ın adının geçtiği rivâyetin, aslında Kur’ân’ın teşrî kıldığı bir hükmün Nebî’nin diliyle uygulanmasından ibaret olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, mezheplerin oruç keffâretiyle bağlantılı olarak ele aldıkları rivâyet, zıharla ilgilidir, rivâyetin oruç keffâretiyle hiçbir ilgisi yoktur. Aksi takdirde, Ramazanda kendine hakim olamayıp eşiyle ilişkiye girebilecek kadar sağlıklı olduğu anlaşılan adama, oruç tutamayacağını söylemesi üzerine Rasûlullah’ın, “o zaman tasadduk et” demesi çok anlamlı olmayacaktır.
O halde, Ramazanda ister yiyip içerek ister cinsel ilişkiye girerek olsun orucunu hastalık veya yolculuk özrü olmaksızın bozana, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü temelinde gerekecek şeyin ne olduğunun ortaya konması gerekir.
Bakara sûresinin 185. âyetinde Yüce Allah, hasta ve yolcu olanlara Ramazan’da tutamadıkları gün sayınca, daha sonra oruç tutma hakkını vermiştir. Hak diyoruz, çünkü Ramazan’da özür sebebiyle tutulamayan oruçların sonradan tutulması ceza değil, Allah’ın, kullarına verdiği hakkın kullanılmasıdır. Bu, Allah’ın kullarına bir lütfudur. Âyetin sonunda geçen “sayıyı tamamlamanız için” ifadesi, bunu gösterir. Âyette geçen iki özür sebebiyle, Ramazan’da oruç tutamayan ve Ramazan’ın bereketinden tam istifade edemeyenlere Allah Teâlâ bir lütufta bulunmakta, sayıyı tamamlama hakkı vermektedir. Bu bir hak olunca, âyette geçen iki özür hali olmaksızın Ramazan’da oruç tutmayan yahut başladığı orucu özürsüz bozanlar, bu haktan yararlanamayacaklardır. Bu kimseler, Rasûlullah’ın ifadesiyle, kalan ömürlerini oruçlu geçirseler dahi asla telafi edemeyecekleri bir fırsatı kaçırmış olacaklardır. Rasûlullah şöyle buyurur:
“Ramazan günü bir özür ve hastalık olmaksızın oruç tutmayan kişi, hayatı boyunca oruç tutsa tutmadığı bir günü telafi edemez.”
O halde, Ramazanda ister “niyetli değilim” gibi temelsiz bir yaklaşımla oruç tutmayan, ister yeme-içme veya cinsel ilişki yoluyla orucunu yolculuk ve hastalık durumu söz konusu olmadan bozan kişi, telafisi asla mümkün olmayan bir fırsatı kaçırmış, cezayı hak etmiştir. Bu kulun yapması gereken tek şey vardır, o da, tevbe edip Allah’tan bağışlanma dilemektir. Durum böyleyken, böylesi bir kula keffâret ya da kaza cinsinden ceza tertiplemek, Kur’ân’ın ifadesiyle haddi aşmak olur.
Konuyu bir asır önce ele alan ve mezheplerin oruç keffâretine dayanak yaptıkları rivâyetin, aslında zıharla ilgili olduğunu tespit eden merhum Musa Carullah Bigi, orucu bozana keffâret değil kaza gerekeceğini söyledikten sonra, kazanın aslında bir ikram olduğunu, bunun sadece hak edenlere verilmesi gerektiğini, dinin rükünlerini ihmal edenlerin bu ikramdan faydalanmaya haklarının olmaması gerektiğinden bahseder ve İbnü’l-Arabî’den şu alıntıyı nakleder:
“Ramazan’da kasten yiyip içen kişiyle ilgili olarak bir grup; hem kaza hem keffâret gerekir derken diğer bir grup; sadece kaza gerekir, dedi. Ben, böyle bir kişiye kaza da keffâret de gerekmez görüşündeyim. Böyle bir kişinin, tutmadığı orucu kaza hakkı asla yoktur. Bağışlanma talebiyle nafile oruçlar tutar. Çünkü bize göre ibadetler vakitle sınırlıdır. İbadetlerin vaktini kasten kaçıranların hiçbir surette kaza hakları yoktur.”
Sonuç olarak, geleneğin yüzyıllardır neredeyse ittifak derecesinde kabul ettiği bir konu olan oruç keffâretinin, Allah’ın indirdiği, Rasûlü’nün de tebliğ edip uyguladığı dinde yeri olmadığı açıktır.
Dr. Fatih Orum
KAYNAK: Fatih Orum, “Bir Beşerî Teşrî Faaliyeti: Oruç Keffâreti”, Kitap ve Hikmet, Yıl: 1, Sayı: 2, Temmuz-Eylül 2013, s. 18-23.
 

Ekli dosyalar

  • FB_IMG_1618069844647.jpg
    FB_IMG_1618069844647.jpg
    56.6 KB · Görüntüleme: 12

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Allah razı olsun abi
Eline sağlık
 

Kader25

Admin
Katılım
13 Nisan 2016
Mesajlar
3,658
Beğeni
13,019
Puanları
113
Yaş
54
Konum
Konya-Kırıkkale

Oruç Keffâreti​

Dinde teşrî yetkisine sahip olduğu düşünülünce, fıkıhta bazı hükümler Rasûlullah’a nisbet edilmiştir. Oruç keffâreti, bunun sayısız örneklerinden sadece biridir. Şöyle ki; gelenekte, oruç keffâretinin yani herhangi bir özür bulunmaksızın Ramazan ayında orucunu bozana verilecek sözde cezanın Sünnetle teşrî kılındığı, bu konuda Kitap’tan herhangi bir delil bulunmadığı hususunda neredeyse ittifak vardır. Sünnetle kastedilen de Ebû Hureyre’nin naklettiği şu rivâyettir:
“Adamın biri geldi ve ‘helak oldum Yâ Rasûlallah’ dedi. Rasulûllah, ‘seni helak eden nedir?’ diye sorunca adam, ‘Ramazan’da eşimle ilişkiye girdim’ diye cevap verdi. Rasûlullah, ‘bir köle azat edebilir misin?’ deyince adam, ‘hayır’ dedi. Bunun üzerine ‘peki iki ay peş peşe oruç tutabilir misin?’ diye sordu. Adam ‘hayır’ dedi. Rasûlullah bu defa ona altmış yoksulu doyurup doyuramayacağını sordu. Adam yine ‘hayır’ dedi. Rasûlullah, adama oturmasını söyledi, adam da oturdu. Bu arada Nebî’ye içi hurma dolu bir sepet getirildi. Rasûlullah o adama ‘al bunu dağıt’ dedi. Adam, ‘benden daha fakiri yok’ deyince Nebî, arka dişleri görünecek derecede güldü ve ona ‘al ve ailene yedir’ buyurdu.”
Bu rivâyeti delil alan Hanefî ve Mâlikî fakihlere göre, Ramazan’da orucunu kasten yeme-içme veya cinsel ilişkiye girme yoluyla bozan kişinin, peş peşe olmak şartıyla iki ayı keffâret, bir günü de kaza olmak üzere toplam altmış bir gün oruç tutması gerekir. Şâfiî ve Hanbelî fakihler ise aynı rivâyetten hareketle Ramazan’da orucunu sadece cinsel ilişki yoluyla bozana yukarıdaki cezanın gerektiğini söylerler.
Yukarıdaki rivâyette geçen “Ramazan’da” ifadesi “Ramazan’da gündüz vakti” olarak algılanmış, bu algı, yukarıdaki rivâyetin bazı metinlerine “oruçlu olduğum halde” ifadesinin girmesinin yolunu açmış, bütün hüküm de bu algı ve katkının üzerine bina edilmiştir. Hatta Hanefi mezhebine ait fıkıh kitaplarında, oruç keffâretine delil olarak sunulan yukarıdaki rivâyetin bizzat metnine “Ramazan’da gündüz vakti” ifadesi dahil edilmiştir. Bazı muhakkikler, bu ifadenin metne sonradan dahil edilmiş olabileceğine işaret ederler. Yine Ramazan’da oruç bozmayla ilgili bazı rivâyetlerde geçen “yerine bir gün oruç tut” şeklindeki ifadenin de, özre binaen tutulmayan Ramazan orucuyla ilgili olma ihtimalinin yanı sıra, yukarıdaki algıyla metne yapılan bir başka katkı olma ihtimali vardır.
Şâfiî ve Hanbelîler, Ebû Hureyre’nin naklettiği yukarıdaki rivâyette, sadece cinsel ilişkiden bahsedildiği için oruç keffâretinin, sadece cinsel ilişkiyle bozulması halinde gerekeceğini söylerken, Hanefî ve Malikîler, söz konusu rivâyette, cezayı gerektiren şeyin cinsel ilişki değil “Ramazan’a saygısızlık” olduğunu, dolayısıyla cinsel ilişkinin yanı sıra yeme-içme şekliyle de Ramazan’da orucunu özürsüz olarak bozana keffâret gerekeceğini söylemişlerdir. İki grup arasındaki bu farka göre mesela biri Hanefî diğeri Şâfiî mezhebine mensup olduklarını düşünen iki arkadaş, bir Ramazan günü beraberce yiyip içerek özürsüz olarak oruçlarını bozsalar, Hanefî olanın; altmış bir gün oruç tutması gerekirken Şâfî olan; sadece bir günün orucunu kaza edecek ve bu durum, fıkıh geleneğinde “ictihad farkı” olarak değerlendirilerek “rahmet” olarak görülecek, hatta bir kişi, heva ve hevesine uymamak şartıyla istediği mezhebin görüşüne göre amel ederek bu zenginlikten yararlanabilecektir! Bu mantıktan hareket ederek, mesela Şâfîi mezhebine mensup bir karı-koca, Ramazan’da gündüz vakti ilişkiye girmek istediklerinde, önce yiyip içerek orucu bozar, sonra ilişkiye girerlerse, sadece bir günlük kazayla keffâretten kurtulacaklardır! Tüm bunlar, Allah’ın dininin insanların eliyle ne hale getirilebileceğinin çarpıcı örnekleridir.
Özetle, yapılan şudur: Kur’ân’ın dışında bir hüküm kaynağı olarak kabul edilen Sünnetin, oruç keffâreti konusunda hüküm koyduğu iddia edilmiş, ayrıca Sünnetteki hüküm, kıyasla başka konulara da taşınmıştır. Bu, tam anlamıyla beşerî bir teşrî faaliyetidir ve bu teşrî faaliyeti, kıyasla varılan bir hükmün, hadis olarak fıkıh kitaplarına girmesiyle neticelenmiştir. Bağlamından koparılarak ele alınan ve yukarıda Ebû Hureyre’den nakledilerek yer verilen rivâyetle ilgili olarak, keffâret ve hadler konusunda kıyas yapılamayacağını söyleyenler tarafından, önce ta’lîl edilerek bir illet tespit edilmiş, sonra bu illete binaen kıyas yapılarak bir hükme varılmış, ardından da bu hüküm hadis olarak fıkıh kitaplarındaki yerini almıştır. Gerçekten de Hanefî fıkıh kitaplarında “Ramazan’da kasten orucunu bozana, zıhar keffâreti gerekir.” şeklindeki ifade, Rasûlullah’a nisbet edilerek aktarılır. Bu söz, bu şekliyle hiçbir hadis eserinde yer almaz; sadece fıkıh eserlerinde geçer. Hanefî mezhebinin muteber kabul edilen fıkıh eseri el-Hidâye’de geçen rivâyetleri tahrîc eden Hanefî muhakkik Zeyla’î, mezhebin fıkıh eserlerinde geçen bu ifade için Ahmed b. Hanbel’in “bu hadisi bulamadım” şeklindeki sözünü aktarır. Yine bir Hanefî fakih olan İbnü’l-Hümâm da bu ifadenin hadis olmadığına işaret eder. Dahası, bu söz, fıkıh eserlerinde, sanki mütevatir bir rivâyetmiş gibi lafzî tahlillere bile tabi tutulur. Mesela, Merğinânî, oruçlu iken ilişkiye girmeleri halinde keffâretin erkeğin yanı sıra kadına da gerekeceğine dair hükmü, bu sözün metninde geçen “مَن” harfineyani bu harfin umûm ifade etmesine dayandırır.
Rasûlullah’a isnad edilen bu söz, aslında bünyesinde bir gerçeği barındırır. İfadede geçen “zıhar yapana = على المظاهر” ifadesi, mezheplerin oruç keffâretine dair verdikleri fetvaya dayanak yaptıkları rivâyetin esasında hangi konuyla ilgili olduğunu gösterir. Bu önemli bir husustur. Gerçekten de Ebû Hureyre’nin naklettiği ve mezheplerin hükme dayanak yaptıkları rivâyet üzerinde yapılan çalışmalar, metinde bazı eksiltme ve ziyadelerin varlığını göstermektedir. Mesela Ebû Hureyre’nin “bir adam” diyerek naklettiği rivâyette, Rasûlullah’la konuşan kişinin adının zikredildiği ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan konuyla ilgili gerçek rivâyet şöyledir:
Seleme b. Sahr el-Beyâdî şöyle dedi: “Başkalarıyla kıyaslanamayacak şekilde cinsel ilişkiye düşkün biriydim. Ramazan ayı girince, gece bir şey olur da hanımımla ilişkiye girerim diye korktum ve ona Ramazan boyu devam edecek bir zıhârda bulundum. Karım bana hizmet ederken bedeninden bir yer açılıp görününce dayanamadım, onunla ilişkiye girdim. Sabah olunca gidip yakınlarıma durumu haber verdim; ‘benimle Rasûlullah’a gelin, durumu ona anlatayım’ dedim. ‘Gelmeyiz! Hakkımızda âyet inmesinden korkarız, Rasûlullah bir şey söyler de bunun utancıyla yaşamak zorunda kalırız, sen git, anlat!’ dediler. Rasûlullah’a tek başıma gittim, durumu haber verdim, bana ‘böyle mi yaptın ey Seleme?’ buyurdular, ‘evet, öyle yaptım! Ancak Allah’ın emrine razıyım, bana onun emrini uygulayın!’ dedim. Rasûlullah, ‘Bir köle azat et!’ buyurdular. Boynumu göstererek, ‘bundan başka bir varlığım yok ki!’ dedim. ‘Öyleyse peş peşe iki ay oruç tutacaksın!’ buyurdular. Bunun üzerine, ‘zaten başıma ne geldiyse oruç yüzünden geldi Ya Rasûlallah!’ dedim. ‘Öyleyse, altmış fakire, bir miktar kuru hurma dağıt’ buyurdular. ‘Vallahi ben ve karım aç olarak geceyi geçirdik’ deyince, ‘Benî Zureyk’in sadaka mallarına bakan memura git, o miktar hurmayı sana versin, sen altmış fakire yedir. Kalanı da ailenle ye!’ buyurdular. Akrabalarıma gidip onlara, ‘sizde zorluk ve çözümsüzlük, Rasûlullah’ta ise genişlik ve çözüm buldum. Rasûlullah sadakanızdan bana verilmesini emretti, dedim.”
Bu rivâyet, olayı bizzat yaşayan kişinin ağzından aktarılmaktadır. Doğru rivâyet budur. Mezheplerin delil aldığı ve Ebû Hureyre’nin naklettiği rivâyet, bu rivâyetten uyarlanmıştır. Bizzat olayı yaşayan Seleme b. Sahr’ın ağzından aktarılan rivâyette, Seleme’nin, eşiyle zıhar yaptığını bildirmesi, gece eşiyle ilişkiye girme korkusu yaşadığını söylemesi, sabah olunca da Rasûlullah’a gitmesi, olayın Ramazan’da, gündüz vakti oruç bozmayla bir ilgisinin olmadığını gösterir. Rivâyet, karısına zıhar yapan kişiye gerekecek cezayla ilgilidir. Bu ceza, Kur’ân’ın Mücâdile sûresinde şöyle anlatılır:
“Hanımlarına zıharda bulunanlar, söylediklerinden dönerlerse, o eşiyle ilişkiye girmeden, bir esir azad etmelidirler. Siz ancak böyle ders alırsınız! Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Esir bulamayan, eşiyle ilişkiye girmeden iki ay peş peşe oruç tutsun. Oruca güç yetiremeyenler, altmış yoksulu doyursun. Allah’a ve Rasûlü’ne inanıyorsanız böyledir. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Görmezden gelenler için acıklı bir azap vardır”(Mücâdile 58/3, 4)
Yukarıdaki iki âyet, Seleme b. Sahr’ın adının geçtiği rivâyetin, aslında Kur’ân’ın teşrî kıldığı bir hükmün Nebî’nin diliyle uygulanmasından ibaret olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, mezheplerin oruç keffâretiyle bağlantılı olarak ele aldıkları rivâyet, zıharla ilgilidir, rivâyetin oruç keffâretiyle hiçbir ilgisi yoktur. Aksi takdirde, Ramazanda kendine hakim olamayıp eşiyle ilişkiye girebilecek kadar sağlıklı olduğu anlaşılan adama, oruç tutamayacağını söylemesi üzerine Rasûlullah’ın, “o zaman tasadduk et” demesi çok anlamlı olmayacaktır.
O halde, Ramazanda ister yiyip içerek ister cinsel ilişkiye girerek olsun orucunu hastalık veya yolculuk özrü olmaksızın bozana, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü temelinde gerekecek şeyin ne olduğunun ortaya konması gerekir.
Bakara sûresinin 185. âyetinde Yüce Allah, hasta ve yolcu olanlara Ramazan’da tutamadıkları gün sayınca, daha sonra oruç tutma hakkını vermiştir. Hak diyoruz, çünkü Ramazan’da özür sebebiyle tutulamayan oruçların sonradan tutulması ceza değil, Allah’ın, kullarına verdiği hakkın kullanılmasıdır. Bu, Allah’ın kullarına bir lütfudur. Âyetin sonunda geçen “sayıyı tamamlamanız için” ifadesi, bunu gösterir. Âyette geçen iki özür sebebiyle, Ramazan’da oruç tutamayan ve Ramazan’ın bereketinden tam istifade edemeyenlere Allah Teâlâ bir lütufta bulunmakta, sayıyı tamamlama hakkı vermektedir. Bu bir hak olunca, âyette geçen iki özür hali olmaksızın Ramazan’da oruç tutmayan yahut başladığı orucu özürsüz bozanlar, bu haktan yararlanamayacaklardır. Bu kimseler, Rasûlullah’ın ifadesiyle, kalan ömürlerini oruçlu geçirseler dahi asla telafi edemeyecekleri bir fırsatı kaçırmış olacaklardır. Rasûlullah şöyle buyurur:
“Ramazan günü bir özür ve hastalık olmaksızın oruç tutmayan kişi, hayatı boyunca oruç tutsa tutmadığı bir günü telafi edemez.”
O halde, Ramazanda ister “niyetli değilim” gibi temelsiz bir yaklaşımla oruç tutmayan, ister yeme-içme veya cinsel ilişki yoluyla orucunu yolculuk ve hastalık durumu söz konusu olmadan bozan kişi, telafisi asla mümkün olmayan bir fırsatı kaçırmış, cezayı hak etmiştir. Bu kulun yapması gereken tek şey vardır, o da, tevbe edip Allah’tan bağışlanma dilemektir. Durum böyleyken, böylesi bir kula keffâret ya da kaza cinsinden ceza tertiplemek, Kur’ân’ın ifadesiyle haddi aşmak olur.
Konuyu bir asır önce ele alan ve mezheplerin oruç keffâretine dayanak yaptıkları rivâyetin, aslında zıharla ilgili olduğunu tespit eden merhum Musa Carullah Bigi, orucu bozana keffâret değil kaza gerekeceğini söyledikten sonra, kazanın aslında bir ikram olduğunu, bunun sadece hak edenlere verilmesi gerektiğini, dinin rükünlerini ihmal edenlerin bu ikramdan faydalanmaya haklarının olmaması gerektiğinden bahseder ve İbnü’l-Arabî’den şu alıntıyı nakleder:
“Ramazan’da kasten yiyip içen kişiyle ilgili olarak bir grup; hem kaza hem keffâret gerekir derken diğer bir grup; sadece kaza gerekir, dedi. Ben, böyle bir kişiye kaza da keffâret de gerekmez görüşündeyim. Böyle bir kişinin, tutmadığı orucu kaza hakkı asla yoktur. Bağışlanma talebiyle nafile oruçlar tutar. Çünkü bize göre ibadetler vakitle sınırlıdır. İbadetlerin vaktini kasten kaçıranların hiçbir surette kaza hakları yoktur.”
Sonuç olarak, geleneğin yüzyıllardır neredeyse ittifak derecesinde kabul ettiği bir konu olan oruç keffâretinin, Allah’ın indirdiği, Rasûlü’nün de tebliğ edip uyguladığı dinde yeri olmadığı açıktır.
Dr. Fatih Orum
KAYNAK: Fatih Orum, “Bir Beşerî Teşrî Faaliyeti: Oruç Keffâreti”, Kitap ve Hikmet, Yıl: 1, Sayı: 2, Temmuz-Eylül 2013, s. 18-23.
Yeni bir Yaşar Nuri Özturk.
İslami bugune kadar kimse anlamamista nev zuhur bu ilahiyatçilar anlamiş.
İlahiyatlar son 50 senedir 9 siddetinde depremle sallaniyorlar. Onlar saniyor ki bize cezbe ve hal dustu. Halbuki oturduklari ev kafalarina yikilacak.
Bu ilahiyatci gibi cok var memlekette.
Amma bu ummet yanlis da ittifak etmedigin eriyip gidiyorlar.

Bu dini islami anlamak ve yasamak icin İslam İlmihali dahi yeterlidir. Amma bu tipler kendilerinden baskasini begenmiyorlar. Program yaptigi tv kanalina devam etsin. O kanalin sahibi benden once olurse kabirine gidip sesleneceğim insallah. Zira kabir azabi yok diyor. Var mi yok mu kabrine varip soracagim.

Kanaatime gore, kaale alinacak bir alim degil. Mezhepsiz adamlarin bakis acilari mezhep sahipleriyle uyusmuyor, uyuşmazda. İmami azami, imam Yusufu, İmam Muhammedi fikihta yetersiz goren yeni tiplerden.

Mezhebi kabul etmeyenler,
Kendilerine yeni bir mezhep kurduklarini nasil idrak edemiyorlar, bende buna yillardir akil erdiremiyorum.

Bir ara revaçta idi; Kuran İslami, ifadesi. Efendimizi sav hadisler sahte, rivayetler bozuk diyerek disarda tutmaya çalistilar. Buna Anadolu halki itibar etmeyince, yeni bir safhaya gectiler. Simdi de ameli mezheplerimiz (hanefi, şafi, hanbeli, maliki) uzerinden yuruyorlar. Halbuki ehli sunnet kabul etmis; kaynak 4 dur yani Edille-i Şeriyye: Kuran, sunnet, icma ve kiyasi fukaha. İcma, kiyas ve içtihatla uğrasmalari boşuna degil.

21 yy.da Omer Nasuhi Bilmen'in meşhur ve kabul gormuş İlmihali her muslumana yeter. Elbette ben detaya girerim diyene de yol açik. Bizanslilarin meleklerin cinsiyetini tartistiklari donemi bize yasatmak istiyor da olabilir. Lakin bu zamanin muslumaninin buna vakti hiç yok. Facebook, tweeter, İnstragamdan kimseye zaman kalmiyor. Akademik ortamda yazilanlar cifyciyi, isciyi zerre alakadar etmiyor.....
 
Üst