Osmanlıda,kuş Sarayları | Define işaretleri ve anlamları

Osmanlıda,kuş Sarayları

wolf_52

Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2015
Mesajlar
3,812
Beğeni
9,771
Puanları
113
Yaş
52
Kuşlarla güzel dostluklar kuran ecdadımız onları koruyup gözeten vakıflar kurmuş, onlara barınacakları evler yapmışlar.

Güzel sıfatları ile "cennet kuşu", "melek" gibi tabirler edinen kuşlar, çoğu zaman efsanelerin başrolü, kutsiyetin ince ifadesi olmuşlardır. Kuşlarla güzel dostluklar kuran ecdadımız ise kuşları koruyup gözeten vakıflar kurmuş, onlara barınacakları evler yapmışlardır. Hatta sadece evler de değil, köşkler, saraylar... Günümüzde bu evlere ne yazık ki yenileri eklenmiyor. Var olanların çoğu da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya...

Uçmak... Masmavi gökyüzünde usulca süzülmek, iliklerine kadar işleyen serin bir rüzgar ve alabildiğine özgürlük... Hezarfen Ahmet Çelebi'nin gerçekleştirdiği en büyük hayali... Ve kuşlar... Uçmak bizim düşümüz, onların ise gerçeği...

Aslında bu düşle şekillenmiş yüzyıllardır sanat ve kültür... Dünya üzerinde aklımıza gelebilecek her türlü sanatta kuşların izi vardır. Bizim kültürümüzde de Eski Türklerden bu yana anıtlar, destanlar, masallar ve mitolojik resimlerde kuş tasviri yapılmıştır. Selçuklu figürlerinde de kuş sık kullanılmıştır. Osmanlı çinilerinde, minyatürlerinde, geleneksel halı sanatında harikulade işlenmiş kuş resimleri gelir hemen akla; rengarenk tavus kuşları, ağaçkakanlar, saksağanlar, avcı ve efsane kuşlar... Resimde ve yazı-resim olarak bilinen hat sanatımızda da yer almıştır kuşlar. Şöyle ki; Mevleviler leyleğin çeşitli resimlerini yapmanın yanı sıra yazımlarında leylek biçimini icra etmişler, örneğin besmeleyi leylek şeklinde yazmışlardır.

Her dinde ve mitolojide hayvan sevgisinin özel bir yeri vardır; kuş sevgisinin ise bambaşka... Güzel sıfatları ile "cennet kuşu", "melek" gibi tabirler edinen kuşlar, çoğu zaman efsanelerin, başrolü, kutsiyetin ince ifadesi olmuşlardır. Bu kuşlardan ilk aklıma gelen Simurg'tur mesela. Diğer adı ile Zümrüdü Anka... Küllerinden kendini yeniden yaratan, Kaf Dağı'nda yaşayan ölümsüz kahraman... Üzerinden uçtuğu kimselere zenginlik ve mutluluk getirdiğine inanılan, yemyeşil kanatları olan Hüma kuşu... Ve Hz. Süleyman'ın Saba kraliçesi Belkıs'a yazdığı mektubu taşıyan Hüdhüd kuşu... Yine kutsal metinlerde ifade edilir ki; Allah, Hz. Süleyman'a kuşların konuşma dilini öğretmiş ve bu ilim sayesinde ordusunda kuşlardan oluşan bir bölük kurmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman bu vesileyle kuşlarla iletişim kurmuş, onlara dilediği şekilde hükmetmiştir.

Kuşlarla ilgili türlü inanışlar vardır ki burada birkaçını sıralamak istiyorum. Leylek kutsal kabul edilir, göçmendir çünkü, kutsal topraklara gidip gelmiştir, hacıdır. Kırlangıçlar yuva yaptıkları evi yangından korurlar, kumrular ise kötü kalplilerden aşıkları...

Kuşlar aynı zamanda melek tasvirine de ilhamdır. Melekler, bembeyaz kanatları olan çok güzel kuş kadınlar olarak hayal edilir. Mesela ninemin sözlerinden hatırımda kalan; yemek bittikten sonra sofranın hemen toplanması gerektiğidir. Neden mi? Sofranın meleklerin kanatları üzerinde durduğunu söyleyen ninem, biz sofrada eğlendikçe onların yorulduğunu düşünür ve üzülürdü de ondan. Tarih boyunca insanlar kuşların her davranışına da mana vermeye çalışmışlar hatta üzerine pislemelerini dahi "şans" olarak yorumlamışlardır.

Vakıf Ruhunun Sardığı Kuşlar
Canlı cansız bütün varlıklara hizmet götürmek düşüncesinde olan atalarımız, vakıf müesseseleri ile bu ulvi düşüncesini kurumsallaştırmıştır. Günümüzün sivil toplum örgütlerine benzeyen vakıflar, Osmanlılarda gelişkin bir yapı sergilemekte idi. Kalpleri sevgi ve şefkatle dolu Osmanlı insanları, kurduğu vakıflarla sadece insanları değil, hayvanları bile düşünmüştür. Kuşlar için kurulan vakıflar ilginçtir. Uçuş rotalarında yaralanıp düşmeleri halinde onların tedavisini yaparak sürüsüne yetiştirmek üzere çalışmalar yapan Göçmen Kuşlar Vakfı, kışın kar ve buzdan yerlerde yiyecek bulamayan kuşların ölmemesi için buz ve kar üzerine yiyecek bırakan Darı Vakfı gibi vakıflardır bunlar... Sultan Ahmed Camii İmareti'nde, sadece insanlar için değil, kuşlar için bile yerler yapılmıştır. İmaret vakfiyesinde, artık yemeklerin kuşlar için yapılmış yerlere dökülmesi yazılı bulunmaktadır. Ecdadımız evcil olsun ya da olmasın diğer hayvanlar için de vakıflar, hastaneler kurmuştur. Soğuk kış günlerinde kurtların aç kalmamaları için kar kış demeden ıssız dağ başlarında et dağıtmışlar, kedi hastaneleri açmışlardır.

Evliya Çelebi'nin anlattıklarına göre, Türk erkekleri, kadınları, çocukları İstanbul'da kurulan büyük kuş pazarlarına haftada bir giderek ****steki kuşları satın alır, bunları orada uçurup özgürlüklerine kavuştururlardı. Bu bilgiyi başka asırlarda yaşamış olan Le Bruyn (1732) ve Dr. Brayner (1836) de eserlerinde teyit eder. Castellan 1811'deki gözlemlerini "Bir Türk meskeni inşaa edilirken, güvercinlerin ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapmak Türk sivil mimarisinin vazgeçilmez özelliklerindendir. İstanbul'a hububat, gemilerle gelir ve limanlara boşaltılır. Binlerce kuş boşaltmayı bekleyip hücuma geçer. Onlar için çuvallar açılır ve Türk gümrüğünün harç olarak aldığı miktardan fazlasını tüketirler" ifadeleriyle anlatır. Zaten yabancı seyyahlar yazdıkları kitaplarda Osmanlı'nın hayvanlara nasıl titizlikle yaklaştığını ustaca ifade etmiş, bu anlatılar dilden dile dolaşmıştır.

Fransız gezgin Du Loir, 1654'te Anadolu'daki gözlemlerine yer verdiği kitabında şunları yazar: "Osmanlı'nın birçok şehrinde kedilerin barınıp, beslenmesi için vakıflar kurulduğunu hayretle gördüm. Bu vakıflarda uşaklar, vekilharçlar, hayvanlara hizmet ediyorlar. Köpek sevgisi de yaygındır. Birçok kibar Türk'ün, kasaplardan et, kebapçılardan kebap getirtip kendi elleriyle kedilere köpeklere büyük sabırla yedirdiklerini gördüm. Kuşlara sevgileri ise bunlardan daha fazladır."

1874 senesinde İstanbul'u ziyaret eden İtalyan seyyah Edmando De Amicis'in anekdotları ise şöyledir: "Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü var. Türkler, kuşları himaye edip beslerler. Kuşlar da onların evlerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul'un her yerinde, insanın etrafında uçuşan kuşlar vardır."

Osmanlı'nın Minyatür Sarayları
Kuşları seven, koruyan ve güzel dostluklar kuran dedelerimiz, bunun bir göstergesi olarak onlara barınacakları evler yapmışlardır. Hatta sadece evler de değil, köşkler, saraylar... Kuşları fırtınadan, yağmurdan, çamurdan, yakıcı güneşten, bilgisiz insanlardan, kedi köpek gibi hayvanların zararlarından korumak için yapılan bu evler, yapıların güneş alan dış cephelerine yerleştirilmekte, cephe estetiğinin yanı sıra kuşların yaşantılarına uygunluğu da planlanmaktaydı.

Kuş evlerinin tarihini araştırdığımızda çok eskilere dayandığını görürüz. İlk kuş evleri Sivas'taki İzzettin Keykavus Şifahanesi'ndedir. Bunlar 13. yüzyıla ait örneklerdir. 15. yüzyılda klasik Osmanlı mimarisinin etkileriyle sayıları çoğalan sevimli konutların yapımı, 19. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir. Minyatür saraylar, Osmanlı'nın sevgi ve merhametini sembolize etmenin yanı sıra Türk sanatını şekillendiren sanatkârların ince zevkini, geniş hayal gücünü, ayrıntılara verdiği önemi ve dönemin mimari anlayışını gözler önüne serer.

Genellikle serçe, saka, kırlangıç, güvercin ve leylekler için tasarlanan kuş evleri, önceleri camii, medrese, kütüphane, han, hamam, türbe, köprü, kilise, sinagog ve sarayları süslemiş, ardından evlere de yapılmaya başlanmıştır. Kuş evleri, genellikle tuğla, kiremit, taş, harç, gibi malzemeler kullanılarak yapılmış, zarar görse de zamanımıza varabilmiş; ahşap evlerin minik sarayları ise çıkan yangınlar sonucu yok olmuş, günümüze ulaşamamıştır.Osmanlı evlerinde daire ve çiçek biçiminde deliklerden girilen çatı arası, saçak altı kuş evleri oldukça yaygındır; bacalara yapılan kuş evleri de vardır. Usta bir işçiliğin sergilendiği kuş evlerinin kimi tek katlı kimi çok katlıdır... Evi de andırır bir camiyi de... Camiyi andıran kuş evleri daha çok 19. yy'da taştan oyularak yapılmış, köşklerin iki yanına konulmuş olan minareler ile bu görünümü almıştır.

Yapıların cephe kaplamaları arasında özel olarak bırakılmış bir ya da birkaç küçük delik halinde olan ve cephe yüzeyinden dışa taşmayan sade kuş evlerinin en güzel örnekleri, İstanbul'daki Süleymaniye Cami, Yeni Cami ve Büyükçekmece Köprüsü'nde bulunur.

İnşa edildikleri yüzeyin dışına taşan, çıkıntılı, zarafeti ile saray ve köşkleri andıran kuş evleri daha çok 18. yüzyılda yapılmıştır. Minyatür saraylarda kuşların içinde dolaşabileceği, inip çıkabileceği yollar vardır. Her yapıda farklılık gösteren kuş köşklerinde konsollar üzerine kurulmuş cumba biçimli çıkıntılar, balkonlar, kemerli pencereler, çatılar, kubbeler, yemlikler, suluklar bulunur. Bu evlerin en güzel örnekleri İstanbul Üsküdar'daki Yeni Valide Camii'nde, Selimiye Camii'nde, Ayazma Camii'nde ve Gülhane'de Darphane-i Amire Damga Matbaası'nın iç avlusundaki binada yer alır.

İstanbul'un kuş evleri, Bali Paşa, Doğancılar, Şeb Sefa Hatun, Nuruosmaniye, Fatih, Eyüp Sultan Camileri, Bereketzade, Kara Mustafa Paşa, Amcazade Hüseyin Paşa, Seyyid Hasan Paşa, Feyzullah Efendi Medreseleri, Süleyman Halife, Ragıp Paşa, Amcazade Hüseyin Paşa, I. Mahmut, Şah Sultan Sıbyan Mektepleri, Laleli Sebili, Laleli Taşhan, Büyük Vakıf Han, Feyzullah Efendi Kütüphanesi, III. Selim ve III. Mustafa Türbeleri, Balat Köprübaşı Durağı, Küçükpazar Araphan gibi mekanlarda gözümüze çarpar. Kuş evleri bazı yapılara restorasyon ve tamirat çalışmaları sırasında sonradan ilave olmuştur. İstanbul Taksim'de bulunan Taksim Maksemi'nde sonradan eklenmiş bir çift kuş evi örneğine rastlanır.

Kuş evlerinin mekanı elbette ki sadece İstanbul değildir... Osmanlı'nın yüz sürdüğü her toprakta bu izlere rastlamak mümkündür. Sayıları çok az da olsa Trakya'dan Doğu Anadolu'ya kadar memleketimizin her köşesinde kuş evlerini görebiliriz. Tokat ve Antakya'da Ulu Camii, Niğde Kığılı Camii, Merzifon Kara Mustafa Paşa Hanı, Amasya Sultan Beyazıt Camii, Nevşehir Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi, Doğu Beyazıt İshak Paşa Sarayı Camisi, Hayrabolu Çorumi Mustafa Efendi Camii, Kayseri Şeyh Çeşmesi...

Günümüzde bu şirin kuş evlerine, minyatür saraylara ve köşklere ne yazık ki yenileri eklenmiyor. Var olanların çoğu da bakımsızlık yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya... Özellikle büyük şehirlerde yaşanan hızlı ve çarpık kentleşme, plansız sanayileşme ve sorgusuz küreselleşme sonucunda ne yazık ki tüketim odaklı yeni bir hayat düzeni doğdu. Ecdadımızın hazine değerindeki sanat anlayışı ve mimari zevkinden uzak, balık istifi konutlarımızda tüm değerlerimizle birlikte sevgi, merhamet gibi duygularımızı da tüketiyoruz. Kuş evleri gibi incelikler yaşamımızın tamamen dışında kaldı. Ancak tüm hoyratlığımıza, acımasızlığımıza ve ilgisizliğimize karşın dedelerimize duydukları vefa borcundandır belki, küsmedi henüz bizi terk etmedi kuşlar, ancak ne zamana kadar, bilinmez...
 
Üst