Radyestezi Ve Manyetik Duyarlılık

BABACONDA

DiScOvErY
Kullanıcı
Katılım
25 Nisan 2016
Mesajlar
986
Beğeni
2,692
Puanları
93
Konum
iDA
merhaba arkadaslar asagida elmize aldigimiz metaller yani cubuklarin neye istinaden tepkime verdigini harekete geciren olayin ne oldugunu anlatmaya calisacagiz


(Radyestezi, insan bedenindeki titreşim alanlarının, canlı ya da cansız nesneler hakkında bilgi sağlamak için faydalanıldığı bir bilim dalıdır.)

Yüzyıllardır dünyanın hemen hemen her yöresinde uygulandığı görülen radyesteziye ve radyestezistlere çeşitli eleştiriler yöneltiliyor. Kuşkucular radyestezi olayına ilişkin yeterince kanıt bulunmadığını öne sürüyorlar. Yapılan çeşitli deneyler de bu yaklaşım biçimini doğrular gibi görünüyor. Ancak yakın zamanlarda yapılan çalışmalar ve deneyler radyestezi olayına yeni boyutlar kazandırmaktadır. Savunulan bir görüşe göre, insanlar ve özellikle radyestezistler manyetik düzensizliklerin yoğun oldukları yörelerde bu durumdan etkilenerek manyetik sinyalller almaktadırlar. Bu da radyestezistlerin' yeraltındaki maden yataklarını ve su kaynaklarını nasıl saptadıklarını belirli ölçüde açıklamaktadır.

Radyesteziden arkeolojik araştırmaların yanı sıra inşaatçılık alanında yararlanılmaktadır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere çeşitlli ülkelerde bu amaçlarla radyestezistlerden yararlanılmaktadır.

Son yıllarda yapılan araştırmalar "radyestezide manyetik teori" görüşünü gündeme getirmektedir. Buna göre çeşitli hayvanların manyetik bir duyarlılığa sahip oldukları, yönlerini bu şekilde belirledikleri öne sürülüyor. İnsanların da benzer şekilde bir "manyetik duyarlılığa" sahip olabilecekleri, fakat bunun tam anlamıyla keşfedilemediği vurgulanıyor. İşte radyestezistlerin bu manyetik duyarlılıktan yararlandıkları yaklaşımı giderek benimseniyor.

İlk bakışta, radyesteziden daha saçma görünen pek az şeyin olabileceğini düşünmemiz olasıdır. Elinde çatallı bir çubuk tutarak yürüyen birisinin maden damarlarını veya diğer yeraltı özelliklerini saptayabilmesi düşüncesi gerçekten saçma gelir. Bir dizi araştırmacı, radyestizistlerin bazen, kanıtlayamadıkları iddialar ileri sürdüklerini göstermiş bulunmaktadır. Dolayısıyla da birçok bilim adamı radyesteziyi kendi kendine telkinden kaynaklanan bir aldatmaca olarak görür ve ciddi bir şekilde eğilmekten kaçınırlar.

Oysa elimizdeki kanıtlara daha yakından bakınca, kuşkucuların durumunun da destekçilerin durumundan pek farklı olmadığı anlaşılır. Dahası yakın zamanlarda elde edilen bulgular, bu fenomene çarpıcı açıklamalar getirebilecek niteliktedir. Radyestezinin, aslında, insanlardaki varlığı daha önce ortaya konulmamış olan "manyetik duyu" merkezinin bir tezahürü olduğu söylenebilir.

Kuşkucular, bazen, radyestezistler sınırsız bir yetenek iddiasında bulundukları için radyestezinin de saçma olması gerektiğini ileri sürerler. Ne var ki, yüzyıllardan beri radyestezistlerin çoğu, fay hatları gibi jeolojik özelliklerle yakından ilgili olan maden damarlarını ve yeraltı sularını aramaktan başka birşey yapmamışlardır. Daha güvenilir radyestezistlerin öne sürdükleri ise, basit bir açıklamanın bulunabileceğine işaret edecek derecede birbiriyle tutarlılık göstermektedir.

Eleştirmenler, ayrıca, radyestezinin gerçekte işe yaradığını gösteren çok az kanıtın bulunduğunda ısrarlıdırlar. Gerçekten de elimizde kesin bir sonuç veren kanıtlar yoktur, örneğin, su aranması konusunda radyestezi yoluyla bulunan kuyuların verimi ile olağan yöntemlerle belirlenmiş olan kuyularınkini karşılaştıran araştırmalar yapılmıştır. Bazı olaylarda daha iyi sonuç alınırken, diğerlerinde tam tersi olmuştur. Ancak, radyestezistlerin başarılı oldukları durumlarda bile (ki bazılarının mükemmel bir geçmişi vardır), eleştirmenler bu başarıyı, "yeraltı akarsularını" saptamadaki gizemli bir yetenekten çok, bu insanların yerel şartları çok iyi bilmelerine bağlamıştır.

Her şeye karşın, eleştirmenlerin çoğu, açık sahada elde edilen kanıtların kesin bir sonuç vermekten uzak olduğunu kabul etmektedirler. Daha çok, deneklerin hazırlıksız olarak geldikleri kontrollü deneylerin verdiği sonuçlardan yola çıkarlar. Benimsenen bir yaklaşım da radyestezi yanıtlarının tutarlılığını sınamaktır: Eğer insanlar yeraltı özelliklerini gerçekten saptayabiliyorlarsa, radyestezi çubuklarının aynı yerlerde yanıt vermesi gerekir. Bu tür deneylerden de değişik sonuçlar alınmıştır. 1940' lı yılların sonlarında Yeni Zelanda'da yürütülen bir deneyde kimyacı P.A.Ongley, radyestezistlerden "yeraltı akarsularının" yerlerini saptamalarını istedi. Arkasından, bu kez gözleri kapalı olarak akarsuları bir daha bulmalarını söyledi. Daha sonra da bulgularını birbirlerine kontrol ettirdi. Deneye katılan radyestezistlerin hiçbiri, rastlantı oranını aşan bir başarı elde edememişti. Ancak, 1970 yılında Utah Eyalet Üniversitesi'nden Duane Chadwick, daha fazla sayıda deneği kapsayan, çok daha geliştirilmiş nitelikte bir çalışma yaptı. Yürütülen dört deneyin üçünde, radyestezistlerin çubuklarında oluşan hareketlerin oldukça belirgin bir yığılma gösterdiklerini saptadı, öyle ki, yığılma oranı, deneklerin görsel sinyallere yanıt vermeleriyle ilgili kontrol testlerinde alınan sonuçlardan çok daha fazlaydı.

Daha farklı bir taktik de radyestezi yeteneği olduğunu iddia eden kişileri davet ederek, onlara uygun deneyler düzenlemek ve bu deneyleri üzerlerinde uygulamaktadır. Amerikan Psişik Araştırmalar Kurumu'nun (ASPR) 1940'ların sonlarında gerçekleştirdiği ve literatürde çok değinilen bir deneyde, radyestezistler suyun yerini bulmuşlar, ancak derinliği ile debisini kestirememişlerdi. Ancak, bu unsurların saptanmasında, deneye katılan bir jeolog ile su mühendisi de yetersiz kalmıştı. 1971'de İngiltere Savunma Bakanlığı adına yürütülen bir diğer ünlü deneyde ise, radyestezistlerin gömülmüş bulunan bir dizi ahşap, beton, plâstik ve metal objeyi ayırt etme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Üstelik gömülü olan plastik borulardan su akıp akmadığını saptayamamış ve gene yeraltında bulunan su borularının yerlerini bulamamışlardı. 1979 yılında sihirbaz James Randî, bir dizi gömülü borudan akan suyun yolunu başarıyla saptayacak kişiye 10.000 Dolar ödül vereceğini açıkladı. Dört ayrı radyestezist denedi ve hiç biri de ödül hakedecek bir sonuç alamadı.

Bu tür deneyler acaba maden damarlarının veya akmakta olan yeraltı sularının yerlerini bulmak amacıyla yapılan radyestezi çalışmalarıyla ne kadar ilgili olabilir?

Bir dereceye kadar ilgili oldukları apaçıktır. Bu deneyler sayesinde, bazı radyestezistlerin yeteneklerini dev aynasında gördüklerini ve genelde radyestezi yeteneğine ilişkin iddiaları ihtiyatla karşılamak gerektiğini öğrenmiş bulunuyoruz, öte yandan, deneylerden alınan sonuçlar, radyestezinin, küçük çaptaki manyetik değişiklikler gibi, deneyler sırasında ölçülmemiş bulunan sinyallere yanıt vermesiyle ilgili olabileceğini düşündürmektedir.

tabu:
Radyestezi ve Manyetik Düzensizlik

Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden jeofizikçi Gene Simmons, kısa bir süre önce, su aramaya yönelik bir radyestezi çalışmasının başarılı olmasında manyetik duyarlığın nasıl rol oynayabileceğini göstermiştir. Simmons, Massachusetts eyâletine bağlı Boston kenti yakınlarındaki, radyestezi yöntemiyle bulunmuş olan iki kuyunun çevresinde çekim ve manyefık alan araştırmaları yapmıştır. Yörenin billurlaşmış kayalarında açılmış bulunan diğer birçok kuyunun aksine, bu iki kuyudan saatte en az 140.000 litre olmak üzere büyük miktarlarda su elde ediliyordu.

Simmons, radyestezistlerin her iki kuyuyu da sadece birkaç metre genişliğinde olan dar bir manyetik düzensizlik bandı içersinde saptamış olduklarını ortaya çıkardı. Söz konusu düzensizlik, yeraltı suyunun akışını kanalize eden bir çatlak bölgesinden kaynaklanıyordu. İşte, kuyuların verimlerinin son derece yüksek olması da bundan ötürüydü.

İnsanların manyetik sinyallere yanıt verebildiklerine ilişkin teori aynı zamanda, radyestezistlerin maden damarlarını nasıl bulduklarını da açıklayabilir. Bu damarlar çoğu kez faylarla veya çatlak bölgeleriyle ilişkilidirler. Faylar ve çatlak bölgeleri sık sık manyetik düzensizlikler oluşturdukları gibi, bazı durumlarda maden cevherlerinin kendileri de manyetik niteliktedirler. Sovyetler Birliği'nde bu iddiayı destekleyici türden bulgular elde edilmiştir. Sovyet Jeologları 1970'lerin başından beri büyük çapta bir radyestezi uygulamasına girişmiş olup, radyestezi yoluyla elde edilen kanıtlara dayanarak binlerce deney kuyusu açmışlardır. Jeologların raporlarına göre, radyestezi çubukları daha çok kükürt ya da krom esaslı cevher yataklarının, elmas boruların, belirli faylar ile çatlak bölgelerinin, çelik boru hatlarının, yeraltı mağaralarının üzerinde ve elektrik tellerinin altında harekete geçmekteydi. Bunların hepsi de kelimenin tam anlamıyla manyetik değişikliklerin oluştuğu yerlerdir.

Radyesteziden, arkeoloji gibi diğer bazı bilim dallarında da yararlanılır. Başta Sovyetler Birliği'nde olmak üzere, çeşitli ülkelerde arkeologların temeller, mezarlar, hendekler, eski kazılar ve kanal sistemleri gibi gömülü olan unsurları bulmalarında radyestezistlerin yardımlarına başvurulmaktadır. Bu unsurlar, proton manyetometreleri gibi son derece duyarlı aygıtlarla genelde belirlenebilen türden küçük manyetik değişikliklere yol açarlar. Radyesteziyi destekleyenler, radyestezinin genelde uygulanan araştırma yöntemlerinden daha ucuz olduğunu ve çoğunlukla daha az sorun yarattığını ileri sürmektedirler. Yakın zamanlarda gözler önüne serilen bir örnek olarak, Newcastle upon Tyne Üniversitesi'nden Richard Bailey'in Kuzey İngiltere'deki bazı kiliselerin gömülü temellerinin bulunmasında radyesteziden yararlanmasını verebiliriz.

Eğer radyestezistler küçük çaptaki manyetik düzensizlikleri gerçekten belirleyebiliyorlarsa, o zaman, gönüllü borular, kablolar, kanallar, su yolları ve benzerleri bu tür manyetik değişikliklere yol açtığından, inşaat alanlarının alt kesimlerinin araştırılmasında da yardımcı olabilmeleri gerekir. Nitekim, birçok inşaat mühendisi ve inşaat işçisi, bu tür unsurları izleyip bulabilmek amacıyla radyesteziden yararlanmaktadırlar. Üstelik, inşaat işçilerinin 'V biçimindeki geleneksel radyestezi çubuklarına tercih ettikleri 'L' biçimindeki metal çubukların satışında hatırısayılır bir artış gözlenmiştir. Liverpool'daki politeknik İnşaat Mühendisliği Fakültesi'nde öğretim görevlisi olan lan Killip ve meslekdaşları, radyestezinin bu tür uygulamalardaki yeterliliğini araştırmışlardır.

Sonuçlardan oldukça etkilenen Killip, inşaat sanayi için sistematik bir radyestezi yöntemi geliştirmiştir. Killip'in ifadesine göre, radyestezi, jeofizik yöntemlere alternatif oluşturacak derecede ucuz ve hızlı bir tekniktir.

Her şeye karşın, jeologlar, arkeologlar ve inşaat mühendislerince rapor edilen bu tür olayların, radyesteziye kuşkuyla bakanları yeterince ikna edemediğini görürüz. Bu insanların kanısı, görünürde başarılı olan radyestezi uygulamalarını teker teker incelediğimiz takdirde, her biri için geçerli olacak olağan bir açıklamanın bulunabileceği yönündedir. Bu kişiler, bazı iyi sonuçlar şansa, bazıları radyestezistin edinmiş olabileceği özel bilgilere ve diğerleri de görsel sinyallerin yol açtığı bilinçdışı yanıtlara dayanılarak elde edilmiş olabilir şeklinde düşünmektedirler. Radyesteziye kuşkuyla bakanların görüşüne göre, manyetik duyarlık gibi "egzotik" bir neden aramaya hiç gerek yoktur.

tabu:
Yeni Kanıtlar ve Bilimin Tavrı

Söz konusu kuşkucu yaklaşım yakın zamanlara kadar gerçekten de akla uygun bir iddia olma niteliğini koruyordu. Radyestezinin ortaya koyduğu bazı ipuçları dışında, küçük manyetik değişikliklerin algılanabileceğine ilişkin alışılmamış bir düşünceyi destekleyen kanıtlar pek yoktu. Ne var ki, son 15 yıldan beri birbirinden bağımsız olarak sürdürülen çalışmalar sonucunda elde edilen çeşitli kanıtlar, bu durumu tersine çevirmeye yetmiştir.

Birinci grup kanıtları, radyestezistlerle, yapılan kontrollü deneyler oluşturur. Hollandalı jeolog Solco Tromp, daha 1949 yılında radyestezistlerin çubuklarında meydana gelen hareketlerin çoğu kez küçük manyetik bozunmaların konumlarıyla çakıştığından söz etmişti. 1962'de Fransız fizikçisi Yves Rocard ve 1967'de de Sovyet jeofizikçisi Valéry Matveev, benzer iddialarda bulundular.

Ancak, bütün bu iddialarda çürütülebilecek yanlar vardı : Kontrollerin sayısı azdı, denekler yeterli sayıda değildi ve en kötüsü araştırmacıların kendileri daha başından beri radyesteziye inanmış kimselerdi. Bu durumda, araştırmacıların tarafsızlığı tartışılır oluyordu.

En sonunda, Utah Eyalet Üniversitesi'nden Duane Chadwick, 1970 yılında gerçekleştirdiği ve daha önce sözettiğimiz bir çalışmanın kapsamı çerçevesinde, eleştirmenlerin tüm isteklerini karşılayan bir dizi deney yapmayı başardı. Kullandığı denek sayısı çok yüksekti : 150; deneyler tam anlamıyla kontrollüydü. Dahası, Chadwick'in kendi ifadesiyle, "radyestezi konusuna bu projeyi hazırlayandan daha kuşkucu bir görüşle çok az kişi yanaşabilirdi". Alınan sonuçlar çarpıcıydı : Radyestezi çubuklarında oluşan hareketlerin, yeryüzünün manyetik alan şiddetinde meydana gelen küçük değişikliklerle ilgili olduğu görülmekteydi.

Sözkonusu sonuçların şaşırtıcılığına karşın bilim adamları ilk başta "radyestezide manyetik teori" görüşünü pek ciddiye almadılar. 1970'Ierin başında, insanlar bir yana, herhangi bir hayvanın bile küçük çaptaki manyetik değişiklikleri algılayabileceği düşüncesi, aynı radyestezi konusunda olduğu gibi büyük bir kuşkuyla karşılanıyordu. İşte, bilimin bu soruna ilişkin tavrında o günden bu yana büyük bir değişiklik olmuştur. "Manyetik algılama" kavramı saygınlık kazanmış ve çok çeşitli organizmalarda ki varlığının ortaya konulması sayesinde kesinlikle kabul edilir olmuştur.

Okyanus yatağının çamurlu karanlığında yaşamlarını sürdüren bakteriler, yukarı - aşağı yönlendirmesini manyetik nitelikteki bir duyarlık sayesinde yapabilmektedirler. Batanları, görsel sinyallerin yokluğunda, kovanlarını kuzey-güney yönünde inşa edebilmek için manyetik duyarlıklarından yararlanırlar. Bilim adamları, ton balıklarını manyetik sinyallerle yönlendirerek, bir çemberden geçmelerini sağlamışlardır. Aralarında güvercinlerle ardıçkuşlarının da yer aldığı bir çok kuş türü ve bazı kemiriciler, güneşin ve bazı yıldızların konumları gibi görsel unsurların yokluğunda, yollarını bulmak için manyetik bir duyudan yararlanırlar. Balinalar da uzun mesafeler aşmaları gerektiğinde, yollarını, okyanus tabanlarının oluşması sırasında ortaya çıkan manyetik şeritleri kullanarak bulurlar.

tabu:
Manyetik Duyarlık

İnsanlar da yol/yön bulma sorunlarıyla karşı karşıya kaldığından acaba diyoruz, bizim de manyetik duyarlığımız var mıdır? Biz bunun farkında olmadığımıza göre, bu tür duyunun bilinçdışı nitelikte olması gerekir. Manchester Üniversitesinden Robin Baker, böyle bir yeteneğimizin gerçekten var olduğuna işaret eden bazı deneyler yapmıştır.

Baker, bu deneylerin birinde, gözlerini bağladığı bir grup öğrenciyi zorlu bir yoldan geçirerek üniversitenin 50 km. kadar ötesine götürdü. Dönüş yolunu onların bulmalarını istedi. Ne gariptir ki, gözleri hâlâ bağlı olan öğrenciler yolu gayet iyi tahmin etmelerine karşın, bağları açılanlar yönlerini şaşırdılar.

Bir diğer deneyde, Baker, bir otobüs dolusu öğrenciyi okullarının 5 km. kadar güneybatısına düşen, önceden kimseye söylemediği bir yere götürdü. Çocukların yarısının başına mıknatıs çubukları iliştirilmişti. Diğerleri ise, başlarında, gerçek sandıkları sahte mıknatıslar taşıyorlardı. Söz konusu yere geldiklerinde, Baker çocuklardan, okula göre hangi yöne düştüklerini bulmalarını istedi. Ardından, bu kez okulun 5 km. kadar güneydoğusunda kalan ikinci bir yere gittiler. Baker burada da aynı yönergeyi verdi. Elde edilen sonuç gerçekten ilginçti : Sahte mıknatısları taşıyan çocuklar her iki yerde de çok sağlıklı yön tahminlerinde bulunmuşlardı. Oysa gerçek mıknatıs taşıyıcıların yaklaşık tümü ilk yerde gerçek yönün 90° solunda kalan bir yeri göstermişler ve ikinci yerde ise tümüyle yönlerini şaşırmışlardı. Bu da mıknatısların çocuklardaki yön bulma yeteneğini bozduğunu göstermektedir. Baker’in bulguları daha sonra tekrar edilmemiş olsa bile, bu sonuçların "radyestezide manyetik teori" ile ilişkisi olabilir.

Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir : Hayvanlar ve bir olasılıkla da radyestezistler manyetik değişiklikleri acaba nasıl algılamaktadırlar? Bunun yanıtı son derece basit olabilir : Çok küçük manyetik pusulalar sayesinde. Çamurda yaşayan bazı bakteriler, aslında, mikroskopik ölçekteki canlı pusula iğneleri halindedirler. Her birinde küçük manyetik kristallerinden oluşmuş yaklaşık 50 nanometre uzunluğunda bir zincir bulunur. Yeryüzünün manyetik alanının bu kristaller zinciri üzerinde oluşturduğu burulma gücü, bakteriye bütünüyle doğru yöne döndürmeye yeterli olmaktadır.

tabu:
Manyetik Duyarlığı Destekleyen Bulgular

Çeşitli canlı türlerinde keşfedilen küçük manyetit tanecikleri, manyetik duyarlık gösterirler. Aralarında som balığı ile ton bağlığının da yer aldığı bazı omurgalılarda, sözkonusu manyetitin, aynen bakterilerde olduğu gibi, çok küçük kristallerden oluşmuş zincirler halinde bulunabileceğine ilişkin kanıtlar elde edilmiştir. Bu zincirlerin, tıpkı mikroskopik pusula iğneleri gibi dönerek, yön gösterdikleri sanılmaktadır.

Manyetite bazen kas dokularında da rastlanmasına karşın özellikle, omurgalıların kafataslarının önünde bulunan kalbur kemiğiyle ilişkili dokularda görülmektedir. Bu bulgular, insanlarda da benzer türden "dedektörlerin" [ sensors ] bulunabileceğini göstermektedir. Nitekim, Baker ve arkadaşları, kafatasının önündeki sinüsleri oluşturan incecik kemiklerde manyetik maddelere rastlamışlardır.

Bütün bu olgular ışığında, eleştirmenlerin "radyestezide manyetik teori" görüşüne karşı olan tavırlarının sarsıldığını söyleyebiliriz. Ama gene de kuşkucuların haklı olduğu bir nokta vardır. Yeraltındaki akarsuları veya maden yataklarını saptayabilmeleri için radyestezistlerin olağanüstü derecelere ulaşan bir manyetik duyarlığa sahip olmaları gerekmektedir. Bu da varolan manyetometrelerin en iyileri ile eşit derecedeki bir duyarlık demektir. Kuşkucular, "böyle bir evrim harikasının insan bedenindeki bir yere saklanmış olabileceğini nasıl düşünebiliriz," diye karşı çıkmaktadırlar.

Ancak, kuşkucuların önemini kavrayamadıkları bir nokta da doğanın, çok sayıdaki mikroskopik duyu elemanının entegre kullanımı sayesinde duyarlığı en yüksek düzeye çıkarma becerisidir. Hawaii Üniversitesi'nden Michael Walker ile Kalifonriya Teknoloji Enstitüsü ve La Jolla'daki Ulusal Deniz Dalyancılığı Hizmetleri’nden bazı meslekdaşları belirli bir omurgalı türü olarak 'sarı yüzgeçli' ton balığının, teorik manyetik duyarlılığını hesap etmişlerdir. Tahminlere göre, balığın küçük dedektöründe, zincirler halinde örgütlenmiş olan 85 milyon manyetit kristali bulunabilir.

Uygun yapıdaki alıcıların su zincirlerin hareketlerini zaptettikleri varsayımından yola çıkan Walker ve arkadaşları, böyle bir sistemin, sadece bir nanotesla şiddetindeki son derece küçük manyetik alan değişikliklerini bile saptayabileceğini ortaya koymuşlardır. İnsanlardaki benzer bir sistem de Duane Chadwick'in Utah Eyalet Üniversitesi'nde gerçekleştirdiği radyestezi deneylerinden elde edilen sonuçları açıklayabilecek kadar yüksek bir duyarlılık düzeyi gösterebilir.

Eğer insanlarda sözkonusu türden son derece duyarlı manyetik dedektörler bulunuyorsa, manyetit parçacıklarının dönme hareketi ile radyestezi çubuklarını harekete geçiren küçük kas kasılmaları arasında acaba ne gibi bir ilişki bulunabilir? Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nden David Presti ile Jhon Pettigrew, kas dokularına gömülü halde olan manyetit parçacıklarında oluşan dönme hareketinin, 'kas iğleri' [: muscle spindles] denilen ve kas hareketini kontrol etmede önemli rol oynayan alıcılar tarafından zaptedileceğini öne sürmüşlerdir. Presti ile Prettigrew'in bu düşünceleri, radyestezi tepkisinin, radyestezistin beyniyle (bilinçaltı düzeyde bile) bir ilgisi olmayan basit bir refleks yanıtı[; reflex response] halinde ortaya çıkabileceğini ima etmektedir.

Bir diğer şık da manyetik enformasyonun önce (özellikle yön bulmada kullanılmak üzere) bilinçaltına geçmesi ve oradan da kaslarını kasmak üzere radyesteziste talimat vermesi şeklinde olabilir. Ne gariptir ki, bu tür bir yaklaşım ilk kez kuşkucular tarafından ortaya atılmıştır. Radyesteziye karşı olanlar, uzun bir süreden beri, radyestezi yönteminin bir duyusal sinyali bilinçdışı düzeyde zaptetmeleri sonucunda kasılabileceğini söyleyerek açıklamaya çalışmışlardır. Dolayısıyla da yaptıkları deneylerde görsel enformasyonun yanısıra, küçük çapta işitsel, dokunsal ve hatta kokusal sinyaller de kullanmışlardır. İnsanlarda manyetik dedektörlerin bulunduğu eğer gerçekten anlaşılırsa, eleştirmenlerin bu listeyi genişleterek manyetik uyaranları da katmaları konusu gündeme gelecektir. Bunu yaptıkları takdirde de kuşkucu yaklaşımlarını bir yana atmaları ve radyestezinin gerçekten bilimsel bir temele dayandığını kabul etmeleri gerekecektir.
 

BABACONDA

DiScOvErY
Kullanıcı
Katılım
25 Nisan 2016
Mesajlar
986
Beğeni
2,692
Puanları
93
Konum
iDA
Dünya’nın kendine özgü doğal bir gücü ve enerjisi bulunuyor. Dünya her şeyi ile yaşayan bir organizma gibi düşünülür ve havası, toprağı, mineralleri, suyu, canlıları ile bir bütün olarak görülürse, onun bioelektrik enerjisinin varlığı yadsınmaz. İnsan bedenini saran sinir sisteminde akan enerji gibi, dünya yüzeyi altında da negatif ve pozitif radyasyon akımları var. Bunlar, yerin jeolojik yapısının elektriksel girdabından doğuyor ve enerji ağları olarak dünya’yı sarıyor. İşte bu; bir tür “Yaşam Gücü”dür.

Bu güç alanlarına ‘’Ley Hatları’’ adını veren Arkeolog Alfred Watkins olmuş. Antik haritalarda, önemli yapıların hep ayni hatlarda hizalanarak dönem dönem üst üste yapılandığını görmüş. Bu durumda, insanların topraktan akan enerji akımını tıpkı Akupunktur yönteminde olduğu gibi belirlemeye çalıştıkları ortaya çıkıyor. Watkins’e göre, ley hatları düz ve paralel bir şekilde yürüyordu. Böylece İngiltere’de yer alan birçok hattı belirledi. Stonehenge anıtı gibi (MÖ.2300) özel dikilmiş taşlarla, eskinin yapıtları bu gizemli enerjinin belirgin noktaları veya radyo alıcıları gibiydi. Aslında insanların, onlara uğurlu gelmeyen, sıklıkla kaza, hastalık ve sıkıntılara uğradıkları bir yerden taşındıklarında rahatladıklarını biliriz. Zira o mekan, onlara negatif gelen bir radyasyon akımı üzerindedir.


Batıda ‘’Ley Hatları’’, Çin’de ise ‘’Ejderha Patikaları’’ olarak anılan bu kanallar, iki ayrı enerji ya da girdabın akışı ile oluşuyor. Negatif hatlar Kara Akım, Pozitif hatlar ise Beyaz Akım Hatları olarak adlandırılıyor. Bedenimizde de benzer meridyenler vardır. Bu meridyenler, akupunktur iğneleri ile uyarılarak harekete geçirilerek, şifa verilebiliyor. Belli kavşak veya noktalarda yapılan yapıtlar da aynı şekilde enerji alanlarını kullanabiliyor. Vücudumuzda 12 merkez ve 8 özel meridyenle birlikte 20 meridyen saptanmış. Dünyamızda ise, 20 üçgen ve 12 beşgen enerji alanı belirlenmiş. Elbette, dünya da tıpkı insan Aura’sı gibi bir aura yayıyor.

Kara akım
Gizemci gruplara göre, bu akım hatlarında rol oynayan etken; psişik bir bilinç enerjisinin ortaya çıkması. Elektromanyetik etkinin mi, yoksa psişik enerjinin mi ağırlıklı olduğu konusu oldukça geniş. Psişik enerjiler manyetik etki doğurabilir; elektromanyetik etkiler ise, psişik etkilenme doğurabilir. Negatif ley hatlarına baktığımızda; savaş, toplu kıyım olaylarının, bu enerjiyi biriktirebildiği, akış dengesini bozabildiği görülüyor. Böylece o yerde bir kara akım hattı oluşuyor. Bu, tıpkı hastalanınca enerji akışımızdaki tıkanmaya benzer bir durum. Oranın toprağı artık negatif enerji yayınlıyor. Cinayet işlenen evde bilmeden yaşayan insanların rahatsızlık duyması gibi, toprağa yerleşen enerji de psişikleri uyarabiliyor. Bazen yol ve taş ocağı faaliyetleri, ley hatlarındaki beyaz enerji akımlarını bozabilir.

Eski Çinliler bunu keşfetmişlerdi. Toprak falcıları, yeni bina yapılmadan önce özel bir toprak falı pusulasını artı-eksi akımları bulmakta kullanırdı. Sayaçlar, kazıklar, çatal dallarla radyestezi uzmanları 70 yıldır bu etkileri saptayabiliyor. Duygu düşünceleri etkileyen, insanları agresif yapan Kara Akım Hattı üzerinde oturmak, ev ortamını etkileyebilir. Migren, kanser ve alkolizme neden olabilen gizemli enerjiyi iyileştirebilmek için, Radyestezi uzmanları, toprağa bakırla kaplı ince teller ve kazıklar monte ederek atmosferden elektrik çekmeyi ve toprağa akan yeni enerjinin, eskiyi değiştirebilmesini hedeflemişler. Ancak, her zaman bu yollarla sağaltılamayan güçlü kara akım hatları da vardır. Dünyanın bu doğal gücü, bazen gizli amaçlarla kullanılmaya çalışılmıştır.

Biçim enerjisi
Belirli bir geometriye göre inşa edilen yapılar bazı enerjileri odaklaştırmakta kullanılabilir. Dikili taşlar, menhirler, piramitler hep bu enerjileri toplamak için yapılmıştır. Belli düzende sıralanmış mimari yapıtlarla farklı frekansta enerji üretmek, atmosferin elektriğini toplayabilmek de mümkündür. Bu, bir tür biçim enerjisi oluşumudur. Dikili taşların çoğu, akımın yoğun olduğu yerleri belirtmekte kullanılmıştır. Enerjiyi en fazla toplayabilen tek biçim ise, Piramidal formdur.

Kabe-i Muazzama ve beyaz akım
Eski kutsal merkezler pozitif akım hatları üzerindedir ve bu yapıtlar, iyi enerjiyi sürekli aktarabilir. Mekke’de bulunan Kabe ve Arafat Dağı’nın altı, gerçekte tüm beyaz akım hatlarının kesiştiği ve enerji santraline benzer biçimde yayınlandığı en önemli merkezlerdir. Dolayısıyla Mekke’de yer alan bu güçlü akım, yalnızca almaya hazır olana yani özde ve gerçek anlamda Hac yapan insanlara ayrıcalık tanımaktadır. Böylece farkındalıkları bu kutsal faaliyetle açılabilir, beyaz akımla senkronize olarak pozitif enerji yayınlamaları da süreklilik kazanabilir. Pozitif enerjinin daha çok üretilmesine, birlik bilinciyle hareket etmeye ve doğanın korunabilmesine ihtiyacımız var. Kara akım hatlarının artmaması ve doğanın dengesinin bozulmaması dileği ile.
 
Üst