Tecessüste bulunmayın!..” | Define işaretleri ve anlamları

Tecessüste bulunmayın!..”

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
7,767
Beğeni
22,134
Puanları
113
Konum
Erzincan
Tecessüste bulunmayın!..”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Kim arkadaşının ayıbını örterse, Allah da kıyâmet günü onun ayıbını örter. Kim de müslüman kardeşinin ayıbını açığa vurursa, Allah da onun ayıbını açığa vurur. Hattâ evinin içinde bile olsa, onu ayıbıyla rezil eder.” (İbn-i Mâce, Hudûd, 5)

“Kim bir kardeşini (tevbe ettiği) günahı sebebiyle ayıplarsa, o günahı işlemeden ölmez.” (Tirmizî, Kıyâmet, 53/2505)

Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiç kimsenin ortaya çıkmamış ayıp ve kusuruyla meşgul olmadığı gibi, bu tür hâllerin araştırılmasını da şiddetle men ederlerdi. Hattâ O Rahmet Peygamberi, kimsenin yüzüne bile tecessüs derecesinde, yani ayıbını araştırırcasına bir dikkatle bakmazdı.

Bir müʼminin vazifesi de, din kardeşlerine karşı gözünü ve gönlünü tecessüsten koruyup evvelâ kendi iç dünyasını mânevî marazlardan arındırmakla meşgul olmaktır.

Şunu da unutmamak îcâb eder ki, Cenâb-ı Hakkʼın sıfatlarından biri de “Settâruʼl-Uyûb” yani ayıp ve kusurları gizleyendir. Dolayısıyla gerçek bir müʼminin de bu ilâhî ahlâktan mümkün olduğu ölçüde hisse alması gerekir.

Câfer-i Sâdık Hazretleri buyurur:

“Bir mü’min kardeşine âit, hoş olmayan bir şey duyarsan, onun için birden yetmişe kadar mâzeret kapısı araştır. Bulamazsan; «Belki benim bilmediğim veya anlayamadığım bir mâzereti vardır.» de, sonra da meseleyi kapat!”

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede; “…Tecessüste bulunmayın!..” (el-Hucurât, 12) buyurmaktadır. Böylece müʼminleri, din kardeşlerinin gizli ve mahrem olan hatâ, kusur ve ayıplarını araştırmaktan men etmektedir.

Mü’minler arasında hayâsızlığın şuyû bulmasını (yayılmasını) arzu edenlere, işte onlara, dünya ve âhirette can yakıcı bir azap vardır...” (en-Nûr, 19)

“Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez...” (en-Nisâ, 148)

Zira kâmil bir müʼmin, günahkâra değil, günaha düşmandır. Dolayısıyla günaha duyduğu nefreti, günahkâra taşırmaz. Bilâkis günahkârı, kendisini o günahtan korumakta acze düşmüş, yaralı bir kuş gibi merhamete muhtaç görür. Onu nefret veya hakâretle dışlamak yerine, rencide etmeden, zarif bir üslûp ile îkaz ve irşâd etmeye çalışır. O kardeşini, düştüğü günah çukurundan kurtarıp nezih bir hayata kavuşturmak için, ona yardım elini uzatır. Af ve müsâmaha ikliminde, onun gönlünü kazanmaya gayret eder.
 
Üst