Ölümün Öteki Yüzü

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,207
Beğeni
23,420
Puanları
113
Konum
Erzincan
Ölümün Öteki Yüzü

[1] şeklindeki çağrıyı alan ruh, bir dakika bile burada kalmak istemez. Zira bu çağrının mânâsı, dünyanın sıkıntı, dağdağa ve boğucu havasından sıyrıl.! Yitirdiğin Cennet’e ve ruhun asıl yurduna dön, demektir. Ölümü, bu mânâda bir iltifat çağrısı kabul edenler, dünyaya gelişi bir memuriyet ve askerlik, ondan ayrılışı da bir terhis, bir ikinci doğum ve bir ebedî varoluşa uyanma şeklinde anlar ve merdane yürürler kabre doğru. Azrail arkadaşlığını, İsrafil dostluğuyla bir bilir, Allah’a yürüme ânının her lahzasını Cebrail rehberliğinde miraca yükseliyor gibi zevk ederler. Aslında mü’min, ölüp mezara gömülmeyi, sümbül vermek için toprağın bağrına saçılan bir tohum ve insan olmaya koşan bir sperm gibi görür.

Hangi tohum vardır ki, toprağa atılmış da başağa yürümemiştir.! Hangi sperm vardır ki, “rahm-i mâder”e düşmüş de, orada yokluğa mahkûm olmuştur! Allah, insanı kendi ruhuyla şereflendirmiş ve onu bir ebediyet üveyki olarak donatmıştır. Ceset çürüyüp dağılsa da ruh, O’nun varlığının gölgesinde ebedlere kadar yaşayacaktır. Zaten canı, Can Sahibi’nin aldığını bilenler için ölüm âdeta bir baldır, bir kaymaktır. Onlar için ölüm ve mezar bir perde; bitmeyen bir cümbüş vardır, o da az ileride. Daha şimdiden onlar, imanları, inanç zenginlikleri ve mârifet ufukları ölçüsünde gönül dünyalarında Naîm Cennetleri’nin en mûtena yerlerinde karşı karşıya oturmaktadırlar mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde.. döner durur çevrelerinde çelik çavak gençler, ellerinde kevserlerle köpüren testiler, sürahiler, kadehler… Onlar, ne bir baş ağrısı duyar ne de sarhoşluk hissederler.. ve tercihi kendilerine ait, başlarının üstünde istedikleri kadar meyveler… Canlarının çektiği kuş etleri, sadefleri içinde inciler gibi el değmemiş elâ gözlü eşler.. dal bastı kirazlar.. salkım salkım dolgun muzlar.. uzayıp giden gölgeler.. şakır şakır çağıldayan sular.. ardı arkası kesilmeyen ve yasakla sınırlandırılmayan meyveler… (Bu yaklaşık mealler, Vâkıa’dan.)[2]

Her zaman iyiliğe kilitlenmiş bu insanlar, “Salarlar kendilerini öyle koltuklara ki, orada ne güneş sıcağı görürler ne de zemheriri.. Cennet ağaçları salar gölgelerini her yandan üzerlerine.. ve meyveleri devşirilmeye hazır sarkmıştır burunlarının dibine.” (Bunlar da, İnsan sûresinin bir-iki dar meali.)[3]

“O gün mutlulukla tüllenen öyle yüzler vardır ki, emeklerinin neticeleriyle lütuflandırıldıklarından ötürü o yüksek Cennet’te tam bir hoşnutluk içindedirler.. ve bulundukları yerde boş söz de işitmezler… Orada fışkırıp akan kaynaklar, (oturmaya müsait) yüksek kanepeler, içmeye hazır (dolu) kadehler, yaslanılacak yastıklar ve nefislerden nefis döşemeler vardır.”(Gâşiye’den bir kırık meal.)[4]

“İşte bunlar, mükâfatları, içinde devamlı kalacakları altından ırmaklar akan ‘Adn Cennetleri’dir. (Dahası) Allah onlardan, onlar da Allah’tan hoşnutturlar ve bu rıza makamı da, sadece Rabbi’ne karşı saygılı ve haşyet içinde bulunanlara mahsustur.” (Beyyine’den incelikleri düşünülmeden alınmış ayrı bir meal.)[5]

Evet, “Bunların mükâfatları, Adn Cennetleri’dir; girerler oraya kollarında altın bilezikler, süslenmiş olarak incilerle ve elbiseleri de ipektendir. (Girerken de) ‘Hamdolsun, bizden her türlü tasayı, kederi gideren Allah’a; doğrusu Rabbimiz Gafûr’dur, yarlığar hepimizi; Şekûr’dur, yaptıklarımızın kat katıyla mükâfatlandırır bizi’ derler.”(Fâtır’dan kısa bir alıntı.)[6]

Eğer, sırf cismaniyet adına dahi olsa, ölümün arka yüzü bu ise, bu ten kafesinin parçalanıp dağılmasına ağlayıp inlemek değil, bizi dar bir zindandan, genişlerden geniş bağlara bahçelere alıp götürdüğü için sevinmeliyiz; sevinmeliyiz zira, gönüllerimizde kendini hissettiren ve rüyalarımızın menfezleriyle her gece ruhlarımıza tebessümler yağdıran o büyülü ve baş döndüren âlemin biricik köprüsü var. O da ölümdür; O’nun emri ve izni dairesinde gelen ölüm… Ölümün hakikatini kavramış gönlü imanla, duyguları da aşk ve heyecanla köpük köpük bir muhabbet kahramanı bin can ile koşar Sevgili’ye. O’na kavuşunca da, dünyevî benliğiyle şekerler gibi erir ve şerbete dönüşür. Farklılaşır ve uhrevîlerin letâfetine ulaşır… Ruhanîlerin “hayhuy”u ve meleklerin kanat sesleriyle banyo yapar. Başkalarının, nefsanî kirleriyle çevrelerinde tiksinti uyardıkları bitevî ve tulûu, gurûbu olmayan kederlerle yoğrulduğu kesintisiz bir zamanda o, gül gibi elden ele dolaşır ve uğradığı her yerde misk ü amber gibi koklanır. Cân Hükümdarı da, ona başları döndüren, gözleri kamaştıran ebedî sultanlıklar bahşeder.. onu her zaman yeni yeni teveccühlerle iltifatlandırır.. hususî muamelelerle ağırlar.. Cemaliyle ufkunu aydınlatır.. hoşnutluğundan besteler dinletir ve ruhuna kâse kâse güzellikler içirir. Var olmayı ganimet bilip değerlendirmiş bir mârifet eri; imanı ve aşk u şevki ölçüsünde ahiret pazarının her menzilinde incilerin, elmasların gördüğü teveccühü görür; hayatını suiistimal edenlerin, zifiri karanlıklarda ürkek ürkek dolaşmasına karşılık o, hep ışık görür, ışıklarla hasbıhal eder; ışık atmosferinde sabahlar ve akşamlar; ışık yudumlar ve ışıklar içinde sermest dolaşır; onun ufkuna asla gece uğramaz ve onun mağriblerini kat’iyen gurublar karartamaz. Otağını böyle bir ufka kuran bahtiyar, hemen her zaman insanî duygularının yaratılışına gaye teşkil eden şahikalarda dolaşır; irade ufkundan şuur zirvesine, şuur zirvesinden kalb arşına yükselir ve yükseldiği her burçta kendini ayrı bir mevhibe sofrasının başında bulur ve ayrı bir temâşâ zevkinin vecdini yaşar. Bunlar idrakleri aşkın öyle lütuflardır ki, bir kısmını dünyada bazı gönül erleri duysalar da, tamamını yaşayıp hissetmek ahirete mahsustur.

Bu hususiyete mazhar olacak bir mü’min, hiçbir petekte bulamayacağı balı, hiçbir yerde elde edemeyeceği kaymağı, orada dili damağı arasında bulur. Bu bildiğimiz göklerin ve yerlerin bulunmadığı o sihirli dünyada her şey, bütün o feyizler ve güzellikler kaynağı etrafında sabahlar-akşamlar; sadece O’nu görür, O’nu bilir, O’nu duyar ve O’nun câzibesiyle kendi mahiyet çizgisinin üstüne yükselerek, O’nun varlığının ziyasına bağlanır ve pâr pâr parlamaya başlar.. ve “Bir şûlesi var ki şem-i cânın / Fânûsuna sığmaz âsumânın.” (Gâlib) hakikatinin mücessem bir misali olur.

Eğer bütün bu mazhariyetlere ölüm köprüsünden geçilerek ulaşılabiliyorsa, bence ölüm insanın en tatlı emeli olmalı.. ama hayata çağrı ve ona mazhariyet bize ait olmadığı gibi, ölümü arzu etmek ve istemek de bizim hakkımız değildir. Yaratan çağırınca severek O’na koşarız; “Hele az daha durun” dediğinde de, vuslata karşı sabır mülâhazasıyla dişimizi sıkar dayanırız.


[1] Fecr sûresi, 89/27-30.

[2] Bkz.: Vâkıa sûresi, 56/15-33.

[3] İnsan sûresi, 76/13-14.

[4] Ğâşiye sûresi, 88/8-16.

[5] Beyyine sûresi, 98/8.

[6] Fâtır sûresi, 35/33.
 

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,207
Beğeni
23,420
Puanları
113
Konum
Erzincan
hey gidi ölüm son çare sen'misin. (ağla)
Kıymetli kardeşim çare daima Allah-u Zülcelal’e karsi tövbe etmek ve O’nun merhametine siginmak, tek çikar yoldur. Allah-u Zülcelal o kadar merhametlidir ki, kullarının tövbe edip kendisine yönelmesini istemektedir.
O an ve ömründe ki zaman...
Hesap edemediğin lahzalar içinde ki hicran...
Masum ve mahzunlaştığın, sığınmak için çare aradığın derman...
Yalnızlığın üşüten vakitlerinde göz yaşların düşmek istediğinde boynun büküldüğü zaman...
Derin bir ah çekersin, suskun cümle ve heceleri içinde düğümlendiğini fark edersin ve fakat takatsizsin...
Ruhunun hicran damlaları, kalbinin ummana bıraktığı sezgileri ah u zar içinde düşünmeyi yeğlersin...
 

sempatik_06

Kullanıcı
Katılım
8 Ekim 2014
Mesajlar
868
Beğeni
2,375
Puanları
93
Konum
ÖNCE TÜRKİYE - SONRA ANKARA
Kıymetli kardeşim çare daima Allah-u Zülcelal’e karsi tövbe etmek ve O’nun merhametine siginmak, tek çikar yoldur. Allah-u Zülcelal o kadar merhametlidir ki, kullarının tövbe edip kendisine yönelmesini istemektedir.
O an ve ömründe ki zaman...
Hesap edemediğin lahzalar içinde ki hicran...
Masum ve mahzunlaştığın, sığınmak için çare aradığın derman...
Yalnızlığın üşüten vakitlerinde göz yaşların düşmek istediğinde boynun büküldüğü zaman...
Derin bir ah çekersin, suskun cümle ve heceleri içinde düğümlendiğini fark edersin ve fakat takatsizsin...
Ruhunun hicran damlaları, kalbinin ummana bıraktığı sezgileri ah u zar içinde düşünmeyi yeğlersin...
ustam bu değerli yorumun ve cevabın için teşekkür ederim...
 

gandalf

BozkurT
Kullanıcı
Katılım
2 Aralık 2014
Mesajlar
1,230
Beğeni
3,641
Puanları
113
Konum
Denizli
evet sempatik ustam ne yazıkki son çare ölüm
başka çare vede çözümü yok bu yolun takdiri
ilahi bir gün kapıya gelince minarelerden (inne lille ve inne ileyhi raciun)
deyince müezzin yapacaklarımız artık çok geride kalmış olacaktır.
sağ olunuz lacivert ustam emeğinize sağlık.
 
Üst Alt