Ahlakî Boşluk
Ahlakın kaynağı dindir, değildir tartışmalarının temelinde yatan iki önemli nokta var; bir; ideolojik yaklaşımlar, kabuller, inançlar; iki, ahlaka yapılan tanım farklılıkları.
İdeolojik yaklaşımlardan bahsedelim önce; siyasî, felsefî, ekonomik ve hukukî doktrinler insanlığın ilk gününden bu yana hayatında var olmuş değerlerdir. Basitten mürekkepe sürekli gelişen ve değişen bir ivme izlemiştir bunlar. İhtiyaçların, zaruretlerin, daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu arayışların bu süreci tetiklediğinde hiç şüphe yok. Ama her değişmenin ve gelişmenin iyi olduğunu, insanları bir adım daha öteye götürdüğünü söylemek de zor. Atomu keşfe iyi de, atom bombasını keşfe ne dersiniz? Hele onun kullanılmasına?
Yakın geçmiş Türkiye özelinde hadiseye baktığımızda, 70li yıllar Türkiyesinde ideolojik kamplaşmalar bugün çoklarının hafızasında. Tabii orta yaşını aşmış insanlar için geçerli bu durum. Genç kuşak ise ancak arşiv çalışması ile o günleri öğrenebilir. Anlayabilir demiyorum; anlayamaz. Hatta o kamplaşmalar döneminde en önden en arkaya saflarda yerini alanlar kendi çocuklarına bile o günleri anlatamaz. Anlatırlar ama Dede Korkut hikayelerini anlattıkları gibi anlatırlar; anlatırlar da anlamalarını sağlayamazlar. Neden? Çünkü bir hiç uğranadır yaşanan şeyler de onun için. Dünyaya bizim baktığımız yerden bakanlar için geçerli tabii bu hiç uğruna kaydı.
O süreçte dünya hakimiyetini elinde tutmak isteyen, soğuk ve sıcak savaşlarla iktidarını devam ettirmek, pekiştirmek arzu eden devletlerin rolünü unutmamak lazım. Dış politikada bir metod bu maalesef. Gençlik hissiyat ve hevesatıyla kolayca provake edilebilen gençleri kendi emellerine alet etmişlerdir o devletler, devletlerin arkasındaki derin güçler. Bu sözlerimle dengeyi sağlamaya çalıştım. Ev sahibi olarak bizler de, hırsızlar olarak onlar da suçlu bu vetirede demek için kaydettim son cümleleri.
Yakın geçmişte ülkemizde görülen ve bugün de farklı boyutları ile devam eden bu vetirede rol alan insanlar, zihinlerindeki mevcud ideolojik şartlanmışlıktan dolayı Müslümanın anladığı anlamda ahlakı, insanî bir değer olarak kabullenmekte zorlanıyorlar. Kendilerinin belirlediği ahlaka, daha doğru tabirle etike, ideolojilerinde dine yer olmadığı için kaynağını dinden almayan ahlak deyip geçiyorlar.
Katiyyen ifade edebilirim ki samimi değiller bu düşüncelerinde. En basitinden, genç bir kızın evlilik öncesi konuştuğu gençle cinsî münasebetine ferdî irade, özgürlük, kültür, deneyim vs. kapsamı içinde evet diyorlar; ama aynı şey kendi kızlarının seçimi olduğunda kapı gibi karşılarına çıkıyorlar. Samimi değiller derken işte bu çifte standartlı davranışlarını nazara aldım. Bunların en samimisi evlenme niyetinde ciddi erkekle birleşmesine evet, ama aynı şeyi birçok genç erkekle yapmasına yine hayır diyorlar. Şimdi şöyle sorma hakkımız değil mi; nerede ferdî irade ve özgürlük? İrade onun, seçim hakkı onun, ister bir, isterse bin kişiyle beraber olur, anne babası da olsan sana ne? Yüzlerce ayrı alanda misal verebilirim böylesi çifte standartlı görüşlere.
İkincisi ise ahlakın tanımı idi; onlara göre etik değişebilen doğrulardan müteşekkil. Kişiden kişiye, devirden devire, toplumdan topluma. Bunun manası etik, değişmeyen değil sürekli değişen değerler üzerine kuruludur. İyi ama değişen değerler üzerine, değil insanlığın bütününü ilgilendiren toplumsal bir düzen, anne-baba ve çocuk üç kişiden müteşekkil aile hayatını ikame edilemez ki?
İngilizce de bir tabir var; so what? Eeee, öyleyse demek. So whatın devamı şu; bu zihniyetle bırakın mesafe almayı, bir yere varmayı yola bile çıkılamaz. Ben çıkmam, sizi bilmem.
Ahmet Kurucan
Ahlakın kaynağı dindir, değildir tartışmalarının temelinde yatan iki önemli nokta var; bir; ideolojik yaklaşımlar, kabuller, inançlar; iki, ahlaka yapılan tanım farklılıkları.
İdeolojik yaklaşımlardan bahsedelim önce; siyasî, felsefî, ekonomik ve hukukî doktrinler insanlığın ilk gününden bu yana hayatında var olmuş değerlerdir. Basitten mürekkepe sürekli gelişen ve değişen bir ivme izlemiştir bunlar. İhtiyaçların, zaruretlerin, daha iyiyi, daha güzeli, daha doğruyu arayışların bu süreci tetiklediğinde hiç şüphe yok. Ama her değişmenin ve gelişmenin iyi olduğunu, insanları bir adım daha öteye götürdüğünü söylemek de zor. Atomu keşfe iyi de, atom bombasını keşfe ne dersiniz? Hele onun kullanılmasına?
Yakın geçmiş Türkiye özelinde hadiseye baktığımızda, 70li yıllar Türkiyesinde ideolojik kamplaşmalar bugün çoklarının hafızasında. Tabii orta yaşını aşmış insanlar için geçerli bu durum. Genç kuşak ise ancak arşiv çalışması ile o günleri öğrenebilir. Anlayabilir demiyorum; anlayamaz. Hatta o kamplaşmalar döneminde en önden en arkaya saflarda yerini alanlar kendi çocuklarına bile o günleri anlatamaz. Anlatırlar ama Dede Korkut hikayelerini anlattıkları gibi anlatırlar; anlatırlar da anlamalarını sağlayamazlar. Neden? Çünkü bir hiç uğranadır yaşanan şeyler de onun için. Dünyaya bizim baktığımız yerden bakanlar için geçerli tabii bu hiç uğruna kaydı.
O süreçte dünya hakimiyetini elinde tutmak isteyen, soğuk ve sıcak savaşlarla iktidarını devam ettirmek, pekiştirmek arzu eden devletlerin rolünü unutmamak lazım. Dış politikada bir metod bu maalesef. Gençlik hissiyat ve hevesatıyla kolayca provake edilebilen gençleri kendi emellerine alet etmişlerdir o devletler, devletlerin arkasındaki derin güçler. Bu sözlerimle dengeyi sağlamaya çalıştım. Ev sahibi olarak bizler de, hırsızlar olarak onlar da suçlu bu vetirede demek için kaydettim son cümleleri.
Yakın geçmişte ülkemizde görülen ve bugün de farklı boyutları ile devam eden bu vetirede rol alan insanlar, zihinlerindeki mevcud ideolojik şartlanmışlıktan dolayı Müslümanın anladığı anlamda ahlakı, insanî bir değer olarak kabullenmekte zorlanıyorlar. Kendilerinin belirlediği ahlaka, daha doğru tabirle etike, ideolojilerinde dine yer olmadığı için kaynağını dinden almayan ahlak deyip geçiyorlar.
Katiyyen ifade edebilirim ki samimi değiller bu düşüncelerinde. En basitinden, genç bir kızın evlilik öncesi konuştuğu gençle cinsî münasebetine ferdî irade, özgürlük, kültür, deneyim vs. kapsamı içinde evet diyorlar; ama aynı şey kendi kızlarının seçimi olduğunda kapı gibi karşılarına çıkıyorlar. Samimi değiller derken işte bu çifte standartlı davranışlarını nazara aldım. Bunların en samimisi evlenme niyetinde ciddi erkekle birleşmesine evet, ama aynı şeyi birçok genç erkekle yapmasına yine hayır diyorlar. Şimdi şöyle sorma hakkımız değil mi; nerede ferdî irade ve özgürlük? İrade onun, seçim hakkı onun, ister bir, isterse bin kişiyle beraber olur, anne babası da olsan sana ne? Yüzlerce ayrı alanda misal verebilirim böylesi çifte standartlı görüşlere.
İkincisi ise ahlakın tanımı idi; onlara göre etik değişebilen doğrulardan müteşekkil. Kişiden kişiye, devirden devire, toplumdan topluma. Bunun manası etik, değişmeyen değil sürekli değişen değerler üzerine kuruludur. İyi ama değişen değerler üzerine, değil insanlığın bütününü ilgilendiren toplumsal bir düzen, anne-baba ve çocuk üç kişiden müteşekkil aile hayatını ikame edilemez ki?
İngilizce de bir tabir var; so what? Eeee, öyleyse demek. So whatın devamı şu; bu zihniyetle bırakın mesafe almayı, bir yere varmayı yola bile çıkılamaz. Ben çıkmam, sizi bilmem.
Ahmet Kurucan