Aşka Sevdalanma
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Aşkın Sırrı
Bir zamanlar yaşlı bir adam ah çekmeyi, gözyaşı dökmeyi âdet edinmişti. Bir dostu ona bunun sebebini sordu. O da anlattı:
Ben bir köle tüccarıydım. İstanbulda, 300 liraya bir cariye satın almıştım. Yüzü aydan aydın, dudağı şekerden tatlı bir dilberdi. İşve ve naz mesleğinde onu yetiştirdim. Çok emek çektim. Çok gayret sarf ettim.
Pazara götürdüğümde pazar kızıştı, müşteri çoğaldı, fiyat yükseldi.
Satmadım, bekledim.
İkindi bereketi, silahlar kuşanmış karayağız bir delikanlı atının üstünde çıkageldi. Benim kölemi görünce atından indi, yanına yaklaştı, gülümsedi ve:
Adın ne? dedi. Kölemin de ona gülümsediğini gördüm. Delikanlı bana döndü ve fiyatını sordu. Kendisi tam ayar altın bebektir ve tam ayar bin altın eder. dedim. Hiçbir şey söylemedi. Oralarda biraz gezinip oyalandı. Sonra kölenin avucuna gizlice bir şey verip gitti.
Akşam olunca bunun yüz altın olduğunu gördüm. Şaşırmıştım.
Ertesi gün kölemin değeri daha da arttı. Ben satmayı geciktiriyordum.
O gün ikindi vakti o delikanlı yine geldi.
Yine kızın avucuna bir şey bıraktı. Baktım, yüz altın daha.
Böyle dört gün devam etti. Beşinci gün delikanlıyı takip ettim. Kaldığı yeri öğrendim.Sordum, soruşturdum. En son atını satmış. Altıncı gün köle pazarına yine geldi. Lakin köleyi yalnızca uzaktan seyretti. O gece kızın elinden tutup delikanlının evine götürdüm.
Benim bu gece acil bir işim çıktı. Bu köleyi sana emanet bıraksam yarına kadar kollayıp gözetir misin? dedim.
Önce kabul etmek istemedi, sonra razı oldu.
Ben kaldığım hana döndüm. Gece aralarında nasıl geçer, beraberlikleri ne şekilde yürür diye düşünerek yatağıma oturdum. Gece yarısına doğru kapım şiddetle yumruklanmaya başladı. Açtım. Kölem ağlıyor ve titriyordu.
Sana ne oldu; o genç ile aranızda ne geçti? dedim. Ağlaması durmuyordu. Neden sonra mırıldandı:
-O genç öldü.
-Bu nasıl oldu peki?
-Sen ayrılınca beni iç odaya aldı. Bana yemek getirdi. Ben yerken o oturup beni seyretti. Elimi yıkamam için leğen getirdi. Sonra bir yatak serdi. Üzerime misk ve gülsuyu serpti. Bana gözlerimi yummamı söyledi. Yumdum. Parmağını yanağıma koydu.
Subhanallah! Bu ne güzel sevgili; ne etkileyici bir güzellik! diyor, bunu tekrarlayıp duruyordu.
Sonra birden, Allahım hata ettim, haddi aştım, affet beni! dedi ve sonra:
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
Allaha aitiz ve ona döneceğiz! ayetini okuyarak haykırdı, düştü.
Gözümü açıp vücudunu sarstım. Canını Allaha teslim etmişti.
Kölem bunları anlattıktan sonra sabaha kadar ağladı ve gün doğarken o gencin adını sayıklayarak ruhunu teslim etti.
İşte benim bütün bu ağlamalarım günahtan kaçınarak sevgilerine leke getirmeyen o iki âşıkın anısınadır.
O iki temiz ve zarif genç gibisini belki bir gün bir yerde buluveririm diye dünyada dolanıp durmadayım. Yaşadıkça bu arayışımı sürdürecek ve böyle öleceğim.
İskender Pala
Sevgiliye duyulan aşk ile ilahi aşkın aynı anda hissedilebileceğini fısıldıyor öyküler okuruna. Yaradana olan aşkın yoğunluğu arttıkça, sevgiliye duyulan aşkın eksilmesi gerekmez ki diyor Aşkname, Aşkî İlyas Efendinin dilinden
Senai Demirci, Canla Bağışla adlı kitabında şöyle diyor: Bize karşılıksız verdiğini, bizden cennet karşılığı satın almak istiyor O Müşteri.
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

Aşkın Sırrı
Bir zamanlar yaşlı bir adam ah çekmeyi, gözyaşı dökmeyi âdet edinmişti. Bir dostu ona bunun sebebini sordu. O da anlattı:
Ben bir köle tüccarıydım. İstanbulda, 300 liraya bir cariye satın almıştım. Yüzü aydan aydın, dudağı şekerden tatlı bir dilberdi. İşve ve naz mesleğinde onu yetiştirdim. Çok emek çektim. Çok gayret sarf ettim.
Pazara götürdüğümde pazar kızıştı, müşteri çoğaldı, fiyat yükseldi.
Satmadım, bekledim.
İkindi bereketi, silahlar kuşanmış karayağız bir delikanlı atının üstünde çıkageldi. Benim kölemi görünce atından indi, yanına yaklaştı, gülümsedi ve:
Adın ne? dedi. Kölemin de ona gülümsediğini gördüm. Delikanlı bana döndü ve fiyatını sordu. Kendisi tam ayar altın bebektir ve tam ayar bin altın eder. dedim. Hiçbir şey söylemedi. Oralarda biraz gezinip oyalandı. Sonra kölenin avucuna gizlice bir şey verip gitti.
Akşam olunca bunun yüz altın olduğunu gördüm. Şaşırmıştım.
Ertesi gün kölemin değeri daha da arttı. Ben satmayı geciktiriyordum.
O gün ikindi vakti o delikanlı yine geldi.
Yine kızın avucuna bir şey bıraktı. Baktım, yüz altın daha.
Böyle dört gün devam etti. Beşinci gün delikanlıyı takip ettim. Kaldığı yeri öğrendim.Sordum, soruşturdum. En son atını satmış. Altıncı gün köle pazarına yine geldi. Lakin köleyi yalnızca uzaktan seyretti. O gece kızın elinden tutup delikanlının evine götürdüm.
Benim bu gece acil bir işim çıktı. Bu köleyi sana emanet bıraksam yarına kadar kollayıp gözetir misin? dedim.
Önce kabul etmek istemedi, sonra razı oldu.
Ben kaldığım hana döndüm. Gece aralarında nasıl geçer, beraberlikleri ne şekilde yürür diye düşünerek yatağıma oturdum. Gece yarısına doğru kapım şiddetle yumruklanmaya başladı. Açtım. Kölem ağlıyor ve titriyordu.
Sana ne oldu; o genç ile aranızda ne geçti? dedim. Ağlaması durmuyordu. Neden sonra mırıldandı:
-O genç öldü.
-Bu nasıl oldu peki?
-Sen ayrılınca beni iç odaya aldı. Bana yemek getirdi. Ben yerken o oturup beni seyretti. Elimi yıkamam için leğen getirdi. Sonra bir yatak serdi. Üzerime misk ve gülsuyu serpti. Bana gözlerimi yummamı söyledi. Yumdum. Parmağını yanağıma koydu.
Subhanallah! Bu ne güzel sevgili; ne etkileyici bir güzellik! diyor, bunu tekrarlayıp duruyordu.
Sonra birden, Allahım hata ettim, haddi aştım, affet beni! dedi ve sonra:
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
Allaha aitiz ve ona döneceğiz! ayetini okuyarak haykırdı, düştü.
Gözümü açıp vücudunu sarstım. Canını Allaha teslim etmişti.
Kölem bunları anlattıktan sonra sabaha kadar ağladı ve gün doğarken o gencin adını sayıklayarak ruhunu teslim etti.
İşte benim bütün bu ağlamalarım günahtan kaçınarak sevgilerine leke getirmeyen o iki âşıkın anısınadır.
O iki temiz ve zarif genç gibisini belki bir gün bir yerde buluveririm diye dünyada dolanıp durmadayım. Yaşadıkça bu arayışımı sürdürecek ve böyle öleceğim.
İskender Pala
Sevgiliye duyulan aşk ile ilahi aşkın aynı anda hissedilebileceğini fısıldıyor öyküler okuruna. Yaradana olan aşkın yoğunluğu arttıkça, sevgiliye duyulan aşkın eksilmesi gerekmez ki diyor Aşkname, Aşkî İlyas Efendinin dilinden
Senai Demirci, Canla Bağışla adlı kitabında şöyle diyor: Bize karşılıksız verdiğini, bizden cennet karşılığı satın almak istiyor O Müşteri.