Atalarımız | Sayfa 3 | Define işaretleri ve anlamları

Atalarımız

BAYBURTLU

Kullanıcı
Katılım
26 Aralık 2014
Mesajlar
325
Beğeni
1,017
Puanları
93
Yaş
39
Selçuklular çok güçlü bir devlet olarak Ruslar'ı da denetim altına almışlardı. İranlı tarihçi Ravendi, 1192-1196 yılları arasında hükümsüren Selçuklu Sultanı Keyhüsrev'i anlatırken şöyle diyor: "Allah'a şükür ki Arap, Acem, Doğu Roma ve Rus topraklarında söz, Türklerindir. Türklerin kılıçları karşısında duyulan korku; komşu halkların yüreklerinde yaşar."
 

BAYBURTLU

Kullanıcı
Katılım
26 Aralık 2014
Mesajlar
325
Beğeni
1,017
Puanları
93
Yaş
39
Orhan Gazi

Orhan Gazi, son derece dindar, adaletli ve tebaasına kendisini sevdirmesini çok iyi bilen bir Padişahtı. Bizzat halk içine girer, onlarla yemek yer ve dertleşirdi. Hareketlerinde çok hesaplı davranır ve hiç telâş etmezdi. İznik’i fethettiği zaman Hristiyanlara göstermiş olduğu insanca muamele, dillere destan olmuştu.

Orhan Gazi’nin her yönden büyük bir insan olduğunu sadece Türkler değil, birçok yabancı tarihçiler dahi tasdik etmişlerdir.
Orhan Gazi daha 15 yaşında iken harplere iştirak etmiş ve hayatının büyük bir kısmı harp meydanlarında geçmiştir. Babasından 16.000 kilometrekare olarak teslim aldığı toprakları altı misline çıkararak 95.000 kilometrekare yapmıştır.

Orhan Gazi bir devlet reisi sıfatı ile harplerde bizzat ordularının başında daima bulunmuştur. Devletin muntazam bir idare sistemine bağlanması lüzumunu görmüş ve teşkilât işini ise, Alâeddin Paşa ile Şeyh Edebali’nin bacanağı Çandarlı Kara Halil Paşa’ya havale etmişti.

Orhan Bey’in büyük oğlu Süleyman Paşa, kendisinden önce vefat etmiştir. Kendi sağlığında iken başkumandanlık vazifesini ikinci oğlu Murad Hüdavendigâr’a devretmiştir.

 

BAYBURTLU

Kullanıcı
Katılım
26 Aralık 2014
Mesajlar
325
Beğeni
1,017
Puanları
93
Yaş
39
Macar Subayının Kızı

Sultan II. Murad devri. 1441 senesinde Macaristan üzerine yapılan bir akında, Akıncı birliklerimiz pusuya düşürüldü ve bir çok asker ile birlikte Akıncı kumandanlarından Rüstem bey de esir edildi. Rüstem bey, gayet yakışıklı ve zeki bir gençti. Macar kumandanı ondan hoşlandı ve kendi hizmetine aldı. Konağında ona bir oda verdi ve bütün şahsi işlerini ona havale etti. Gayet dindar olan Rüstem Bey, şartlar ne olursa olsun beş vakit namazını bırakmaz ve vakti girince hemen kılardı. Her işin üstesinden kolayca gelmesi ve kıvrak zekası sayesinde ibadetine kimse karışmıyordu. Macar subayının genç bir kızı vardı. Gayet güzel ve zeki olan bu kız, Rüstem Beye aşık olmuştu. Fakat bir Müslümana olan bu hislerini kimseye söyleyemiyordu. Rüstem Beyi uzaktan takibeder, bilhassa namaz kılarken gizlice onu seyreder, hayran hayran bakarak gözyaşları içinde; “Allahım, bana da bu Osmanlının dinine girip, onun gibi ibadet etmeyi nasib eyle!” diye yalvarırdı. Genç kız bu aşk ve hasretten hastalanarak yatağa düştü. Hiçbir hekim onun derdine çare bulamadı. Artık son anlarını yaşıyordu. Bütün ailesi başına toplanmışlar, gözyaşları içinde dua ediyorlardı. Kız bir ara gözlerini açarak;

-Esirimiz olan o Osmanlıyı da görmek istiyorum, dedi.

Rüstem beyi hemen çağırdılar. Kız, ona yaklaşmasını işaret etti ve yakınına gelince kulağına;

-Bizim buralarda âdettir, bir kadın ölünce mücevherleriyle birlikte gömerler. Ben ölüyorum. Yarın mezarıma gel ve tabutumu aç, yanıma koyacakları mücevherleri al. Onları satarak parasını babama ver ve böylece hürriyetine kavuş, dedi.

Biraz sonra da bir şeyler mırıldanarak ruhunu teslim etti. Yüzü nurlanmış, sanki gülümsüyordu. Ertesi gün mezarlığa giden Rüstem Bey, kızın mezarını açtı. Tabutun kapağını kaldırınca, gördüğü manzara karşısında şok geçirdi; tabutta yatan, kendi babasıydı. Fakat bu nasıl olurdu; kendi memleketi, buradan bir aylık mesafede bir Anadolu kasabasıydı. Rüstem bey biraz sonra kendini toparladı ve tabuttaki mücevherleri alarak mezarı kapattı. Ertesi gün çarşıya giderek mücevherleri sattı ve Macar subayına bu altınları vererek kendisini serbest bırakmasını istedi.

Macar subayı;

-Ben senin hizmetinden memnunum. İstersen burada hür olarak yanımda çalışmaya devam edebilirsin, istersen memleketine dönebilirsin, dedi ve bir emanname yazarak ona verdi.

Rüstem bey hemen yola çıktı ve haftalarca yol giderek memleketine ulaştı. Bir akşamüzeri evine geldi. Kapıda oğlunu gören annesi, sevincinden az kalsın bayılıyordu. Bir müddet hasret giderdikten sonra Rüstem bey, babasını sordu.

Annesi;

-Oğlum baban sizlere ömür, geçen ay vefat etti, dedi.

Rüstem beyin içine bir kurt düşmüştü.

-Tam olarak gününü ve saatini biliyor musun anne? diye sordu.

Aldığı cevap onu daha çok hayrete düşürdü. Çünkü babası, Macar subayının kızı ile aynı anda ölmüştü. Rüstem bey o gece mezarlığa giderek babasının kabrini buldu. Yanında getirdiği kürekle mezarı açtı. Bir de ne görsün! Mezarda yatan Macar subayının kızı idi. Bembeyaz kefene sarılmış, yüzü ay gibi parlıyor, sanki Rüstem beye gülümsüyordu. Daha taptaze duruyordu. Hemen mezarı kapatarak eve döndü. Ertesi gün annesinden, babası hakkında bilgi istedi;

-Anne, babam nasıl birisiydi?

-Oğlum, biliyorsun, baban hocaydı. Talebelere ilim öğretir, camide vaaz verirdi. Fakat kendisi bunları tam tatbik etmezdi. En mühimmi de, gece yarısı guslü icabettiren durum olunca, ‘Şu gusül olmasa ne iyi olurdu, gecenin bu vaktinde nasıl gusledilir, nereden çıktı bu’ diye söylenirdi.”

Rüstem bey, o zaman bu işin hikmetini anladı. Namaza aşık olan bir kafir kızına son nefeste iman nasib olmuş, bir farzı lüzumsuz gören bir hoca da imansız ölmüştü...
 

BAYBURTLU

Kullanıcı
Katılım
26 Aralık 2014
Mesajlar
325
Beğeni
1,017
Puanları
93
Yaş
39
'LA GRANDE AQUİLA E MORTA' (Büyük Kartal öldü).
 

BAYBURTLU

Kullanıcı
Katılım
26 Aralık 2014
Mesajlar
325
Beğeni
1,017
Puanları
93
Yaş
39
Önümüzde PEYGAMBER Yürürken Ata Binmek Olurmu?

Yavuz Sultan Selim Han Mısır Seferi'ne giderken Memlük ordusunun çevrilmeyen sabit toplarının arkasından Memlük ordusuna girebilmek için ordunun yolunu değiştirerek Sina Çölü'nden geçmeye karar vermişti.Kimilerine göre büyük bir delilik olan bu karar orduyu gayet huzursuz etmiş asker Yavuz'un çadırını ok yağmuruna tutmuştu.Öfkesiyle bilinen Yavuz Sultan Selim Han çadırından fırlayarak:

-Kim karısının sıcak koynuna dönmek isterse varsın gitsin ben tek başımada savaşa giderim diyerek ordunun sesini kesmişti.

Kızgın çölde günlerce ilerleyen ordu çöldeki akrep,yılan ve binbir türlü haşarat ile uğraşıyor,geceleri Arap kabilelerinin ani saldırılarına maruz kalıyordu.

Yine 12.gün artık ordunun canına tak ettiği sıcaklığın 50 dereceye ulaştığı bir anda Cihan serdarı Yavuz birden atından indi.Ordu şaşırmış,Yavuz'un attan inmesiyle mecburen tüm ordu attan inmişti bu bir delilikti bu sıcakta ayakların pişebileceği sıcakta attan inilirmiydi.Kimse cesaret edip soramıyordu Yavuz'un neden attan indiğini çünkü bu işin sonunda kelleleri gidebilirdi.Biçare Yavuz'un can yoldaşı Hasan Can'a gittiler.Git Sultan'a sor bu sıcakta attan inilirmi ordu isyan etmek üzere.

Fakat Yavuz, büyük bir edeb ve huşu içinde yürümeye devam etmektedir. Hasan Can sorar:

-Sultanım bu sıcakta attan neden indiniz ordu isyan etmek üzere
Yavuz sakin bir edayla cevap verir:

-Önümüzde Fahr-i Kainat Muhammed Mustafa(s.a.v) yürürken ata binmen ne haddimize.

İşte Yavuz ve ordusu bu olayla birlikte Sina Çölünü 13 günde geçerek Memlükleri yenmiş ve İslam Halifeliğini Osmanlılara geçirmiştir.
 

BAYBURTLU

Kullanıcı
Katılım
26 Aralık 2014
Mesajlar
325
Beğeni
1,017
Puanları
93
Yaş
39
TÜRK KAFASI

Sultan Abdülaziz Hân ve beraberindekiler, 1867’de Paris’te yeni imal edilmiş makinelerin görücüye çıktığı sergiyi gezmektedirler. Padişah, çember şeklinde bir cetvel ve önünde asılı kadife kaplı bir toptan meydana gelen makinenin önünde durur. Bu makine, günümüz lunaparklarında da görülen, topa atılan yumrukla kol kuvvetinin ölçüldüğü ilkel bir makinedir.

Osmanlı sultanı topun aldığı darbeye göre ibrenin cetvel üstünde hareket ettiği dinamometrenin adını sorar. Kısa süren bir kararsızlığın ardından bir Fransız yetkili yutkunarak cevap verir:

“Tete Turkue”

Mevsim yazdır ama buz gibi bir hava eser ortalıkta... Fransız kaşif, “Türk Kafası” adını verdiği makinenin önünde Osmanlı Padişahının duracağını nereden bilebilirdi ki? Demek Avrupa için Türklerin kafası yumruk atmaya yarıyordu. Sessizliği yine Sultan Abdülaziz Hân bozar:
“Halil Paşa, göster bakalım şunlara Türk kolunun kuvvetini!”
Kayserili Halil Paşa, Abdülaziz Hân gibi heybetli birisidir.

“Emriniz başım üstüne hünkârım!” dedikten sonra ceketini çıkarır ve gömleğinin kollarını sıvar. Herkes nefesini tutmuş olacakları beklemektedir. Halil Paşa yaradana sığınıp öyle bir yumruk savurur ki, dinamometrenin dağılan yuvarlak ibresi bir Fransız’ın, kopan topu başka bir Fransız’ın, yayları da etrafta toplanan öteki diğer Fransızların ayaklarının dibine savrulur.

Dağılan makinenin karşısındaki Halil Paşa alaycı bir dille şunları söyler:

“Bu Türk kafası değildir Sultanım! Bu olsa olsa, Avrupa kafası olmalı ki bir vuruşta dağıldı.”
 
Üst