Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
İnsanın kendini sorgulaması, kritiğe tabi tutması ve hep olması gerekenle olduğu yeri düşünüp ona göre yeniden derlenip toparlanması diyebileceğimiz muhasebe, bir anlamda dini yaşantımızın çok önemli bir yanını oluşturuyor. İnsan ne kadar kendini sorguya çeker ve boşluklarının farkında olursa o kadar dini yaşantısına çeki düzen verebilir ve kendisine tevdi edilen emaneti hakkıyla taşımaya muvaffak olur. Yapılan hataların, işlenilen günahların muhasebe ile farkına varıldığı gibi, yapılması gerekip de yapılamayanlar da yine muhasebe ile anlaşılabilir.
Muhasebe yapabilmek için her şeyden önce insanın, neleri sorgulaması gerektiğini bilmesi yani konumunun farkında olması gerekir. Kim olduğunu, niçin yaratıldığını, insan olmanın ne demek olduğunu yine insan olmanın hangi sorumlulukları beraberinde getirdiğini bilemeyen bir insanın kendisini bu anlamda sorguya çekmesi veya buna ihtiyaç hissetmesi düşünülemez. Muhasebe yapma, nefsini sürekli kritiğe tabi tutma ve yeri geldiğinde onu yerden yere vurma ancak bilen insanın işidir ve varlığın anlamının farkında olmanın emaresidir.
İnsanın Mahiyeti
İnsan olarak yaratılma ve yeryüzüne Kur’an’ın ifadesiyle ‘mirascı’ kılınma kişiyi sürekli muhasebeye sevketmelidir. Tam olarak hakkı zor verilse de insan “kulluğumu ne kadar yerine getirebiliyorum?” endişesi içinde olmalı ve hep eksiklikleri tamamlama peşinde koşmalıdır. İnsana tevdi edilen bu emaneti zayi etmeme ve hakiki Sahibine teslim edebilme; “Biz, emaneti (teşriî açıdan değil, tekvinî zâviyeden) göklere, yere, dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve böyle bir sorumluluktan korktular. (Mahiyet ve donanımı itibarıyla) bu emaneti insan üzerine aldı. Doğrusu (pek çoğu itibarıyla) insanoğlu, (bu emanetin hakkını gözetemediğinden), çok zalim ve çok cahil bir duruma düştü.” ayetinde de anlaşıldığı gibi zorlardan zor bir meseledir. Varlığın tekliften, sorumluluktan kaçındığı bir yerde insan bu mesuliyeti yüklenmiş ve zora talip olmuştur.
Bütün mahlukatın içerisinde insana diğerlerinden farklı olarak akıl ve şuur ihsan edilmiş ve ona farklı bir mana yüklenmiştir. Düşünebilme, değerlendirebilme, doğruyu yanlışı birbirinden tefrik edebilme istidatlarının yanında inkişafa açık birçok latifelerle donatılmış ve bütün bunlarla Zat-ı Uluhiyete ayna olma ve marifete ulaşma, oradan da muhabbete erme ve kulluk mertebelerinde adım adım ilerleme vazifesiyle donatılmıştır. İmanı ve marifetiyle yeryüzüne mirasçı kılınmış ve orada tasarruf yetkisi verilmiştir.
Nasıl Bir Muhasebe?
İnsanın bulunduğu konuma, mekana, makama ve genel anlamda içinde bulunduğu nimetlerin keyfiyetine göre muhasebesi değişir. Muhasebe duygusu kimileri için yapması gereken ibadetleri hakkıyla yapıp yapmadığını sorgulaması ve günahlarını hatırlayarak tekrar dirilme azminde olması, kimileri içinse bunların yanında bulunduğu makamın mesuliyetiyle iki büklüm olması, ardından da yarın bütün bunlardan sorguya çekileceğini bilerek bununla kıvranması şeklinde tezahür eder.
Herkesin aynı hassasiyetle ciddi bir muhasebe yapması beklenemez ama böyle bir muhasebe, insanın imanının gereğidir. İnsanın muhasebesi imanıyla doğru orantılıdır. İmanı bir Hz. Ebu Bekir ölçüsünde olanın ve insan olmanın ne demek olduğunu hakkıyla bilen birinin ifadelerinden “Keşke insan olarak yaratılmasaydım.” dökülür ve o hesap düşüncesiyle iki büklüm olur. Yine bir Hz. Ömer gibi düşünen ve öyle ciddi inanan bir insana da her gün “Acaba bugün Allah için ne yaptım.” diyerek kıvranmak düşer. Biraz şuurlu bir insana, kalp taşıyana da düşen budur. Sürekli Allah’ın görüyor olması düşüncesiyle hareket edip haraketlerini ve davranışlarını ona göre ayarlama, farzları kılı kırk yararcasına yapıp, nafilelerle kurbet ve Allah’a yakın olma peşinde bulunma, yine Allah’ı ve O’nun yüce davasını anlatma yolunda mücadele verme, gayret gösterme sağlam bir muhasebe ile ortaya çıkar. İnsan, yapacağı ciddi bir muhasebe ile olması gerekenle olduğu yer arasındaki boşlukları görür ve eksiğini gediğini tamire çalışır; sonra da Allah’ın merhametine sığınır, O’ndan yardım dilenir.
Kıssadan Hisse
Verilen dünya hayatının çok iyi değerlendirilmesi ve ölçülüp biçilip ciddi bir şekilde yaşanması gerektiği hepimizin malumudur. Hepimiz inanırız ki, bizim olmayan şeylere el uzatma, başkalarının hakkına girme büyük bir vebaldir. Fakat insanın mahiyeti unutmaya, gaflete ve sorumsuzluğa açık olduğundan bütün mesuliyetlerini hakkıyla yerine getiremez; bazen şaşırır, bazen düşer, bazen de yanlışa sapar. Yine herkesin malumudur ki, önemli olan bütün bu olanlardan sonra insanın muhasebesini yaparak büyük muhasebeye hazırlıklı olmasıdır. Başına gelen bir hadiseyle teyakkuza geçen ve yeniden sırat-ı müstakimde yürümeye gayret gösteren insanların kıssaları anlatılır. Bize onların içeriğini sorgulamak yerine onlardan ders almak düşer. İşte onlardan biri:
Eski zamanlarda varlıklı, zengin bir kadın vardır. Ölümü yaklaşmış ve o bunu hissetmektedir. Ama yeterince hazırlanamadığından belki de ölümün mahiyetini tam bilemediğinden çok korkmaktadır. Kabirde yalnız kalacağı düşüncesi de onu ciddi manada ürkütmektedir. Zengin olduğundan kabirde hiç olmazsa sorgu-sual anında yanında olacak ve kendisini bu korkunç hesap anında yalnız bırakmayacak birine ciddi mükafaat vadeder. Paraya ihtiyacı olan biri de sorgu-sual anında kadının yanında olmayı kabul eder. Derken gün gelir kadın ölür. Kabirde kadına refakat edecek adam da yoldan bir çubuk almış, eline vura vura oynayarak gidiyor. Kadını gömerler, ardından da yanında fakir adam için hazırlanmış yere de onu koyarlar. Yaşamını sürdürecek kadar bir delik açmayı de ihmal etmezler. Ne de olsa ertesi gün oradan çıkacak ve rahat bir hayat sürecektir. Ama hiç düşündüğü gibi olmaz. Münker ve Nekir gelir. Bu adamı görünce, “bu kadın zaten burada önce şu adama bir bakalım” derler. Başlarlar onu hesaba çekmeye. Elindeki çubuğu görünce “Bu nedir?” derler, sonra “Nerden aldın?” diye sorarlar. O da “komşunun bahçesinden aldım” diye cevap verir. Bir topuz vururlar ona. Adam neye uğradığını şaşırır. “Neden izinsiz aldın?” derler, tabi bunların hiçbirine cevap veremez, bir de topuzu yer. Adam kabre girdiğine, gireceğine pişman olur. Oradan çıkar ve komşusunun bahçesinden izinsiz aldığı bir çubuğun hesabını veremeyen bu garip adam koca bir hayatın hesabını nasıl vereceğini kara kara düşünmeye başlar. Evet, Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve selefin anlattığı şeyler hep hesabın çok zor ve güç olacağı yönünde.. ve bütün bu bahsedilenler bizi bu konuda biraz daha hassasiyete çağırıyor.
Geçmişin Muhasebesi
Bazı büyük zatlar insanın geçmişe bakarken hep nasıl bir hayat geçirdiğini iyiden iyiye muhasebe ederek, tartarak aklına gelen eksikliklerini unutmamaya çalışmasını hatta onları –kimseye fark ettirmeden– bir yere kaydetmesini tavsiye ediyor. Çünkü insanın hayatında iniş çıkışlar olabilir. Bunun iki güzelliği olabilir; birici olarak insan sürekli geçmişi tamir etmeye ve onları tevbe ve istiğfarla gidermeye çalışır, üzerindeki kul haklarını da affettirmeye gayret gösterir. İkinci olarak ise, insan yaptığı hayırlardan, yerine getirdiği ibadetlerden bazen kibre, ucba ve gurura düşebilir, işte böyle bir hastalığa karşı sürekli eski hata ve günahları hatırlayarak “Benim asıl mahiyetim budur.” diyerek kişi nefsini yerden yere vurabilir.
Bir Muhasebe Örneği
Muhasebe ve onun nasıl olması gerektiği adına geçmişten bu yana çok şey söylenmiştir. Genel olarak bizim ondan anlamamız gereken, insanın sürekli kendisini kontrol edip, hatalarının farkına varması ardından da geçmiştekilere tevbe ve istiğfar etmesi, gelecek adına ise daha temkinli hareket etmesidir. Kendimizi sorgulama adına da çok şeyler ifade edilmiş ve yazılmıştır. Ama bugün sık sık kendimize sormamız gereken ve ona göre de kendimizi ayarlayacağımız bir muhasebe Kırık Testi’de şöyle seslendiriliyor:
“Etrafımıza bir bakalım, her tarafta şuurluca Din-i Mübin-i İslama yapılan saldırılar var. Bu manzara karşısında kalbine bıçak saplanmış gibi yara aldığını hissetmeyen, hatta ölmeyen insanın diniyle kalbî irtibatını gözden geçirmesi lazım. “Allah onlara fırsat vermez ki?” deyip kenara çekilenlere, gamsız ve dertsiz laubalice hayat sürenlere sormak isterim; siz bu sözlerinizle Allah’a tevekkülünüzü mü ifade ediyorsunuz? Bence hayır; çünkü Cenab-ı Hakkın, bu lütfu ihsan buyuracağı seviyenin insanı böyle demez. Ne yaptık şimdiye kadar O’nun için? Gecelerimizde kaç damla göz yaşı var seccadelerimizde? Kaç defa inledik, ah u vah ettik Din-i Mübin-i İslam için? Kaç defa yüreklerimizi deldik Allah aşkına?”
Hasılı; Allah’a sadakat ve vefamız sürekli nefsi sorgulamaya ve ona birşey vermeden, bütün hayırların O’ndan olduğunu bütün kötülüklerin de nefsimizden olduğunu kabul ve onu ikrarı gerektirir. Allah (celle celaluhu) Kur’an-ı Kerim’de nefs-i levvameye yani sürekli kendini kınayan nefse yemin ediyor. Bundan da -Allah u a’lem- böyle bir nefsin O’nun indinde değer ifade ettiği anlaşılabilir. ‘Büyük buluşma’ gelmeden kendi içine o muhasebe duygusunu yerleştirenlere ne mutlu!