Hayır Kapılarının Sırlı Anahtarı: Takvâ
Bilindiği üzere; takvâ kelimesi, gayet iyi korunma ve sakınma demek olan vikâye kökünden gelmektedir. Takvâ, kısaca Allahın emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçınmak suretiyle Onun azabından korunma cehdi şeklinde tarif edilmiştir.
Tam ihlasa ermek için her çeşit şirk şâibesinden sakınmak gerektiği gibi, kâmil takvâyı elde edebilmek için de şüpheli şeylerden de bütün bütün kaçınmak icap eder. Nitekim, Bir kul, sakıncalı şeylere girme endişesiyle bir kısım sakıncası olmayan şeyleri de terk etmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz! mealindeki hadis-i şerif gibi pek çok beyân-ı nebevî sağâir dediğimiz küçük günahlardan da kaçınmayı ve Kurânın lemem dediği şeylere karşı da titiz olmayı ihtar etmektedir. Bu açıdan, takvâ-yı tâmm, ancak küçük günahlardan ve şüpheli şeylerden de sakınmakla elde edilebilir.
Ne var ki, değişik vesilelerle dile getirdiğim gibi, dinin emir ve yasaklarına tam riayet etme şartlarının alabildiğine ağırlaştığı ve dolayısıyla hakiki takvâya ulaşmanın çok zorlaştığı günümüzde, herkesi kâmil takvâya zorlamak dinin özündeki teysir (kolaylaştırma) prensibine terstir. Hizmet dairesinin çok genişlediği ve dinî hassasiyetleri gözeten insanların hayatın hemen her sahasında yer aldığı bir dönemde, umum halka takvânın en üst mertebesini teklif etmek, onu altından kalkılmaz bir yük olarak göstermek demektir. Çünkü, böyle bir teklif, inzivaya kapanmayı, sokağa çıkmamayı, eli ayağı, dili dudağı, gözü kulağı günaha bulaştırmamayı, farzların ötesinde nafilelerde bile kusur etmeyecek şekilde kendini ibadete vermeyi ve sakıncalı bir iş yapmış olmamak için şüpheli şeylerden de uzak durmayı gerektirecektir. Nihayet, bu seviyede bir takvâyı temsil etmek, günümüzün şartları içinde çoklarına imkansız gibi gelecektir; dolayısıyla, meseleyi herkes için o çizgide ele almak dinin teysir ilkesiyle çelişecektir.
Binaenaleyh, bugün takvâ, farzları titizlikle yerine getirme ve büyük günahlardan kaçınma tarifiyle ortaya konarak onun zarûrî ve câmi iki esası nazara verilmeli; takvâ dairesi bu denli geniş tutularak, hiçbir müminin dışarda kalmaması sağlanmalı; bilâhire insanlar daha üst mertebelere ulaşma ümidiyle şahlandırılmalı ve herkesin iradî olarak adım adım kâmil takvâya doğru yürümesi temin edilmelidir.
Evet, Allahın sevgisine mazhar kulların ilk özellikleri takvâ dairesine girmiş olmalarıdır. Zira, takvâya sığınmadan Kurânı anlamak ve ondan gereğince istifade etmek mümkün değildir. Daha Bakara suresinin ilk ayetlerinden itibaren nazara verildiği üzere, Kurân, kapısını ancak müttakîlere aralar, o herkesten önce ehl-i takvâ için bir hidayet kaynağıdır; zaten takvâya da yalnız Kurân yörüngesinde yürümekle ulaşılır. Müttakîler, hem Kuran ayetleriyle nefes alıp vererek kalbî ve ruhî hayat adına daima canlı kalırlar; hem de Beyan-ı İlahînin ışığı altında âyât-ı tekvîniyeyi sürekli tetkik ve tefekkür ederek Allahın (celle celâluhû) kâinatta câri sünnetine (kanunlarına) muvafık davranırlar. Böylece, takvâ sayesinde, aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan kurtulmuş, alâ-yı illiyyîn yolunu tutmuş ve bütün hayırların, bereketlerin kaynağını bulmuş olurlar.
Bilindiği üzere; takvâ kelimesi, gayet iyi korunma ve sakınma demek olan vikâye kökünden gelmektedir. Takvâ, kısaca Allahın emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçınmak suretiyle Onun azabından korunma cehdi şeklinde tarif edilmiştir.
Tam ihlasa ermek için her çeşit şirk şâibesinden sakınmak gerektiği gibi, kâmil takvâyı elde edebilmek için de şüpheli şeylerden de bütün bütün kaçınmak icap eder. Nitekim, Bir kul, sakıncalı şeylere girme endişesiyle bir kısım sakıncası olmayan şeyleri de terk etmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz! mealindeki hadis-i şerif gibi pek çok beyân-ı nebevî sağâir dediğimiz küçük günahlardan da kaçınmayı ve Kurânın lemem dediği şeylere karşı da titiz olmayı ihtar etmektedir. Bu açıdan, takvâ-yı tâmm, ancak küçük günahlardan ve şüpheli şeylerden de sakınmakla elde edilebilir.
Ne var ki, değişik vesilelerle dile getirdiğim gibi, dinin emir ve yasaklarına tam riayet etme şartlarının alabildiğine ağırlaştığı ve dolayısıyla hakiki takvâya ulaşmanın çok zorlaştığı günümüzde, herkesi kâmil takvâya zorlamak dinin özündeki teysir (kolaylaştırma) prensibine terstir. Hizmet dairesinin çok genişlediği ve dinî hassasiyetleri gözeten insanların hayatın hemen her sahasında yer aldığı bir dönemde, umum halka takvânın en üst mertebesini teklif etmek, onu altından kalkılmaz bir yük olarak göstermek demektir. Çünkü, böyle bir teklif, inzivaya kapanmayı, sokağa çıkmamayı, eli ayağı, dili dudağı, gözü kulağı günaha bulaştırmamayı, farzların ötesinde nafilelerde bile kusur etmeyecek şekilde kendini ibadete vermeyi ve sakıncalı bir iş yapmış olmamak için şüpheli şeylerden de uzak durmayı gerektirecektir. Nihayet, bu seviyede bir takvâyı temsil etmek, günümüzün şartları içinde çoklarına imkansız gibi gelecektir; dolayısıyla, meseleyi herkes için o çizgide ele almak dinin teysir ilkesiyle çelişecektir.
Binaenaleyh, bugün takvâ, farzları titizlikle yerine getirme ve büyük günahlardan kaçınma tarifiyle ortaya konarak onun zarûrî ve câmi iki esası nazara verilmeli; takvâ dairesi bu denli geniş tutularak, hiçbir müminin dışarda kalmaması sağlanmalı; bilâhire insanlar daha üst mertebelere ulaşma ümidiyle şahlandırılmalı ve herkesin iradî olarak adım adım kâmil takvâya doğru yürümesi temin edilmelidir.
Evet, Allahın sevgisine mazhar kulların ilk özellikleri takvâ dairesine girmiş olmalarıdır. Zira, takvâya sığınmadan Kurânı anlamak ve ondan gereğince istifade etmek mümkün değildir. Daha Bakara suresinin ilk ayetlerinden itibaren nazara verildiği üzere, Kurân, kapısını ancak müttakîlere aralar, o herkesten önce ehl-i takvâ için bir hidayet kaynağıdır; zaten takvâya da yalnız Kurân yörüngesinde yürümekle ulaşılır. Müttakîler, hem Kuran ayetleriyle nefes alıp vererek kalbî ve ruhî hayat adına daima canlı kalırlar; hem de Beyan-ı İlahînin ışığı altında âyât-ı tekvîniyeyi sürekli tetkik ve tefekkür ederek Allahın (celle celâluhû) kâinatta câri sünnetine (kanunlarına) muvafık davranırlar. Böylece, takvâ sayesinde, aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan kurtulmuş, alâ-yı illiyyîn yolunu tutmuş ve bütün hayırların, bereketlerin kaynağını bulmuş olurlar.