Kabak razida kabağin sahibi razı deyil | Define işaretleri ve anlamları

Kabak razida kabağin sahibi razı deyil

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,084
Beğeni
3,531
Puanları
113
Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu
berberde alır;

– Vur usturayı berber efendi, der.

Berber dervişin saçlarını kazımaya
başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının saç kısmı tamamen
kazınmıştır.

Berber tam diğer tarafa usturayı
vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı içeri girer.

Doğruca dervişin yanına gider,
başının kazınmış kel olan kısmına, okkalı bir tokat atarak:

– Kalk bakalım kabak, kalk da
tıraşımızı olalım, diye kükrer.

Dervişlik bu, sövene dilsiz,
vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar
yerinden.

Berber mahcup, fakat korkmuştur.
Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar.

Fakat küstah kabadayı tıraş
esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: “Kabak aşağı, kabak
yukarı.”

Nihayet tıraş biter, kabadayı
dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at
arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.

Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında
kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir
karnına saplanıverir.

Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür.

Görenler çığlığı basar. Berber ise
şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyari sorar:

– Biraz ağır olmadı mı derviş
efendi?

Derviş mahzun, düşünceli bir eda
ile cevap verir:

– Vallahi, ben gücenmedim ona.
Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın sahibi gücenmiş olmalı!

İslam edebiyatında “Gayretullah’a”
dokunur diye bir terim kullanılır. Bunu bana sorsalardı “Gayretullah’a
dokunmak” ne demek? Diye sözü eveler geveler birçok sözle anlatmaya çalışırdım.
Ama gel görki bu hadise bir kıssa ile o kadar güzel anlatmış ki kabadayı yağız
delikanlı adamın kel başına dokunmamış bilakis Gayretullah’a dokunmuş.
 

MAVRAN

Super Moderatör
Katılım
31 Aralık 2014
Mesajlar
3,122
Beğeni
8,767
Puanları
113
Yaş
56
Konum
Trabzon_Kocaeli
@Kafkaslı Hocam eline emeğine sağlık, çok güzel anlattın.
Nasıl derlerdi, Anlayana saz anlamayana davul zurna az.

Ben sizin gibi ilim irfan bilmem anca böyle anlatabildim, hakkını helal et.
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,084
Beğeni
3,531
Puanları
113
@Kafkaslı Hocam eline emeğine sağlık, çok güzel anlattın.
Nasıl derlerdi, Anlayana saz anlamayana davul zurna az.

Ben sizin gibi ilim irfan bilmem anca böyle anlatabildim, hakkını helal et.
Harabat ehlini hor görme zakir viranelerde ne hazineler var sen harabat ehlisin mübarek
Kendini küçük görme tavazu guzel sey
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,084
Beğeni
3,531
Puanları
113
HZ. HIZIR´I ARAYAN PADİŞAH VE YOKSUL KÖYLÜ
Zamanın birinde Hindistan´da bir padişah varmış, her darda kalan insanlar Hz. Hızır Aleyhisselam´ı çağırdıkça padişahında merakı artmış ve Hz. Hızır´ı çok merak etmeye başlamış. Öyle ya: “Bunca darda kalanların yardımına yetişen bu yüce Hızır´ı birde ben göreyim bakayım nasıl birisidir´ demiş.
Padişah vezirlerini huzuruna çağırmış ve büyük bir divan kurmuş, fikrini açıklamış: “Ben açıkçası Hz. Hızır´ı görmeye karar verdim” demiş.
Etrafındaki dalkavuk vezirler padişaha yağ çekmek için; ´yahu padişahım sen Hızır´ı neden arıyorsun, sende Hızır gibisin´ demişler.
Padişah hiddetlenmiş: “Bre beynamazlar, ben sizlerin o hep sahte sözlerine kandığım için bak bu koca ülkeyi batırdım. Astığım astık, kestiğim kestik oldu, bunları hep sizlere uyarak sizlerin sözlerinize kanarak yaptım. Şimdi Hz. Hızır´ı bulup ona akıl danışacağım, kararım karar, kesin kararımı verdim. Yalnız Hz. Hızır´ı nasıl bulabiliriz? Siz bana bir akıl verin” der. Onlar da öneri olarak: “Tellal bağırttıralım, halka duyurulsun, Hızır´ı bulan ve size getiren için 40 altın söz verelim. Kim gerçek Hızır´ı bize getirirde, karşımıza dikerse 40 altını ona bağışlarız.

Eğer Hızır´ı getiremezde tekrar paraları yemeden geri getirir bize teslim ederse onu af ederiz. Eğer parayı alır yer de, Hızır´ı getiremezse ona gereken cezayı hep beraber veririz” diye fikirlerini padişaha açıklarlar.
Padişah bu fikirleri makul karşılar ve bu düşüncelerini beğenir. Son karar olarak; ´6 ay zarfında kim Hızır´ı getirirse 40 altın mükafat alacak ve altınlar peşin ödenecektir. Eğer Hızır´ı getiremezde altınları noksansız geri iade ederse cezası yok, eğer altınları alır harcar Hızır´ı getiremezse ölümlerden ölüm beğensin´ diyerek tellallar bağırtarak bütün ülkenin köşe bucağına padişahın emrini duyururlar. Halk yoksulluk içinde kıvranırken bu haberi duyanların iştahı kabarır. Öyle ya yıllarca aç susuz, bir dilim kuru ekmeğe muhtaç olan halk 40 altını duyarda iştahı kabarmaz mı? İştahı kabaranlarda şunu çok iyi biliyorlardı ki bu işin sonunda ölümün en katmerlisi, yani işkenceli ölüm vardı.
Hiç kimse padişahın huzuruna çıkıp parayı almaya ve Hızır´ı getirmeye cesaret edemiyordu. Velhasıl aradan hayli bir zaman geçtikten sonra padişahın kapısına çok fakir bir kişi dikilir. Ne üstte var ne başta, elleri nasır bağlamış, ayaklar çıplak, üstünden bir ipini çeksen 40 yamalık dökülüyor.
Kapıdaki nöbetçiler sorar: “Ulan zibidi ne üstünde var ne başında bu kılıkla padişah´ın kapısında ne işin var. Defol buralardan git padişah bu kılıkla seni buralarda görürse senin başını kestirmişken bizim de başlarımızı kuş başı doğratır” diyerek fakir köylüye tekme tokat girerler.
Kapı önündeki gürültüye padişah uyanır, başını pencereden uzatır ve olup biteni sorup öğrenir.
Köylüyü huzuruna getirmelerini emreder, köylü padişahın huzuruna varır, korkarak eğilir ve padişahın elini öper. 40 altını ister ve: “Allah izin verirse altı ay içinde Hz. Hızır Aleyhisselam´ı sizlere getirmeye çalışacağım” der.
Padişah altından yukarı köylüyü bir süzer, adamcağız biraz korkudan biraz heyecandan dut yaprağı gibi titremektedir.
Padişah sorar: “İsmin nedir? Ne işle meşgulsün?” diye sorar
Köylü isminin Ahmet olduğunu, işinin ise 40 yıldır dağlardan kuru odun, çalı çırpı sırtı ile taşıyarak, odunları ucuz pahalı satıp iki çocuğuna ve bir de hanımına baktığını anlatır.
Padişah: “Yahu bir beygir veya merkep alıp da odunu onlarla niçin taşımıyorsun?” der.
Köylü Ahmet içini çeker: “Padişahım bir kuru ekmek almaya gücüm yetmiyor ki, beygir alabileyim. Çok zamanlar aç yatar aç kalkarız, ocağımızda senede üç beş kez sıcak çorba ya kaynar ya kaynamaz, işte sizin kapınıza geldim, Allah yardım ederse 6 ay içinde Hızır´ı size getiririm, yeter ki siz 40 altını bana teslim edin. Benim de ocağımda sıcacık bir çorba kaynasın, çocuklarımın kursağı sıcak bir çorba yüzü görsün” der ve beklemeye başlar.
Padişah etrafındakilere bakar hiç kimsede çıt yok. Padişah bir hayli düşünür ve sonunda hazinedarı çağırır ve Ahmed´e 40 altın verdirir.
Padişah Ahmed´e döner: “Ahmet unutma ki 6 ay kısa bir zamandır çabucak gelir geçer. Elimin altından bir yere kaçamazsın, benim kolum uzundur. 6 ay sonra ya Hızır´ı ya 40 altını senden isterim. Hızır´ı getiremezde parayı yersen ölümlerden ölüm beğen, bu sözlerimi bir saniye aklından çıkarma benden söylemesi, hadi yolun açık olsun. Allah yardımcın olsun” der ve Ahmed´i salıverir.
Gariban Ahmet altınları alır almaz soluğu çarşıda alır. Hemen çocuklarına yıllarca söz verip de alamadığı ayakkabı, pantalon, hanımına giyecek alır. Kasaba uğrar et alır, manava uğrar peynir zeytin alır ve hepsini sırtına vurur eve gelir. Çocuklarını, hanımını bir güzel giydirir, ömür boyu görmedik- leri ve yemedikleri etli çorba, etli pilavı sevinç içinde yerler. Ahmet´in evinde büyük bir neşe, sonsuz bir mutluluk vardır. Yalnız Ahmet kendine iğne kadar dahi bir şey almamıştır.
Çoluk çocuk sevindikçe o da sevinir, onlar iştahla yemek yerken Ahmet sessizce ağlar ama çocuk çoluk bunun farkında değildir.
Velhasıl 5 ay sevinç içinde geçer. Ahmet´in yüreğine bir ateş bir sıkıntıdır iyice düşer, yemekten içmekten kesilir, akşamları yatarken hep kabuslu rüyalar görür. Kısacası Ahmet´in evinin neşesi gider yerini bir hüzün bir sıkıntı kaplar, herkesin huzuru kaçar. Ahmet´e hanımı olsun, çocukları olsun ısrarla sorarlar; ´bir sıkıntın, bir derdin mi var? Bizden gizliyorsun? Gel derdini bizlere anlat´ derler. Ahmet´i iyice sıkıştırırlar ama Ahmet bir türlü söylemez.
Gün gelir çatar, Ahmet hanımını çocuklarını yanına çağırır gerçeği açıklar: “Sizin 6 aydır yiyip içtiğiniz ekmek, aş ve para benim can bedelimdi. Şimdi para da bitti ve sürede bitti. Yalnız 6 ayda olsa sizi mutlu yaşatıp, mutlu ettiğim için gözüm geride kalmaz.
Yavrularını mutlu etmek her anne babanın arzusudur. Gelin helallaşalım gitmek var dönmek yoktur. Benim sizlerden son isteğim ve sizlere vasiyetim; Hz. Ehlibeyt´in yolunu ömrünüz boyu sürdürün. Ehlibeyt´e ve Kerbela şehidlerimize sonsuza kadar rahmet okuyun. Doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmayın. Her sofraya oturup yemek yerken dua edin, Allaha Hamd ve senalar edin, verdiği nimetlere şükür edin ve beni de unutmayın” der ve helallaşır.
Evden ayrılacağı zaman evin içinde bir figan kopar. Çocuklar babalarının ayaklarına sarılır, eşi gelir boynuna sarılır: “Bizde senin ile geleceğiz ölürsek de beraber ölelim” derler fakat Ahmet razı olmaz. Velhasıl binbir figan içinde Ahmet evden ayrılır, gözlerinden kanlı yaşlar revan olarak, bile bile ölüme gider.

O gün 21 Mart Nevruzu sultan Bayramı, Hz. Şah-ı Velayet İmam-ı Ali´nin doğum günüdür (Tabi ki bu zahiren tasavvuf ilminde, Hz. Ali yeryüzü yaratılmadan önce, bu velayet mülkünün sahibiydi).

Velhasıl Ahmet yola doğru giderken hem kahırlı, hem kederli Cenabı Allah´a şöyle yalvarır: “Ey yerleri ve gökleri yoklardan var eyleyen. 18 bin Alemleri Hz. Ehlibeyt´in yüzü suyu hürmetine yaratan ulu Tanrı´m bugün çok çok mübarek ve hayırlı bir gündür, bu gün Nevruzu Sultandır. Hz. Evliyaların enbiyaların, velilerin, nebilerin, erenlerin, tüm ermişlerin Şah-ı Velayet mülkünün sahibi şahlar şahı Şah-ı Merdan İmam-ı Ali´nin doğum günüdür. Bu günün yüzü suyu hürmetine yer yüzünü yarattın. Hz. İsa´yı çarmıhdan, Musa´yı firavunun şerrinden, Yakub´u göz yaşından, Yusuf´u kuyudan ve zindandan, Eyyüb´ü onulmaz dertlerden Hz. İmam-ı Ali´nin yüzü suyu hürmetine kurtardın.
Şah-ı Velayet İmam-ı Ali´nin yüzü suyu hürmeti beni de bu sıkıntıdan kurtar” deyip elini bağrına vurdukça gözlerinden kanlı yaşlar döküyor, hem ağlayıp hem gidiyordu.
Yolun kenarında bir çiftçi çift sürermektedir, zaten yüreği yaralı olan Ahmet çiftçiyi hiç görmez.
Çiftçi Ahmet´e seslenir: “Ey yolcu kardeş ne bu telaşın, yahu Karadeniz´de gemilerin mi battı. Selam yok, sabah yok, ne ağlayıp dövünürsün, Şah-ı Merdan İmam-ı Ali´yi çağırdığına göre derdin büyük olmalı” der.
Ahmet birden duraklar: “He ya gardaş daha bundan büyük dert mi olur, ölüme gidiyorum gardaş ölüme, ölümün pençesine düştüm, kendi ellerimle kendi başımı kestirmeye gidiyorum, anlıyacağın kurtuluşum yoktur. Gardaş bırak beni de bir an önce şu talihsiz başımı vurdurayım da o benden kurtulsun bende ondan kurtulayım” deyip bağrına vurdukca Ahmed´in gözlerinin yaşları etrafa saçılıyordu.

Söylenmeye devam ederek: “Çiftçi kardeş, ölüme gidiyorum hem de binbir çeşit zulüm görerek öldürüleceğim” diyerek avazının çıktığı kadar bağırıp ağlar.
Çiftçi, Ahmet´i teselli etmeye çalışır ise de fayda etmez.

Çiftçi, Ahmet´e: “Yahu Allah kulu kula sebep verir, haydi bende seninle beraber gideyim, senin için padişahdan ricada bulunayım. Tanrı büyüktür belki padişah merhamete gelir seni af eder, bu kadar ümitsizliğe kapılma” der.
Ahmet birden ağlamayı keser çiftçiye döner: “Ey çiftçi kardeş daha ismini bile doğru dürüst bilmiyorum. Benim derdim bana yeter birde benim yüzümden sen canından olma, çoluğun çocuğun vardır, benim gibi sen de çocuklarını yetim koyma. Bak ben bu ölümü bile bile kucakladım, bir de senin başın yanmasın” der.

Ahmet hem ağlar hem de yalvarmaya devam eder: “Ya Rabb Kerbela´da yatan şehidler serdarı İmam-ı Hüseyin´in yüzü suyu hürmetine, ya Hz. İmam Hüseyin´i yardımıma gönder yada Hz. İmam Hüseyin´in yüzü suyu hürmetine Hz. Hızır´ı yardımıma gönder. Artık başka kurtuluş yolum kalmadı” deyip ağlar.
Geri döner ki çiftçi de ağlıyor.
Çiftçiye: “Çiftçi kardeş sen niçin ağlıyorsun” der.
Çiftçi Ahmet´e: “Hz. İmam Hüseyin´i çok mu seviyorsun?” diye sorar.
Ahmet içini çekerek: “Be kardeş, Hz. İmam Hüseyin sevilmez mi? Kerbela´da bin bir zulüm altında savaşırken bile darda kalan Hindistan padişahının yardımına yetişti. Ah Hz. İmam Hüseyin´e sesimi bir duyurabilsem. Vallahi ya kendi kalkar gelir bana yardım eder yada Hz. Hızır´ı imdadıma gönderir” der.
Çiftçi ağlar ve Ahmet´e: “Ahmet can vallahi seni ben çok sevdim, Ehlibeyt´in adını dilinden düşürmedin.
Ben Ehlibeyt´in hem dostuyum hem de Ehlibeyt´in dostunun dostuyum. Hadi padişahın divanına beraber gidiyoruz, seni asla yalnız bırakmam çünkü senin Allah´tan yardım isterken Ehlibeyt adına yalvarışın yüreğimi parçaladı. Ehlibeyt dostlarını darda bırakmak bana yakışmaz” der.
Ahmed ile çiftçi sohbet ederekten, konuşa dertleşe padişahın sarayına gelirler. Gelmesine gelirler de, durum çok vahimdir; divan kurulmuş, vezirler dizilmiş, padişah kürsüde, cellatlar yanı başında bekliyorlar. Padişahın bir işareti ile yüzlerce insanın kellesi cellatlar tarafından bir çırpıda uçuruluyor.
Manzarayı gören Ahmet´in dili tutulur.
Ahmet´ten önce sıraya girenlere Padişah sorar: “Hızır´ı getirdin mi?”
Cevap: “Hayır efendim”
Padişah; “Ya 40 altını?”
Cevap: “Efendim 5 altın noksan çocuklarıma aileme harcadım”
Padişahın gür sesi duyulur: “35 altını elinden alın, vurun başını gitsin”.
Olup biteni gören Ahmet iyice kendini kaybeder, dizlerinin bağı çözülür ve olduğu yere düşer yıkılır kalır.
Padişah sorar: “Bunun nesi var?”
Çiftçi ileri atılır: “Sayın padişah, bu köylü gariban bir kişidir, yolda bana derdini anlattı. Zavallı 6 ay çocuklarına bir huzur yüzü göstereyim diye kendini ölümün kucağına atmış. Zavallı kendi üzerine giyecek bile almamış, karnını doyurasıya yemek bile yememiş, parayı sadece çocuklarına harcamak için almış harcamış. En doğrusu siz bu zavallı Ahmet´i af edin yuvasına dönsün. Gariban günahsız biridir salıverin gitsin” der.
Padişah biraz merhamete gelir. Fakat vezirler itiraz ederek: “Hayır padişahım olmaz, bu adamı af etmek olmaz. O devletin hem erkanını kandırdı, hem padişahını kandırdı hem de 40 altınını yedi” derler.
Padişah çiftçiye döner: “Ey çiftçi baba, gördün ben af etsem bile vezirler af etmiyor, başka çare yok” der.
Çiftçi: “Padişah Bey, vezirlere tek tek soralım onlar fikirlerini söylesin, oylama yapalım bakalım belki af edelim diyenler çok olursa, Ahmet´i bana bağışlarmısınız” der.
Padişah kabul eder ve vezirlere dönerek başlar;
Birinci vezire sorar: “Ahmet´i ne yapalım, beraat mı ettirelim ölüme mi mahkum edelim”
Birinci vezir: “Padişahım, bunu biz devlet malını yediği için bacaklarından ters asalım, koyun gibi derisini yüzüp ondan sonra başını keselim” der.
İkinci vezir: “Padişahım, bence bunu fırına atalım, kebap gibi kızartalım” der.
Üçüncü vezir: “Padişahım, biz bu Ahmet´i hızar ile ikiye biçelim ki bütün aleme ibret olsun, devlet malını yemek neymiş, cezası işte budur diyerek halka göz dağı verelim” der.
Dördüncü vezir. “Efendim, biz bu Ahmet´i karanlık bir hücreye koyalım işkence ede ede öldürelim” der.
Beşince vezir: “Sevgili devletli padişahım, büyük büyüklüğünü bu günde göstermeli, küçükten kusur olursa büyük de af etmesini bilmeli. Ahmet 40 yılda devletten sadece 40 altın yedi. Ya biz vezirlerin aldığı maaşların tümü haram, çünkü yıllarca yoksul halkın derdini dinlemedik, sorunlarını çözmedik hep zorbalık kullandık. Halk açken bizler devletin tüyü bitmemiş yetimlerden vergi olarak toplanan bütün paraları har vurduk harman savurduk. İşte Ahmet´leri bu duruma bizler getirdik. Adamcağız 6 ay evlatlarını rahat yaşatmak için canını ortaya koymuş. Böyle canlara ceza değil takdirname verilmesi gerekir” diyerek Ahmet´in affını isteyerek sözünü bitirir.
Padişah sakalını avcunun içine alarak bir hayli düşündükten sonra çiftçiye döner: “Durumu gördün dört vezir Ahmet´in ölümünden yana, sadece beşinci vezir aftan yana.

Oy çokluğu Ahmet´in idamından yana, benden suç gitti artık Ahmet vezirlerin tarif ettiği şekildeki cezaların birini kabul etmesi gerek” der.
Padişahın sözü bitince çiftçi padişaha döner hiddetle: “Ey adalet postunu işgal eden adaletsiz padişah, şimdi bu sözlerimi iyi dinle; Senin işgal ettiğin bu makam peygamber postudur, yani insanlara adalet, sevgi, hoş görü, merhamet, yardım, hakça paylaşım bu makamdan sağlanır. Sen ise 4 tane kanı bozuk, sütü bozuk, evrahı bozuk çapulcu dalkavuk vezirlerden bir divan oluşturmuşsun, masum günahsız halkı yargılıyorsun.
Önce sana şunu söyleyeyim; birinci vezirin dedi ki Ahmet´i bacaklarından ters asalım, derisini canlı canlı yüzelim, ondan sonrada başını keselim. Git araştır bu vezirin soyu sopu haramzade, annesi bu veziri gayrimeşru yollardan zina yaparak bir kasaptan peydahladı.
İkinci vezirinde, birincisi gibi o da haramzade kendisinin temiz yoldan geldiğini iddia eden bu soysuz vezirinde babası kervancılık yapardı, babası diyarı gurbete gittiği zaman annesi bu veziri zina yaparak bir fırıncıdan peydahladı. Çünkü o da sütünün hükmünü işleyerek Ahmet´i kebap gibi fırında kızartmayı önerdi.
Üçüncü vezir de bir haramzade, onun da esas babası soylu seyyid değil. Bu vezirin annesi bu veziri alış veriş yaptığı bir marangoz çırağından zina yolu ile kazandı.
Dördüncü vezirinde maalesef diğer üç vezirin gibi piç, annesi bir suçdan dolayı hapise düştü, zindancı başı ile arayı uydurarak zina yolu ile bu dördüncü veziri kazandı. İşte o da sütünün hükmünü işleyerek bu köylü Ahmet´i işkence ile öldürmekten yana tavır koydu.
Yıllardan beri bu dört dalkavuk haramzade yüreklerinde Allah sevgisi olmayan, gönüllerinde insan sevgisi bulunma- yan, merhametten yoksun şu vezirler sayesinde senin de yüreğin nasır bağladı. İşlediğin günahlar aldığın mazlumların ahları seni bu duruma getirdi.
Beşinci vezirin ise, gerçek Allah dostu, Ehlibeyt muhibbi bir yol evladıdır. Aldığı maaşını geceleri yetim ve yoksullara dağıtır. Bu sözlerim kulağında küpe kalsın, işte aradığın Hızır İlyas benim” der asayı meydana diker ve gözlerden sır olur.
Bu kerameti gören padişah olsun, halk olsun yerlere kapanır ağlaşırlar. Padişah gerçekten Hz. Hızır´ın dediği gibi dört vezirin kimliklerini araştırır ki gerçekten haramzade sahtekar- lar. Hemen vezirleri görevden alır sürgüne gönderir. Ahmet ile beşinci vezirini kendine baş vezir yapar. Ülkeye adalet ve barış gelir, yoksulların yüzü güler, yetimlerin karnı doyar, halkın güveni sağlanır. Ahmet çocuklarına kavuşur aldığı tüm maaşını yetim yoksullara dağıtır.

YETİŞ CARIMIZA SEN HIZIR İLYAS

Bizleri yaradan allah aşkına
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas
Perişan haldeyiz, döndük şaşkına
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.

Gözyaşımız akar hep için için
Her taraf kan gölü, bilmem ki niçin
Hakk, Muhammed, Ali hürmeti için
Yetiş carımıza sen Hıdır İlyas.

İlim, irfan kalktı, hürmet kalmadı
Kerbela´dan beri yüzler gülmedi
Mehti Sahip Zaman niye gelmedi
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.

Kullar kan ağlıyor, rehberler yasta
Zalimler bizleri yaktı hayat´ta
Gözlerimiz yolda, kulaklar seste
Yetiş carımıza sen Hıdır İlyas.

Arsız, nursuz, ikrarsızlar kol gezer
İkrar, iman, edep, haya ne gezer
Kör softalar alimleri tökezler
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.

Mağruptan maşrığa kullar perişan
Şehitler kan aglar, dullar perişan
Her taraf Kerbela yollar perişan
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.

Bina, zina devri işte bu devir
Ayırt edilmiyor müslüman, gavur
Hangi birisine alalım tavır
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.

Ali Sefa´m der ki kefensiz yatan
O benim ecdadımb şehittir Ata´m
Şehit kanlarıyla sulandı vatan
Yetiş carımıza sen Sah-ı Merdan.

Bunu ben yazmadım kim yazdi bilmem
 

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
7,767
Beğeni
22,134
Puanları
113
Konum
Erzincan
Hattap hocam, lavivert ustaya:
-Bu akşam yemeği benimle yer misin? Diye sorunca, lavivert usta:
-Hay hay! Der. Çok memnun olurum. Hiçbir mazeretim yok!
Hattap hoca gülümseyerek karşılık verir:
-İyi öyleyse, bu akşam size geliyorum...🥴🥵
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,084
Beğeni
3,531
Puanları
113
Hattap hocam, lavivert ustaya:
-Bu akşam yemeği benimle yer misin? Diye sorunca, lavivert usta:
-Hay hay! Der. Çok memnun olurum. Hiçbir mazeretim yok!
Hattap hoca gülümseyerek karşılık verir:
-İyi öyleyse, bu akşam size geliyorum...🥴🥵
Eyvallah mubarek baş tacısın
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,084
Beğeni
3,531
Puanları
113
İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” ( Hz Ömer Ra )
Bu Hadis-i Şeriften de anlaşılıyor ki, günümüzde şeraitin halk arasında gericilik olarak nitelendirildiği, İslam dinini ılımlaştırılmaya çalışıldığı ahir zamandayız. Sorarsanız buna din diyorlar çünkü kendi yaşadıklarını din zannediyorlar. İnsanlar, arkadaş edinirken bir meclise, bir topluma girerken, Allah için değil menfaat için girdikleri; erkeklerin kızlarla konuşmaları, kızların süslenmeleri, sokakta dolaşırken erkekleri cezp etmeleri, cadde sokaklar hep batı kültürü, gençler hep yabancı markalar, yabancı şarkılar, eğlence mekânları ile dolması ispatlar. Sorsan ben “Müslüman’ım” der yaşadığını da din zanneder. Halbu ki Cenabı Allah insanları kulluk için yaratmıştır. Ayeti Kerime de Cenabı Allah şöyle buyurmaktadır; “ Ey müminler Allah’tan korkun ve sadık kullarla beraber olun” Allah-u Teâlâ kullarından sadık olan şahsiyetlerle beraber olmasını istiyor. Konuyu şöyle izah edersek; Şeytan huzurdan kovulunca, Cenabı Allah’tan istekte bulundu, “Yarabbi, evvela bana asker gerek, Allah-u Teâlâ git şu sokakta dolaşanlar, senin askerin olsun.” Şeytan tekrar niyazda bulundu; “Bana durak gerek,” Allah-u Teâlâ ona durak olarak hamamlar ve içerisinde fıksı fücur işlenen evler verildi. Şeytan ehlinin toplanması için pazarlar verildi, bundan dolayıdır ki, salihler çarşı pazarda oturmaz boş ve faydasız sözlerle uğraşmaz ihtiyacını alır dönerler. Hadis-i Şerif’te “Hz. Muhammed(sav) sokak ehli cehennem ehlidir. Her kim ki böyle bir çevre edinirse bilsin ki şeytanı kendisine dost edinmiştir.” Şeytan Allah-u Teâlâ’dan üzerine binmek için eşşek isteyince, Allah-u Teâlâ ona; “Namaz kılmayanlar senin eşşeğin olsun yani namaz kılmayan boş gezen Allah’a ibadet etmeyen insanlarla beraber olursak şeytanla beraberizdir.” Ve yine Hadis-i Şerif’te Muhammed Mustafa (sav) “Kişinin dini, arkadaşı üzerinedir; arkadaşlarınız iyi secin yoksa onların inandıklarına inanır kendi inandıklarınızı inkâr eder hale gelirsiniz. Sen öyle bir arkadaş edin ki ahirette seni sırtlasın seni namazdan oruçta zikirden ibadetten kim alıkoyuyorsa o arkadaş değil o şeytanın ta kendisidir.”

Arkadaş der ki; “Sonra kılarız ya, ne olur kazası var, uykum var, hadi gezelim, bir kereden bir şey olmaz, canım çekti, arkadaşımı arayayım, onu göreyim, Allah affeder, erkeklerle konuşmaktan maksat zaten evleneceğiz derler, benim kalbim temiz.” bunlar şeytanın sözleridir tasavvuf ehline göre. Allah için sohbet ve kardeşlik yapmayı tercih eden kimsenin dikkat edeceği ilk edep, kendi nefsini ve arkadaşını tazarru dua ve istekle Allah-u Teâlâ ya teslim etmesi ve sohbetlerinden bereket istemesidir. Çünkü insan bu beraberlik ve arkadaşlık sebebiyle kendisine cennet yahut cehennem kapılarından bir kapı açmış olacaktır. Eğer bu dostluk Allah rızası içinse Allah aralarında hayır yolunu açar. Bu ise cennet kapılarından bir kapıdır bu hususa işaretten Allah-u Teâlâ buyurmuştur ki o gün muttakilerin dışında bütün dostlar birbirine düşman olur bu ayetteki muttakilerin durumu anlatılırken denilmiştir ki Allah için birbirini seven iki kardeşten birisine hadi cennete gir denilir bunun üzerine o kardeşinin makamını sorar eğer onun aşağısında ise kendisine verilen makamın benzeri ona verilinceye kadar cennete girmez eğer kendisine o senin gibi amel etmedi denilirse oda ben kendim ve kardeşim için amel ettim der bunun üzerine kardeşi için istemiş olduğu bütün şeyler verilir ve kardeşi onun makamına yükselir. Yukarıda yazdığım sen öyle bir dost öyle bir arkadaş öyle bir cevre edin ki sözümden kastım buydu fakat Allah-u Teâlâ iki arkadaşa (ilahi rızası için olmayan ) beraberliklerden dolayı bir şer yolu açarsa bu dostluk cehennem kapılarından bir kapı demektir bu hususta işaret eden ayet der ki “zalimler den her biri (pişmanlığından ) o gün iki elini ısırarak ne olurdu keşke bende o peygamberlerle birlikte bir kurtuluş yolu edineydim yazıklar olsun bana keşke ( beni sapıtan ) falanı dost edinmeseydim.” gerçi bu ayet meşhur bir kıssa hakkında nazil olmuştur. Fakat Allah-u Teâlâ bununla kullarını kendilerini haktan alıkoyacak bütün dostlara karşı uyarmıştır ve ciddi bir niyet sağlam bir araştırma olmaksızın gireceği bu işlerdeki niyetini maksadını menfaat ve zararlarını bilmeyen cahiller gibi hareket etmekten sakındırmıştır.

Abdullah bin Abbas ( r.a) sözü çok manidardır.Çevre arkadaş dost edinmek isteyenler onun sözünü kulaklarına küpe yapsın o muhterem şahsiyet Abdullah bin Abbas r.a der ki; “İnsanları ancak insanlar bozar…” nasıl ki Arabistan da doğan bir çocuğu Türkiye ye getirirsen büyüdüğün de Türkçe konuşur ve Türk kültürüne uyar bunun tam terside Türkiye de doğan bir çocuk Arabistan’a gitse büyüdüğünde Arapça konuşur ve Arap kültürüne uyar insanlar ne kadar iman sahibi olursa olsun gireceği çevre onun inancını onun imanını zayıflatır (salihler müstesna) demek ki insanlara yakınlıkla hem fesat hem de salah hali meydana gelir durum bu olunca insan nasıl olurda böyle bir işe girerken ( çevre edinirken) dikkatli olup Allah-u Teâlâ’ya çokça yalvararak arkadaş seçişinde sadakat sahibi olarak bu hususta bereket ve hayır isteyerek ve öncesinde istihare yaparak işini sağlama bağlar. Hem sonra arkadaşlık ve kardeşlik bir ameldir… Her amel önce güzel niyete sonra onu aynı güzellikte tamamlamaya muhtaçtır. Dünya ehli ile arkadaş olmamak gerekir. Bütün derdi yemek içmek, gezmek eğlenmek gibi dünyanın fuzuli şeylerle meşgul olan kimselerle arkadaşlığı terk etmek gereklidir.

Bu hususta Allah-u Teâlâ buyurmuştur ki ; “artık bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başka bir arzusu olmayan kimseden yüz çevir” cenabı Allah’ın emri bu yöndedir. Bir müslümanın yapması gerekende cenabı Allah’ın emirlerine uymak Muhammed Mustafa s.a.v in hadislerini yaşamakla olur. Sünneti seniyye ile amel etmek gerekir. Rasulullah s.a.v buyurmuştur ki “size iki esas bırakıyorum bunlara tutunduğunuz müddetçe sapıtmazsınız bunların biri Allah’ın kitabı biride benim sünnetimdir.” Muhammed Mustafa s.a.v bizden bunu istiyor şüphesiz ki cenabı Allah buyuruyor ki ben kuluma zorla bir şey yaratmam onun istediğini ona yaratırım istemek bizim elimizdedir kalpler ise Allah’ın elindedir. Bazı insanlar diyor ki kalbimiz Allah’ın elinde ise bizim kalbimizi neden kötüye kaydırıyor. Cenabı Allah ayette buyuruyor ki; “Kaymak istediler bende kaydırdım” yani sen yanlış çevre edinirsen onların sapık sözlerini dinlersen belli bir zaman sonra kalbim o yöne kayacağından sende sapıtmaya başlarsın sapıtmamak için gerekli olan hadisi yazdık konuyu bir hadisle ve Hızır a.s meşhur kıssasıyla noktalayalım bir gün “ Hz Ömer, Ubeyd bin Kab ve Ebu hureyre r.a Rasulallah’ın s.a.v huzuruna gittiler ey Allahın resulü insanların en bilgilisi kimdir? En akıllı olanı dedi. İnsanların en abidi kimdir? Dediler. En akıllı olanıdır dedi. İnsanların en faziletlisi kimdir? Dediler. En akıllı olanıdır, buyurdu bunun üzerine sahabeler ey Allahın resulü akıllı kimse insanlığı tam konuşması düzgün eli açık şahsiyetli kimse değil midir? Buyurdular. Bunun üzerine resulü Ekrem s.a.v bütün bunlar sadece dünya hayatının geçimliğidir ahiret ise rabbinin katında Allahın azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur. Yani akıllı olan kimse dünyadaki basit değersiz şeylerle meyletmeyecek. Allahtan korkacak, edindiği çevre arkadaş dost ne varsa hepsinin yaratıcısı cenabı hakkın olduğunu bilecek eğer onlarda rahmani sözler varsa bilsin ki onlar Allahın dostlarıdır. Sende bunları kendine dost edinirsen yarın cennet ehlinden olursun. Dünya ehlinden dost edinen cehennemi kendisine hazırlamıştır ey insanoğlu şu 3 günlük dünya dostunu iyi seç Rasulallah s.a.v ne güzel söylüyor insanların en faziletlisi akıllı olanıdır sende o zaman akıllı ol seversen Allah için sev Allah için sevenler ebediyen yaşayanlardır nefsi ve dünya için sevenler ise ebedi azap içindedirler nasıl ki o zenginler yani gençlerin özendiği sosyete arabaları var yatları var katları var istediği kadar arkadaşları var yanlarında sayısız kızlar var ama sorsan zerre miskal huzurları yoktur dünyayı dost edinenlerin sonu cehennemdir. Cenabı Allah ey Muhammed söyle onlara onlar yer ve gök ehli kadar namaz kılsa yer ve gök ehli kadar oruç tutsa ben onların bu yaptıklarına bakmam kalplerinde zerre kadar dünya menfaati olsa onları da kendime komşu edinmem buyurdu sen arkadaş seçerken dünyaya meyledeni değil cenabı hakka yöneleni seç birbirinizi sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsınız herkesimi seveceğiz hayır kötü amel işleyen cehennemliklerin amelini işleyenleri dost edinmeyeceğiz müminlerle beraber olacağız… Hızır a.s yanına biri geliyor ve diyor ki ben sana yoldaş olmak istiyorum Hızır a.s benim yolum uzun çileli sen var git yoluna oda gitmem diyor hızır bize yoldaş olanın kalbinde dünya olmamalı diyor oda benim zaten bir şeyim yok velhasıl hızır bunu yanına alıyor ve bir nehrin kenarına geliyorlar hızır bohçasında bulunan 3 adet yufkayı çıkarır birini kendi yer birine yanındakine verir birinde sonraya ayırır ve nehirden abdest almak için aşağı doğru iner geldiğinde yufkanın olmadığını görür ve ona seni yaradan Allahın aşkına o yufkayı kim yedi vallahi billahi ben yemedim der biraz ilerledikten sonra yine acıkırlar hızır bir yavru ceylanı yakalar pişirir beraber yerler doyduktan sonra hızır Allahın izni ile yavru ceylana dokunur ceylanın kemikleri ete bürünür ceylan oradan koşarak uzaklaşır ve yanındakine dönerek bu mucizeyi sana gösteren cenabı Allah aşkına soruyorum o yufkayı kim yedi vallahi billahi ben yemedim der biraz sonra oradan uzaklaşırlar önlerine koca bir nehir çıkar hızır aleyhisselam yoldaşının elinden tutarak o nehrin üzerinden geçirir ve tekrar ona dönerek bu mucizeyi gösteren Allahın aşkına sana soruyorum o yufkayı kim yedi adam tekrar dönerek vallahi billahi ben yemedim der oradan da ayrılırlar önlerine bir dağ çıkar hızır aleyhisselam Allahın izni ile dağa elini kaldırarak komple altın ol der altın olur dağ bir anda ve adama dönerek tek dağı 3 parça yapar derki bunun bir parçası senin bir parçası benim bir parçası da o yufkayı yiyenin adam bunun üzerine vallahi billahi o yufkayı ben yedim der hızır aleyhisselam al hepsi senin olsun sen bana yoldaş olamazsın ve hızır a.s gidince oraya iki harami gelir altını görünce adamı öldürmek altınları almak isterler adamda yine kurnazca bir söz ile onlara bunun hepsini taşıyamazsınız zaten çok bu hepimize yeter der haramilerde açtır ( aman yarabbi bu açlık başa bela)biz açız sen git yemek al derler adama oda onlara siz iki kişisiniz ben tekim sizden biri gitsin der ve onlardan biri gider ve bu kurnaz geçinmeye çalışan yanındaki haramiye biz yemeğimizi yiyelim onu da öldürelim der çünkü gözlerini dünya malı bürümüştür yemek almaya giden ise ben onlara neden altını vereyim ki yemeğin arasında zehir korum onlar yer ölür altınlarda bana kalır der ve adam gelince bu ikisi onu öldürür yemeği yedikten sonra kendileri de zehirlenerek ölür hızır aleyhisselam yanındakilerle oradan geçerken işte dünya malına meyil edenlerin sonu böyle olur dünyayı sevenlerle arkadaşlık yaparsan eni sonu seni kendi menfaati için çok ucuz bir para karşılığında satar… O zaman anlarsında iş işten geçmiş olur fakat insan Allah için dost edinirse onu Allah’ın yarattığını bilir ve ona gelecek her zararı kendisine de geleceğini düşünür çünkü Muhammed Mustafa s.a.s iki cihan padişahı buyuruyor ki dünyanın bir ucunda bir müminin ayağına diken batsa senin canında onunki gibi yanmalıdır yoksa gerçek mümin olamazsın… Cenabı Allah bu gençlere akıl versin gezip tozmayla müzik dinlemeyle nereye varılır ancak cehenneme eni sonu yatacan musallaya belki biraz sonra hesap var cenabı Allah soracak sana verdiğim ömrü nerede geçirdin diye ne diyeceksin… ? Şeytanın duraklarına gittim onun ehlinin toplandıkları mekânlara girdim şeytanın eşşeğiyle arkadaşlık edindim onun söylediği yabancı şarkıları dinledim kafirlerin hizmetini yaptım mı diyeceksin Allah c.c sana içki haram zina haram kumar haram uyuşturucu haram başkasının ırzına namusuna bakmak haram (v.s) demedim mi; senin üzerine namazı orucu zekatı hacı abdesti güzel ahlaklı olmayı ilmi akrabayı ziyareti anne babaya itaati benim için dost edinmeyi… Üzerine farz kılmadım mı şeytan sizin apaçık düşmanınızdır diye ayet göndermedim mi dediğin de rabbim senin haramlarını helal farzlarını da duymazdan mı geldik senin bize düşman diye söylediğin şeytanı da kendimize dost edindik mi diyeceksin… Bu dünya senin mi sandın şaşaasına mı aldandın uyan Eyyyyyyyyyy âdem oğlu nerde baban bak hakkın habibi bile göçtü bu diyardan ne sana kalır nede bana her şey dökülünce mizana bu tarlanın mahsulünü ararsın neyi ektiysen onu toplarsın var sende dilediğini ek genç kardeşim unutma ki seni hesaba çekecek Allah’tır Allah bir şey demezse bizim ne haddimize…
 
Üst