Kader, Kaza Ve Cüz-i Irade | Define işaretleri ve anlamları

Kader, Kaza Ve Cüz-i Irade

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,222
Beğeni
23,497
Puanları
113
Konum
Erzincan
Kader, kaza ve cüz-i irade

cuzi-irade-2_0.jpg

Kader: “Cenab-ı Hakk’ın, kâinatta olmuş ve olacak her şeyi, bütün vasıflarıyla, bütün halleriyle ezelde bilmesi ve daha onu yaratmadan önce, her şeyiyle, levh-i mahfuz denilen kader levhasında yazmış olmasıdır.”

Kaza: “Allah’ın bu ezeli yazıyı ve takdiri, zamanı ve şartları uygun olduğunda icad etmesi ve yaratmasıdır.”

Demek ki, kader; Allah’ın ilminin bir neticesi, kaza ise; Allah’ın kudretinin bir tecellisidir. Yani Allah, ilmiyle yazmış, kudretiyle de yaratmıştır. Yazı, kaderdir; yaratmak, kazadır.

Mesela; bir insanın ne zaman doğacağı ve ne zaman öleceği önceden takdir edilmiştir. İşte bu takdir; kaderdir. O insanın vakti geldiğinde doğması ve vakti geldiğinde ölmesi, yani doğum ve ölüm hadiselerinin yaratılması ise kazadır.

Cüz’i İrade: “Allah tarafından insana verilen, dilediği gibi hareket edebilme yeteneği ve seçme serbestliğidir.”

Biraz daha bu kavramı açarsak; Allah insana okuma, yazma, koşma, yemek yeme, içme, oturma gibi birçok kabiliyetler vermiştir. Bu kabiliyetlerin her birine “külli irade” denilir. Burada geçen “külli irade” tabirini, Allah’ın “külli irade”siyle karıştırmamak gerekir.

Allah’ın “külli iradesi”: “Allah’ın dilediği her şeyi yapabilmesi ve emrinin önüne hiçbir şeyin geçememesidir.”

İnsanın “külli iradesi”: Kendisine verilen yeteneklerdir. İşte insan, o yeteneklerden bir tanesi ile bir işe yöneldiğinde o “külli irade” artık cüz’ileşmiş olur. Buradaki “cüz’i” ifadesi “ufaklık” manasında olmayıp, “belirlilik” manasındadır. Yani yapabileceğimiz yüzlerce alternatiften bir anda sadece bir şeyi seçebilmemizdir.

Mesela, insanda yemek yeme kabiliyeti vardır. Bu “külli iradedir.” İnsan bu kabiliyeti ile simit yemeğe başladığında artık bu kabiliyeti cüz’ileşmiş olur. Artık insan kendindeki külli iradeyi belli bir yönde kullanmış ve simit yemeğe başlamıştır. İşte buna “cüz’i irade” denilir. İnsan burada serbesttir. Simit yiyebileceği gibi bir haramı yemeyi de tercih edebilir. Zaten onu mesul eden, ona bu tercih yetkisinin verilmesidir.​
İnsan kaderin mahkûmu mudur?

İnsan şu dünya misafirhanesine imtihan için gönderilmiştir. Yaptıklarına göre ya mükâfat ya da ceza görecektir. Elbette böyle bir mükâfat ve cezalandırmanın olması için de insanın hareketlerinde hür olması gerekir. Adalet sahibi olan yüce Rabbimiz, hayır ve şer yolunu insana göstermiş, fakat onu iki yoldan birini tercih etme hususunda serbest bırakmıştır. Bu sözümüzü Kur’an-ı Kerim’den iki ayet ile teyit edelim:

“De ki Ey insanlar! Rabbinizden size hak gelmiştir. Kim doğru yola girerse kendi lehine girmiş olur. Kim sapıklığa düşerse o da kendi aleyhine sapmış olur.” (Yunus, 10/108)

“De ki, bu Kur’an: Rabbinizden gelen haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29)

Görüldüğü gibi insan, Cenab-ı Hak tarafından hayır veya şer yollarından herhangi birine gitmesi için zorlanmamış, kendisine iki yol gösterilmiş ve istediği yola gitmek hususunda da serbest bırakılmıştır. Zaten her insan hareketlerinde serbest olduğunu vicdanen bilir. Hiç bir baskı ve tesir altında kalmadan istediğini yapabildiğine bizzat kendisi şahittir.

Mesela, elini kaldırmak istediğinde kaldırır, yürümek isteyince yürür… Camiye gitmek isteyen camiye, kumarhaneye gitmek isteyen de oraya gider. Ne camiye gidenin ayakları “Ben oraya gitmek istemiyorum!” der, ne de kumarhaneye gidenin…

Böyle olunca, helal yolda kullanılması sıkı sıkıya tembih edilen ve kendisine emanet olarak verilen vücut nimetini haramda kullanan kimsenin hiçbir mazereti yoktur. Kendi iradesini kötüye kullandığı için mesuliyetten kurtulamaz.

Kaderin mahkûmu olduğu için harama girdiğini iddia eden bir insan, aynı suçu başkası işlediğinde hiç kaderi aklına getirir mi?

Mesela, kaderin mahkûmu olduğu için hırsızlık yaptığını söyleyen birinin evine bir hırsız girse ve değerli eşyalarını toplamaya başlasa ve ona ne yaptığını sorduğunda, hırsız: “Kaderimde hırsızlık yapmak yazılıymış, ben kaderin mahkûmuyum, ister istemez bu hırsızlığı yapacağım.” dese, hırsızın eşyalarını toplayıp götürmesine müsaade eder mi?

Veya kaderin mahkûmu olduğu için katil olduğunu iddia eden bir adam düşünün. Bu kimsenin çocuğunu birisi öldürmek istese ve bunu kaderinde olduğu için yaptığını söylese, acaba bu şahsa karşı tavrı ne olurdu?

Hem insanın kaderin mahkûmu olduğunu düşünmek, bizi birçok çıkmazlara sokar. Şöyle ki: Eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı; hırsız kaderinde olduğu için çalacak, katil kaderinde olduğu için öldürecekti. Bu ise teklif ve mesuliyeti ortadan kaldıracağından Allah kullarına zulmetmiş olacaktı.

Hâlbuki insan ayağına taş bağlanıp denize atılan ve sonrada “kurtul” denilen bir canlı değildir... “Ben kaderin mahkûmuyum!” diyerek işlediği günahı kadere yıkmaya çalışan insan, aslında bu söz ile çok büyük bir cürüm işlemekte ve sonsuz adaletin sahibi olan Allah’a zulüm isnat etmektedir. Hâlbuki Allah Adil-i mutlaktır ve zulümden münezzehtir.

Hem eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, itaat edene mükâfat, isyan edene ceza vermek de manasız olurdu. Çünkü herkes kaderinin çizdiği yoldan gitmiş olacağından, namaz kılan kaderinde olduğu için namaz kılacak, günah işleyen de kaderinde olduğu için günah işleyecekti.

Böyle olunca onları irşat için peygamberler göndermek, kitaplar indirmek de manasız olacaktı. Zira kaderlerinin kendilerini kötülüğe sevk ettiği ve kaderin mahkûmu olan insanlara nasihatin bir tesiri olmayacaktı.

Ayrıca Allah, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde, kullarını tövbeye davet etmektedir. Eğer insan kaderinin mahkûmu olduğu için günah işleseydi, onları tövbeye davet etmenin bir manası olur muydu?

İnsanın kaderin mahkûmu olmadığının bir diğer izahı da; elinde olmayan şeyler sebebiyle ibadetin teklif edilmemesi ve mesuliyetin kaldırılmasıdır.

Eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı, böyle bir ayrım yapılmazdı. Herkes, her halinde, işlediği fiilden mesul olurdu. Allah’a ait olan haklarda insanlardan mesuliyeti kaldıran hususlar şunlardır: Delilik, bunaklık, unutkanlık, zorlama, hata ve yanılma…


Netice olarak; bu durumlarda yapılan fiiller, insanın kendi ihtiyarıyla olan şeyler değildir. Böyle olduğu için bu durumdaki bir insandan mesuliyet kalkar. Eğer insan kaderin mahkûmu olsaydı bu durumların, mesuliyetten hariç tutulmasına gerek kalmazdı.

Deli, akıllı, unutkan, uyuyan, yanılan herkes ayırt edilmeksizin bütün insanlar mesul tutulurdu.

Acaba, başkalarının tehdidiyle ve zorlamasıyla haram bir fiili işleyen bir kulu Cenab-ı Hak affederken, böyle merhamet sahibi bir zata “Benim kaderimi sen tayin ettin, sonra beni niçin cezalandırıyorsun?” diyerek, rahmetini itham etmek; o rahmetten mahrum kalmaya sebep değil midir?

 

ikizceli

çalışmalarınızı yasal yapınız.
Kullanıcı
Katılım
11 Eylül 2013
Mesajlar
7,145
Beğeni
25,613
Puanları
113
Yaş
69
Konum
ORDU- SAMSUN-ANKARA
ALLAH razı olsun hocam,çok güzel anlaşılır bir üslub la kaleme almışsınız.
gönlünüze sağlık.
 

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,222
Beğeni
23,497
Puanları
113
Konum
Erzincan
Mevlam siz değerli dostlarımızdan da razı osun inşallah...
 
Üst Alt