Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Allah (celle celâlühû) Mâbûd-u Hakîkîdir. Bu açıdan bizim kullukta bulunmamız gereken tek varlıktır. O’nun mâbudiyeti, bizim de kul olmamız, rızası ve muradı eksenli yaşamamızı gerektiriyor. Bizi de, iradelerimizi de yaratan O’dur. O ki, bizi diğer varlıklardan farklı kılacak ve ahsen-i takvîme yükseltecek akl-ı selîmi vermiştir. Geçenlerde okuduğumuz bir hadis-i şerif vasıtasıyla yapılan yorumda kendimce Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in hep Allah’ın muradını araması konusundaki hassasiyetini bir kez daha görmüş oldum. Hep rıza ufkunda dolaşan Efendimiz sallallahu ve aleyhi ve sellem ve bugün bu düşünceden uzaklaşmakla, kendi değerlerinden ve özünden uzaklaşan bizler. Allah u Teâla insanı halife olarak yaratırken bir muradı vardı. Bugün murad-ı ilahîden uzaklaştığımız ve Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve O’nun getirdiği değerlere muhtaç olduğumuz gün gibi âşikar. Derdimizin dermanı, Allah’ın dilediğini dileme ve Rasûl-ü Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yolundan yürümeye çalışma.
Akıl, Rabbisine râm olduğu müddetçe vazifesini yapmış sayılır. Murad-ı ilâhîyi arama cehdi, ardından bunun hayata aksettirilmesi akl-ı selîmin şiârıdır. Allah u Teâla insanın karanlık dünyasını aydınlatması için Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Kur’an’ı göndemiştir. “İnsanın hayatının gayesi nedir? Allah’a ve insanlığa karşı nasıl davranmalıdır? Ve neleri yapıp nelerden kaçınmalıdır?” gibi hususlar sarâhaten bildirilmiştir. Allah’ın gönderdiğiyle yetinmeyenler kısa akıllarıyla kendilerine farklı değerler ortaya koymaya çalışmışlardır. Evet, rızâ-yı ilâhînin yolu murad-ı ilahîyi anlama ve ikâme etmeye çalışmayla gerçekleşebilir.
Hayatımızı şekillendirirken her şeyden öte “Allah’ın muradı nedir?” düşüncesi ile hareket etme imanımızın bir gereği. Fakat öncelikle murad-ı ilahîyi hissetme, anlama sonra da hayata aksettirme, bir an olsun ondan uzak kalmama belki en ağır vazifelerimizden biri. Zira rotayı hep aynı istikamete çevirip, şaşmama insanı zorlayan bir mesele. Ama, dünya imtihan yeri. Fıtratların din yörüngeli ayarlanması gerektiği bir yer. İnsanız; yanlış işlerle ve yanlış tavır ve davranışlarımızla kirletebiliriz dünyamızı fakat bunu temizlemek yine bize düşüyor. Her emanet sahibi kendi emanetinden mesuldur.
Düşünme kabiliyetiyle donatılan insan bazen nefsanî bazen de şeytanî mülahazalara girebilir. Allah’ın çizdiği çerçevenin dışına çıkarak kendince birşeyler ortaya koymaya çalışabilir. Nitekim bunun örnekleri, ibret alınır gayesiyle bize aktarılmıştır. Murad-ı ilâhîden ilk sapan bildiğimiz kadarıyla şeytandır. Allah’ın Hazreti Adem’i yaratmasından sonra üstünlük mülahazasına girip emre itaat etmeyişi şeytanın murad-ı ilahiden sapmasının ilk neticesi olmuştu. Huzur-u ilâhiden kovulmasıyla da şeytan “ sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerine pusu kurup oturacağım. Sonra onların kâh arkalarından kâh sağlarından kâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın.” demesi ve mühlet istemesi de ebedediyete kadar Allah’dan, muradından uzak kalma ve kulları da uzaklaştırma isteğiydi.
Bütün faziletlerde olduğu gibi murad-ı ilahîyi hayatına hayat kılması yönüyle de zirve olan Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’dir. O, hayatını sımsıkı Allah’a bağlı olarak yaşamış, bir an olsun O’ndan ırak kalmamıştır, hep O’nu konuşmuş, hep O’nu anlatmıştır. Kur’an’ın ifadesiyle Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) asla “kendi hevasından konuşmamıştır.” Ömr-ü hayatınca tek gayesi Allah’dan bîhaber olan insanlığa hakikatı anlatma olmuştur. O gün için kendisinden başkasını düşünme, hasbîlik ve fedakârlık gibi değerlerden haberdâr olmayan bir topluluk, kendisini unutup, Allah ve O’nun kudsî davası için yaşamaya başlamıştır. Yazının başında bahsettiğim hadis, Efendimizin Hazreti Zeyneb ile evliliğini anlatılıyordu. Verilen düğün yemeğinden sonra davetliler kendi aralarında konuşmaya başlıyorlar. Oturmaları biraz uzayınca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayasından dolayı hiçbir şey söylemiyor, belki anlarlar diye, kalkar gibi yapıyor fakat onlar oturmaya devam ediyorlar. Bu sefer Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kalkıp içeri girer. O zaman birkaç kişi kalkıp gider fakat hâlâ gitmeyenler vardır. Efendimiz Ezvâc-ı Tâhirat’ın yanına gelip gider, sonunda onlar da kalkarlar. Başka zamanlarda bu tür gelip gitmeler oluyordu. Hazreti Ömer Efendimiz hücre-i saadete yabancıların gelip gitmesiyle rahatsız oluyor ve Efendimizin hanımlarının örtünmelerini istiyordu. Bu konuda ciddi manada hassasiyet gösteriyordu. Sonunda Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gelip,” Ya Rasûlallah! Senin yanına hayırlı hayırsız kimseler giriyor, mü’minlerin annelerine örtünmelerini emretsen” diyor. Bütün bunlardan sonra da hicab ayeti inmişti. İlk bakışta burada sadece Hazreti Ömer Efendimizin hassasiyeti görünüyordu. İşte benim için yeni olan yorumda şöyle deniliyordu: “Bu noktada Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hazreti Ömer’den daha az hassas olduğu düşünülmemeli. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha hassastı fakat O, Allah’ın takdirini bekliyordu. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) için murad-ı ilâhi çok önemliydi. Allah’ın dilediğinden başkasını dilememe, kendisinden konuşmama zor olandır ve Allah’ın en sevgili kulu da kendine en yakışanı yapıyordu.
Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) gibi bir rehberimiz var. Her ne kadar O’na layık bir ümmet olamasak da ahirette bizleri kanatları altına alacak ümidini taşıyor ve bunu dualarımızda istiyoruz. “Kim ne murad ederse etsin, Allah neyi murad ediyorsa o olur.” Madem her şey O’nun muradına bağlı ve madem murad-ı ilahi dünyamız ve ukbâmız adına bu kadar önemli bize her yönüyle ve her tavrımızla onu istemek düşüyor. Rabbim bizlere muradı çerçevesinde geçecek bir ömrü nasip eylesin. Amin…