Nimetten Mahrumiyet
Daha önce kuluna verdiği nimeti geri almak Allahın adeti değildir. Ya o nimeti ayniyle devam ettirir ya da daha fazlasını verir. Fakat kul kendisine verilen nimeti Allahı anmaya bir vesile olması açısından değil de bizzat dünya malı olarak sever ve Allahtan daha fazla onu düşünmeye başlarsa Allah bu nimeti kulun elinden alarak onu Allahı anamama zulmetinden kurtarır. Bu mahrum bırakma da bir bakıma bir nimettir. Zira dünya zinet ve malları bu kul için Hakkın ihsanını aksettiren birer ayna olmadan daha ziyade Onu gölgeleyen bulut olmuşlardır. Cenab-ı Hak rahmetinin iktizasınca kulunu bu gaflet halinden kurtarır.
Ayrıca bazı zamanlarda da dünya nimetleri, sağlık, para, güzellik, kişinin günah işlemesinin birer azmettiricisi durumuna geçer ve kulun günaha giden yollarını kolaylaştırır. İşte böyle durumlarda da Allah rahmetinin gereği kulunu günahtan korumak için bu nimetlerini ondan uzaklaştırır. Hapishanede izole edilmiş suçlu gibi kul da günaha götürücü yollardan ve vesilelerden uzaklaştırılmış ve tabiri caizse sıyanet altına alınmış olur.
Bazen de kul gücü, kuvveti ve yaratma kudretini yanlışlıkla Kadir olan Allaha değil de parasına, kendi benliğine, bir şahsa, zekasına, kabiliyetlerine, bir makama vb verir ve şirke düşer. Böyle bir güç ve otoriteyi elde ettiğinde sanki her şeyi yapan ve yaratan bunlarmış gibi havalara girer ve hakiki yaratıcının, son sözü söyleyecek olanın Cenab-ı Hak olduğunu unutuverir. Allah da kuluna rahmetinden ve onu doğru mihraba çevirmek için bütün mecazi otoriteleri, güçleri sukuta uğratır ve adeta kulun Allahtan başka güvendiği tüm dağlara kar yağar. Bir şey olacakken olmaz olur, doğacakken doğmaz olur. Kul çırpınır, baş tacı yaptığı putlarının tek tek kapısını döver fakat nafile. Hatta kimi zaman Allaha dua eder, lakin dua ederken bile bir gözü hala medet beklediği sahte ilahlarındadır. Samimane ve bütün gönlüyle Allaha yalvaramaz çünkü hâlâ eşinden-dostundan, patronundan-akrabasından, ilminden-çevik zekasından medet bekliyordur. Bilmez ki yaratan Allahtır, son sözü söyleyen Odur. O ol demeden hiç bir şey vücuda gelmez. Esbabı yerine getirmek bizedir, yaratmak Ona. Yaratan esbab değildir. Kul, sebebleri yerine getirdikten sonra o sebeblere can üfleyip et giydirecek olan Zata dua dua yalvarmazsa, o sebeblerin yerde cansız yatan bedenden farkı kalmaz. Bütün organları, zahiri esbabı yerindedir ama hareket etmez, edemez. İşte bu noktada kul Allaha değil de yine sebeblere perestiş ediyorsa, Allah o kulunu esbabın kulu olmaktan kurtarmak için her şeyi elinden alır ve kulun tek mihrabı kalır. O da Cenab-ı Hakdır.
Yasir Bilgin
Daha önce kuluna verdiği nimeti geri almak Allahın adeti değildir. Ya o nimeti ayniyle devam ettirir ya da daha fazlasını verir. Fakat kul kendisine verilen nimeti Allahı anmaya bir vesile olması açısından değil de bizzat dünya malı olarak sever ve Allahtan daha fazla onu düşünmeye başlarsa Allah bu nimeti kulun elinden alarak onu Allahı anamama zulmetinden kurtarır. Bu mahrum bırakma da bir bakıma bir nimettir. Zira dünya zinet ve malları bu kul için Hakkın ihsanını aksettiren birer ayna olmadan daha ziyade Onu gölgeleyen bulut olmuşlardır. Cenab-ı Hak rahmetinin iktizasınca kulunu bu gaflet halinden kurtarır.
Ayrıca bazı zamanlarda da dünya nimetleri, sağlık, para, güzellik, kişinin günah işlemesinin birer azmettiricisi durumuna geçer ve kulun günaha giden yollarını kolaylaştırır. İşte böyle durumlarda da Allah rahmetinin gereği kulunu günahtan korumak için bu nimetlerini ondan uzaklaştırır. Hapishanede izole edilmiş suçlu gibi kul da günaha götürücü yollardan ve vesilelerden uzaklaştırılmış ve tabiri caizse sıyanet altına alınmış olur.
Bazen de kul gücü, kuvveti ve yaratma kudretini yanlışlıkla Kadir olan Allaha değil de parasına, kendi benliğine, bir şahsa, zekasına, kabiliyetlerine, bir makama vb verir ve şirke düşer. Böyle bir güç ve otoriteyi elde ettiğinde sanki her şeyi yapan ve yaratan bunlarmış gibi havalara girer ve hakiki yaratıcının, son sözü söyleyecek olanın Cenab-ı Hak olduğunu unutuverir. Allah da kuluna rahmetinden ve onu doğru mihraba çevirmek için bütün mecazi otoriteleri, güçleri sukuta uğratır ve adeta kulun Allahtan başka güvendiği tüm dağlara kar yağar. Bir şey olacakken olmaz olur, doğacakken doğmaz olur. Kul çırpınır, baş tacı yaptığı putlarının tek tek kapısını döver fakat nafile. Hatta kimi zaman Allaha dua eder, lakin dua ederken bile bir gözü hala medet beklediği sahte ilahlarındadır. Samimane ve bütün gönlüyle Allaha yalvaramaz çünkü hâlâ eşinden-dostundan, patronundan-akrabasından, ilminden-çevik zekasından medet bekliyordur. Bilmez ki yaratan Allahtır, son sözü söyleyen Odur. O ol demeden hiç bir şey vücuda gelmez. Esbabı yerine getirmek bizedir, yaratmak Ona. Yaratan esbab değildir. Kul, sebebleri yerine getirdikten sonra o sebeblere can üfleyip et giydirecek olan Zata dua dua yalvarmazsa, o sebeblerin yerde cansız yatan bedenden farkı kalmaz. Bütün organları, zahiri esbabı yerindedir ama hareket etmez, edemez. İşte bu noktada kul Allaha değil de yine sebeblere perestiş ediyorsa, Allah o kulunu esbabın kulu olmaktan kurtarmak için her şeyi elinden alır ve kulun tek mihrabı kalır. O da Cenab-ı Hakdır.
Yasir Bilgin