''Öfke muvakkat bir cinnettir''
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zâriyât, 51/56) buyurmaktadır. Hazreti İbn Abbas, ayet-i kerimedeki liyabudûn ifadesini liyarifûn, yani, bilsinler, tanısınlar, mârifete ulaşsınlar şeklinde tefsir etmiştir. Demek ki, kendisine şuur, idrak ve irade gibi bazı ilk mevhibeler verilen insan, bunları Hâlık-ı kâinatı bilme yolunda kullanmalıdır. İbtidaî bir Allah bilgisi ile de yetinmemeli; onu iyi değerlendirerek sonunda Cenâb-ı Hakka vasıl olabileceği bir kulluk yoluna girmeli; ibadet, ubudiyet ve ubûdet kanatlarıyla marifet ufkuna yürümelidir. Evet, insan önce icmâlen bilmeli; sonra da o bilgisini derinleştirmeli ve amel sayesinde onu marifete dönüştürmelidir. Zaten ibadet, Allah yolunda duyulan, hissedilen, yaşanan ve yapılan şeylerin insan hayatı ve insan tabiatıyla bütünleşmesinden ibarettir.
*İnsan olduğunun şuuruyla yaşayıp bütün mahlûkata karşı şefkatle muamelede bulunma acz, fakr, şevk, şükür ve tefekkür mesleğinin çok önemli bir rüknüdür. Başkalarına da canı, ciğeri, evladı gibi davranma bu şefkatin gereğidir. Âsi ve tâgî olacak evladın o felakete sürüklenmesine mani olmanın en akıllıca yolu onu kucaklamak, bağrına basmak ve şefkat sergilemektir. İşte, herkese karşı bu anlayışla hareket etmek esas olmalıdır.
*Şimdiye kadar öfke, hiddet ve şiddetle çözülmüş -hatta çok küçük bile olsa- bir problem bilmiyorum. Sadece bazı kimseler korkusundan sinmiş olurlar. Fakat sinen öfkeler, kinler, nefretler, gayzlar civciv yapar ve gelecek nesillere intikal eder.
*Hazreti Ebû Hüreyrenin (radıyallahu anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle bir hâdise anlatılmaktadır: Bir adam Allah Rasûlüne Bana nasihat et! dileğinde bulundu. Rasûlullah ona, Gazaba kapılma, öfkelenme!.. buyurdu. Bunun üzerine, o şahıs, Rasûl-ü Ekremden tekrar tekrar nasihat etmesini istedi; Sâdık u Masdûk Efendimiz de her defasında ona Gazaplanma!.. öğüdünü verdi.
*Öfke, muvakkat bir cinnettir; sonucu da altından kalkılmaz, telafisi imkansız bir nedamettir.
*Müstakim düşünceyi temsil eden insanlar, başkalarının ortaya attıkları tutarsız ve asılsız isnatlar karşısında bile asla çizgilerini değiştirmemelidirler. Elbette ki iftiralar karşısında, tavzih, tashih, tekzip ve hatta tazminat hakkını kullanma her zaman için mahfuzdur; şu kadar var ki, bunlar yapılırken de üsluba çok dikkat edilmelidir. Mesela, Bu doğru değil demekle Siz yalan söylüyorsunuz! sözü arasında fark vardır. Bunların her ikisi de usule dair bir hususu tamir etmeye matuf olabilir; fakat birinde üslup bozuktur. Dolayısıyla bu usulü de önüne katıp sürükler götürür.
*Lügatlerde yalan, gerçeğe aykırı asılsız söz, vâkıaya mutabık olmayan beyan, zatında olmamış bir şeyi var gibi sunma ya da söyleyen insanın bilgisini, düşüncesini, kanaatini -kasdî olarak- tam yansıtmayan bir ifade.. gibi değişik şekillerde tarif edilmektedir. Belâgat ilminde, yalanla alâkalı bir tarif daha vardır ki, o çok dikkat çekici ve ürperticidir. Bu zaviyeden, yalan, Allah tarafından bilinen bir şeyin aksini söylemenin, Allahın bildiğine muhalif iddiada bulunmanın ve bir meselenin Cenâb-ı Hak nezdindeki keyfiyetine aykırı söz uydurmanın adıdır.
*Sövüp saymakla, tahkir etmekle, tezyifte bulunmakla, başkalarını hafife almakla insanları zapturapt altına alamazsınız, yumuşatamazsınız, sırat-ı müstakime celbedemezsiniz.
*Kuran-ı Kerim bazı hususları nazara verirken meseleleri hep evsafa bağlıyor. Allah Ebu Cehili sevmez demiyor; sevmez Allah, Ebu Cehili. Kuranda Allah Ebu Cehili, Utbeyi, Şeybeyi sevmez denmiyor ama Cenab-ı Hakkın zâlimi, fâciri, fâsıkı, âsiyi sevmediği ifade ediliyor; böylece mesele sıfatlara bağlanmış ve insanlar tiksindirici o sıfatlardan tenfir edilmiş oluyor.
*Günümüzde maalesef insanlar birbirlerinin tarlalarına sövüp sayma tohumları saçıyorlar. Öyle bir fasid daire (kısır döngü) ki, herkes birbirine kötü sözler söylüyor. Hâlbuki insan sâlih daire (doğurgan döngü) peşinde olmalı; her zaman güzel konuşmalı, böylece güzel şeyler duymaya da yatırım yapmış olmalı; hep iyilik yapmalı, iyilikler bulma yolunda kalmalı.
*Kuran-ı Kerimde ve Sünnet-i Sahihada bazı insanlara sövüp saymanın, hakaret etmenin sevap olduğuna dair herhangi bir beyan yoktur. Hatta dinde Firavun gibi tiranlara sövülmesi ve onlara lanet edilmesi gerektiğine dair bir emir de söz konusu değildir; sövüp saymanın hiçbir sevabı yoktur. Aksine, sövmeler saymalar, sövüp saymalara yatırım demektir.
*Kötülere sövüp saymak yerine onlar hakkında bile Allahım kalblerimizi ve onların kalblerini ıslah eyle duasında bulunmak fazilettir. İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ) belki çok incindiği anlarda Mevlâ-yı Müteâle halini arz ederek Onun rahmetine sığınmış; fakat insanlara karşı hep şefkat tavrı ortaya koymuş, Uhudda başı yarıldığı, dişi kırıldığı zaman bile Allahım kavmimi affet, hidayet buyur, çünkü onlar beni bilmiyorlar! diye dua etmişti.
*Kuran şöyle buyurmaktadır:
وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Allahtan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allaha söverler. İşte böyle biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rabbilerinedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.
*Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde kişinin anne ve babasına sövmesinin büyük günahlardan olduğunu ifade etmiş, orada bulunanlar bu durumu yadırgayıp Kişi hiç anne ve babasına söver mi? diyerek istifsârda bulununca da, Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselâm); Evet, kişi tutar bir başkasının babasına söver, (nâseza, nâbeca sözler söyler), o da onun babasına söver; tutar annesine söver, o da onun annesine söver. (Buhari, Edeb 4) buyurmuştu.
*Meseleyi tamamen âidiyet mülahazası içinde ele alırsanız, hatta dualarınızı bile o çerçeve içinde ele alırsanız, insafsızlık yapmış olursunuz. Öyle değil esasen, kucaklayıcı olmak lazım, herkese bağrı açmak lazım, herkesin yaptığı güzel şeyi alkışlamak lazım. Bu ilahî ahlaktır.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zâriyât, 51/56) buyurmaktadır. Hazreti İbn Abbas, ayet-i kerimedeki liyabudûn ifadesini liyarifûn, yani, bilsinler, tanısınlar, mârifete ulaşsınlar şeklinde tefsir etmiştir. Demek ki, kendisine şuur, idrak ve irade gibi bazı ilk mevhibeler verilen insan, bunları Hâlık-ı kâinatı bilme yolunda kullanmalıdır. İbtidaî bir Allah bilgisi ile de yetinmemeli; onu iyi değerlendirerek sonunda Cenâb-ı Hakka vasıl olabileceği bir kulluk yoluna girmeli; ibadet, ubudiyet ve ubûdet kanatlarıyla marifet ufkuna yürümelidir. Evet, insan önce icmâlen bilmeli; sonra da o bilgisini derinleştirmeli ve amel sayesinde onu marifete dönüştürmelidir. Zaten ibadet, Allah yolunda duyulan, hissedilen, yaşanan ve yapılan şeylerin insan hayatı ve insan tabiatıyla bütünleşmesinden ibarettir.
*İnsan olduğunun şuuruyla yaşayıp bütün mahlûkata karşı şefkatle muamelede bulunma acz, fakr, şevk, şükür ve tefekkür mesleğinin çok önemli bir rüknüdür. Başkalarına da canı, ciğeri, evladı gibi davranma bu şefkatin gereğidir. Âsi ve tâgî olacak evladın o felakete sürüklenmesine mani olmanın en akıllıca yolu onu kucaklamak, bağrına basmak ve şefkat sergilemektir. İşte, herkese karşı bu anlayışla hareket etmek esas olmalıdır.
*Şimdiye kadar öfke, hiddet ve şiddetle çözülmüş -hatta çok küçük bile olsa- bir problem bilmiyorum. Sadece bazı kimseler korkusundan sinmiş olurlar. Fakat sinen öfkeler, kinler, nefretler, gayzlar civciv yapar ve gelecek nesillere intikal eder.
*Hazreti Ebû Hüreyrenin (radıyallahu anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle bir hâdise anlatılmaktadır: Bir adam Allah Rasûlüne Bana nasihat et! dileğinde bulundu. Rasûlullah ona, Gazaba kapılma, öfkelenme!.. buyurdu. Bunun üzerine, o şahıs, Rasûl-ü Ekremden tekrar tekrar nasihat etmesini istedi; Sâdık u Masdûk Efendimiz de her defasında ona Gazaplanma!.. öğüdünü verdi.
*Öfke, muvakkat bir cinnettir; sonucu da altından kalkılmaz, telafisi imkansız bir nedamettir.
*Müstakim düşünceyi temsil eden insanlar, başkalarının ortaya attıkları tutarsız ve asılsız isnatlar karşısında bile asla çizgilerini değiştirmemelidirler. Elbette ki iftiralar karşısında, tavzih, tashih, tekzip ve hatta tazminat hakkını kullanma her zaman için mahfuzdur; şu kadar var ki, bunlar yapılırken de üsluba çok dikkat edilmelidir. Mesela, Bu doğru değil demekle Siz yalan söylüyorsunuz! sözü arasında fark vardır. Bunların her ikisi de usule dair bir hususu tamir etmeye matuf olabilir; fakat birinde üslup bozuktur. Dolayısıyla bu usulü de önüne katıp sürükler götürür.
*Lügatlerde yalan, gerçeğe aykırı asılsız söz, vâkıaya mutabık olmayan beyan, zatında olmamış bir şeyi var gibi sunma ya da söyleyen insanın bilgisini, düşüncesini, kanaatini -kasdî olarak- tam yansıtmayan bir ifade.. gibi değişik şekillerde tarif edilmektedir. Belâgat ilminde, yalanla alâkalı bir tarif daha vardır ki, o çok dikkat çekici ve ürperticidir. Bu zaviyeden, yalan, Allah tarafından bilinen bir şeyin aksini söylemenin, Allahın bildiğine muhalif iddiada bulunmanın ve bir meselenin Cenâb-ı Hak nezdindeki keyfiyetine aykırı söz uydurmanın adıdır.
*Sövüp saymakla, tahkir etmekle, tezyifte bulunmakla, başkalarını hafife almakla insanları zapturapt altına alamazsınız, yumuşatamazsınız, sırat-ı müstakime celbedemezsiniz.
*Kuran-ı Kerim bazı hususları nazara verirken meseleleri hep evsafa bağlıyor. Allah Ebu Cehili sevmez demiyor; sevmez Allah, Ebu Cehili. Kuranda Allah Ebu Cehili, Utbeyi, Şeybeyi sevmez denmiyor ama Cenab-ı Hakkın zâlimi, fâciri, fâsıkı, âsiyi sevmediği ifade ediliyor; böylece mesele sıfatlara bağlanmış ve insanlar tiksindirici o sıfatlardan tenfir edilmiş oluyor.
*Günümüzde maalesef insanlar birbirlerinin tarlalarına sövüp sayma tohumları saçıyorlar. Öyle bir fasid daire (kısır döngü) ki, herkes birbirine kötü sözler söylüyor. Hâlbuki insan sâlih daire (doğurgan döngü) peşinde olmalı; her zaman güzel konuşmalı, böylece güzel şeyler duymaya da yatırım yapmış olmalı; hep iyilik yapmalı, iyilikler bulma yolunda kalmalı.
*Kuran-ı Kerimde ve Sünnet-i Sahihada bazı insanlara sövüp saymanın, hakaret etmenin sevap olduğuna dair herhangi bir beyan yoktur. Hatta dinde Firavun gibi tiranlara sövülmesi ve onlara lanet edilmesi gerektiğine dair bir emir de söz konusu değildir; sövüp saymanın hiçbir sevabı yoktur. Aksine, sövmeler saymalar, sövüp saymalara yatırım demektir.
*Kötülere sövüp saymak yerine onlar hakkında bile Allahım kalblerimizi ve onların kalblerini ıslah eyle duasında bulunmak fazilettir. İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ) belki çok incindiği anlarda Mevlâ-yı Müteâle halini arz ederek Onun rahmetine sığınmış; fakat insanlara karşı hep şefkat tavrı ortaya koymuş, Uhudda başı yarıldığı, dişi kırıldığı zaman bile Allahım kavmimi affet, hidayet buyur, çünkü onlar beni bilmiyorlar! diye dua etmişti.
*Kuran şöyle buyurmaktadır:
وَلاَ تَسُبُّواْ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّواْ اللّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Allahtan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allaha söverler. İşte böyle biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rabbilerinedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.
*Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde kişinin anne ve babasına sövmesinin büyük günahlardan olduğunu ifade etmiş, orada bulunanlar bu durumu yadırgayıp Kişi hiç anne ve babasına söver mi? diyerek istifsârda bulununca da, Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselâm); Evet, kişi tutar bir başkasının babasına söver, (nâseza, nâbeca sözler söyler), o da onun babasına söver; tutar annesine söver, o da onun annesine söver. (Buhari, Edeb 4) buyurmuştu.
*Meseleyi tamamen âidiyet mülahazası içinde ele alırsanız, hatta dualarınızı bile o çerçeve içinde ele alırsanız, insafsızlık yapmış olursunuz. Öyle değil esasen, kucaklayıcı olmak lazım, herkese bağrı açmak lazım, herkesin yaptığı güzel şeyi alkışlamak lazım. Bu ilahî ahlaktır.