Bir Garip Mezad Ertuğrul Kocatürk
Hayrın Anahtarı
Geçmiş, hem bugünümüze, hem de yarınımıza kaynak olabilecek bereketli bir menbadır. Tabii geçmişi olanlar için
Bizim toplum yapımız, hiçbir içtimai sistemin bugüne kadar ulaşamadığı bir güzellikler kuşağıdır. Kendi ruhundaki dinamiklerden güç alarak asırlardır ayakta durmasını başaran bu muhteşem milletin, karşısındaki hasım dünyanın bütün entrikalarına rağmen çağlar boyu mevcudiyetini devam ettirmesi, adeta bankalar üstü bir hadisedir.
Bu harikalığın temel dinamiklerinden biri de, cemiyetimizin fert ve aile yapısının sağlamlığı ve bu sağlam bünyeden ortaya çıkan Abide Şahsiyetler dir.
Zaman diliminin geniş yelpazesinin 16. asrı gösterdiği bir demde şehr-i İslambolda nur gibi bir erkek çocuk dünyaya gelir. Bu çocuk, Yavuz Sultan Selimin vezir-i azamı Kara Piri Paşanın hazinedarı ve kapukethüdası, deniz ümerasından Pervane Kaptanın biricik oğludur.
Dedesi, Bugün yarın ölürüm düşüncesiyle Tophane yakınlarındaki yalısında, yedi sene odası içindeki yüklükte tabutunu saklayan çok müttaki bir insandır. Adı Ahmed konulan bu güzel çocuk, işte İslamın böyle burcu burcu yaşandığı bir atmosferde neşet eder.
Küçük Ahmed, biraz serpilince, babası tarafından Sultan 1. Ahmede takdim edilir. Sultan Ahmed, bu pırıl pırıl nur yüzlü çocuğu görünce Le kad halaknel insane fî ahseni takvim ayetine masadak düşmüştür diye methedip isminin önüne Melek ilave eder. Ve küçük Melek Ahmed saraya alınır. Yıllarca Enderun terbiyesi içinde yetişen küçük Melek, önceleri Haskilerde hizmet eder. Ardından Melek Ahmed Ağa namıyla Has oda ya girer ve oradan da Çuhadar lığa yükselir. Bu pehlivan yapılı yiğit, ikbal basamaklarını tırmanmaya devam ederek Silahtarlığa yükselir. Çok geçmeden de üç tuğlu vezirlik rütbesi ile Diyarbekir vilayetine vali tayin olur (1638). Bir süre Musul muhafızlığında bulunduktan sonra da, İstanbula döndüğünde Kubbealtı Vezirleri arasına girer (1640).
Bu arada Dördüncü Muradın ehl-i kalp kızı Kaya İsmihan Sultan ile mesud bir izdivaç yapar (1644). Ve bu vazifeşinas insanın rütbesi daha sonraları sadrazamlığa kadar yükselir.
Kaya İsmihan Sultan ise, bu meleknümun ailenin kadınlık kanadını temsil eder. Dördüncü Muratın üçüncü kızı olan bu genç sultan, Melek Ahmet Paşa ile evlendikten sonra bu evliliğini takva ile ziynetlendirerek, Koca Mustafa Paşa Şeyhi Hasan Efendiye intisabla Rabiatül Adviye gibi ibadet köşesine çekilmiştir.
İşte bu günlerin birinde Kaya Sultan hamile kalır. Ve bu müjdeli hadisenin hemen akabinde bu feyizli kadın enteresan bir rüya görür. Rüyasını kocasına şöyle anlatır:
Bu gece cennet bağlarında gezerken dedem Sultan Ahmed Han elimden tutup, bağ ve bahçe içindeki yüksek sarayları, huri ve gılmanları gösterdi. Gezerken Kayam gör! Cenab-ı Hakk bana neler ihsan etti. Bir kere Yeni Camii yaparken padişahlığıma bakmayıp işçilerin arasına girerek eteğimle taş ve toprak taşıyıp Ya Rabbi! İşte Ahmed ırgadının hizmetini katında kabul eyle diye ağlayarak eteğimden toprağı ve taşı yere dökdümdü. Cenab-ı Allah bu hizmetimi kabul edip, bana cennetini ihsan etti. Gel şimdi sen de Kayam benim cennet bağlarımda safa eyle! dedi. Sol tarafında duran Sultan Mustafa: Ey birader! Şu Kaya kız bahtsızdır. Bırak, Melek Ahmedden bir ömürlü kızı olsun ve dünyadan zevkini alıp, nesli kesilmesin. Sonra bizim bağlarımıza gelip gezsin buyurduklarında dedem bu niyete Fatiha deyip, elini yüzüne sürdü. Eline baktım kanlı idi. Ben de elimi yüzüne sürdüm, sağ elime biraz kan bulaştı. Korkumdan uyandım. Hayır ola! Canım paşacığım! İşte böyle bir rüya gördüm.
Paşa, rüya tabirinden iyi anlayan biridir. Rüyanın tabiri hüzünlüdür. Fakat Paşa, hanımına hiçbir şey sezdirmeden rüyasının hayırlı, müjdeli olduğunu söyleyip bol bol tasaddukta bulunmasını söyler.
Kaya Sultan da kocası gibi hayırda yarışan biridir ve hemen Mekke ve Medine halkına bol bol ihsanlar da bulunur.
Ve Kaya Sultanın rüyasının üzerinden az bir zaman geçmiştir ki, Melek Ahmet Paşa da bir rüya görür. Paşa, bu son derece enteresan rüyasını arkadaşlarına şöyle anlatır:
Allah hayırlar vere! Bu gece garip bir rüya gördüm. Meğer ben, Kaya Sultan ile münakaşa etmişim. Sultan bana dedi ki: Bak Paşa, şimdiden sonra ne sen benim kocam olursun, ne de ben senin hanımın olurum. Hemen benim nikâhımı ver. Bunun üzerine ben tekrar büyük bir münakaşaya koyulup, Bak sultanım efendim, benim seni boşamak ihtimalim yoktur. Meğer aramıza ölüm gire. dedim. Bunun üzerine Sultan: Dedem Sultan Ahmet bana: (Evladın olduktan sonra gel) dedi. Ben ona giderim, boşa beni. diye yalvardı. Ben dahi, ağlayarak: Be hey efendim! Şu evi niçin berbat edersin? Ben senden ayrılmam dedim. Sultanım; imdi canım, ben senden ister istemez boşanırım, istersen üç yıl sonra yine bana gel, nikâh et. Ama gayri yanıma yaklaşma, namahremsin. dedi. Ben: Behey sultanım, efendim! Böyle kederli sözler söyleme dediğimde, Sultan oturduğum odanın bir dolabını açıp içine girerek, kayboldu ve dolabın içinden şöyle bir ses geldi: Canım Ahmed dedeciğim! Paşam beni boşamak istemiyor. Şu Paşama bir tenbih buyurun, beni boşasın. Derhal dola- bin kapısı açılarak Sultan Ahmed Han ile Sultan Mustafa içeri girdiler. Bre Melek, niçin Kaya İsmihanı böyle boşamayıp üzersin? Aklın varsa, sen de üç yıl sonra boşan. dediler. Ben ise, Hayır padişahım, boşanmam efendim dedim. Sultan Ahmed: Mutlaka boşarsın. Allahın ezeli emri böyledir. Emir Peygamberin şeriatındandır. Alın şu Meleki şere götürün! deyince birden kendimi bütün ulema, şeyhler, şeyhülislam ve yedi kubbe vezirlerinin hazır bulunduğu Ayasofya Camiinde buldum. Şer i duruşmada ağzımdan nasıl oldu da, boş sözü çıktı. Üzüntüden İnşaallah ben de yakın zamanda Kayayı alırım ve Cennette onunla dolaşırım. dediğimde derhal gördüm ki, birkaç adam, Kayanın başına bir beyaz bez örtüp, koltuğuna da dört adam girerek götürüyorlar. Daha sonra Ayasofyada bir çeşit namaz kıldık ki, ömrümde öyle karmakarışık namaz kılmamıştım. İmamımız
Şeyhülislam Sunizade Efendi önüme düşüp beni sarayıma getirdi. Korkumdan uyanıp, kendime geldim.
Rüyayı dinleyen İmam Mehmed Efendi ile Gınaizade Ali Efendi vakayı sevindirici bir şekilde yorumlamalarına karşılık Paşa, daha önce hanımının gördüğü rüyayı hatırlayıp gözyaşları içinde rüyayı şöyle tabir eder:
Bu rüyanın tabiri geçen aylarda görülmüştür ki, orada Sultan bir rüya görür. Rüyada Sultan Ahmed kendine cennet bağlarında: Kayam benim bu bağlarıma gelsene buyurmuştur. Bunun üzerine, Sultan Mustafa Yok birader, Melek den bir kızı olsun da sonra gelsin der. Sultan bu rüyayı göreliden beri hamiledir. Allah bilir, bir kız doğuracak. Allah, kolay eyleye. Benden boşanarak beyaz örtü bürünüp koltuğuna dört adam girmesi, kefen giyecek, tabut içinde gideceğine işarettir. Sultan Ahmedin Elbette Kayayı Allahın emri ile boşa, aklın varsa üç yıl sonra sen de gel demesi, üç yıl sonra benim de ahirete gideceğime işarettir. Ayasofyada şeyhülislam ile karmakarışık namaz kılmamız, benim cenaze namazımı şeyhülislamın kıldıracağına işaret. Elimden tutup benim sarayıma götürmesi ise, Allah bilir beni ta mermer mezarıma kadar götüreceğine işarettir ve Allahüalem Kaya Sultan, bu doğum sırasında mutlaka vefat eder der.
Ve Melek Ahmet Paşanın bu rüyayı anlatmasından yirmialtı gün sonra, köşk halkının okuduğu hatmi şerifler ve salavatlar içinde Kaya Sultanın nur gibi bir kızı dünyaya gelir. Köşk sevince gark olur ve çil çil altından sadakalar dağıtılır. Fakat çok geçmeden rüyanın tabiri çıkmağa başlar ve sevinçler hüzne dönüşür. Kaya Sultan, doğumdan sonra iyice rahatsızlanır ve doğumun dördüncü günü, yirmiyedi yaşında Hakkın rahmetine kavuşur.
Melek Ahmet Paşa, son derece üzgündür. Fakat Allahın takdirinden öte birşey olmayacağının da şuurundadır. Ve bu, abdestsiz yere basmayan dini bütün adam, artık yüzünü iyice ukbaya çevirmiştir. Gündüzlerini savm-ı Davudî ile, gecelerini seccadesini ıslatarak geçirmektedir. Hele bir hayır hasenat yönü vardır ki, oldukça ibretamiz ve enteresandır:
Paşa, her sene Ramazan ayının başında hazinesini açar, kıymetli eşyalarmı sarayının avlusuna çıkarır ve bunları kendi kapu halkına pek garip bir şekilde satardı.
Öyle bir satış ki, ortaya dökülen paha biçilmez kılıçların, kalkanların, eğerlerin, okların,
yayların, şalların, kürklerin, dibaların, canfeslerin parayla pulla değil, hayır hasenat karşılığı mezada çıkarıldığı bir satış
Şöyle ki: İçinde yüzlerce kapu halkının (iç ağaların) sıralanıp beklediği avluda münadi şöyle bağırır:
- Bir altın sahan! Bir çocuk okutmaya
Talip olan: İki çocuk diye artırır. Arkadan bir ses:
Üç! der. Münadi başka istekli olup olmadığını yoklar. Bulamazsa Satttııım! diye bağırmasıyla, tekrar sesi yükselir:
-Bir murassa kılıç! Onbin salavata ve ardından kalabalıktan sesler yükselir: Yirmibin Otuzbin Ellibin!
Münadi tekrar bağırır:
-Bir samur kürk!.. Bir çeşme yaptırmaya
Böyle böyle bütün mallar, yetime bakmak, dulları korumak, çeşme yaptırmak, hatim indirmek, yasin okumak ve salavat getirmek gibi çeşitli hayır ve sevap karşılığı mezad edilip satılır. Daha sonra da bir heyet teşekkül ettirilerek, herkesin vaadini ve borcunu yerine getirmesi işi takip edilir.
İşte Melek Ahmed Paşa, melekleri gıpta ettirecek böylesine bir adamdır.
Evet, iman şuuru ile kanatlı ve kendi iç dünyaları itibarıyla derinlerden derin.. bu derinliğin tezahürü olarak da Allahın kendisine bahşetmiş olduğu serveti, mensubu olduğu din ve milleti yoluna adayarak, Rabbinin rızasını arayan bu Abide Şahsiyetler ile ecdadımız tarihteki güzide yerini almıştır.
Rabbimizin inayetiyle, bu velüd milletin daha çok Melek Ahmet Paşalar yetiştireceğini ümid ediyoruz.
Hayrın Anahtarı
Geçmiş, hem bugünümüze, hem de yarınımıza kaynak olabilecek bereketli bir menbadır. Tabii geçmişi olanlar için
Bizim toplum yapımız, hiçbir içtimai sistemin bugüne kadar ulaşamadığı bir güzellikler kuşağıdır. Kendi ruhundaki dinamiklerden güç alarak asırlardır ayakta durmasını başaran bu muhteşem milletin, karşısındaki hasım dünyanın bütün entrikalarına rağmen çağlar boyu mevcudiyetini devam ettirmesi, adeta bankalar üstü bir hadisedir.
Bu harikalığın temel dinamiklerinden biri de, cemiyetimizin fert ve aile yapısının sağlamlığı ve bu sağlam bünyeden ortaya çıkan Abide Şahsiyetler dir.
Zaman diliminin geniş yelpazesinin 16. asrı gösterdiği bir demde şehr-i İslambolda nur gibi bir erkek çocuk dünyaya gelir. Bu çocuk, Yavuz Sultan Selimin vezir-i azamı Kara Piri Paşanın hazinedarı ve kapukethüdası, deniz ümerasından Pervane Kaptanın biricik oğludur.
Dedesi, Bugün yarın ölürüm düşüncesiyle Tophane yakınlarındaki yalısında, yedi sene odası içindeki yüklükte tabutunu saklayan çok müttaki bir insandır. Adı Ahmed konulan bu güzel çocuk, işte İslamın böyle burcu burcu yaşandığı bir atmosferde neşet eder.
Küçük Ahmed, biraz serpilince, babası tarafından Sultan 1. Ahmede takdim edilir. Sultan Ahmed, bu pırıl pırıl nur yüzlü çocuğu görünce Le kad halaknel insane fî ahseni takvim ayetine masadak düşmüştür diye methedip isminin önüne Melek ilave eder. Ve küçük Melek Ahmed saraya alınır. Yıllarca Enderun terbiyesi içinde yetişen küçük Melek, önceleri Haskilerde hizmet eder. Ardından Melek Ahmed Ağa namıyla Has oda ya girer ve oradan da Çuhadar lığa yükselir. Bu pehlivan yapılı yiğit, ikbal basamaklarını tırmanmaya devam ederek Silahtarlığa yükselir. Çok geçmeden de üç tuğlu vezirlik rütbesi ile Diyarbekir vilayetine vali tayin olur (1638). Bir süre Musul muhafızlığında bulunduktan sonra da, İstanbula döndüğünde Kubbealtı Vezirleri arasına girer (1640).
Bu arada Dördüncü Muradın ehl-i kalp kızı Kaya İsmihan Sultan ile mesud bir izdivaç yapar (1644). Ve bu vazifeşinas insanın rütbesi daha sonraları sadrazamlığa kadar yükselir.
Kaya İsmihan Sultan ise, bu meleknümun ailenin kadınlık kanadını temsil eder. Dördüncü Muratın üçüncü kızı olan bu genç sultan, Melek Ahmet Paşa ile evlendikten sonra bu evliliğini takva ile ziynetlendirerek, Koca Mustafa Paşa Şeyhi Hasan Efendiye intisabla Rabiatül Adviye gibi ibadet köşesine çekilmiştir.
İşte bu günlerin birinde Kaya Sultan hamile kalır. Ve bu müjdeli hadisenin hemen akabinde bu feyizli kadın enteresan bir rüya görür. Rüyasını kocasına şöyle anlatır:
Bu gece cennet bağlarında gezerken dedem Sultan Ahmed Han elimden tutup, bağ ve bahçe içindeki yüksek sarayları, huri ve gılmanları gösterdi. Gezerken Kayam gör! Cenab-ı Hakk bana neler ihsan etti. Bir kere Yeni Camii yaparken padişahlığıma bakmayıp işçilerin arasına girerek eteğimle taş ve toprak taşıyıp Ya Rabbi! İşte Ahmed ırgadının hizmetini katında kabul eyle diye ağlayarak eteğimden toprağı ve taşı yere dökdümdü. Cenab-ı Allah bu hizmetimi kabul edip, bana cennetini ihsan etti. Gel şimdi sen de Kayam benim cennet bağlarımda safa eyle! dedi. Sol tarafında duran Sultan Mustafa: Ey birader! Şu Kaya kız bahtsızdır. Bırak, Melek Ahmedden bir ömürlü kızı olsun ve dünyadan zevkini alıp, nesli kesilmesin. Sonra bizim bağlarımıza gelip gezsin buyurduklarında dedem bu niyete Fatiha deyip, elini yüzüne sürdü. Eline baktım kanlı idi. Ben de elimi yüzüne sürdüm, sağ elime biraz kan bulaştı. Korkumdan uyandım. Hayır ola! Canım paşacığım! İşte böyle bir rüya gördüm.
Paşa, rüya tabirinden iyi anlayan biridir. Rüyanın tabiri hüzünlüdür. Fakat Paşa, hanımına hiçbir şey sezdirmeden rüyasının hayırlı, müjdeli olduğunu söyleyip bol bol tasaddukta bulunmasını söyler.
Kaya Sultan da kocası gibi hayırda yarışan biridir ve hemen Mekke ve Medine halkına bol bol ihsanlar da bulunur.
Ve Kaya Sultanın rüyasının üzerinden az bir zaman geçmiştir ki, Melek Ahmet Paşa da bir rüya görür. Paşa, bu son derece enteresan rüyasını arkadaşlarına şöyle anlatır:
Allah hayırlar vere! Bu gece garip bir rüya gördüm. Meğer ben, Kaya Sultan ile münakaşa etmişim. Sultan bana dedi ki: Bak Paşa, şimdiden sonra ne sen benim kocam olursun, ne de ben senin hanımın olurum. Hemen benim nikâhımı ver. Bunun üzerine ben tekrar büyük bir münakaşaya koyulup, Bak sultanım efendim, benim seni boşamak ihtimalim yoktur. Meğer aramıza ölüm gire. dedim. Bunun üzerine Sultan: Dedem Sultan Ahmet bana: (Evladın olduktan sonra gel) dedi. Ben ona giderim, boşa beni. diye yalvardı. Ben dahi, ağlayarak: Be hey efendim! Şu evi niçin berbat edersin? Ben senden ayrılmam dedim. Sultanım; imdi canım, ben senden ister istemez boşanırım, istersen üç yıl sonra yine bana gel, nikâh et. Ama gayri yanıma yaklaşma, namahremsin. dedi. Ben: Behey sultanım, efendim! Böyle kederli sözler söyleme dediğimde, Sultan oturduğum odanın bir dolabını açıp içine girerek, kayboldu ve dolabın içinden şöyle bir ses geldi: Canım Ahmed dedeciğim! Paşam beni boşamak istemiyor. Şu Paşama bir tenbih buyurun, beni boşasın. Derhal dola- bin kapısı açılarak Sultan Ahmed Han ile Sultan Mustafa içeri girdiler. Bre Melek, niçin Kaya İsmihanı böyle boşamayıp üzersin? Aklın varsa, sen de üç yıl sonra boşan. dediler. Ben ise, Hayır padişahım, boşanmam efendim dedim. Sultan Ahmed: Mutlaka boşarsın. Allahın ezeli emri böyledir. Emir Peygamberin şeriatındandır. Alın şu Meleki şere götürün! deyince birden kendimi bütün ulema, şeyhler, şeyhülislam ve yedi kubbe vezirlerinin hazır bulunduğu Ayasofya Camiinde buldum. Şer i duruşmada ağzımdan nasıl oldu da, boş sözü çıktı. Üzüntüden İnşaallah ben de yakın zamanda Kayayı alırım ve Cennette onunla dolaşırım. dediğimde derhal gördüm ki, birkaç adam, Kayanın başına bir beyaz bez örtüp, koltuğuna da dört adam girerek götürüyorlar. Daha sonra Ayasofyada bir çeşit namaz kıldık ki, ömrümde öyle karmakarışık namaz kılmamıştım. İmamımız
Şeyhülislam Sunizade Efendi önüme düşüp beni sarayıma getirdi. Korkumdan uyanıp, kendime geldim.
Rüyayı dinleyen İmam Mehmed Efendi ile Gınaizade Ali Efendi vakayı sevindirici bir şekilde yorumlamalarına karşılık Paşa, daha önce hanımının gördüğü rüyayı hatırlayıp gözyaşları içinde rüyayı şöyle tabir eder:
Bu rüyanın tabiri geçen aylarda görülmüştür ki, orada Sultan bir rüya görür. Rüyada Sultan Ahmed kendine cennet bağlarında: Kayam benim bu bağlarıma gelsene buyurmuştur. Bunun üzerine, Sultan Mustafa Yok birader, Melek den bir kızı olsun da sonra gelsin der. Sultan bu rüyayı göreliden beri hamiledir. Allah bilir, bir kız doğuracak. Allah, kolay eyleye. Benden boşanarak beyaz örtü bürünüp koltuğuna dört adam girmesi, kefen giyecek, tabut içinde gideceğine işarettir. Sultan Ahmedin Elbette Kayayı Allahın emri ile boşa, aklın varsa üç yıl sonra sen de gel demesi, üç yıl sonra benim de ahirete gideceğime işarettir. Ayasofyada şeyhülislam ile karmakarışık namaz kılmamız, benim cenaze namazımı şeyhülislamın kıldıracağına işaret. Elimden tutup benim sarayıma götürmesi ise, Allah bilir beni ta mermer mezarıma kadar götüreceğine işarettir ve Allahüalem Kaya Sultan, bu doğum sırasında mutlaka vefat eder der.
Ve Melek Ahmet Paşanın bu rüyayı anlatmasından yirmialtı gün sonra, köşk halkının okuduğu hatmi şerifler ve salavatlar içinde Kaya Sultanın nur gibi bir kızı dünyaya gelir. Köşk sevince gark olur ve çil çil altından sadakalar dağıtılır. Fakat çok geçmeden rüyanın tabiri çıkmağa başlar ve sevinçler hüzne dönüşür. Kaya Sultan, doğumdan sonra iyice rahatsızlanır ve doğumun dördüncü günü, yirmiyedi yaşında Hakkın rahmetine kavuşur.
Melek Ahmet Paşa, son derece üzgündür. Fakat Allahın takdirinden öte birşey olmayacağının da şuurundadır. Ve bu, abdestsiz yere basmayan dini bütün adam, artık yüzünü iyice ukbaya çevirmiştir. Gündüzlerini savm-ı Davudî ile, gecelerini seccadesini ıslatarak geçirmektedir. Hele bir hayır hasenat yönü vardır ki, oldukça ibretamiz ve enteresandır:
Paşa, her sene Ramazan ayının başında hazinesini açar, kıymetli eşyalarmı sarayının avlusuna çıkarır ve bunları kendi kapu halkına pek garip bir şekilde satardı.
Öyle bir satış ki, ortaya dökülen paha biçilmez kılıçların, kalkanların, eğerlerin, okların,
yayların, şalların, kürklerin, dibaların, canfeslerin parayla pulla değil, hayır hasenat karşılığı mezada çıkarıldığı bir satış
Şöyle ki: İçinde yüzlerce kapu halkının (iç ağaların) sıralanıp beklediği avluda münadi şöyle bağırır:
- Bir altın sahan! Bir çocuk okutmaya
Talip olan: İki çocuk diye artırır. Arkadan bir ses:
Üç! der. Münadi başka istekli olup olmadığını yoklar. Bulamazsa Satttııım! diye bağırmasıyla, tekrar sesi yükselir:
-Bir murassa kılıç! Onbin salavata ve ardından kalabalıktan sesler yükselir: Yirmibin Otuzbin Ellibin!
Münadi tekrar bağırır:
-Bir samur kürk!.. Bir çeşme yaptırmaya
Böyle böyle bütün mallar, yetime bakmak, dulları korumak, çeşme yaptırmak, hatim indirmek, yasin okumak ve salavat getirmek gibi çeşitli hayır ve sevap karşılığı mezad edilip satılır. Daha sonra da bir heyet teşekkül ettirilerek, herkesin vaadini ve borcunu yerine getirmesi işi takip edilir.
İşte Melek Ahmed Paşa, melekleri gıpta ettirecek böylesine bir adamdır.
Evet, iman şuuru ile kanatlı ve kendi iç dünyaları itibarıyla derinlerden derin.. bu derinliğin tezahürü olarak da Allahın kendisine bahşetmiş olduğu serveti, mensubu olduğu din ve milleti yoluna adayarak, Rabbinin rızasını arayan bu Abide Şahsiyetler ile ecdadımız tarihteki güzide yerini almıştır.
Rabbimizin inayetiyle, bu velüd milletin daha çok Melek Ahmet Paşalar yetiştireceğini ümid ediyoruz.