Selef-i Salihîne Vefa | Define işaretleri ve anlamları

Selef-i Salihîne Vefa

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,207
Beğeni
23,420
Puanları
113
Konum
Erzincan



Allah’ın bazı kulları vardır ki dünyaya seçilmiş olarak gelmiş ve yaşadıkları hayatla Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan. Bu insanlar yaşadıkları döneme damgasını vurmuş ve hep karanlıkları aydınlatma mücadelesi vermişlerdir. Onlar, bizden önce dünyaya teşrif edip, Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme arkadaşlık yapan sahabeyi görmüş kimseler ve onların arkasından gelen kutlular. Onlar bir taraftan sahabe dönemine yakın olmaları ile büyük bir payeye sahiplerdi, bir tarafdan da emanet aldıkları dini yaşama ve yaşatma mesuliyetiyle ağır bir misyon taşıyorlardı. Biz onları hakkıyla tanıyamadık ve onlara gereken vefayı gösteremedik. Bu yazıdan maksat, her birinin devâsâ bir kâmet olduğu bu insanlara küçük de olsa bir vefa gösterme gayreti. Zannediyorum ne onları hakkıyla temsil etmek ne de kendi ifademizin darlığına onları sıkıştırmak mümkün değil.

Sağlam köklere sahip ağaçların duruşu bir başka olur, dalları da rüzgara karşı daha emin durur. Kök ve gövde kemirilmeye başlanmışsa hemen olmasa da bir gün ne kadar azametli de olsa o ağaç yerlere seriliverir. Biz de kökümüzden ayrı kalıp, ona rağmen bir hayat sürdürdüğümüz günde beri içten içe çürüyor ve yavaş yavaş devriliyoruz. Sahip olduğumuz nimetleri bir insan olarak idrak etmeliyiz. Biraz düşününce ne kadar güzelliklere sahip olduğumuzu anlar ve şükrünü eda edemediğimiz bir çok şeyin olduğunu farkedebiliriz. Evet, sahip olduğumuz en güzel nimetlerden biri de bizim tarihimizde çok güzel insanların yaşamış olması ve onların bize bıraktığı eserler.

Selefimiz –ki burada hususî olarak tabiîn ve tebe-i tabiîn neslini kastediyoruz- bir sanatkâr hassasiyetiyle Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) aldıkları din anlayışını günümüze kadar ulaştıran kahramanlar. Bizim için bu insanların varlığı bir iftihar ve şükür vesilesi. Onlar bizim kökümüz ve baştâcımız. Bu insanlar muhkem din anlayışını bizlere kadar ulaştırmışlar. Bu yolda onlar dini tebliğ etmenin sorumluluğuyla kendilerinden ziyade ilimle meşgul olmuş ve Allah’ın kendilerine lütfettiği bu ilmi tedvinle ve başkalarına bu ilmi aktarmakla hayatlarını devam ettirmişlerdir. Allah bu dini kıyamete kadar muhafaza edeceğini vadetmiş. Fakat dinin ilk günkü heyecanıyla, ter ü tazeliğiyle ve bütün güzellikleriyle bugüne kadar yani ondört asır sonrasına gelmesi bu insanların vesilesiyle gerçekleşmiştir. Şimdi biz onların bize aktardıkları haber ve hadislerle Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk günkü gibi sesini soluğunu yanımızda hissediyoruz. Saadet asrında cereyan eden hadiseleri günümüzle mukayese edebiliyoruz.

Selefimiz bizim şu anda din adına bilebildiklerimizi bize intikal ettirinceye kadar öyle sıkıntılara katlanmışlar öyle fedakarlıklarda bulunmuşlar ki bugün biz onların kaçına tahammül edebiliriz bilemiyorum. Bir ömür hakkıyla nasıl geçirilir?, hayatta öncelik hakkı olan şeyler nelerdir? bize en güzel şekliyle onlar göstermişlerdir. Selefin bu büyüklüğünü bir ayet-i kerime de şöyle ifade ediyor: “Muhacirlerden ve ensardan ilkler, (en evvel İslama girip, “biz varız” diyerek kendilerini ortaya atanlar) ve ihsan şuuruyla onlara tâbi olanlar var ya: “Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’dan razı oldu ve Allah onlara içlerinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu büyük bir kazançtır.”

Onların hayatlarını okuyunca zannediyoruz ki cennetin kapıları bize kapalı. Bir kendi halimize bakıyoruz bir de onların ciddiyetine. Bir hayat karşısındaki savurganlığımıza ve dini yaşantımıza bir de onların tavizsiz yaşamlarına. Onlardan Muhammed bin Münkedir (radiyallahü anh) hemen hemen her hadis imamının kendisine başvurduğu kâmetlerden. Onun bu büyüklüğüyle beraber dini yaşamadaki ciddiyeti bizi utandıracak mahiyette. Allah korkusundan öyle ağlardı ki kendisinden sonrakiler onu “bekkâ” yani çok ağlayan diye isimlendirmişlerdi. Bu durum karşısında annesi: “A be evladım! Çocukluğunu bilmeseydim, belki bir günahın vardır da, onun için ağlıyorsundur, diyecektim. Halbuki böyle bir şey yok; öyleyse, niçin bu kadar ağlıyorsun?” derdi. O ise ağlayacak çok şey buluyordu. Yine tâbiînin büyüklerinden Mesruk (radiyallahü anh) Mekke’de kaldığı müddetçe sağ ve sol yanını yere koyup yatmamış ve hep Kâbe karşısında secdede uyumuştur. Hastalandığı zaman kendisine “Biraz dinlenmeyi düşünmez misiniz?” dediklerinde şu cevabı verir: “Allah’a yemin olsun ki gaibden birisi gelse de bana Allah sana katiyen azab etmeyecek dese, ben yine eskiden olduğu gibi aynı ciddiyetle ibadet ederim.”

Ahirete müştakım çünkü gidince orada görmek istediğim insanlar var. Bizlere hadis-i şeriflerin gelmesine vesile olan bu insanların her biri birer dev. Onların nasıl insanlar olduklarını hem merak ediyorum hem de onları yakından tanımak istiyorum. Evet bize düşen hayatını bu yola vakfeden bu insanlara biraz olsun vefa göstermek. Belki daha bir çoğunun bırakın hayatını, adlarından bile habersiziz. Onlara vefa da öncelikle onları yaşadıkları hayat itibariyle tanıma ve yaptıklarını kendimize rehber kılmamız. Şimdilerde öylesine insanlar filmlere konu oluyor, nobel ödülleri alıyorlar ve insanlar tarafından alkışlanıyor. Biz isimlerini ezberlediğimiz bu insanlar yerine sahabeyi, tabiini ve tebe-i tabiini tanıyamadık. Çünkü günümüz, değerlerden anlamayan selefini kötülemekle bir şeyler başaracağını zanneden insanlarla dolu. Fakat bu tip insanların ne örnek alınacak bir yanları ne de yaralarımıza merhem olabilecek bir hususiyetleri var. Rabbim bizi doğruların yolundan ayırmasın!
 
Üst Alt