Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
“Musibet zamanı uzundur” derler. İki şey var burada; musibetin tanımı, ikincisi ise “uzun” ne demek; bu uzunluğu kısaltmak veya sonlandırmak için ne yapmak gerek?
İslamî bakış açısıyla önce musibetin ne olduğunu tarifle başlayalım; musibet tarif edilemez. Çok cins ve garip bir giriş oldu biliyorum ama gerçek bu; musibetin objektif bir tarifi yoktur. Nice deprem, trafik kazası, yangın, yaralanma, düşük yapma vb. musibet görünümlü hadiseler vardır ki üçüncü şahıslar üzülür, başına gelenler sevinir. Nice hadiseler vardır ki bugün üzülünür, yarın sevinilir. Geçmişi ve geleceği ihata eden küllî bir bakış açısı lazım demek ki musibet görünümlü vak’aların hakiki anlamda musibet olup olmadığını anlamak için. Bu ise tek kelime ile imkansız.
Kur’an’ın “Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur” (2/216) ayeti bu yaklaşımın başlı başına delilidir. Ayetin fezlekesi ise buna güç kazandıran ayrı bir delil: “Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
“Uzun” meselesine gelince; bu tamamıyla musibet anlayışıyla alakalı ve şahsa özgü bir husustur. Eğer başa gelen musibet renkli hadiseye insan “ben ne işledim de, bu başıma geldi; neden ben; nasıl olacak şimdi?” diyor ve halk tabiriyle isyanları oynuyorsa; evet musibet zamanı o insan için alabildiğine uzundur. Ama “ben kulum, bana düşen hakkımdaki takdire rıza göstermektir. O, kullarına zulmetmez. Demek benim yaptığım, belki de bilmeden yaptığım saygısızlıklardan, hatalardan, günahlardan dolayı bu başıma geldi. Öyleyse hemen tevbe ve istiğfar edip O’na yönelmeli, hakkımdaki takdirini değiştirmesi için yalvarmalıyım” diyorsa, musibet zamanı o insan için uzun değildir. Çünkü başa gelen şey o şahıs için musibet değildir.
Beşerî mahiyetinden dolayı etkilenmeler olmaz mı bu imanı bütün kişide? Elbette olur. Efendimizin (sas) oğlu İbrahim’in cenazesi başında ağlaması ve bunu yadırgayan ashaba; “göz ağlar, kalb mahzûn olur” demesini nazara alacak olursanız, musibet televvünlü hadiselerden etkilenmeyen kişi olmaz/olamaz diyebilirsiniz. Fakat böyleleri bir an-ı seyyâle dahi olsa, Rabbe karşı gerek iman gerek ubudiyet vazifelerinde dur olmaz; gündelik hayatlarına devam etmek için gerekli olan enerjilerini hemen toparlarlar.
Objektif ve herkesi bağlayıcı bir çerçevede tarifi yapılamaz dediğimiz musibet dünyevî ve uhrevî olmak üzere ikiye ayrılır. Ama ne gariptir ki her ikisi de bu dünya meydanında yaşanır. Ama nice dünyevî musibetler de vardır ki iman ve itminana ulaşamamış gönüllerin ukbasını da beraberinde alır götürür. Onun için takat getirilemeyecek musibetlere karşı Rabbe dua dua yalvarma müminin şiarıdır.
Son husus; üçüncü şahıslara tenbih. Üçüncü şahıslar musibet televvünlü hadiseleri yukarıda zikrettiğimiz çerçevede yorumlamamalı; aksine musibete düçâr şahıslarla münasebetleri nisbetinde onlarla hemhal olmalıdır. Yakınlığın hakkını vermeli, dostluğun gereklerini göstermeli, üzüntü, tasa ve kederi paylaşmalıdır. Unutmamalıdır ki “sevinç paylaşıldıkça büyür; acı, keder, ıztırap, tasa, üzüntü, gam paylaşıldıkça azalır.”
Aksi bir bakış açısı ve bunun sürüklediği davranış modeli musibetzedeler açısından kırıcı olur, incitici olur. Ölümcül bir trafik kazasından sağ kurtulmuşsunuz ve evinize geçmiş olsun ziyaretine gelen hiç kimsenin olmadığını düşünsenize!
Hasılı; mümin Efendimizin (sas) beyanları içinde kuru bir kütük gibi değil, yaş bir ekin gibidir. Ekin rüzgarın sağdan-soldan esiş istikametine göre eğilir ama doğrulmasını bilir; ama kuru kütük devrildi mi bir daha doğrulamaz. Ya kereste olur kargas binalara, ya da odun olur hamam ateşlerine.
A.Kurucan
Son düzenleme: