Tapınakçılar ve Masonlar.

SEVALİ

Kullanıcı
Katılım
14 Kasım 2012
Mesajlar
1,451
Beğeni
2,680
Puanları
113

1.
SINIRSIZ İMTİYAZ


İlk başta dokuz şövalyeden oluşan küçük grup, şaşırtıcı bir süratle Tapınakçılar şirketine dönüştü.

Kilise'nin desteği Tapınakçıları tanımakla sınırlı kalmadı. Truva Konsülü'nden itibaren Kilise'nin ve soyluların tarikata sağladıkları imtiyazlar, şövalyelere sınırsız imkanlar sunmuştu. Dokunulmazlık zırhı bunların başında geliyordu. Şövalyeler doğrudan Papa'ya bağlıydılar ve başka hiçbir otoriteye hesap vermek zorunda değillerdi. Kral da dahil hiçbir yönetici onları tutuklayamıyor, sorgulayamıyor veya kendi hizmetinde kullanamıyordu.

Tapınakçılar, kendi adlarına kilise kurmak, dini tören düzenlemek, rahip atamak gibi dinsel ayrıcalıkların yanı sıra, kendi mahkemelerini kurmak, vergi toplamak, bağış ve yardım almak hakkına da sahiplerdi. Tapınakçılara ait mülkler, Kilise'nin onda birlik vergisinden muaf tutulduğu gibi, tarikat üyeleri de her türlü ödenekten muaf tutulmuşlardı. Tarihçi-araştırmacı yazarlar Butler ve Dafoe bu konuda şu bilgileri vermektedirler:


"Bernard'ın belgesi, De Laude Novae Militae (Yeni Şövalyeliğe Övgü), Hıristiyanya'nın bir ucundan diğer ucuna kasırga gibi geçti; hemen ardından Tapınakçı askerlerin sayısı arttı. Aynı zamanda Avrupa'nın kralları ve baronlarından bağışlar, hediyeler Tapınakçıların kapısına düzenli olarak ulaşıyordu. Dokuz şövalyeden oluşan küçük grup, şaşırtıcı bir süratle Tapınakçılar şirketine dönüştü."4

İmtiyaz tanımada yerel yöneticilerin, kralların ve soyluların bonkörlükleri Kilise'ninkinden geride kalmamıştı: Tapınakçılara, bazen bir çiftlik, bazen bir saray, bazen de bütün bir kasabayı veya bölgeyi hibe etmiş, çeşitli gelir kalemleri ve hediyelerle ödüllendirip her türlü kolaylığı göstermişlerdi.

Çıkar ilişkileri sonucunda kazanılmış bu ayrıcalıklar, tarikatın kontrolsüz bir güç haline gelmesine yol açtı. Kurulduktan kısa bir süre sonra niteliği ve görünüşü tamamen değişen örgüt, Kutsal Toprakları koruma ve Hıristiyanlığı yayma görevini bir tarafa bırakarak, kendi sapkın inanışının doğrultusunda kuracağı dünya hakimiyetinin peşinde koşmaya başladı.



Tapınak Şövalyelerinin tapınaktan çok tefecilik bürosu olarak kullandıkları 12 yy.'a ait tapınaklardan birkaçı (Safita, Larzac, Metz ve Laon Tapınakları)



2.
BİR ORTAÇAĞ MAFYASI: TAPINAKÇILAR


Truva Konsülü'nden sonra, Tapınakçılar büyük bir hızla güçlerini ve sayılarını artırıp dönemin en güçlü ve en korkulan şövalye tarikatı haline geldiler. Büyük bağışlar toplamış, özel vergi gelirleri elde etmiş, inşaat, tarım, hayvancılık, nakliye, denizcilik gibi sektörlerde önemli yatırımlar yapmışlardı. Fakat bu çalışmalar ana gelir alanı olmaktan çok, göstermelik faaliyetlerdi; çünkü tarikatın asıl gelir kaynağı kara paraydı.

Tapınakçıların karanlık sermayelerini oluştururken kullandıkları yöntemler, organize suç örgütlerinin günümüzde kullandıkları yöntemlerden farklı değildi. Kaldı ki, bugün mafya sistemi olarak bilinen örgütlü suç yöntemlerini tarihte ilk defa icat edenler aslında onlardı.

Zorba kralların veya kötü yola sapmış Kilise görevlilerinin bireysel olarak gerçekleştirdikleri kanun dışı uygulamalar, Tapınakçılar tarafından sistemli bir kara para kaynağı haline getirildi ve onlara bilinen güçlerini kazandırdı. Fakirlik yemini etmiş, sözde misyoner hayatı yaşayan bir tarikatın, kısa sürede krallarla yarışacak bir servete ulaşmasının nedeni kullandıkları organize mafya yöntemleridir. Bu yöntemleri aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür:

a) Tefecilik

b) Savaş adı altında soygun, yağma, gasp

c) Rüşvet

ç) Spekülasyon

d) Politik oyunlar

e) Keyfi vergiler

f) Haksız imtiyazlar

g) Köle ticareti

ğ) Sömürgecilik faaliyetleri

h) Uyuşturucu (haşhaş) trafiği

Görüldüğü gibi Tapınakçılar kötülüğün her çeşidini organize hale getirip bunu yaygınlaştırmayı ve bundan dünyevi güç ve çıkar elde etmeyi temel görev edinmişlerdi. Allah kötülüğü örgütleyip düzenleyenler hakkında Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler', Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler?

Ya da onlar, dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden (mi emindirler?) Ki onlar (bu konuda Allah'ı) aciz bırakacak değildirler.

Veya onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler)? Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 45-47)


Tapınakçılar krallarınkine eşdeğerde bir servete sahiptiler.
Tapınakçıların kara para vurgunlarında kullandıkları yöntemlerin başında tefecilik gelmektedir. Aslında Hıristiyanlıkta tefecilik kesinlikle yasaklanmıştır ve karşılığında büyük cezaları vardır. Bu yüzden tefecilik, Ortaçağ'da Yahudilerin tekelindeydi. Cezalardan muaf Yahudi bankerler para ticareti yaparak büyük kazançlar sağlıyor, krallara ve soylulara verdikleri borçlar sayesinde çeşitli kolaylıklar ve imtiyazlar elde ediyorlardı. Tapınakçılar, hiçbir Hıristiyanın girmediği bu alana el atarak kısa sürede Yahudi bankerlerin yerini aldılar.


İngiltere Kralı I. Richard
Tapınakçılar, para ticaretinden kazandıkları yaklaşık yüzde onluk faiz gelirine, kira, masraf gibi isimler takarak yasak olmasına rağmen bu işlere devam ediyorlardı. Bütün önemli merkezleri kapsayan bir ağ oluşturmuş, başta Kutsal Topraklar ve bu merkezler arasında olmak üzere, bilinen bütün önemli noktalar arasında güvenli para transferi gerçekleştirmişlerdi. Özellikle kraliyet makamlarında, ticaret merkezlerinde ve hac yollarında kurulan ve bir banka şubesi gibi çalışan Tapınakçı malikanelerinde yüksek miktarda para depolanmıştı. Para transferi yapmak isteyen kişi, belirli bir noktada parasını bu malikaneye yatırıp karşılığında senet alıyor ve gittiği noktadaki malikanede senedi verip belirli bir faiz ödeyerek parasını tahsil ediyordu. Tapınakçı banka şubelerine yatırılan paralar çok farklı amaçlar için kullanılıyordu. Burada en önemli unsur, sözde hayır işleri yapan örgütün fakir halk da dahil olmak üzere çeşitli kesimlerden topladığı büyük faiz geliridir. Bu gelir, hiçbir otorite tarafından denetlenemeden, meçhul amaçlarda kullanılmak üzere şövalyelerin kasasına akıyordu. Daha da ilginç olanı, Tapınakçıların kar sistemlerini gizli tutmalarıydı. Hiç kimse hesap soramadığı için, tarikat, tefeciliği misyoner teşkilatı içinde kurumsal bir hale getirmişti. Sonraki dönemlerde ise tefecilikleri ortaya çıkmış ve mahkumiyetlerinin sebeplerinden biri olmuştur.


Papa III. Innocent 1207 yılında şövalyeleri, imtiyazları istismar etmekle suçlamıştı.
I. Haçlı Seferi sırasında Fransa'nın toplam yıllık geliri 250 bin frank civarındaydı.5 Yapılan tahminlere göre, tarikatın sadece Avrupa'da -9000 ayrı noktadaki büyük gayrımenkul varlığı bir yana- o dönemdeki yıllık nakit geliri ise yaklaşık 30 milyon franktır.6 Bu geliri günümüz rakamlarıyla kıyasladığımızda, Tapınakçıların ne kadar büyük bir servete hükmettikleri, krallarla yarışacak düzeyde varlığa sahip oldukları daha iyi anlaşılmaktadır. O kadar ki, 1191'de Kıbrıs'ı Kral Richard'dan 25 bin marka satın almış ve bir yıl sonra Lusignanlı Guy'a satana kadar ağır vergiler koyarak adadan büyük gelir sağlamışlardı.

Şövalyelerin kirli parasının bir kısmı da yağmacılıktan geliyordu. Kutsal Topraklarda, ya da şatolarının bulunduğu sınır noktalarında ganimet avına çıkan Tapınakçılar, savunmasız kervanlara ve sivil yerleşim birimlerine saldırmalarına rağmen, bunu sözde düşman askerleriyle yapılan bir savaşmış gibi gösteriyorlardı. Oysa, asıl yaptıkları gasp, toplu cinayetler, yağma, adam kaçırma gibi eşkıya eylemleriydi. Bu eylemlerin en dikkat çekici örneklerinden biri, tarikatın sapkın Haşhaşiler'le yaptığı iş birliğiydi. İki örgüt, yılda 2000 bezant karşılığında anlaşmaya varmıştı. Bu karanlık ilişki sonraki dönemlerde daha ileriye götürülmüş, Haşhaşiler, aldıkları paralar karşılığında, Tapınakçıların rakibi olan krallara suikast bile düzenlemişlerdi. Şövalyeler, hayranlık duydukları bu sapkın tarikatın yöntemlerini kısa sürede benimsemişlerdi. 7

Tapınakçıların yağmalama konusunda ne kadar hevesli ve aç gözlü oldukları ve bu yüzden Hıristiyanların defalarca yenilgiye uğramalarına yol açtıkları tarihi belgelere de yansımıştır. 1150 yılında Aşkalon'a düzenlenen saldırı sırasında, şehir duvarlarından birisi yıkılmış, Hıristiyanların savaşı kazanma ihtimali ortaya çıkmıştı. Tam bu noktada Büyük Üstad Tremelaylı Bernard, Haçlı askerlerini durdurarak, ilk yağmayı yapmak üzere duvardan önce Tapınakçıların geçmesini sağladı.


Tapınakçılar, köyleri basarak masum Müslüman halkı kaçırıyor ve köle olarak Avrupa'ya satıyor ya da kendi işlerinde kullanıyorlardı.
Ancak bu aç gözlülük, savaşın kaybedilmesi ve Tapınakçıların ölümüyle sonuçlandı. Şövalyeleri kendi hırslarının peşinde koşmakla suçlayan, dönemin ünlü tarihçisi ve din adamı Surlu William, bu olayı şöyle anlatmıştır:

Tremelaylı Bernard, askerlerine, ilk saldırı sırasında hiç kimsenin kendilerine katılmasına izin vermemelerini emretti; çünkü şehri ele geçirmenin şanının ve yapılacak yağmada aslan payının tarikata kalmasını istiyordu.8

Tapınakçılar, belirli bir sermayeye ulaştıktan sonra işlerini halletmek için rüşvet yöntemine daha sık başvurdular. Tapınakçılar için rüşvet vererek veya alarak her türlü işi halletmek mümkündü. Bir bölgeye yerleşmek isteyen tarikat, o bölgenin yöneticisine yardım adı altında büyük miktarlarda rüşvet veriyor, böylece hem bölgeyi hem de gerekli ayrıcalıkları elde ediyordu. Tapınakçılar, İngiltere Kralı I. Richard öldükten sonra yerine geçen kardeşi John'a da, at ve 1000 pound rüşvet vererek haklarını ve imtiyazlarını garanti altına almışlardı. Avrupa'nın fakir soylularını, ucuz hediyeler ve az miktardaki paralarla satın almak, tarikatı daha da cesaretlendirmiş, rahat hareket etmelerini sağlamıştı. Tapınakçılar rüşvet verdikleri gibi, rüşvet almayı da bir gelir yolu olarak benimsemişlerdi. Bunu yaparken, daha çok Kilise'den kazandıkları imtiyazları kullanmışlardı. Savaşa gitmek istemeyen asiller, şövalyelere yüklü bir bağışta bulunuyor, böylece kendi adlarına onların savaşmasını sağlıyorlardı. Aforoz edilmiş asiller de tarikata belirli rüşvetler karşılığında katılarak bu yaptırımdan, yani aforoz cezasından kurtulabiliyorlardı. Aranan suçlular kendilerini şövalyelere teslim ediyor, böylece dokunulmazlık kazanıyorlardı. Tapınakçıların kendilerine verilen imtiyazları bu şekilde istismar etmeleri bir dönem Papa'nın da öfkesine sebep olmuştu. 1207 yılında III. Innocent, şövalyeleri kendini beğenmişlik ve imtiyazları istismar etmekle suçlamıştı. Cebinde biraz parası olan herkesin tarikata girebildiğinden, "uzun bir ip gibi, günaha günah ekleyenlerin", aforoz edilenlerin, Kilise'ye bile alınmayacak kişilerin kutsal mezarlara gömüldüklerinden şikayet eden Papa, gerekenin yapılmasını istemişti.9


Müslümanların dostu olarak tanınan Kutsal Roma İmparatoru II. Frederick, Papa'yla birlik olup kendisine karşı savaşan Tapınakçıların bütün mallarına el koyduğunda, tarikatın işlerinde çalışan yüzlerce Müslüman köleyi, hiçbir karşılık istemeden serbest bırakmış, böylece şövalyelerin büyük nefretini kazanmıştı.
Tapınakçılar inşaat, emlak, nakliye gibi işlere el attıktan sonra, bu işlerden kazandıkları mallar ve menkuller üzerinden spekülasyon yapmaya da başladılar. Emlak ve arsa spekülasyonu sayesinde hem kendi topraklarının değerini hem de topladıkları vergi ve kiraları artırıyorlardı. Ayrıca, stokladıkları değerli madenler ve ticaretini yaptıkları mallar üzerinde de spekülasyona giriyorlardı. Sözgelimi, İngiltere'de, sahip oldukları büyük mal varlığının ve toprakların değerini kısa sürede yaklaşık %50 oranında artırmış, ticari imtiyazlar sayesinde de İngiliz yününü bütün Avrupa kıtasına ihraç ederek büyük paralar kazanmışlardı.

Tapınakçılar fakir halktan para toplarken, Müslümanlara karşı büyük bir mücadele yürüttüklerini iddia ediyorlardı. Oysa bu, tarikatın bağış kaynaklarını canlı tutmak için uydurulmuş bir yalandı. Tapınakçılar, Truva Konsülü'nden sonra girdikleri ilk üç savaşta da ağır bir hezimete uğramışlardı. Abartılı kahramanlık hikayelerinin aksine, şövalyeler yenilmez savaşçılar değillerdi. Tek yaptıkları masum ve savunmasız halkı katletmekti. Savaşmaları gerektiğinde ise, topladıkları büyük bağışların önemli bir kısmını savaş ve savunma dışında başka amaçlarla kullanılmak üzere karanlık sermayelerine eklediklerinden, genellikle yenilgiye mahkum oluyorlardı.


Papa IX. Gregory
Tapınakçılar, adı geçen kirli yöntemlere ek olarak, köle ticareti ve kaçakçılıkta da organize olmuşlardı. Köle ticaretinde yaptıkları büyük sahtekarlıklar tamamen ortaya çıkınca Papa onları uyarmak zorunda kalmıştı. Bilindiği gibi, o dönemlerde köle ticareti kanun dışı bir iş değildi; ancak bir Hıristiyanın, Hıristiyan bir köleye sahip olması yasaklanmıştı. Tapınakçılar, bu yüzden, köyleri basarak masum Müslüman halkı kaçırıyor ve köle haline getirip Avrupa'ya satıyor ya da acımasızca kendi işlerinde kullanıyorlardı. Müslümanların dostu olarak tanınan Roma İmparatoru II. Frederick, Papa'yla birlik olup kendisine karşı savaşan Tapınakçıların bütün mallarına el koyduğunda, tarikatın işlerinde çalıştırılan yüzlerce Müslüman köleyi, hiçbir karşılık istemeden serbest bırakmış, böylece şövalyelerin büyük nefretini kazanmıştı.10

Yalnız Müslüman kölelerle yetinmeyen şövalyeler, Ortodoks Hıristiyan olan Yunan, Bulgar, Rus ve Romenleri de Müslüman diyerek köle ticaretinde kullanıyorlardı. Papa IX. Gregory, 1237 yılında bu istismar konusunda Suriye piskoposu ve Tapınakçıların üstadına şikayette bulunduysa da, Tapınakçılar, önemli bir gelir kapısı olarak başta Afrika halkı olmak üzere, köle ticaretiyle insanları sömürmeyi sürdürdüler.

Tapınakçılar, bu tür mafya yöntemlerinin yanı sıra siyaset alanında da kirli oyunlara girmekten geri kalmadılar. Yerli halka zorba yöntemlerle büyük sıkıntılar yaşatarak, sözde dindar bir tarikat görünümünden çıkıp, nefret edilen, karanlık yöntemlere sahip, çok zengin bir örgüte dönüştüler. Kısa bir süre sonra deşifre olan sapkın inanç ve yaşantıları da bu imajı tamamladı ve sonunda Hıristiyanlığın utanç kaynağı haline geldiler.

3.
AVRUPA'YI KUŞATAN TAPINAKÇI ŞEBEKESİ


Tapınak Şövalyeleri, Hıristiyanlığa düşman bir tarikat olarak, dünya hakimiyeti ideallerini gerçekleştirmek için her türlü yönteme başvurdular. İstedikleri güvencelere kavuşur kavuşmaz, göz boyama maksatlı misyonerlik yeminlerini ve sözde dindarlıklarını bir yana bırakıp geniş çaplı bir hakimiyetin finansmanını toplamaya koyuldular. Tapınakçıların kurdukları ağ, eşine ancak günümüzün uluslararası mafya kartellerinde rastlanabilecek organize faaliyetler neticesinde, bütün Avrupa'yı, deniz ticaretinin kalbi olan Akdeniz gemi yollarını ve limanlarını sarmıştı. Ayrıca, tarikat mensupları, İngiltere, İrlanda gibi kuzey ülkelerinin deniz ve kara ticaretinden de büyük bir pay alıyorlardı.

Tapınakçılar, kanunsuz yollardan kazandıkları geliri çeşitli yatırımlar için harcıyorlardı. Toprak satın alımı ve inşaatçılık bu yatırımların başında yer alıyordu. Tapınakçılar, büyük şato ve kilise inşaatlarında uzmanlardı. Sahip oldukları topraklarda köyler, kasabalar ve hatta şehirler kurarak paralarını aklıyorlardı. Kurdukları yerleşim yerleri sayesinde yeni nüfuz alanları oluşturup vergi, haraç gibi farklı ve önemli gelir kaynakları elde ediyorlardı.


Tapınakçılar nakliye işlerini deniz yoluyla yapmaya başladılar.
Bankerlik, emlakçılık ve inşaat işlerinden sonra şövalyelerin en önem verdikleri sektör denizcilikti. O çağda kara yolculukları çok masraflı, zor ve tehlikeliydi. Deniz yolları ise daha rahat, ekonomik ve güvenliydi. Dolayısıyla, Hıristiyanların hakim olduğu merkezler arasında güvenli ve hızlı nakliye yapmak oldukça karlıydı. Bu nedenle, Tapınakçılar nakliye işlerini bu alana kaydırdılar. Başlangıçta Venedikliler, Cenevizliler gibi uzman denizcilerle çalışarak kısa sürede denizciliği öğrenip kendi filolarını kurdular.

Büyük ticari ayrıcalıklar elde ettikleri Marsilya, Tapınakçıların Akdeniz'deki en önemli merkeziydi. Ancak, varlıkları Marsilya'yla sınırlı kalmadı. İskenderiye'den Tripoli'ye, Antakya'dan Sayda'ya kadar, bütün önemli limanlarda tarikatın merkezleri ve ticaret gemileri mevcuttu. 1216-33 yılları arasında büyük bir deniz gücüne ulaşan tarikat, nakliye yollarında üstünlüğü ele geçirirken, denizcilikle uğraşan tüccarların da zor durumda kalmalarına yol açtı. Denizcilik konusunda kazandıkları büyük tecrübe, daha sonraki dönemlerde Tapınakçıların engizisyondan kaçışlarını, Amerika gibi uzak ülkelere ulaşmalarını ve sömürgecilik faaliyetlerinde önemli rol oynamalarını sağlayacaktı.


Tapınakçılara ait yük gemilerinden bir görüntü.
Tehlikeli gidişatı, Fransa Kralı IV. Philippe'den çok önce fark eden Roma İmparatoru II. Frederick, 1220 yılında, şövalye tarikatlarının serbestçe ve hiçbir sınırlama olmadan toprak almalarını yasakladı. Çünkü, gidişata bakılırsa, bir ülkeyi topyekün ele geçirmeleri ihtimal dahilindeydi. Frederick, zaman içinde, kendi topraklarındaki Tapınakçıların mallarına el koydu ve ayrıcalıklarını kaldırdı. Bu gelişme Tapınakçıların, dolayısıyla da Papa'nın öfkesini üzerine çekti ve 1227'de Papa IX. Gregory, Kral'ı aforoz etti. Böylece tarikat, bir müddet daha faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürme imkanı buldu.

1258 yılında Roma İmparatoru Manfred tahta çıktığında, Tapınakçıların bölgedeki üstadı Canellili Albert, çeşitli rüşvetlerle Kralı ikna ederek kaybettikleri imkanları geri aldığı gibi, Manfred'in özel koruyuculuğunu da sağladı.

Bu tarihlerde, Tapınakçılar bütün Avrupa'ya yayılmış, devlet içinde yeni bir devlet oluşturmuşlardı. Kendi yönetim birimleri ve sistemleri Avrupa'nın önemli merkezlerinde faaliyet halindeydi. Tarihçi yazar Funk, Tapınakçıların gerçek yüzünü şöyle tasvir etmektedir:

'İsa'nın yoksul askerleri' olma iddiasıyla ortaya çıkmışlardı. Oysa hiçbir şey, gerçeklerden bu kadar uzak olamazdı. Tapınakçılar arasında Avrupa'nın en zengin insanlarını, Paris ve Londra'nın önde gelen bankerlerini görmek mümkündü: Champagne Kontu Hugh, Castilli Blanche, Alphonso de Poitiers, Artoisli Robert, Aragon Kralı I. James ve Napoli Kralı I. Charles'in maliye bakanları, Fransa Kralı VII. Louis'nin başdanışmanı Tapınakçıydı.11


Tapınakçılara ait gemi kolonisi
Roma İmparatoru II. Frederick

Fransa Kralı VII. Louis'yi gösteren resim. VII. Louis'nin baş danışmanı da Tapınakçıydı.
Tarikat, belirli ülke ve bölgelere daha fazla önem vermiş, buralarda kendi merkezlerini kurmuştu. Bunların başında, Kudüs, Tripoli, Antakya, Fransa, İngiltere, Poitiers, Aragon (İspanya), Portekiz, Apulia (İtalya) ve Macaristan geliyordu. Sadece İngiltere'de, şövalyelere ait 5000 adet mülk tespit edilmişti. Butler ve Dafoe bu konuyu şöyle açıklar:

Sonuç olarak, Tapınakçılar o kadar zengin olmuşlardır ki, faaliyet yürüttükleri krallıklardaki bazı hükümdarlar tamamen onların desteğine bağımlı hale gelmişlerdir. İngiltere'nin birçok kralı, tarikata olan devasa borçlarına karşılık Kraliyet hazinesini Londra'daki Tapınakçı merkezlerine ipotek etmiştir. Bu durum, karar mekanizmalarını etkilemede Tapınakçılara büyük bir güç vermiş, onlar da bu gücü, savaşan hükümdarlar arasında sürekli hakemlik yaparak kullanmışlardır.12

Tapınakçıların ekonomik hakimiyeti bir başka kaynakta da şöyle aktarılmaktadır:


Tapınakçılar o kadar zengin olmuşlardır ki, faaliyet yürüttükleri krallıklardaki bazı hükümdarlar tamamen onların desteğine bağımlı hale gelmişlerdir.
13. yy. Tapınakçılarına ait bir şato görülüyor.

İngiltere Kralı III. Henry, devamlı olarak Tapınakçılardan borç alıyordu.

Tapınakçılar, kanun dışı yöntemleri olan dev bir şirket haline gelmiş, bütün bilgileri büyük bir gizlilikle saklamış, Kilise'ye bile bu konuda bilgi vermemişlerdi.
Gerçekte, İngiliz tahtı müzmin bir şekilde Tapınakçılara borçluydu. Kral John ve 1260-1266 yılları arasındaki askeri seferlerde hazinesi tükenen III. Henry, devamlı olarak Tapınakçılardan borç almıştı.13

Şehir merkezlerinde politika, ticaret, finans işleriyle uğraşan şövalyeler şehir dışında, geniş araziler üzerinde kurulan tarikat evlerinde tarım, hayvancılık, madencilik gibi sektörleri yönetmekteydiler. Tapınakçı merkezlerinde 2 ila 4 arasında şövalye bulunur, bu biraderler işlerin kontrolünü ve yönetimini sağlarlardı. Bu sistemi, günümüzdeki çok uluslu şirketlere benzetmek mümkündür. Tapınakçılar, kanun dışı yöntemlerle varlığını devam ettiren dev bir şirket haline gelmiş, şirketlere ait bütün bilgileri büyük bir gizlilikle saklamış, Kilise'ye bile bu konuda bilgi vermemişlerdi.

Yine de çeşitli verilerden yola çıkarak Tapınakçıların gizli faaliyetleri hakkında çeşitli bilgiler edinmek mümkündür. Tarihi kaynaklara göre, o dönemde en az 20 bin şövalye ve şövalye başına 7-8 kişilik kadro faaliyet halindeydi. Bu kadrolar, şövalyelerin kontrolü altında denizcilikten ticarete, tarımdan inşaat sektörüne kadar tarikat mensuplarının işlerini görüyordu. Yani basit bir hesapla, takibata uğradıkları dönemde Tapınakçılar en az 160 bin kişilik bir kadroya sahiptiler.14 Bir ağ gibi bütün Avrupa'yı ve Akdeniz kıyılarını kuşatan bu kadro, aynı zamanda dönemin en büyük lojistik gücünü de oluşturuyordu.


Tarikatın böylesi geniş bir alana yayılmış olan mal varlığına tümüyle el koymak ne Fransa Kralı ne de Papa için mümkün olabilmiştir. Kralların servetleriyle yarışan mal varlıkları, (engizisyondan kaçtıkları dönemde) Tapınakçılara ihtiyaçları olan korumayı ve güvenceyi sağlamaya yetmiştir. Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan sömürgecilik, emperyalizm, vahşi kapitalizm, uluslararası organize suç, kara para gibi sömürü sistemlerinin ilk modelleri tarikat tarafından bu dönemlerde icat edildi ve yoğun bir biçimde uygulandı. The Temple and The Lodge (Tapınak ve Loca) adlı kitapta, yazar bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:

Hiçbir Ortaçağ kurumu kapitalizmin yükselişine Tapınakçılar kadar katkıda bulunmamıştır.15

1307 yılında başlayan Tapınakçıların sorgulandığı mahkemeler, II. Frederick'in şüphelerinin ne kadar haklı olduğunu ortaya koymuştur. Yıllar süren takip, tutuklama ve infazlar sonucunda Kilise her ne kadar resmen ortadan kalktığını iddia etse de tarikat, bütün Avrupa'da isim ve kimlik değişikliğine giderek faaliyetlerine devam etmiştir.

Buraya kadar verilen bilgi ve örneklerden de anlaşılacağı gibi, tüm Avrupa'yı kontrol altına alan Tapınak Şövalyeleri tarikatı, Hıristiyanlık prensiplerine bağlı dindar bir tarikat değildi. Tam tersine, tüm faaliyetleri din ahlakı ile taban tabana zıttı. Sonraki bölümde de göreceğimiz üzere, Tapınakçı tarikatına hakim olanların inançları ve uygulamaları, Hıristiyanlığa uzak, hatta ona düşman bir yapı sergilemekteydi.


4.
TAPINAKÇILARIN SAPKIN DİNİ


Tapınakçı tarikatını kuranlar ve sonradan tarikata katılanların büyük bir kısmı Hıristiyanlıktan uzak insanlardı. Zaten, tarikatın önde gelen destekçilerinden Aziz Bernard'ın amacı da, savaşçı şövalyeleri Kilise'ye bağlı askerler haline getirmekti. Ancak bu plan başarısızlığa uğradı; ilk başta Kilise'nin lehinde gibi gözüken anlaşma, kısa sürede Hıristiyanlığın aleyhine döndü. Bunun asıl sebebi, şövalyelerin, Kilise'nin sunduğu inancı kabul etmeyip farklı bir inancın temsilciliğini yapmalarıydı.

Kilise, ilk kurulduğu günden itibaren farklı akımlar yüzünden büyük sıkıntılara düşmüş, bir Hıristiyanlık birliği kurulana kadar yüzyıllar geçmişti. Bu dönem içinde, Gnostiklikten Ariusçuluğa, Bogomilcilikten Waldoculuğa kadar çok sayıda akım Katolik Kilisesi'nin alternatifi olmuştu. Belirli bir döneme kadar bu akımları bastırmayı hatta yok etmeyi başarmışsa da, Reformasyon hareketiyle doruğa çıkan tepkiler, Kilise'nin mutlak hakimiyetini sona erdirmişti. Kilise, özellikle şövalyelerin yaşadığı dönemde, bütün Avrupa'ya hakim bir görüntü çizmesine rağmen, halk arasında çok farklı inançlar varlığını sürdürüyordu. Güney Avrupa'ya hakim Latin halklarla, başta Germenler olmak üzere Kuzey Avrupa'ya hakim halklar arasında da büyük bir inanç ve gelenek farkı vardı. Genelde şövalyelerin köklerinin de dayandığı kuzey kavimleri, başlarındaki kralların zorlamalarıyla Hıristiyanlığa girmiş olduklarından, kendi inançlarını ve geleneklerini kaybetmemiş, aksine bu inançları Hıristiyanlığa dahil etmeyi başarmışlardı. Böylece, görünüşte Hıristiyan, gerçekte ise kendi geleneksel inançlarını yaşayan halklar tarih sahnesine çıkmış oldular.


Kabala, genel olarak Yahudi mistisizmini temsil eden bir kelimedir ve dilden dile aktarılan gizli geleneği anlatmak için kullanılır. Kabala'nın üzerindeki Tapınakçı haçları dikkat çekiyor.
Ortaçağ Avrupası bu karanlık dönemde, büyük bir cehalet içindeydi; Kilise'ye bağlı kurumlarda bile okuma yazma bilen sayısı çok azdı. Dini metinler Latince olduğundan, farklı ırklara ve dillere mensup halklar, dini konular hakkında kulaktan dolma bilgilere sahiplerdi. Halk, Kilise'yle bağlantısını, çoğu zaman kendisini köle gibi çalıştıran, büyük vergiler ve bağışlar alan, manastırlarında zengin bir hayat yaşayan yerel dini otoriteler aracılığıyla kuruyordu. Bu kişilerin halka verebilecekleri doyurucu bir bilgi yoktu. Cahil halk, doğru bilgi yerine efsanelerle, uydurma bilgilerle kontrol altında tutulmaktaydı.

Kökleri eski Mısır'a, İran ve Hint efsanelerine, Yunan, Roma, Viking, Kelt mitolojilerine dayanan hurafeler, geniş bir kesim tarafından hiç şüphe duyulmadan kabul ediliyordu. Büyücülük, şifacılık, simya, astroloji, falcılık gibi batıl uğraşlar, hem korkulan hem de güç ve fayda elde etmek için yaygın olarak başvurulan yöntemlerdi. Akıl dışı yöntemlerin yanı sıra, periler, canavarlar, homunculus adı verilen cüce insanlar, sihirli objeler, tılsımlar, büyülü ormanlar gibi hayal ürünü unsurlar da bu karanlık dünyada önemli bir yere sahipti.

Tapınakçıların sapkın inanışları böyle bir ortamda gelişti. Hıristiyanlıkları ve Kilise'ye bağlılıkları sözde kalan şövalyeler, kendi uluslarında, kendi toprak ve geleneklerinde yerleşik olan inançların etkisi altındaydılar. Üstelik, soylu kesim arasındaki Hıristiyanlık inancı cahil halka oranla çok gevşek bir yapı sergiliyordu. Krallar ve soylular yeri geldiğinde Kilise'ye karşı gelmekten çekinmiyorlardı; çünkü Kilise'yle girilen çıkar ilişkileri, farklı kaynaklardan gelen istihbaratlar, diğer uzak milletlerde neler yaşandığı hakkında ulaşan bilgiler kralların ve soyluların Kilise hakkında şüpheye düşmelerine, hatta Kilise büyüklerini iktidar rakibi olarak görmelerine yol açıyordu.


Doğa güçlerini kontrol altına almanın yöntemi olduğuna inanılan Kabala, şövalyelerin aşina oldukları büyüler, tılsımlar, gizemler, semboller ve bunların nasıl kullanılacağı konusunda bilgiler içermekteydi. Şövalyelerin Kabala'yla bu kadar yakından ilgilenmelerinin sebebi aslında çok açıktı: İstedikleri maddi gücü elde etmek için, doğaüstü yöntemlerden yardım almaları gerektiğine inanıyorlardı.
Doğudaki büyük hazineleri ele geçirmek, kahraman olarak yüksek mevkilere çıkmak hayali, fakir Avrupa'nın bütün soylularını olduğu kadar Tapınakçıları da etkisi altına almıştı. Ne var ki, Kutsal Topraklara yerleşen Tapınakçılar efsanelerdeki sonsuz hazineleri bulamayınca büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Hatta, kendilerine sonsuz bir güç vereceğine inandıkları kutsal objeleri bulmak için Süleyman Tapınağı'nda kazılar yaptılar. 16


Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan Albert Pike.
Uğradıkları büyük hayal kırıklığına rağmen Tapınakçıların amacında bir şaşma olmadı; aksine dünyevi hakimiyeti sağlayacak yeni yöntemlerin peşinde koşmaya başladılar. Bu dönemde, tarikat mensupları bir nevi eğitim dönemine girdiler. Yahudi mistisizmi, Kabalacılık, gnostiklik, Haşhaşilik gibi farklı öğretilerden; Monarkiyanlar, Paulisyenler, Katarlar gibi Hıristiyanlık akımlarından farklı bir bakış açısı edindiler. Bir yandan da, Yahudi bilginlerinden denizcilik, ticaret, mühendislik, bilim gibi konularda gerekli eğitim ve tecrübeyi aldılar.

Tapınakçıların bu dönem sonunda nasıl sapkın bir inanca ve zihniyete ulaştıklarını şu şekilde özetleyebiliriz:

1- Tapınakçılar, temel olarak Kabala* (*Kabala, genel olarak Yahudi mistisizmini temsil eden bir kavramdır ve dilden dile aktarılan gizli geleneği anlatmak için kullanılır. Kabala üstadları çeşitli meditasyon, büyü, muska yöntemlerini kullanarak şeytani güçlerle ilişki kurmayı ve onları yönetmeyi amaçlarlar.) mistisizminin etkisi altına girdiler. Doğa güçlerini kontrol altına almanın yöntemi olduğuna inandıkları Kabala, şövalyelerin aşina oldukları büyüler, tılsımlar, gizemler, semboller ve bunların nasıl kullanılacağı konusunda bilgiler içermekteydi. Daha önce de değindiğimiz gibi, bu dönemde büyü, simya, astroloji gibi konular hiç şüphe edilmeden kabul görmüştür. Tapınakçılar, Kabala ilmini doğrudan Kabalacılardan öğrenmişlerdir. Şövalyelerin Kabala'yla bu kadar yakından ilgilenmelerinin sebebi aslında çok açıktı: İstedikleri maddi gücü elde etmek için, doğaüstü yöntemlerden yardım almaları gerektiğine inanıyorlardı. Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan Albert Pike, Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçıların amacını şöyle açıklar:


Tapınakçılar günümüz satanistlerinkine benzer şeytani bir telkinin etkisi altındadırlar.
"... Tapınakçılar, en baştan beri Roma'nın (Papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti."17

2- Tapınakçılar, ayrıca, İran kökenli Mani inancıyla başlayan ve Katarlarla Fransa'da doruk noktasına ulaşan sapkın dualist inancın da etkisi altındaydılar. Bu sapkın inanca göre dünya hakimiyetinin yolu şeytana hizmet etmekten geçmektedir. Görüldüğü gibi, Tapınakçılar bugünkü satanistlerinkine benzer şeytani bir telkinin etkisi altındadırlar. "Görmedin mi, Biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar" (Meryem Suresi, 83) ayetinde bildirildiği şekilde şeytan, tüm inkarcılara yaptığı gibi Tapınakçıları da bu tür sahte vaadlerle kandırıp peşine düşürmüş, onları doğru yoldan uzaklaştırıp kendisiyle birlikte cehenneme sürüklemiştir. Göklerde ve yerde olanların tümünün sahibi olan ve mülkte kimseyi Kendisi'ne ortak edinmemiş olan Yüce Allah şeytanın aldatan ve cehenneme sürükleyen vasfını Kuran'da şöyle haber vermiştir:

(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey vaad etmez. Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 120-121)

İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan vaadi vaad etti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır." (İbrahim Suresi, 22)


Homoseksüellik Tapınakçılar arasında meşru olarak kabul ediliyordu. Tapınakçıların resmi mühürlerinin üzerinde yer alan yukarıdaki figürün bu sapkınlığı sembolize ettiği söylenir.
Şeytan da herkes gibi Allah'ın yarattığı ve herşeyiyle Allah'ın kontrolünde olan aciz bir varlıktır. Kendisine ait herhangi bir gücü ve etkisi yoktur, ayrıca ayette bildirildiği gibi, "... Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır." (Nisa Suresi, 76)

Allah, şeytanı insanlar için bir imtihan vasıtası kılmış, ona uyan ve peşinden giden inkarcılara cehennemi, ona uymayıp Allah'ın gösterdiği doğru yola tabi olan müminlere de cenneti vaat etmiştir.

Kuran'da Allah, şeytana şöyle buyurduğunu haber vermektedir:

Demişti ki: "Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; eksiksiz bir ceza. Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun." Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. "Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur." Vekil olarak Rabbin yeter. (İsra Suresi, 63-65)

Tapınakçıların peşinden gittiği yukarıda bahsettiğimiz batıl inançlar, onları bir başka sapkınlığa daha yöneltmiş ve homoseksüellik Tapınakçılar arasında meşru olarak kabul edilmiştir. Fransa'da Tapınakçıların yargılanması sırasında ortaya çıktığı gibi, bu cinsel sapkınlık Tapınakçıların yaygın uygulaması haline gelmiştir.

3- Tüm bu sapkın inançların bir sonucu olarak, Tapınakçılar Hıristiyan ahlakından tamamen uzaklaşmış, yalnızca dünyevi çıkarlarını gözeten karanlık bir örgüt haline gelmişlerdir.

Tapınakçıların, yukarıdaki ana başlıklar altında özetlenebilecek olan zihniyet ve idealleri, daha sonradan dönüştükleri masonluk örgütüne miras kalacak ve yeryüzünün perde arkasındaki yöneticilerinin temel zihniyeti olarak günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdürecektir. Halen dünya üzerinde yaygın olan dine uygun olmayan yaşam felsefesinin mimarları ve uygulayıcıları da şeytanın sadık hizmetkarları olan bu sapkın tarikatın mirasçılarından başkaları değildir.

Tapınak Şövalyeleri ve onların mirasçıları olan masonların önemli bir bölümü şeytanın izinden giden, şeytanın sapkın felsefesini yeryüzünde yerleşik kılmaya çalışan topluluklardır.

Tapınakçıların zihniyet ve idealleri masonluk örgütüne miras kalmış ve yeryüzünün perde arkasındaki yöneticilerinin temel zihniyeti olarak günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdürmüştür.
Gerçekte Tapınakçıların sahip oldukları ve yaptıkları tüm bu kötülüklerin kaynağı şeytandır. Kudüs'te, Kabala ve birtakım mistik öğretilere kapılmalarından itibaren şeytanın sapkın felsefesinin etkisi altına girmişler ve onun sapkın yolunu benimsemişlerdir. İşte o zamandan günümüze dek Tapınak Şövalyeleri ve onların mirasçıları olan masonların önemli bir bölümü şeytanın izinden giden, şeytanın sapkın felsefesini yeryüzünde yerleşik kılmaya çalışan topluluklar olmuşlardır. Gerçekte bu güruh şeytanın peşinden gidenlerin nasıl kötü bir sonuca varabileceğini göstermesi açısından iman edenler için bir ibret vesilesidir. Allah, iman edenleri şeytana uymamaları konusunda Kuran-ı Kerim'de şöyle uyarmaktadır:


Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur Suresi, 21)

Ancak şunu da hiçbir şekilde unutmamak gerekir ki, asırlardır şeytanın etkisiyle "kötülüğün düzenleyicisi" olan ve "çirkin utanmazlıkları emreden" bir kısım masonlara da içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için yardımcı olmak gerekmektedir. Masonları güzel sözle, hoşgörüyle, tevazuyla ve sevgiyle Allah'ın dinini yaşamaya davet etmek, bu karanlık dünyadan kurtulmaları için onlara yardım etmek tüm iman sahiplerinin üzerine düşen çok önemli bir sorumluluktur. Hiç şüphesiz onlar da asırlardır süregelen bu bozguncu düzenin kendileri için hem dünyada hem de ahirette ne kadar büyük kayıplara neden olduğunu anladıklarında pişmanlık duyacak, yaptıkları kötü işlerden vazgeçeceklerdir.

Bu kararı aldıktan sonra Allah doğru yolu bulmalarında onlara yardımcı olacak, kalplerine huzur ve güven duygusu verecek, barış ve sevgi dolu bir hayat yaşatacaktır. Bu nedenle masonların gerçekleri anladıktan sonra bir an bile tereddüt etmeden, yaptıkları tüm kötülükleri arkalarında bırakmaları ve sapkın hayatlarından uzaklaşmaları gerekmektedir.



5
.KUTSAL TOPRAKLARDA BİZANS OYUNLARI


Kutsal Topraklara yerleşen Tapınakçılar zaman içinde, tarikatın görünürdeki kuruluş amacından çok farklı bir yol izlemeye başladılar. Hacıları korumak ve kutsal yerleri müdafaa etmekle sorumlu olan, fakirlik yemini etmiş şövalyeler, bu görevlerini bir tarafa bırakarak gerçek amaçlarına yönelik bir yaşam sürdürmeye başladılar.

Bu dönem boyunca, çeşitli bölgelerdeki 53 adet Tapınakçı merkezin yanı sıra, büyük bir gemi filosu da inşa eden şövalyeler, yerel halkla özel ilişkiler kurmuş, ticaret yapmış ve bilgi alışverişinde bulunmuşlardı.18 Ancak bunları öne sürdükleri gibi, Hıristiyanlığa hizmet etmek için değil, kendi dünyevi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardı. Bölgeyi kendilerine mahsus, ayrıcalıklı bir ticaret merkezine dönüştürerek, Avrupa'yla yaptıkları ticaret ve bölgeden topladıkları haraçlar sayesinde büyük bir gelir kaynağı edinmişlerdi. Sadece Akka Kalesi'nin yıllık getirisi 50 bin gümüş pound olarak tahmin edilmektedir ki, bu para dönemin İngiltere Kralı'nın yıllık gelirinden fazladır.19


Hospitaller Şövalyeleri

Böyle rahat ve karlı bir düzenin bozulmasını istemeyen Tapınakçılar iki şeyden özellikle kaçındılar. Bunlardan en önemlisi, kurulu düzenlerine zarar verecek, gelir kapılarını kapayabilecek, edindikleri mal ve parayı kaybetmelerine yol açacak ve kendi hayatlarını tehlikeye sokacak bir savaşın başlamasıydı. Bu yüzden Tapınakçılar, zalim ve saldırgan kişiliklerine rağmen, yalnızca menfaatleriyle çatışması nedeniyle savaş girişimlerini engellemek için ellerinden geleni yaptılar. İkinci tehlike ise, sahip oldukları bölgelerin ve ticari imkanların farklı krallıklar veya başta Hospitaller olmak üzere rakip tarikatların eline geçmesiydi.

Çeşitli Bizans oyunları oynamakta usta olan Tapınakçılar, diğer tarikatlarla rekabette de bu yönteme sıkça başvurdular. Bilindiği gibi, Tapınakçıların en önemli kozu Kilise'den aldıkları destekti; ancak bu desteğin devam edebilmesi için Kilise'nin çıkarlarına uygun hareket etmeleri gerekiyordu. Yani, hem Papa'ya bağlı, hem de savaşçı bir kimlik sergilemek zorundaydılar. Bu kimliğin en önemli getirisi, yaptıkları sözde savunma adına tarikatın kasasına yoğun şekilde gelen bağış ve sadakalardı. Ayrıca, "Bizim işimiz Kutsal Toprakları korumaktır" diyerek, kendilerini başka sorumluluklardan muaf tutmayı da başarmışlardı. Böylece bütün vakitlerini kendi planlarını uygulamaya ayırıyorlardı.

Fakat bu durum bazılarının dikkatinden kaçmamış, şikayetler karşısında Papa IX. Gregory, Büyük Üstad'ı uyarmıştı:

Birçok insan, sizin asıl amacınızın, İsa'nın kanıyla kutsanmış yerleri geri almak değil, inananların topraklarındaki mallarınızı artırmak olduğu sonucuna ulaşmıştır. 20


Bir süre sonra, Tapınakçıların asıl amacının Kutsal Toprakları korumak değil daha çok para kazanmak olduğu ortaya çıktı.
Zaman zaman papalardan gelen bu tür uyarılara rağmen, Aziz Bernard'la başlayan ve bazı üst düzey Kilise yetkilileri, kardinaller ve din adamları ile devam eden birtakım güçlü çıkar ilişkileri nedeniyle Tapınakçılar ayrıcalıklarını ve güçlerini artırmaya devam ettiler.

Bu esnada Kilise içindeki bazı çevrelerle Tapınakçılar arasındaki gizli iş birliği de sürmekteydi. Sözgelimi, Fransa Kralı IX. Louis'nin Haçlı Seferi'ne çıkması Tapınakçıların hiç hoşuna gitmemişti; hem kurdukları ticari ilişkilerin bozulmasından, hem Kralın bölgede etkinlik kazanmasından, hem de gizlice sürdürdükleri faaliyetlerin ortaya çıkmasından çekiniyorlardı. Tapınakçıların bu korkusu boşuna değildi.

Nitekim, 1248'de, savaşmak yerine anlaşma yolunu teklif eden, kendi politikalarını dayatan Tapınakçı Büyük Üstad, çok sert bir şekilde uyarılmış ve Krallığın izni olmadan hiçbir girişimde bulunmaması kendisine söylenmişti. 21

Elbette ki Tapınakçılar, Müslümanlara olan sevgi ya da bağlılıklarından değil, yalnızca kendi çıkarlarını, mevki ve servetlerini korumak için böyle bir girişimde bulunuyorlardı. Çıkarlarına öyle uygun gelse bir anda Müslümanların aleyhine dönüp onlara karşı savaşa girmeleri işten bile değildi. Neticede Tapınakçılar, hiç istemedikleri halde mevkilerini muhafaza etmek adına, büyük bir hezimete uğrayacakları savaşa girmek zorunda kaldılar. Tapınakçıların savaşı engelleme girişimleri, Kralın kardeşi olan ordu komutanı Robert'in öfkesine de sebep olmuştu.


Kralın kardeşi olan ordu komutanı Robert
Robert, tarikatı suçlayarak, Haçlı Seferleri'ni kendi çıkarları için kullanan tarikatların engellemesi olmasa savaştan zaferle çıkacağını, ancak Mısır'ı alsa bile, tarikatın büyük gelir sağladığı bu topraklarda hükümran olmanın başlı başına bir sorun teşkil edeceğini, dile getirmişti. Robert'in Tapınakçılar hakkında yargısı kesindi: "Onların sahtekarlığı konusunda tecrübeli olan Frederick'in şahitliğinden daha güvenilir ne olabilir!"

Tarikat, çıkarlarını korumak uğruna politik oyunlara girmekle yetinmediği gibi, din birliği içinde olduğu kişilere zarar vermek kesin bir yasak olmasına rağmen, gerektiğinde Hıristiyanlarla kanlı savaşlara girmekten de kaçınmamıştır. Sicilya'da II. Frederick'le savaşan tarikat, Kutsal Topraklarda da Trablus Kralı Bohemond'la savaşmıştır. Tarihi kayıtlarda bu olay şöyle anlatılır:

... Bu, prens ile birçok kötülüğün kaynağı olan Tapınakçılar arasındaki büyük savaşın başlangıcıydı... 22

Şövalyeler, Anjou ile Aragon arasındaki savaşa da katılmış, İskoçya Savaşında, İngiltere Kralı'nın yanında yer almışlardır.23

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Tapınakçıların gerçek yüzü Fransa'da başlayan mahkemeden çok daha önce ortaya çıkmıştı. Kutsal Toprakların korunması gibi sözde ulvi amaçlara büyük servetler feda eden Avrupa soyluları, bütün bu çabaların Tapınakçılar tarafından boşa çıkarıldığını ve kendi amaçları için kullanıldığını çok erken dönemlerde fark etmişlerdi. Ancak çıkar ilişkileri, II. Frederick'in başına gelenler, Kilise'nin etkisi, halkın tarikata verdiği destek gibi sebepler kesin bir önlem almayı engellemiş olmalıdır.

Bütün bu siyasi oyunlar devam ederken, Haçlılar Kutsal Topraklardaki varlıklarını teker teker kaybetmeye başladılar. Önce Kudüs, yeniden Müslümanların eline geçti. Akka, bu kayıpların son halkasıydı. Büyük yenilgiler ve Kutsal Toprakların kaybedilmesi, tarihinin dönüm noktası olarak Avrupa'da derin bir şok etkisi meydana getirdi; bütün siyasi dengeler altüst oldu. Bu dönemde, gerçeğin yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmasıyla, Tapınakçılara duyulan güven yerini derin bir öfkeye bıraktı. Şövalye tarikatının kapalı kapılar ardında sürüp giden sahtekarlıkları, sapkınlıkları ve çıkar ilişkileri artık halkın diline düşmüş, Tapınakçılar saygınlıklarını iyiden iyiye yitirmişlerdi. Bu gelişmeler, Fransa Kralı IV. Philippe'in beklediği ortamı hazırlamış ve Tapınakçıların zor günlerini başlatmıştır.

6.
FRANSA KRALI'NIN BAŞARISI


Akka Kalesi'nin bugünkü hali
Tapınakçıların ne denli büyük bir tehdit unsuru olduğunu anlayan ilk kişi Fransa Kralı Philippe değildir. Tarikat, kuruluşundan kısa bir süre sonra çeşitli kesimlerin tepkisini çekmiş, ancak her seferinde bu tepkileri bir biçimde etkisiz hale getirmeyi başarmıştı. Tapınakçıların acımasız yöntemlerinden usanan fakir halk, onlarla beraber Kutsal Topraklarda savaşan komutanlar, askerler, onların ticari tuzaklarına düşen soylular, krallar, sahte dindarlıklarına şahit olan gerçek dindarlar yeri geldikçe bu karanlık örgüte karşı önlem almaya çalışmış, şikayetlerini dile getirmişlerdi. Ancak, dönemin en büyük siyasi gücü olan Kilise'nin içinde Tapınakçılar yanlısı kişilerin bulunması, gereken tedbirlerin alınmasını engellemişti. Gerçi, tarikatın ileriye dönük planlarını isabetle tespit edip, tehlikenin boyutlarını fark eden Kral II. Frederick, bütün aleyhte kampanyalara ve Kilise içindeki bazı çevrelerin tehditlerine rağmen, giriştiği mücadelede bir noktaya kadar başarılı olmuştu. Ne var ki, Tapınakçılara beklemedikleri asıl darbeyi, Fransa Kralı IV. Philippe indirecekti.

Kutsal Toprakların kaybedilmesinin ardından Avrupa'da büyük değişimler yaşandı. Yenilginin faturası Kilise'ye çıkartılmış, saygınlığını büyük ölçüde kaybeden kurum, politik istismara açık bir hale gelmişti. Çeşitli güç çevreleri, sarsıntı geçiren kurumda hakimiyet kurmak için planlar hazırlamış, kendi çıkarlarını koruyacak bir Papa seçtirmek için ellerinden geleni yapmışlardı. Bu karmaşık siyasi ortamda, Tapınakçılar sahip oldukları himayeyi bir ölçüde yitirmişler, halkın ve yöneticilerin yıllardır kısık sesle dile getirdikleri şikayetler ayyuka çıkmıştı. Artık, tarikatın sapkınlıkları ve suçları açık bir şekilde dile getiriliyor, yöneticiler şövalyelere karşı açıkça cephe alıyorlardı.


Tapınakçılar Kutsal Topraklarda önce Kudüs'ü kaybettiler, en son Akka Kalesi Müslümanların eline geçti. Resimde Akka Kalesi'nin, Tapınakçılardan tekrar alınışı gösteriliyor.
Özellikle Fransa'da yoğunlaşan Tapınakçılar, aldıkları toprak ve mülklerle varlıklarını yaygınlaştırmış, ülkeyi acımasızca sömürmüşlerdi. Uzun yıllar boyunca kraliyet haznedarlığı yapan, vergi toplayan, bir nevi maliye bakanlığı görevini üstlenen tarikat, bu sayede büyük servet toplamış, Fransa'da kraldan daha zengin ikinci bir krallık haline gelmişti:


Tapınakçılara asıl darbeyi, Fransa Kralı IV. Philippe indirdi.
Fransa'daki Paris binası, devletin ve tarikatın zenginliklerini birarada barındıran en önemli kraliyet hazinesiydi; şövalyelerin haznedarı aynı zamanda Kralın da haznedarıydı. Fransa Krallığı'nın tüm finansmanı böylece Tapınakçıların boyunduruğu altına girmişti.

Onları durdurmaya çalışan III. Philippe, başarısızlığa uğramış, şövalyeler faaliyetlerine devam etmişlerdi. Ancak, daha sonra iktidara gelen IV. Philippe, durumun ciddiyetinin farkına varmakta gecikmedi. II. Frederick'ten beri yaşanmakta olanları bilen Kral, geçici yöntemler ve basit yaptırımlarla bu tehlikeli gidişatı durduramayacağını düşünerek, nihai bir çözüm planını uygulamaya koydu. İlk olarak, Tapınakçı dokunulmazlığının kaynağı konumunda olan Kilise ile bağlantıya geçti ve kurum için etkin olan menfaat çevrelerini ve Papa'yı kontrol altına almaya çalıştı. Dönemin Papa'sı VIII. Boniface, Papa'nın, krallardan daha üstün bir makamda olduğunu savunuyordu, durumu fark edince, bütün gücüyle, başta Fransa Kralı olmak üzere dönemin hükümdarlarıyla mücadeleye girişti. Philippe, uzun mücadeleler ve çeşitli siyasi stratejiler sonucunda, onun yerine daha makul bir insan olan V. Clement'i Papa seçtirmeyi başardı. Bu tarihten itibaren, Tapınakçıların üzerindeki koruma zırhı da bir ölçüde kalkmış oldu.


IV. Philippe döneminin Papa'sı VIII. Boniface
Philippe, ikinci aşamada, Tapınakçılar hakkında yaygın olarak dile getirilen suçlamaları biraraya toplayarak, tutuklanmalarını sağlayacak altyapıyı hazırladı:

Kral, suçlamaların doğruluğu konusunda emin olmadığını ilk başta kabul etmiştir; çünkü bu tür jurnalcilerin ve böyle söylentileri taşıyanların, iman ateşi, adalet şevki ya da hayırseverlik tutkusundan çok, kıskançlık hastalığı veya intikam duygusu ya da açgözlülük saikiyle hareket etmiş olabileceklerini de düşünmüştür. Fakat suçlamaların toplamı o kadar fazla ve ileri sürülen delillerin gerçekliği o kadar meydandaydı ki, kuşku duymak artık kaçınılmaz olmuştu. 24

Philippe, başta Papa olmak üzere, ülkenin önde gelen hukukçuları, din adamları ve soylularıyla görüşerek doğruların ortaya çıkarılması için harekete geçti. Böylece Tapınakçılar hakkında ilk ve en geniş soruşturma aşaması başladı. V. Clement, her ne kadar kralın etkisinde olsa da, Kilise'nin başı olarak büyük bir sorumluluk altındaydı. Kaldı ki, büyük bir güce sahip kardinaller, tarikat temsilcileri ve çeşitli bölge hükümdarlarının vekilleri de Kilise içinde yer alıyordu. Bunların büyük kısmı, yoğun finansal ilişkiler sebebiyle şövalyelerle birlikte hareket ediyor ve onları savunuyordu. Gerçekten dindar olan kişiler ise, halkın gözünde zaten sürekli prestij kaybeden Vatikan'ın, bu defa Tapınakçıların işledikleri suçlar yüzünden ağır bir darbe daha alacağını hesap ediyorlardı.


IV. Philippe, Tapınakçılar hakkında yaygın olarak dile getirilen suçlamaları biraraya toplayarak, tutuklanmalarını sağlayacak alt yapıyı hazırladı.
Papa zor durumda kalmıştı. Bir yandan elindeki bu büyük gücü yani Tapınakçıları feda etmek istememekte bir yandan da aleyhteki suçlamalarla nasıl başa çıkacağını düşünmekteydi. Aynı zamanda Fransa Kralının öfkesinin kendisine yönelmesinden de korkmaktaydı. Bu zorluğu en hafif şekilde atlatmanın yollarını arayan Papa, Tapınakçıların lideri Jacques de Molay'ı, Kıbrıs'ta savaş hazırlıkları içinde olmasına rağmen Fransa'ya geri çağırarak suçlamaları araştırmakla görevlendirdi. Bu aşamada Kilise'nin niyeti, büyük bir ihtimalle soruşturmaları mümkün olduğunca uzatmaktı. Böylece daha avantajlı bir durumun oluşması sağlanacak ve Kralın elindeki kozlar boşa çıkarılacaktı.


Tapınakçıların lideri Jacques de Molay
Olayların gelişim süreci ve tarikatın sahip olduğu imkanlar göz önüne alındığında, şövalyelerin soruşturmalardan ve kralın planlarından çok önceden haberdar oldukları anlaşılmaktadır. Yine de, çeşitli sebeplerden dolayı, Tapınakçılar kendilerini risk altında görmediler. Bu sebeplerin başında, dönemin siyasal ortamında Kilise-krallık rekabetini göz önünde bulundurarak, Kilise'nin kendilerini koruyacağına inanmaları geliyordu. Ayrıca tarikatın tek güç kaynağı Kilise ve Fransa da değildi: Başta İngiltere olmak üzere birçok ülkede yeterli maddi ve siyasi güce sahip olduklarını biliyorlardı. Yani, belirli bir soruşturmadan sonra olayların yatışacağına ve kendilerinin aklanacağına, diğer bir deyişle, Fransa kralını yenilgiye uğratacaklarına inanmışlardı.

Tapınakçılar, daha güvenli yerlere kaçıp takibattan kurtulma imkanına sahiplerdi. Ancak, Avrupa'da sahip oldukları geniş imkanları ve büyük hazineyi, düşmanı oldukları kurumlara bırakmak istemiyorlardı. Nitekim tarikat, mahkeme öncesi ve yıllarca süren mahkeme döneminde boş durmamıştı; her koşula göre hazırlığını yapmış, mallarının ve adamlarının büyük bir kısmını güvenli bölgelere transfer etmiş, taşınmaz malların bir kısmını paraya çevirmiş, İngiltere, Portekiz gibi ülkelerde varlığını sürdürmek için gerekli bağlantıları gerçekleştirmişti.


Tapınakçılar ayinler sırasında, doğaüstü güçleri olduğuna inanılan bazı putlara, hayvan figürlerine tapınmakta, dünya hakimiyetine bu putlar sayesinde ulaşılacağına inanmaktadırlar. "Baphomet" adlı put da bunlardan birisidir.
Papa, Tapınakçıları, daha doğrusu baştan beri onları desteklediği herkesçe bilinen Kilise'nin prestijini kurtarmak için toplantılar, sorgu komisyonları, araştırma çalışmaları gibi mahkemeyi uzatan çeşitli oyalama taktiklerine başvurduysa da, kısa sürede durumun farkına varan Fransa Kralı IV. Philippe, Tapınakçıların tutuklanmasını ve daha ilk sorgularında önemli delillere ve itiraflara ulaşılmasını sağladı. Uzun süren sorgulamaların sonucunda, tarikat biraderlerinin ortak itiraflarının mahkemenin suçlamalarıyla örtüştüğü görüldü. Bu suçlamalar şu şekilde sıralanmıştı:

1. Tapınakçılar, gerçek inançlarını dindar Hıristiyan biraderlerden saklamakta, ayinlerini ve toplantılarını genelde alt mevkilerde bulunan bu biraderlerden gizlemektedirler. Tarikata girecek adayları önce denemeden geçirip -daha sonra masonlukta da gelenekleşen bir yöntem olan- adaya vaad ve telkinde bulunmaktadırlar. Kendi görüşlerini kabul ederek, sapkın tarikata katılmaya hak kazanan aday, bu aşamada, şövalyelerin inancına uygun olarak (Allah'ı tenzih ederiz) Allah'ı, Hz. İsa'yı ve kutsal şeyleri inkar ederek, bunun yerine şeytana tapan putperest bir dini benimsemektedir. Ayrıca, tarikata katılım sırasında ve sonraki dönemlerde, bazı mahrem yerler de dahil olmak üzere, vücudun çeşitli bölgelerine uygulanan ve Kilise'nin "Utanç Öpücüğü" (The Oscolum Infame) adını verdiği sapkın bir tören icra edilmektedir.

2. Tapınakçıların inşa ettikleri şatoların belirli bölümleri, gizli ayinler düzenlemek üzere özel olarak hazırlanmıştır. Bu ayinler sırasında, doğaüstü güçleri olduğuna inanılan bazı putlara, hayvan figürlerine tapılmakta, dünya hakimiyetine bu putlar sayesinde ulaşılacağına inanılmaktadır. Biraderlerin ortak itiraflarında bu putlar, siyah bir kedi ve "Baphomet" adı verilen bir şeytan heykeli olarak tarif edilmiştir. Ayrıca tarikat üyeleri, törenler sırasında Hıristiyanlık dininde kutsal sayılan haç ve kutsal figürlere tükürmek gibi iğrenç yöntemlere başvurmaktadırlar.

3. Tapınakçılar, Hıristiyanlığa ait ibadetleri ve kutsama törenini yapmamakta ve buna inanmamaktadırlar. Aslında, Kilise'yi, düşman oldukları bir dine hizmet eden bir kurum olarak görmektedirler. Tarikat mensuplarının günahlarını, Büyük Üstad ya da onun bir alt mevkisindeki birader bağışlayabilmektedir.


Papa V. Clement'in 22 Mart 1312'de yayınladığı ve tarihe "Vox in excelso" adıyla geçen fermanıyla, tarikat dağıtılarak varlığına resmen son verildi.
4. Şövalyeler, Katarlardan aldıkları sapkın öğretiye uygun olarak homoseksüelliği teşvik etmekte ve uygulamaktadırlar. Yapılan sorgulamalarda, çok sayıda biraderin bu tür ilişkiye girdiği, birçoğunun buna zorlandığı, Büyük Üstad De Molay'ın da birçok kez sapkın ilişkiye girdiği ortaya çıkmıştır.

5. Tapınakçılar, varlık edinmek ve zenginliklerini artırmak için kanun dışı yollara başvurmayı, tefecilik yapmayı ve Kilise kurallarına uymamayı meşru kabul etmişlerdir.

Kilise'nin dedikodu olarak algılamak istediği iddialar bu kadar somut hale gelince, Papa, işkence altında alınan ifadelerin yanıltıcı olabileceğini söyleyerek, Tapınakçıları özel bir ortamda kendisi sorgulamak istedi. Ancak bu girişim, iddiaları daha da kesin hale getirmekten başka bir işe yaramadı. Nitekim, 72 Tapınakçı, Papa'nın huzurunda serbest bir ortamda yeniden sorgulanınca, doğruyu söyleyeceklerine yemin ederek, önceki itiraflarının geçerli olduğunu tasdik ettiler. Yani, Hz. İsa'yı reddettiklerini, tarikata kabul edilirken haça tükürdüklerini ve diğer Kilise kayıtlarındaki ifadelerde geçen 'korkunç ve iğrenç' şeyleri yaptıklarını onayladılar. Sonra da diz çöküp, ağlayarak af dilediler. Bu durum, Kral Philippe hakkında yayılan ve onun "Tapınakçılara karşı yürüttüğü faaliyeti sırf para için, sahte suçlamalarla yaptığı" yönündeki dedikoduları da boşa çıkardı. Ayrıca, Tapınakçıların mülklerinin Kilise'ye devredilmesini kabul eden Kral'ın, aleyhindeki propagandanın aksine, tarikatı para için ortadan kaldırmadığı da anlaşıldı. 25 Papa'nın daha fazla direnmesi artık imkansızdı. Üstelik Tapınakçıları mahkum etmekte gösterdiği tereddüt aleyhine dönmüş, halk arasında Papa'nın rüşvet aldığı, sapkınlarla iş birliği yaptığı dedikoduları yayılmaya başlamıştı. 26


1312'de toplanan Viyana Konsülü'nün kararıyla Tapınakçılık tüm Avrupa'da yasaklandı ve yakalanan üyeleri cezalandırıldı. Tabi başta Büyük Üstadları Jacques de Molay...
Sonuçta, 1312'de toplanan Viyana Konsülü'nün kararıyla Tapınakçılık tüm Avrupa'da yasaklandı ve yakalanan üyeleri cezalandırıldı. Papa V. Clement'in 22 Mart 1312'de yayınladığı ve tarihe "Vox in excelso" adıyla geçen fermanıyla tarikat dağıtılarak varlığına resmen son verildi:

... Şehrin halkından bir ses! Tapınaktaki bir ses! Onların değersizliklerine işaret, yaptıkları kötülüklerdir. Evinden dışarı at onları, bırak kurusun kökleri...Onların meyve vermelerine izin verme ve bu evin, acının kırılgan sütunlarına ya da can yakan bir dikene dönüşmesine, izin verme!...

Yakın geçmişte, başpiskopos seçimleri zamanında, Lyon'daki taç giydirme töreninden önce ve sonra, Tapınak Şövalyelerinin öğretmenleri, yönetimi ve kardeşleri tarafından gizli tehditler aldık... Roma Kilisesi bu adamları onurlandırdı; tarikat Tapınak Şövalyelerini Hıristiyanların düşmanlarına karşı silahlandırdı ve tarikat onları özel bir şekilde destekledi. Bunlara en yüksek düzeyde vergiler verildi. Ancak, Hıristiyanların düşmanlarına karşı durdukları zannedilen bu grubun karşısında, aslında Hz. İsa durmaktadır... İnançlarını değiştiren bu kafirler (Tapınak Şövalyeleri) günahın içine düştüler: Çok kötü bir alışkanlıkları olan putperestlikleri, ölümcül sonuçlara yol açan homoseksüellikleri ve diğerleri...

2 Mayıs 1312'de yayınlanan "Ad Providam" adlı ikinci beyannameyle, Tapınakçılara ait bütün mallar ve gelirler Hospitaller'e bırakıldı. Philippe'in bu başarısı sayesinde Tapınakçıların gerçek kimliği ortaya çıktı ve tarikat görünüşte de olsa tarihe karıştı. Böylece gelir kaynakları kesilen tarikatları, kanun dışı ilan edilen şövalyelerin önlenemeyen yükselişi ağır bir darbe aldı. Ancak bu darbenin etkisi, daha çok Fransa'nın hakim olduğu topraklarda hissedildi. Tapınakçılar diğer ülkelerde, sırf kimlik değiştirmekle yetinerek ve fazla bir baskıya uğramadan hayatlarına devam ettiler.
 
Son düzenleme:

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Tapınakçılar ve Masonlar.

Guzel paylasim
Eline saglik ustam
Tamamini okuyamadim ama
Tamamliyacagim
Mutlaka okuyun arkadaslar
 
Üst