- Katılım
- 14 Kasım 2012
- Mesajlar
- 1,451
- Beğeni
- 2,680
- Puanları
- 113
Tarihimizden Bilinmeyen Bazı Gerçekler
*Osmanlı ordusunun, İslamı tek bir bayrak altında toplamak gayesiyle Mısır seferine giderken Gebze yakınlarındaki bağlık-bahçelik bir arazide mola verdiğinde Yavuz Sultan Selimin bütün askerlerin heybelerini arattığını ve hiçbirinde meyve cinsinden birşey çıkmaması üzerine ellerini Ulu Dergah kaldırıp :
Allahım, sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lutfettin. Eğer askerimin içinde tek bir kişi sahibinden izinsiz bir meyve yeseydi ve ben bunu haber alsaydım Mısır seferinden vazgeçerdim. diyerek Rabbine sonsuz hamd ü senalarda bulunduğunu
*Fransa Kralı III Napolyonun, Pariste Osmanlı Devleti Büyükelçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa ile konuşması esnasında bir ara alaylı bir şekilde Sen kendini Yavuz Sultan Selimin elçisi mi zannediyorsun? demesi üzerine Ahmet Vefik Paşanın da büyük bir hazır cevaplıkla: Öyle olsaydım, siz Fransada imparator olarak bulunamazdınız cevabını verdiğini
*Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, padişahlık propagandası yapmak gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini
Necip Fazılın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz? dediğini
*Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlundaki bir ağaca asıp, üzerine de: Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını
*1534 yılında Viyanadaki St. Stephen Katedralinde. Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince. Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur diye bir karar alınarak iptal edildiğini
*Osmanlı Devletinin zirvelerde olduğu, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirkenDünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennetin de kendilerine ait olduğunu söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennette yer bırakırlar mı? dediklerini
*16. yüzyılda Osmanlı Devletinin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine Hıristiyanlığın şövalyesi ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefanın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rusa yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler diyerek nasihat ettiğini
*1976 yılında Suudi Arabistanın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmenin bir ara söze: Bu Suudi Arabistanın ilk tuzdan arıtma tesisidir diye başlaması üzerine
Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:No Sör Bu Suudi Arabistanın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlıların 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini
*Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı tebasıyım ne olur bunu değiştirin diye sefaret yetkililerine yalvardığını
*Batıda ilaç üretmekle ilgili yönetmeliklerin son derece ağır olup, bir ilacın piyasaya çıkarılmadan önce kobaylar üzerinde yeterince deneme yapılması gerektiğini ve bunun ise uzun ve pahalı bir süreç olduğunu .
Buna çare bulan batılı hümanistlerin(!), yeni geliştirdikleri denenmemiş ilaçları üçüncü dünya ülkelerine pazarlayarak hem para kazanıp, hem de milyonlarca gönüllü kobay üzerin de ilaçlarını denediklerini
İlaç iyi çıktığı takdirde mallarını batıda pazarladıklarını, kötü çıktığında ise foyası çıkana kadar üçüncü dünya ülkelerine satmaya devam ettiklerini
*II Mahmut döneminde Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için danışmanlıkta bulunan Alman komutanı Helmuth von Moltkenin Tanzimat dönemi ordusunun halini
Bu ordu: kaputları Rus, talimatnameleri Fransız, tüfekleri Belçika, sarıkları Türk, eğerleri Macar, kılıçları İngiliz ve öğretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur diyerek tarif ettiğini
*Osmanlının son döneminde (1850) İstanbulda uzun yıllar kalmış bir batılı tarihçi olan M A Ubicininin şehirde yaşayan değişik milletlerin karakter yapılarını öğrendikten sonra, hatıralarında:
Bir kaide olarak, Ermeni ye istediği paranın yarısını, Ruma üçte birini, Yahudi ye dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslümanla alışveriş ettiğiniz zaman istediği fiyattan emin olunuz ve istediğini verinizdiye yazdığını
*1717 1718 yılları arasında İstanbul da İngiliz elçiliği yapan G.Montagu nun hanımı Lady Montagu nun Osmanlı toplumundaki ticaret ahlakı ile alakalı hatıraların da, oldukça enteresan bir şekilde:
İngilterede yalancılar yaptıklarıyla öğünürler.
Burada ise (Osmanlıda) yalan söylediğinden emin olunduğu zaman yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun eğer bizde uygulanırsa ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfına mensup kişilerin kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmaya mecbur kaldıkları görülür. diye yazdığını
*Gönüller sultanı Mevlana Hazretlerinin hizmetçisine: Bu gün evimizde yiyip içecek birşey var mı? diye sorup, hizmetçisinin de Hayır hiç birşey yok diye cevap vermesi üzerine sevince garkolup ellerini Yüce Dergaha açarak:
Allahım, sana şükürler olsun ki, evimiz bugün Peygamber evine benziyor diye Muhammed Mustafanın yolunun tozu olduğunu gösterdiğini
*Osmanlı askeri teşkilatını Avrupaya tanıtmış olmakla meşhur Comte de Marsiglinin, Türk toplumunun misafirperverliği ile alakalı olarak Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar öyleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar. dediğini
*1096 yılında Haçlıların Kudüse girerek 40.000 Müslümanı kılıçtan geçirdikten sonra Gödofroi dö Buygom un Papa II Urban a yazdığı mektupta:
`Kudüste bulunan bütün Müslümanları katlettik, malumunuz olsun ki, Süleyman Mabedinde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak yürüyoruz. diyerek barbarlıklarını belgelediklerini
*Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta :
Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayından mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu? diye sorulduğunda, Profesör Hutterrohtun:
Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistinin sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır diye cevap verdiğini
*Padişahların, Osmanlı topraklarındaki muhtelif yerleri devletin ileri gelenlerine: Sana orayı , bahşettim demesinin.
Verilen yeri imar et! manasına geldiğini ve bu varlıklı Osmanlı paşalarının, o toprakların mamure haline gelmesi uğrunda servetlerini tükettiklerini
*Kırım Savaşındaki büyük hizmetlerinden dolayı Fransız hükümetince kendisine nişan verilen Deli Hasan Ağanın bu nişanı takmadığını farkeden Fuat Paşanın ona takmama sebebini sorması üzerine:
Paşam, benim vücudumda harpte kazandığım yedi nişan(yara izi) var. Onlar varken elin Frenkinin nişanını ben ne yapayım! diye cevap verdiğini
*1922-1923 yılları arasında Sovyetler Birliğinin Türkiye büyükelçisi olarak Ankarada bulunan S. İ. Aralovun, Lozan Konferansı nın sonuçları ile alakalı olarak yazmış olduğu hatıratında :
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, eskiden Türkiyenin olan Musulu ve daha başka yerleri Türkiyeden koparmayı, Yunanlıların yakıp yıktığı şehir, kasaba ve köyler için Yunanlılara tamirat parası verdirmemeyi ve Boğazlar meselesinde İngiliz planını gerçekleştirmeyi başardı.
Türkiyenin Musulu bırakması ve tamirat parasından vazgeçmesi karşılığı olarak kendisine küçücük Karaağaç bölgesinin verilmesiyle yetindi Bundan başka batılı devletler , Türkiyeyi, Osmanlı Devletinin batılı kapitalistlere olan borçlarının, Osmanlı Devletinden ayrılan ülkeler arasında bölünüşünden sonra, payına düşen bölümünü 20 yıl içinde ödemeye ikna ettiler diye yazdığını
*Lozan Konferansına İsmet İnönü ile birlikte katılarak Türkiye aleyhine birçok entrikalar çeviren Hahambaşı Hayim Naumun,daha sonraları hükümet erkanı ile araları çok iyi olmasına rağmen: Bu memlekete bu millete çok kötülük ettim, artık aralarında yaşayamam diyerek pişmanlık içinde Mısıra gittiğini
*Batı musiki şaheserlerini yazmış olan Mozart,Bizet gibi büyük bestekarların mehter musikisinin büyüleyici tesiri altında kalarak,Türk tarzında Alla Turca denilen kısımlarını yazdıklarını
*Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca İstanbulda kalan ve yazmış olduğu eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı II Filibe takdim eden İspanyol yazar Cristobol de Villalonun, dönemin Osmanlı topçuluğu hakkında:
Dünyada hiçbir devletin,Türk topçusu ile mukayese edilebilecek topçusu yoktur. İstanbulda eski model olduğu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim Bunlar bile İspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi.
Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 40 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmak istemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum dediğini
*Kore Savaşı sırasında bir Amerikan bataryasının isabet alıp parçalanmasından sonra, dört dakika gibi kısa bir süre içinde Amerikalıların bataryayı tekrar kurup ateşe başladıklarını ve bu çok süratli ikmal karşısında Türk binbaşısının hayretler içinde kaldığını gören Amerikalı generalin:
Biz bu sistemi kurmadan önce bütün dünya ikmal teşkilatlarını etüd ettik. En mütekamil olanının Osmanlıların ki olduğunu görerek onu kabul ettik. Bu, sizden gelme bir usulün günümüze tatbikinden başka birşey değildir. dediğini
*Osmanlı ordusunun, İslamı tek bir bayrak altında toplamak gayesiyle Mısır seferine giderken Gebze yakınlarındaki bağlık-bahçelik bir arazide mola verdiğinde Yavuz Sultan Selimin bütün askerlerin heybelerini arattığını ve hiçbirinde meyve cinsinden birşey çıkmaması üzerine ellerini Ulu Dergah kaldırıp :
Allahım, sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lutfettin. Eğer askerimin içinde tek bir kişi sahibinden izinsiz bir meyve yeseydi ve ben bunu haber alsaydım Mısır seferinden vazgeçerdim. diyerek Rabbine sonsuz hamd ü senalarda bulunduğunu
*Fransa Kralı III Napolyonun, Pariste Osmanlı Devleti Büyükelçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa ile konuşması esnasında bir ara alaylı bir şekilde Sen kendini Yavuz Sultan Selimin elçisi mi zannediyorsun? demesi üzerine Ahmet Vefik Paşanın da büyük bir hazır cevaplıkla: Öyle olsaydım, siz Fransada imparator olarak bulunamazdınız cevabını verdiğini
*Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, padişahlık propagandası yapmak gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini
Necip Fazılın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz? dediğini
*Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlundaki bir ağaca asıp, üzerine de: Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını
*1534 yılında Viyanadaki St. Stephen Katedralinde. Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince. Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur diye bir karar alınarak iptal edildiğini
*Osmanlı Devletinin zirvelerde olduğu, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirkenDünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennetin de kendilerine ait olduğunu söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennette yer bırakırlar mı? dediklerini
*16. yüzyılda Osmanlı Devletinin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine Hıristiyanlığın şövalyesi ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefanın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rusa yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler diyerek nasihat ettiğini
*1976 yılında Suudi Arabistanın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmenin bir ara söze: Bu Suudi Arabistanın ilk tuzdan arıtma tesisidir diye başlaması üzerine
Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:No Sör Bu Suudi Arabistanın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlıların 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini
*Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı tebasıyım ne olur bunu değiştirin diye sefaret yetkililerine yalvardığını
*Batıda ilaç üretmekle ilgili yönetmeliklerin son derece ağır olup, bir ilacın piyasaya çıkarılmadan önce kobaylar üzerinde yeterince deneme yapılması gerektiğini ve bunun ise uzun ve pahalı bir süreç olduğunu .
Buna çare bulan batılı hümanistlerin(!), yeni geliştirdikleri denenmemiş ilaçları üçüncü dünya ülkelerine pazarlayarak hem para kazanıp, hem de milyonlarca gönüllü kobay üzerin de ilaçlarını denediklerini
İlaç iyi çıktığı takdirde mallarını batıda pazarladıklarını, kötü çıktığında ise foyası çıkana kadar üçüncü dünya ülkelerine satmaya devam ettiklerini
*II Mahmut döneminde Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için danışmanlıkta bulunan Alman komutanı Helmuth von Moltkenin Tanzimat dönemi ordusunun halini
Bu ordu: kaputları Rus, talimatnameleri Fransız, tüfekleri Belçika, sarıkları Türk, eğerleri Macar, kılıçları İngiliz ve öğretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur diyerek tarif ettiğini
*Osmanlının son döneminde (1850) İstanbulda uzun yıllar kalmış bir batılı tarihçi olan M A Ubicininin şehirde yaşayan değişik milletlerin karakter yapılarını öğrendikten sonra, hatıralarında:
Bir kaide olarak, Ermeni ye istediği paranın yarısını, Ruma üçte birini, Yahudi ye dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslümanla alışveriş ettiğiniz zaman istediği fiyattan emin olunuz ve istediğini verinizdiye yazdığını
*1717 1718 yılları arasında İstanbul da İngiliz elçiliği yapan G.Montagu nun hanımı Lady Montagu nun Osmanlı toplumundaki ticaret ahlakı ile alakalı hatıraların da, oldukça enteresan bir şekilde:
İngilterede yalancılar yaptıklarıyla öğünürler.
Burada ise (Osmanlıda) yalan söylediğinden emin olunduğu zaman yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun eğer bizde uygulanırsa ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfına mensup kişilerin kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmaya mecbur kaldıkları görülür. diye yazdığını
*Gönüller sultanı Mevlana Hazretlerinin hizmetçisine: Bu gün evimizde yiyip içecek birşey var mı? diye sorup, hizmetçisinin de Hayır hiç birşey yok diye cevap vermesi üzerine sevince garkolup ellerini Yüce Dergaha açarak:
Allahım, sana şükürler olsun ki, evimiz bugün Peygamber evine benziyor diye Muhammed Mustafanın yolunun tozu olduğunu gösterdiğini
*Osmanlı askeri teşkilatını Avrupaya tanıtmış olmakla meşhur Comte de Marsiglinin, Türk toplumunun misafirperverliği ile alakalı olarak Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar öyleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar. dediğini
*1096 yılında Haçlıların Kudüse girerek 40.000 Müslümanı kılıçtan geçirdikten sonra Gödofroi dö Buygom un Papa II Urban a yazdığı mektupta:
`Kudüste bulunan bütün Müslümanları katlettik, malumunuz olsun ki, Süleyman Mabedinde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak yürüyoruz. diyerek barbarlıklarını belgelediklerini
*Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta :
Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayından mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu? diye sorulduğunda, Profesör Hutterrohtun:
Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistinin sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır diye cevap verdiğini
*Padişahların, Osmanlı topraklarındaki muhtelif yerleri devletin ileri gelenlerine: Sana orayı , bahşettim demesinin.
Verilen yeri imar et! manasına geldiğini ve bu varlıklı Osmanlı paşalarının, o toprakların mamure haline gelmesi uğrunda servetlerini tükettiklerini
*Kırım Savaşındaki büyük hizmetlerinden dolayı Fransız hükümetince kendisine nişan verilen Deli Hasan Ağanın bu nişanı takmadığını farkeden Fuat Paşanın ona takmama sebebini sorması üzerine:
Paşam, benim vücudumda harpte kazandığım yedi nişan(yara izi) var. Onlar varken elin Frenkinin nişanını ben ne yapayım! diye cevap verdiğini
*1922-1923 yılları arasında Sovyetler Birliğinin Türkiye büyükelçisi olarak Ankarada bulunan S. İ. Aralovun, Lozan Konferansı nın sonuçları ile alakalı olarak yazmış olduğu hatıratında :
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, eskiden Türkiyenin olan Musulu ve daha başka yerleri Türkiyeden koparmayı, Yunanlıların yakıp yıktığı şehir, kasaba ve köyler için Yunanlılara tamirat parası verdirmemeyi ve Boğazlar meselesinde İngiliz planını gerçekleştirmeyi başardı.
Türkiyenin Musulu bırakması ve tamirat parasından vazgeçmesi karşılığı olarak kendisine küçücük Karaağaç bölgesinin verilmesiyle yetindi Bundan başka batılı devletler , Türkiyeyi, Osmanlı Devletinin batılı kapitalistlere olan borçlarının, Osmanlı Devletinden ayrılan ülkeler arasında bölünüşünden sonra, payına düşen bölümünü 20 yıl içinde ödemeye ikna ettiler diye yazdığını
*Lozan Konferansına İsmet İnönü ile birlikte katılarak Türkiye aleyhine birçok entrikalar çeviren Hahambaşı Hayim Naumun,daha sonraları hükümet erkanı ile araları çok iyi olmasına rağmen: Bu memlekete bu millete çok kötülük ettim, artık aralarında yaşayamam diyerek pişmanlık içinde Mısıra gittiğini
*Batı musiki şaheserlerini yazmış olan Mozart,Bizet gibi büyük bestekarların mehter musikisinin büyüleyici tesiri altında kalarak,Türk tarzında Alla Turca denilen kısımlarını yazdıklarını
*Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca İstanbulda kalan ve yazmış olduğu eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı II Filibe takdim eden İspanyol yazar Cristobol de Villalonun, dönemin Osmanlı topçuluğu hakkında:
Dünyada hiçbir devletin,Türk topçusu ile mukayese edilebilecek topçusu yoktur. İstanbulda eski model olduğu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim Bunlar bile İspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi.
Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 40 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmak istemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum dediğini
*Kore Savaşı sırasında bir Amerikan bataryasının isabet alıp parçalanmasından sonra, dört dakika gibi kısa bir süre içinde Amerikalıların bataryayı tekrar kurup ateşe başladıklarını ve bu çok süratli ikmal karşısında Türk binbaşısının hayretler içinde kaldığını gören Amerikalı generalin:
Biz bu sistemi kurmadan önce bütün dünya ikmal teşkilatlarını etüd ettik. En mütekamil olanının Osmanlıların ki olduğunu görerek onu kabul ettik. Bu, sizden gelme bir usulün günümüze tatbikinden başka birşey değildir. dediğini