- Katılım
- 14 Kasım 2012
- Mesajlar
- 1,451
- Beğeni
- 2,680
- Puanları
- 113
Tarihten Gizemli Eski Yazı Türleri
Alt Başlıklar
İndus Yazısı
Zapotek ve Kıstak Yazıları
Etrüsk Alfabesi
Meroe Yazısı
Rünik Yazı
Rongorongo
İndus Yazısı
İndus vadisi mühürlerini kontrollü realizmin küçük şaheserleri ve boylarıyla oranlanamayacak devasa güçlü ama bir bakıma da ona tümüyle bağlı olarak tanımlamak bir abartma olmayacaktır.
SIR MORTIMER WHEELER, 1953
İndus Vadisi Uygarlığı, Büyük İskender zamanında bile çoktan kaybolmuştu. İskenderin elçisi Aristoboulos bölgeyi İÖ 326 yılında ziyaret ettiğinde İndus Nehri yatağını değiştirdikten sonra binden fazla köy ve kasabanın terk edildiği bomboş bir ülke bulmuştu. İndus uygarlığı, tarih kayıtlarında bir daha 2000 yıldan fazla bir süre yer almamıştır. 1920′lerin başında Hintli bir arkeolog, İskenderin Hindistandan çekilirken inşa ettirdiği söylenen zafer sütunlarım ararken Mohenco-darodaki (şimdi Pakistanın Sind eyaleti) höyük yıkıntısının asıl önemiyle karşılaştı.
Onun keşfi ve şimdi Pakistan olan 560 kilometre ilerideki Harappada benzer bir keşif, kayıtlı Hint uygarlığını bir darbede iki katı uzunluğuna çıkaracak, Ashokadaki ÎÖ 250 yılındaki imparatorluk kitabelerinden İÖ 2500 yılına götürecekti. Hindistan Arkeolojik Araştırmaları Genel Müdürü Sir John Marshall başkanlığında bir heyet, hemen her iki yerde kazılara başladı. Son seksen yıldır onlar ve onları izleyenler, Pakistanda ve Kuzeybatı Hindistanda Avrupanın yaklaşık dörtte biri kadar bir alanda, İÖ 3. binyılın eski Mısır ve Mezopotamya imparatorluklarından daha büyük bir alanda İndus Vadisi uygarlığına ait 1500 mekânı ortaya çıkardılar. Bunlardan çoğu köy ise de, beş tanesi büyük kentlerdi.
Indus uygarlığının doruk noktası olan ÎÖ 2500 ile 1900 yılları arasında Mohenco-daro ve Harappa, Mısırda Memphis ve Mezopotamyada Ur gibi kentlerle kıyaslanacak kentlerdi. Bunlarda büyük piramitler, saraylar, heykeller, mezarlar ve altın yığınları yoktu ama gayet iyi planlanmış sokakları ve çok ileri kanalizasyon sistemi 20. yüzyılın kent planlamacılığıyla kıyaslanabilirdi. Süs eşyalarından bazıları ise -ta Ur kral mezarlığı kadar uzaklarda bile bulunan uzun, delikli akik bocuklar gibi- güzellik ve teknik gelişmişlikleri bakımından firavunların hazineleriyle rekabet edebilirdi. İndus Vadisi sakinlerinin yaşantılarını anlayışımızdaki bu ilerleme onların düşünceleri konusunda ancak tahmin yürütebilmemiz utandırıcı gerçeğini vurgulamaya yardımcı olmuştur:
Çünkü yazıları henüz çözülememiştir. Mısır hiyerogliflerinin ve Mezopotamya çivi yazısının aksine İndus yazısı duvarlarda, mezarlarda, heykellerde, dikilitaşlarda, kil tabletlerde ya da papirüslerde değil, yalnızca Mohenco-daro, Harappa ve diğer kentlerin bina ve sokaklarında dağınık halde bulunan mühür taşlarında, çömleklerde, bakır tabletlerde, bronz aletlerde, fildişi ve kemik çubuklarda görülmektedir. (Hindistanda geleneksel olarak kullanılan palmiye yaprakları gibi kolay bozulabilen malzemeye de yazılmış olabileceği kuşkusuzdur.) Mühür taşları, yazıların en çok bulunduğu nesnelerdir ve yontuculuk stili ve zarafetleriyle bir kere görüldü mü asla unutulmayacak parçalardır.
(Solda) İndus Vadisi uygarlığının buluntu yerleri Avrupanın dörtte biri kadar bir alanı kaplamaktadır. (Sağda) Proto-Şiva: Bu İndus mührü baskısı çok sonraların Hindu tanrısı Shivanın habercisi olabilir.
Bilinen 3700 yazılı nesnenin yüzde 60′ı mühürlerdir, ancak bunların da yüzde 40′ı benzer oldukları için dili çözecek kimsenin elinde sanıldığı kadar fazla bir malzeme yoktur. Kenar uzunluğu 19-32 mm arasında değişen kare biçimli mühürlerin arkasında taşımaya ve asmaya yarayan delikli birer çıkıntı vardır. Mühürlerin ön yüzlerinde ise ince çelik kalem ve delgiyle eşsiz güzellikte oyma resimler yapıldığı da görülmüştür.
1990′larda bir miktar daha mühür bulunmuşsa da bu fazla bir şey sayılmaz. Yazılı mühürlerdeki yazılar özellikle çok kısadır: Ortalama bir mühürde, bir satırda dört karakter vardır, en uzun metin 26 karakterden oluşur ve toprak üçgen prizmanın üç yanına dağılmıştır. Mühür taşlarının çoğuna karakterlerin yanı sıra hayvan resimleri de kazınmıştır. Bunlar genelde bildik hayvanların resimleridir: Suaygırı, fil, kaplan, bufalo gibi (ama ilginç olan maymun, tavuskuşu ya da kobra olmamasıdır). Ama tek boynuzlu at gibi fantastik olanlar da vardır. Kimi yoga pozisyonunda oturan insan biçimli yaratıklar tanrı ya da tanrıçalar olabilirler. Başta Marshall olmak üzere çeşitli araştırmacılar bu figürlerin iki bin yıl sonra Sanskrit metinlerinde ilk kez sözü edilen Hindu tanrılarının öncüleri olduğunu iddia etmişler, hatta Marshall bunlardan birine Proto-Şiva adını vermiştir.
İndus yazısının yönü konusundaki kanıt. Bu iki mühür baskısı sağdan sola okunmaktadır.
SİMGE KANITI
İndus yazısını çözmek için yüzden fazla ciddi ve bilimsel temelli girişim olmuş ve özellikle önde gelen İndus yazısı bilgini Asko Parpola başta olmak üzere, bütün metinleri toplama, kataloglama ve yayımlama alanında çok önemli çalışmalar yapılmışsa da, ortak bir çözüm konusunda fazla bir fikir birliği yoktur. Girişimlerde o kadar radikal farklılıklar vardır ki -biri îndus simgelerini Mısır hiyeroglifleriyle, bir diğeri Paskalya Adası rongorongo yazısıyla kıyaslamaktadır- bunların ortak noktaları hemen hemen yok gibidir. Kesin ya da yüksek derecede olası olan şey yazma ve okumanın yönü, yazı sistemindeki simgelerin yaklaşık sayısı, bazı rakamların tanımı ve bazı metinlerin kelimelere ayrılabildiğidir.
Önemli bir ilk nokta, mühür baskısının okunmak için olduğudur (karakterler doğal olarak terstir). Ancak eldeki mühürler, mühür baskılarından çok olduğundan burada kuşkulu bir nokta vardır. Mühürlerin çoğunun aşınmış olmaması bunların belki de kullanılmayıp kimlik kartları ya da hatta muska gibi taşındıklarını da akla getirmektedir. Ancak metal aletlerde ve çömlekler üzerinde doğrudan okunmak için yazılmış yazılarla, mühürlerdeki yazıların aynı sırayı ve yönü takip etmelerinden mühür baskısının okunduğunu anlıyoruz. Burada gösterilen resimlerin hepsi mühür baskılarıdır. Yazının yönüne gelince, burada en güvenilir kanıt yazılardaki boşluklardır. Kısa bir satır sağ kenardan başlayıp sol kenarda bir boşluk bırakmışsa bunun sağdan sola yazıldığı varsayılabilir. Eğer sol kenarda bir sıkışıklık oluyorsa yine aynı sonuç çıkarılabilir. Bir mühürde okuyan üst sağ köşede başlamış, mührü saat yönünde iki kere 90′ar derece çevirmişti ve üçüncü kenar ile dördüncü kenarın tümü boştu, îndus yazısının yönü normal olarak mühür baskılarına göre sağdan solaydı.
Simgelerin sayısı olarak kabul edilen rakam 425 (artı-eksi 25)tir. Bu anlamlı bir rakamdır. Temel simgelerin fonetik olup, Lineer Bde olduğu gibi heceleri temsil ettiği hecesel bir yazı sistemi için çok fazla, binlerce simgenin her birinin Çin dilinde bir kavramı ya da kelimeyi temsil ettiği Çince gibi yüksek düzeyde logografik bir yazı için çok azdır.Buna en yakın kıyaslama herhalde 500 simgeli Hitit hiyeroglifleri ve 600 küsur simgeli Sümer çivi yazısıdır. Bu nedenle pek çok bilimadamı, fonetik hecelerin simgelerini teşhis etmekte fazla bir ilerleme kaydedilmemişse de, İndus yazısının Batı Asyadaki çağdaşları gibi simge-heceli yazı olduğunda hemfikirdirler.
İndus Vadisi uygarlığının iki önemli kentinden biri olan Mahenco-daro.
HANGİ DİL?
Bunlara karar verebilmek için İndus Vadisi uygarlığında hangi dilin konuşulduğunu ve kitabelerde yazıldığını bilmek gerekir. Eğer bu dilin başka bir dille akrabalığı olmadığı olasılığını bir yana bırakırsak (kültürel sürekliliğin özellikle güçlü olduğu Hint yarıkıtası için bu mantıklı bir varsayımdır), akraba diller için iki güçlü aday vardır: Proto-Hint-Âri (Sanskrit) ve Proto-Dravid, yani Kuzey ve Güney Hindistanın iki büyük dil ailesinin atası. (Başlıca Hint-Âri dili olan Sanskrit Kuzey Hindistandaki modern dillerin çoğunun kök dilidir.)
Günümüzdeki Dravid Dilini konuşanlar, îndus Vadisinden uzakta, hemen hemen yalnızca Güney Hindistanda yaşadıklarından, coğrafi açıdan proto-Hint-Âri dilinin Dravid Dili üzerinde bir üstünlüğü vardır. Ancak Kuzey Hindistana Hint-Âri istilasının îndus Vadisi uygarlığının ortadan kaybolmasından sonra, ÎÖ 2. binyılda gerçekleştiği düşünüldüğü için Proto-Dravid Dili, tarihi nedenlerle daha gözdedir. Bu iddiayı destekleyen bir şey de Kuzey Hindistanda Dravid dilleri cepleri olmasıdır. Bu dillerden biri olan Brahui Dilini konuşan 300.000 göçebe Belucistanda (Batı Pakistan) îndus Vadisinin çok yakınında yaşamaktadırlar. Bu Dravid Dili konuşanlar herhalde bir zamanlar Kuzey Hindistanda çok yaygın olan ve sonra Hint-Arilerinin gelmesiyle kaybolan bir Dravid kültürünün kalıntılarıdır.Bu nedenle bilimadamlarının çoğu proto-Dravid varsayımını kabul ederler. Bunlar Eski Tamilce, Telugu, Malayalam ve Kannada gibi eski Dravid dillerin kelimeleri ile îndus mühürlerinin ikonografik simge ve resimleri arasında mantıklı bağlar aramaktadırlar ve bunda da İndus Vadisi uygarlığına ait arkeolojik kanıtlardan, Dravid uygarlığı ve dini inançlarına ilişkin kültürel kanıtlardan yararlanmaktadırlar. Bu yöntem aslında varsayıma dayanmaktaysa da, simgelerden bazıları için ilginç çözümler ortaya atılmıştır ki, bu da eğer yeni yazıtlar günışığma çıktığı takdirde denebilecektir.
Hint yarıkıtasının başlıca iki dil ailesi: Hint-Arice (beyaz alanlar) ve Dravid Dilleri (Brahui dili dahil).
Zapotek ve Kıstak Yazıları
La Mojarra dikilitaşı uzun bir yazılı metnin en eski örneğidir ve Mezoamerikada bulunan kitabelerin en önemlisidir.
MARTHA J. MACRI, 1993
İkisi de henüz çözülememiş olan Zapotek yazısı (Meksikada Oaxaca eyaletinin) ve Kıstak yazısı (adım Tehuantepec Kıstağından almıştır) Orta Amerikadaki pek çok Maya-öncesi metnin en önemlilerindendir.
Birincisi Amerika kıtasının bilinen en eski yazı sistemi olup belki de İÖ 500 yılından kalmadır. Diğeri daha geç döneme ait olup İS 2. yüzyıldan kalmış olabilir. Coğrafi olarak Zapotek yazısı ilk kez İS 3. yüzyılda kaydedilmiş olan Maya yazısına yakın olan Kıstak yazısının yakın bir komşusuydu. Bu nedenle Kıstak yazısını Zapotek yazısının ve onun da Maya yazısını etkilediği söylenebilir.
Bugünkü Zapotekler, Meksikanın güneyindeki Oaxaca eyaletinin doğu ve güney kesimlerinde yaşarlar. Günümüz Zapotek kültürü, yerleşim ortamına (dağ, vadi ya da kıyı) ve ekonomiye (geçimlik, ticari, tarım ya da kentsel) göre değişir. Bugün, her köyde, karşılıklı anlaşmaya olanak vermeyecek kadar farklı lehçeler ya da ayrı diller konuşulur.
(Üstte) La Mojarra dikilitaşının bir çizimi. Metinde tarih dahil, 400 ile 500 karakter vardır.
Zapotek kitabelerinin çoğu ve en önemlileri- çağdaş Oaxaca kenti dışındaki Monte Albân tepelerinde kurulmuş Zapotek başkentinden çıkmıştır. Glifler görsel olarak Mixtec, Aztek ya da Maya yazılarına benzemezlerse de, Zapotekler tarafından icat edildiği sanılan aynı çizgi-ve-nokta rakamları ile çok benzer bir silindirik takvim sistemi kullanırlar. Yazıyı çözmek için uğraşanların bir talihi de, bir İspanyol papazının 1578′de yayınladığı İspanyolca-Zapotekçe sözlüğünde zamanın Zapotek Dilindeki 20 günün adlarının bulunmasıdır. Ancak yazı sistemi yüzyıllar önce ortadan kalktığından her adın bir Zapotek glifi yoktur. Ama çağdaş bilimadamları gliflerden çoğunun anlamını simgeledikleri şeyden tahmin edip sonra bu anlamı gün adlarının İspanyolcalarıyla eşleştirerek bunu yapabilmişlerdir.
Takvimle ilgili olmayan gliflerin çözülmesi çok daha güç olmuştur. Bu, gliflerin dilinin teşhis edilmesine bağlıdır. Bu dil çağdaş Zapotek Diliyle akraba olabilir ama bağlantı çok karışıktır. Gözönüne alınması gereken, dilin 2000 yılda uğradığı değişikliğin yanı sıra Zapotek dil grubunun kendi içinde çok bölünmüş olması ve üç büyük dal ile pek çok anlaşılmaz lehçelerin bulunmasıdır. Ayrıca, kitabelerde yer alması beklenen eski yer adlarının Zapotek karşılıklarının çok azım bilmekteyiz. Bunun nedeni de Oaxacadaki pek çok yerin, bölgeye İspanyol fethinden çok önce girmiş olan Azteklerin dili olan Nahuatldaki adlarıyla tanınmasıdır.Yine de bilimadamları yazı sisteminde en az 100 temel Zapotek simgesi olduğunu saptamışlardır ki, bu rakam yazının yalnızca hecesel olamayacağı kadar çok ve Maya yazısı gibi logo-hecesel olmayacağı kadar azdır. Daha fazla kitabe bulunana kadar Zapotek sistemi tam olarak çözülemeyecektir.
Zapotek gün ad/glifleri.
KISTAK YAZISI
Zapotek yazısı için söylenenler, Kıstak yazısı için de geçerlidir ama ilginç olan bu yazıdan elimizde daha az örnek olmasına rağmen bunu Zapotek yazısından daha iyi anlıyor olmamızdır. Bunun başlıca nedeni, Kıstak yazısının çoğunun bir hükümdar resminin de bulunduğu bir tek uzun ve tarihli kitabede bulunmasıdır. İkinci neden de, Tehuantepec Kıstağında dil durumunun Oaxaca devletinde olduğundan daha anlaşılır olmasıdır.
Kıstak hikâyesi 1902′de, Güney Veracruzda San Andres Tuxtla yakınlarındaki Tuxtla Dağlarında bir tarlada yeşim taşından garip bir heykelcik bulunmasıyla başlar. Heykelciğin üzerinde, ördek kılığında bir adam ve bilinmeyen bir yazıyla 70 kadar karakter vardı.
Washingtonda Smithsonian Enstitüsünde sergilenen heykel -tıpkı birkaç yıl önceki Phaistos Diski gibi- yazının başka örneği bulunmadığı için kült statüsü kazandı. Sonra 1986′da Tuxtla yakınlarında bir nehir kıyısındaki balıkçı köyü olan La Mojarrada çıplak ayaklı bir balıkçı suyun altında 4 ton ağırlığında kitabeli bir taş buldu. La Mojarra dikilitaşında 400-500 karakter (ve İS 143 ve 156 tarihleri) bulunmaktaydı ve bunun Tuxtla heykelciğiyle aynı yazıyla yazıldığı belliydi.
Kıstak Dilinin en muhtemel adayının günümüzde kıstakta ve çevre bölgelerde konuşulan Mixe-Zoque Dilinin bir dalı olan Zoque Dilinin erken bir formu olduğunda genel bir fikirbirliği vardır. Bazı araştırmacılar Mezoamerikada (yazısız da olsa) en eski uygarlıklardan birini yaratan Olmeklerin Mixe-Zoque Dilini kullandıklarına inanmaktadırlar. Bu yüzden Kıstak yazısına, tartışmalı da olsa, üst-Olmek yazısı adı verirler.
Ancak Mixe-Zoque varsayımı spekülatiftir (İndus yazısı için yapılan Dravid varsayımı gibi). Bu, simgelerdeki örnek ve resimler Zoque Dilinin bilinen kelimeleri, grameri ve sözdizimiyle eşleştirildiğinde muhtemel bir çözüm çıkmaktadır. Çözülmüş metnin kıyaslanabileceği başka bir Kıstak kitabesi olmadığından, bu çözümün doğru olup olmadığını bilemiyoruz. Aksine güçlü iddialara rağmen Kıstak yazısı henüz çözülmemiştir.
Etrüsk Alfabesi
Kültürlü halkın yüzde doksanı bugün bile Etrüsk yazısının çözülmesinin imkânsız olduğunu bilir. Bu inanç basında yankı bulur ve ders kitaplarının çoğunda da tekrarlanır. Üstelik bu fikrin modasının geceli iki yüz yıl olduğu halde.
MASSIMO PALLOTTINO, 1975
Etrüsklerin ve anayurtları Etrurianın (kuzeyde Arno, güneyde Tiber ırmakları arasında, günümüzde Toskana), Roma çağlarından beri Avrupalıların hayallerinde özel bir yeri vardır. Rönesansta Toskana grandükü Cosimo deMedici, biyografisinin yazarı olan Vasari tarafından, eski hükümdarın Chiuside sözde mezarının keşfinden sonra Etrüsk kralı Lars Porsenna olarak nitelenmişti. 20. yüzyılda D. H. Lawrence da son şiirlerine Etrüsk mezarlarına girişin görüntülerini eklemişti. Bir meşale verin bana!/ Bu çiçeğin mavi çatallı meşalesiyle/ ineyim karanlık merdivenlerden Persephonenin ardından.
Dil tarihi açısından Etrüsklerin büyük önem taşıdıkları ve sonsuz bir ilgi kaynağı oldukları kuşkusuzdur. Etrüskler alfabeyi Yunanlılardan (büyük olasılıkla Khalkidikia alfabesinden) alıp değişiklikler yaparak Romalılara geçirmişler, Romalılar da Avrupanın tümüne yaymışlardır.Ancak konuşma dilleri ortadan kalkmış olduğu için kitabelerindeki yazılardan anlayabildiğimiz kadarıyla bunun Avrupanın diğer hiçbir diline benzemediğini söyleyebiliriz. Etrüsklerin rakamlar için kullandıkları kelimeleri Latince, Yunanca ve Sanskrit karşılıkları ile kıyaslayınca Etrüsk dilinin bir Hint-Avrupa dili olmadığı kolayca görülür:
Etrüskler alfabeyi İtalyaya ÎÖ 775 tarihinde Pithekoussaiye (günümüzde Ischia) yerleşen Yunan kolonicilerden öğrenmişlerdir. Bunlar harfleri model alfabeler biçiminde yazmışlardır. Bu alfabeler pek çok yerde pek çok nesnenin üzerinde bulunduğundan pek gözde olmuş olmalı. Uygulamada Etrüsk dili b, d, g gibi sesli duraklama ve o gibi sesli harf simgelerine gerek duymadığından harflerin tümü kullanılmamıştır.Bilinen Etrüsk dilinde yazılmış kitabelerin sayısı 13.000 ise de, bunlardan 4000′i parça ya da grafitti halindedir ve kalan 9000′inin çoğu da yalnızca baba adını, kimi zaman ana adım, ölenin soyadı ve eğer kadınsa belki de kocasının adı ve çocuklarının sayısını gösteren mezar taşlarıdır.Bunları okumakta bir güçlük yoktur. 18. yüzyıl ya da daha öncesinden bu yana harflerin fonetik değerleri ikame edilerek söz konusu okuma yapılabilmektedir. Ancak bu iş, bir dili yalnızca mezartaşlarım okuyarak öğrenmeye çalışmaktan farksızdır.
(Solda) Pyrgi altın levhaları, İÖ yaklaşık 500. Soldaki levha Fenike, sağdaki Etrüsk/Yunan yazısıyla yazılmıştır. (Sağda) Horoz biçimli bir Etrüsk vazo ya da mürekkep hokkası, İÖ yaklaşık 600. Üzerinde Yunan alfabesinden alınan model bir alfabenin harfleri kazınmıştır.
Burada eksik olan, iki dilli ve başka bir konu içeren bir metindir. 1964′te Caere Limanı (bugünkü Cerveteri) olan Pyrgide üç altın tablet bulunmuştur ve bunlar Etrüsk metinlerinin en önemli iki dilli yazısıdır. Tabletlerden biri Fenike, diğer ikisi Etrüsk dilinde yazılmıştır. Etrüsk dilindeki en uzun metinde 36 ya da 37 kelime vardır, ancak Fenike ve Etrüsk dilindeki metinler birbirlerinin tam çevirisi değildir: Pyrgi tabletleri tam değil yarı-çift-dilli metinlerdir, ikisinde de aynı olay anlatılır:
Hükümdar Thefarie Velianas hükümdarlığının üçüncü yılında Etrüsk tanrıçası Uni ile özdeşleştirilen Fenike tanrıçası Astartenin (ya da İştarın) bir tapınağını açmaktadır. Ancak iki metinde bu olay, çok farklı biçimlerde anlatılmaktadır. Sonuçta Pyrgi tabletlerinden öğrenilen tek yeni Etrüsk kelimesi üç anlamına gelen ci olmuştur. 1990′larda keşfedilen en son kitabe olan Tabula Cortonensis için de aynı şey geçerlidir: 200 kelimelik bu levhanın çoğu adlardan oluşmaktadır (Laris Celatina Lausa gibi): Buradan çıkan tek yeni kelime de göl karşılığı olandır.
Bu nedenle Etrüsk yazısı bir sır olmamakla birlikte Etrüsk dili gerçek bir muammadır. Etrüsk sanatı ve Latince kitabeler gibi diğer çözüm araçlarına rağmen Etrüsk dilinde bildiğimiz kelimelerin sayısı henüz 250 kadardır ve bunların hepsinin anlamlarından da emin değiliz. Kitabelerin konularının kısıtlı olması nedeniyle gramer bilgimiz de sınırlıdır ve Etrüsk edebiyatı günümüze kadar kalmadığından sözdizimi hakkında da çok az şey bilmekteyiz. Etrüsklerle yakın ilişkisi olan Romalılar da Etrüsk dili ve edebiyatı konusunda hiçbir bilgi aktarmamışlardır. Oysa Etrüsk dili, Etrüsk uygarlığının parlak döneminden sonra da Romadaki aileler tarafından konuşuluyor ya da en azından biliniyor olmalıydı. Bunlar, Etrüsklerin hâlâ çözülmemiş yönlerini gösterse de zamanla her unsur hakkındaki bilgimiz artmaktadır.
Yunanlılar alfabe ilkesini Fenikelilerden almışlar, sonra Etrüsklere vermişler, onlar da harfleri değiştirmişlerdir.
Meroe Yazısı
Doğu çölünden gelen göçebelerin Nil vadisinde (Meroede) bir imparatorluk kurduklarını öğrenmek dünyada maddi ve entelektüel kültürde öncülük eden bir milletin Mısırlı fellahların ataları olduğunu öğrenmekten daha şaşırtıcı olamaz.
FRANCIS LLEWELYN GRIFFITH, 1909
Nilin akış yönünü gösteren bir haritaya bakarsanız nehrin iki kavisle altı çavlandan geçerek Sudanın merkezinde Hartumdan Nasır Gölüne ve Sudan ile Mısır arasındaki günümüz sınırında Assuana aktığını görürsünüz. Eski Mısırla rekabet eden bu geniş alan arkeologlarca Nübye olarak bilinir. Burası eski çağlarda, kökeni bilinmeyen bir kelime ile, Kuş krallığı olarak anılırdı ve en büyük kenti Nilin 5 ve 6. çavlanları arasındaki Meroe idi. Meroe uygarlığı eski Mısırın bir parçası değil, Sahra-altı Afrikasının en önemli ilk devletlerinden biriydi. Uygarlığın arkeolojik kökenleri İÖ 3. binyıla kadar giderse de, tarihe girişi -Mısır hiyeroglif kitabelerinde yapılan atıflarla- yalnızca İÖ 8. yüzyıldadır.
Kuş kralları İÖ 712-656 yılları arasında Mısırı fethetmişler ve 25. hanedan olarak kabul edilip merkezi Sudandan Filistin sınırlarına kadar uzanan bu imparatorluğu yönetmişlerdir. Kuşta İS 1. yüzyıla kadar Mısır hiyeroglifleri kullanılmıştır. Ancak bunlar Mısır yazısı gibi hem hiyeroglif hem de hiyeroglifin bir tür el yazısı versiyonu gibi olan Meroe yazısıyla birlikte kullanılmıştır. Meroe ve diğer yerlerde bulunan Mısır/Meroe çift-dilli kısa kitabeler bilimadamlarının, özellikle de Francis Llewelyn Griffithin Meroe yazısının fonetik değerlerini çözmelerine imkân vermiştir. Çoğu Mısır yazısından alman yalnızca 23 hiyeroglif işaret (ve aynı sayıda hiyeroglifin el yazısı versiyonuna benzeyen yazılar] vardı. Diğer bir deyişle Meroe hiyeroglifleri görsel bakımdan Mısır hiyerogliflerine benzese de, aslında bir alfabedir.
Bu nedenle Meroe adlarının çoğunu çevirebilir ve paralel Mısır kelimeleriyle kıyaslayarak ad olmayan bazı Meroi dilindeki kelimelerin anlamlarını tahmin edebiliriz. Ancak Meroe dili bir bütün olarak tam bir muammadır. Elimizdeki kelimelerin Eski Nübye diline ya da bölgenin, Nil-Sahra ya da Afro-Asyatik ailesine mensup Afrika dillerinden herhangi birine benzerliği bulunamamıştır. Böylece basit bir dil çözümü yoktur: Mısır hiyerogliflerinin çözülmesinde anahtar olan Kıpti dilinin Sahra-altı eşdeğeri yoktur. Dilin çözümünde en iyi ilerleme umudu çift-dilli, Meroe ve Mısır dillerinde yazılmış daha geniş bir metin bulunmasıdır.
Belki de Griffithin ileri sürdüğü gibi Kuş krallığını yaratan insanların günümüzde Kızıldeniz yakınlarındaki doğu çöllerinde dolaşan ve adlarından Bedevi sözcüğünün türediği göçebelerin dili olan Bejanın daha eski bir biçimini konuştuklarını öğreneceğiz. Bazı dilbilimciler ise, Meroe dilinin Nübye ya da Doğu Sudan dilleriyle akraba olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Ancak kesin bir şey söylemek için hâlâ erkendir.
Meroitik hiyeroglif ve el yazısına benzer harfler ve fonetik değerleri. Biçim olarak Mısır hiyerogliflerine benzemekteyse de, sistem alfabetiktir.
Rünik Yazı
Her rünik yazı için, onun üzerinde çalışan bilimadamları kadar çok yorum olacaktır.
RUNO-DİNAMİĞIN İLK KURALI
Avrupa yazılarının çoğu Latin harflerinden oluşur. Bu da Latin yazısı ile bağları o kadar kesin olmayan önemli bir Avrupa yazısı olan rünik yazının varlığını hep gölgelemiştir. Daha 2. yüzyıldan başlayarak 16. hatta 17. yüzyıllara kadar Gotik, Danca, İsveççe, Norveççe, İngilizce, Frizce, Frankçanın ilk aşamalarını ve Orta Germanianın çeşitli kabile dillerini kaydetmek için rünik yazıyla yazılmış kitabeler bulunmuştur.
Bilinen rünik kitabelerin sayısı 5000′i aşar ve bunların hemen hemen hepsi kuzey ülkelerindedir. Bunların da büyük çoğunluğu İsveçtedir ve sık sık yeni rünik yazılarla yazılmış taşlar keşfedilmektedir. Kitabelerin sayıları Norveçte 1000, Danimarkada 700 kadardır. İzlandada nisbeten daha geç döneme ait altmış kitabe vardır ve Grönland ile Faroe Adalarında da rünik metinler bulunmuştur. Man Adası, Orkney Adaları, Shetland Adaları, İrlanda ve Western Adaları gibi Britanya Adalarında bulunanların çoğu İskandinav gezginlerinin eseridir.Rünik yazının nerede ve ne zaman icat edildiğini bilmiyoruz. Romanya, Orta Almanya ve Rusyada ilk dönem rünik yazılı nesneler bulunması yazının o genel bölgede, belki de Tuna sınırındaki ya da Vistül kıyılarındaki Gotlar tarafından icat edilmiş olacağını göstermektedir.
Bir başka varsayım da, Güney İsviçre ve Kuzey İtalya Alpleri vadilerindeki kitabelerde kullanılan rünik harflerle karakterlerin benzerliğine işaret edip icadı o bölgedeki latinleştirilmiş Cermenceye bağlar. Hatta Etrüsk alfabesiyle de bir bağı olabilir. Üçüncü bir varsayıma göre rünik yazıyı bulanlar Danimarkanın Cermen kabileleri, belki de Güney Jutlandda yaşayanlardır.İlk kitabelerin çoğu bu genel bölgeden çıkmıştır ve erken rünik metinleri Danimarkanın çeşitli bölgelerinden hâlâ çıkarılmaktadır. Ancak bütün rünik yazı araştırmacıları bir noktada hemfikirdirler: Latin alfabesinin, rünik yazı üzerinde bir etkisi olmuştur.
(Solda) İskoçyadan Golspie No. 2. Bu II. Sınıf sembol taşında bir Pikt hayvanı, çift yüzlü baltası ve hançeriyle bir aslan ve balığa dönük Pikt adamı ile birbirlerine sarılmış ve kendi balık kuyruklarını ısıran iki yılan görülmektedir. (Sağda) 5. yüzyıldan kalmış olan gümüş ve emaye plakalar. Semboller bir çifte disk ve Z-asası ile bir ayıbalığı başıdır.
RÜNİK ALFABE
Rünik alfabenin en az üç türü vardır. Bunlardan İS yaklaşık 800′den önce Avrupanın kuzeyinde kullanılanı Erken ya da Ortik Germen (Toton) yazısı, 5. ya da 6. yüzyıldan yaklaşık 12. yüzyıla kadar İngilterede kullanılanı Anglosakson ya da Angıl yazısı, 8. yüzyıldan 12. ya da 13. yüzyıla değin İskandinavya ve İzlandada kullanılanı ise kuzey ya da İskandinav yazısı olarak adlandırılır.
Rünik alfabenin adını ilk altı harften alarak fut-hark olarak bilinen özel sıralı 24 harfi vardır:
(Üstte) İskoçyada Strathclydede bulunmuş olan Hunterston broşu. İğnenin solundaki yazıda sahibinin adı olan Melbrigida yazılı olup sağındakiler rünik yazı taklididir.
Yukarıdaki örnekte soldan sağa doğru gösteriliyorsa da, ilk zamanlarında sağdan sola ve hatta boustrophedon (bir satırda soldan sağa, diğerinde sağdan sola) yazılmış da olabilir. Bir harf kimi zaman ters, hatta altüst çevrilebilir. Büyük ve küçük harfler arasında bir ayrım yapılmamıştır. Harflerden bazıları (r, i ve b, rünik karşıtları gibi) Latin alfabesinin harfleriyle ilişkilidir. Diğerleri Latin harflerinin adaptasyonları olabilir: f,u (ters çevrilmiş Latin V), k (Latin C), h, s, t ve J (ters Latin L) gibi. Ama g, w, j ve p gibi bazıları aynı ses değeri olan Latin harflerine hiç benzemezler.
Yukarıda verilen ses değerleri yaklaşıktır: Erken dönem Cermen dillerinin sesleri modern İngilizcede aynı değildir.Rünik kitabeler genelde okunabilirse de -Etrüsk kitabelerinin okunduğu anlamda- erken dönem Cermen dillerini bilmediğimiz için anlamları çoğunlukla bilinememektedir. Günümüzdeki eldeki az ve belirsiz kanıta dayanarak bir tahmin yürütme anlamına gelen rünik yazıyı okuma deyiminin kökeni de budur.
İsveçte Östergötlandda Rök taşı. Bilinen en uzun rünik kitabesi olan metin, Erken Viking Çağında, Varin tarafından ölen oğlu Vaenodun anısına yazılmıştır.
PİKT SEMBOL TAŞLARI
Piktler günümüzde İskoçyayı oluşturan toprakların doğu ve kuzey kesiminde Caithness ile Fife arasında yaşamış bir halktır. Adlarının bedenlerini boyamalarından ya dövme yaptırmalarından kaynaklandığı sanılır. Bu halkın yarattığı sembol taşları rünik yazıdan çok daha karışıktır. Bunlar kayıp oldukları bildirilenlerle birlikte 630 tanedirler ve yalnızca 4. ile 9. yüzyıllarda Piktlerin hâkim olduğu İskoçyada bulunurlar.
425 okunabilir sembol 50 farklı işaret grubuna ayrılabilir ve bunlardan en yaygını hilal ve V-asası, çifte disk ve Z-asası, yunus, balık, ayna ve taraktır. Latin alfabesiyle bir benzerliği yoktur ve Pikt sembolleri genelde çifttir ve nadiren dörtlü grubu aşarlar bu nedenle alfabetik olmaları pek düşük bir olasılıktır.
Belli başlı iki kitabe sınıfı vardır. I. Sınıf, cilalanmış kayalara ve Neolitik ve Bronz Çağı dikilitaşlarına kazılmış sembollerden oluşur. II. Sınıf, Hıristiyan sembolizmi taşır. Yerel bir taşın bir yüzüne oyulmuş bir haç ve çoğunlukla göz alıcı bir süsten ve I. Sınıfın sembollerinden oluşmaktadır. Taşın arkasında ya da yanında kimi zaman ikinci bir haça rastlanır.Pikt dili 9. yüzyılda Pikt Krallığının İskoçyayla birleşmesinden sonra yerini Gaelceye bırakmıştır. Bu dil ortadan kaybolmuş olduğu için bu yazıların yorumu yalnızca sembollere dayanmaktadır. (Bazı taşlarda Ogham alfabesinden harfler vardır ama bunlar anlaşılamadığı için bu taşlar işe yarar çift-dilli taşlar değildir.)Pikt sembolleri büyük bir olasılıkla daha sonraki armalarda olduğu gibi özel adları temsil edip önemli olayları anlatmaktadır. Bazılarının mezartaşları olduğu kesindir. Rünik yazısının aksine Pikt sembolleri tam bir yazı sistemi olmamıştır.
En yaygın Pikt sembolleri.
Rongorongo
Ko hau rongorongolarımız kayboldu! Geleceğin olayları yanımızda getirdiğimiz bu kutsal levhaları ve yeni toprağımızda yapacaklarımızı yok edecek. Başka ırkların insanları kalan birkaç taneyi paha biçilmez değerde nesneler olarak koruyacaklar ve onları maorileri bunların üzerinde çalışacaklar ama okuyamayacaklar. Ko hau motu mo rongorongomuz sonsuza kadar kaybolmuş olacak. Aue! Aue!
HOTU MATUA (PASKALYA ADASININ EFSANEVÎ İLK YERLEŞİMCİSİ)
Paskalya Adası (ya da sakinlerinin dedikleri gibi Rapa Nui) dünyanın her yerden en uzak yerleşim noktasıdır: En yakın komşusu doğu-güney-doğuda 2250 km uzaklıktaki Pitcairn Adasıdır. Yönetsel açıdan bağlı olduğu Şiliye ise, 3600 km uzaklıktadır.
Bu adayı gören ilk Avrupalı olan Hollandalı Amiral Jacop Roggeven, buraya bir Paskalya günü ayak bastığı için adını da Paskalya Adası olarak koymuştu. Ada, buralardaki bütün Büyük Okyanus adaları gibi küçük olup uzunluğu en fazla 24 kilometredir.
Benzeri olmayan büyük taş heykellerinin (moai} dışında esrarengiz bir yanı da rongorongo (şarkılar ya da ezberler) adı verilen kendi yazısına sahip olmasıdır. Bu o kadar egzotik ve esrarengizdir ki, 1860′da Avrupalılar tarafından keşfedildiğinden beri rongorongo yazısıyla yazılı tahtadan tabletler çözüm meraklıları için âdeta bir mıknatıs olmuştur.
Honoluludan Santiagoya ve Avrupa başkentlerine kadar, muhtemelen bir köpekbalığı dişi, kuş kemiği ya da bir obsidyen parçasıyla tahtaya kazınmış olan 25 rongorongo kitabesi vardır. Paskalya Adasında bir tane bile kalmış değildir. Çoğu Büyük St. Petersburg tableti gibi şu anda bulundukları yerlerin adlarıyla anılırlarsa da, bazıları yumurta biçimi nedeniyle Rapa Nui dilindeki adıyla Mamari (yumurta) olarak bilinir.
Bu yazıların çoğu çok kısadır, ancak en büyüğü ve uzunu olan Santiago bastonunda 126 x 6,5 santimlik bir tahta üzerinde 2300 karakter vardır. Bir Avrupa ya da Amerikan küreğinden yapılma ahşap bir tablet olan Tahuada da 1825 karakter vardır ve bu da en uzun tablet yazısıdır.
RONGORONGO KAÇ YAŞINDADIR?
Rongorongo tabletlerinin günümüz Rapa Nui diline akraba bir Polinezya dilinde yazıldığından kimsenin kuşkusu yoktur. Sorun dilin yazıların yazılmasından bu yana ne kadar değiştiğini belirlemek ve dil ile yazıları ilişkilendirmektir. Ancak rongorongonün bir yazı sistemi olarak kaç yaşında olduğundan kimse emin olamaz. Yazıların hiçbirinde tarih yoktur.
Rongorongo âdâya bin beş yüz yıl önce Polinezya dan mı getirilmiştir, yoksa adada dış etkiler olmaksızın mı icat edilmiştir ya da 18. yüzyılda ilk Avrupalı ziyaretçilerle ilişkilerin bir ürünü müdür bilinmemektedir. Üç olasılık için de bazı kanıtlar vardır. Eğer adada bağımsız bir icat kanıtlanabilirse bu, yazının bir değil birkaç kökeni olduğu düşüncesini güçlendirir ki, bu da gayet tartışmalı bir konudur.
Paskalya Adasının 19. yüzyılda kaydedilen sözlü geleneğine göre adanın ilk yerleşimcisi olan efsanevi Hotu Matua Polinezyadaki anayurdundan 67 tablet getirmiştir. Ancak Okyanusyada sömürge döneminden önce herhangi bir yazı sistemi olduğunu gösteren bir bilgimiz yoktur. Eğer yazı adada icat edilmiş olsaydı bunun taşa, mağara duvarlarına, ya da moai heykellerine kazınmış olmasını beklerdik.
Böyle bir şey yoksa da, rongorongo simgelerine benzeyen petroglifler (taş-oyma) vardır. Ancak petroglifler Avrupalılarla ilişkiden çok önce de olmuş olabilir ama adada kimse bunları fonetik konuşmayı temsil edecek biçimde kullanmayı da becerebilmiş değildir.
1722′de gelen ilk Avrupalı ziyaretçiler herhangi bir rongorongo izine rastlamamışlarsa da, 1770′de iki gemiyle gelen ve adayı askeri bir törenle İspanya kralına bağlamak isteyen İspanyollar adalıları bir anlaşma imzalamaya zorlamışlardır.
Kullanılan -simgelerden ikisi -vulva ve kuş- petrogliflere benzemekteyseler de, rongorongoya benzememektedirler. Bazı bilimadamları belki de rongorongonun İspanyol yazısını görme sonucunda 1770′ten sonra icat edildiğini ileri sürmüşlerdir.
ALINTI.
Alt Başlıklar
İndus Yazısı
Zapotek ve Kıstak Yazıları
Etrüsk Alfabesi
Meroe Yazısı
Rünik Yazı
Rongorongo
İndus Yazısı
İndus vadisi mühürlerini kontrollü realizmin küçük şaheserleri ve boylarıyla oranlanamayacak devasa güçlü ama bir bakıma da ona tümüyle bağlı olarak tanımlamak bir abartma olmayacaktır.
SIR MORTIMER WHEELER, 1953
İndus Vadisi Uygarlığı, Büyük İskender zamanında bile çoktan kaybolmuştu. İskenderin elçisi Aristoboulos bölgeyi İÖ 326 yılında ziyaret ettiğinde İndus Nehri yatağını değiştirdikten sonra binden fazla köy ve kasabanın terk edildiği bomboş bir ülke bulmuştu. İndus uygarlığı, tarih kayıtlarında bir daha 2000 yıldan fazla bir süre yer almamıştır. 1920′lerin başında Hintli bir arkeolog, İskenderin Hindistandan çekilirken inşa ettirdiği söylenen zafer sütunlarım ararken Mohenco-darodaki (şimdi Pakistanın Sind eyaleti) höyük yıkıntısının asıl önemiyle karşılaştı.
Onun keşfi ve şimdi Pakistan olan 560 kilometre ilerideki Harappada benzer bir keşif, kayıtlı Hint uygarlığını bir darbede iki katı uzunluğuna çıkaracak, Ashokadaki ÎÖ 250 yılındaki imparatorluk kitabelerinden İÖ 2500 yılına götürecekti. Hindistan Arkeolojik Araştırmaları Genel Müdürü Sir John Marshall başkanlığında bir heyet, hemen her iki yerde kazılara başladı. Son seksen yıldır onlar ve onları izleyenler, Pakistanda ve Kuzeybatı Hindistanda Avrupanın yaklaşık dörtte biri kadar bir alanda, İÖ 3. binyılın eski Mısır ve Mezopotamya imparatorluklarından daha büyük bir alanda İndus Vadisi uygarlığına ait 1500 mekânı ortaya çıkardılar. Bunlardan çoğu köy ise de, beş tanesi büyük kentlerdi.
Indus uygarlığının doruk noktası olan ÎÖ 2500 ile 1900 yılları arasında Mohenco-daro ve Harappa, Mısırda Memphis ve Mezopotamyada Ur gibi kentlerle kıyaslanacak kentlerdi. Bunlarda büyük piramitler, saraylar, heykeller, mezarlar ve altın yığınları yoktu ama gayet iyi planlanmış sokakları ve çok ileri kanalizasyon sistemi 20. yüzyılın kent planlamacılığıyla kıyaslanabilirdi. Süs eşyalarından bazıları ise -ta Ur kral mezarlığı kadar uzaklarda bile bulunan uzun, delikli akik bocuklar gibi- güzellik ve teknik gelişmişlikleri bakımından firavunların hazineleriyle rekabet edebilirdi. İndus Vadisi sakinlerinin yaşantılarını anlayışımızdaki bu ilerleme onların düşünceleri konusunda ancak tahmin yürütebilmemiz utandırıcı gerçeğini vurgulamaya yardımcı olmuştur:
Çünkü yazıları henüz çözülememiştir. Mısır hiyerogliflerinin ve Mezopotamya çivi yazısının aksine İndus yazısı duvarlarda, mezarlarda, heykellerde, dikilitaşlarda, kil tabletlerde ya da papirüslerde değil, yalnızca Mohenco-daro, Harappa ve diğer kentlerin bina ve sokaklarında dağınık halde bulunan mühür taşlarında, çömleklerde, bakır tabletlerde, bronz aletlerde, fildişi ve kemik çubuklarda görülmektedir. (Hindistanda geleneksel olarak kullanılan palmiye yaprakları gibi kolay bozulabilen malzemeye de yazılmış olabileceği kuşkusuzdur.) Mühür taşları, yazıların en çok bulunduğu nesnelerdir ve yontuculuk stili ve zarafetleriyle bir kere görüldü mü asla unutulmayacak parçalardır.
(Solda) İndus Vadisi uygarlığının buluntu yerleri Avrupanın dörtte biri kadar bir alanı kaplamaktadır. (Sağda) Proto-Şiva: Bu İndus mührü baskısı çok sonraların Hindu tanrısı Shivanın habercisi olabilir.
Bilinen 3700 yazılı nesnenin yüzde 60′ı mühürlerdir, ancak bunların da yüzde 40′ı benzer oldukları için dili çözecek kimsenin elinde sanıldığı kadar fazla bir malzeme yoktur. Kenar uzunluğu 19-32 mm arasında değişen kare biçimli mühürlerin arkasında taşımaya ve asmaya yarayan delikli birer çıkıntı vardır. Mühürlerin ön yüzlerinde ise ince çelik kalem ve delgiyle eşsiz güzellikte oyma resimler yapıldığı da görülmüştür.
1990′larda bir miktar daha mühür bulunmuşsa da bu fazla bir şey sayılmaz. Yazılı mühürlerdeki yazılar özellikle çok kısadır: Ortalama bir mühürde, bir satırda dört karakter vardır, en uzun metin 26 karakterden oluşur ve toprak üçgen prizmanın üç yanına dağılmıştır. Mühür taşlarının çoğuna karakterlerin yanı sıra hayvan resimleri de kazınmıştır. Bunlar genelde bildik hayvanların resimleridir: Suaygırı, fil, kaplan, bufalo gibi (ama ilginç olan maymun, tavuskuşu ya da kobra olmamasıdır). Ama tek boynuzlu at gibi fantastik olanlar da vardır. Kimi yoga pozisyonunda oturan insan biçimli yaratıklar tanrı ya da tanrıçalar olabilirler. Başta Marshall olmak üzere çeşitli araştırmacılar bu figürlerin iki bin yıl sonra Sanskrit metinlerinde ilk kez sözü edilen Hindu tanrılarının öncüleri olduğunu iddia etmişler, hatta Marshall bunlardan birine Proto-Şiva adını vermiştir.
İndus yazısının yönü konusundaki kanıt. Bu iki mühür baskısı sağdan sola okunmaktadır.
SİMGE KANITI
İndus yazısını çözmek için yüzden fazla ciddi ve bilimsel temelli girişim olmuş ve özellikle önde gelen İndus yazısı bilgini Asko Parpola başta olmak üzere, bütün metinleri toplama, kataloglama ve yayımlama alanında çok önemli çalışmalar yapılmışsa da, ortak bir çözüm konusunda fazla bir fikir birliği yoktur. Girişimlerde o kadar radikal farklılıklar vardır ki -biri îndus simgelerini Mısır hiyeroglifleriyle, bir diğeri Paskalya Adası rongorongo yazısıyla kıyaslamaktadır- bunların ortak noktaları hemen hemen yok gibidir. Kesin ya da yüksek derecede olası olan şey yazma ve okumanın yönü, yazı sistemindeki simgelerin yaklaşık sayısı, bazı rakamların tanımı ve bazı metinlerin kelimelere ayrılabildiğidir.
Önemli bir ilk nokta, mühür baskısının okunmak için olduğudur (karakterler doğal olarak terstir). Ancak eldeki mühürler, mühür baskılarından çok olduğundan burada kuşkulu bir nokta vardır. Mühürlerin çoğunun aşınmış olmaması bunların belki de kullanılmayıp kimlik kartları ya da hatta muska gibi taşındıklarını da akla getirmektedir. Ancak metal aletlerde ve çömlekler üzerinde doğrudan okunmak için yazılmış yazılarla, mühürlerdeki yazıların aynı sırayı ve yönü takip etmelerinden mühür baskısının okunduğunu anlıyoruz. Burada gösterilen resimlerin hepsi mühür baskılarıdır. Yazının yönüne gelince, burada en güvenilir kanıt yazılardaki boşluklardır. Kısa bir satır sağ kenardan başlayıp sol kenarda bir boşluk bırakmışsa bunun sağdan sola yazıldığı varsayılabilir. Eğer sol kenarda bir sıkışıklık oluyorsa yine aynı sonuç çıkarılabilir. Bir mühürde okuyan üst sağ köşede başlamış, mührü saat yönünde iki kere 90′ar derece çevirmişti ve üçüncü kenar ile dördüncü kenarın tümü boştu, îndus yazısının yönü normal olarak mühür baskılarına göre sağdan solaydı.
Simgelerin sayısı olarak kabul edilen rakam 425 (artı-eksi 25)tir. Bu anlamlı bir rakamdır. Temel simgelerin fonetik olup, Lineer Bde olduğu gibi heceleri temsil ettiği hecesel bir yazı sistemi için çok fazla, binlerce simgenin her birinin Çin dilinde bir kavramı ya da kelimeyi temsil ettiği Çince gibi yüksek düzeyde logografik bir yazı için çok azdır.Buna en yakın kıyaslama herhalde 500 simgeli Hitit hiyeroglifleri ve 600 küsur simgeli Sümer çivi yazısıdır. Bu nedenle pek çok bilimadamı, fonetik hecelerin simgelerini teşhis etmekte fazla bir ilerleme kaydedilmemişse de, İndus yazısının Batı Asyadaki çağdaşları gibi simge-heceli yazı olduğunda hemfikirdirler.
İndus Vadisi uygarlığının iki önemli kentinden biri olan Mahenco-daro.
HANGİ DİL?
Bunlara karar verebilmek için İndus Vadisi uygarlığında hangi dilin konuşulduğunu ve kitabelerde yazıldığını bilmek gerekir. Eğer bu dilin başka bir dille akrabalığı olmadığı olasılığını bir yana bırakırsak (kültürel sürekliliğin özellikle güçlü olduğu Hint yarıkıtası için bu mantıklı bir varsayımdır), akraba diller için iki güçlü aday vardır: Proto-Hint-Âri (Sanskrit) ve Proto-Dravid, yani Kuzey ve Güney Hindistanın iki büyük dil ailesinin atası. (Başlıca Hint-Âri dili olan Sanskrit Kuzey Hindistandaki modern dillerin çoğunun kök dilidir.)
Günümüzdeki Dravid Dilini konuşanlar, îndus Vadisinden uzakta, hemen hemen yalnızca Güney Hindistanda yaşadıklarından, coğrafi açıdan proto-Hint-Âri dilinin Dravid Dili üzerinde bir üstünlüğü vardır. Ancak Kuzey Hindistana Hint-Âri istilasının îndus Vadisi uygarlığının ortadan kaybolmasından sonra, ÎÖ 2. binyılda gerçekleştiği düşünüldüğü için Proto-Dravid Dili, tarihi nedenlerle daha gözdedir. Bu iddiayı destekleyen bir şey de Kuzey Hindistanda Dravid dilleri cepleri olmasıdır. Bu dillerden biri olan Brahui Dilini konuşan 300.000 göçebe Belucistanda (Batı Pakistan) îndus Vadisinin çok yakınında yaşamaktadırlar. Bu Dravid Dili konuşanlar herhalde bir zamanlar Kuzey Hindistanda çok yaygın olan ve sonra Hint-Arilerinin gelmesiyle kaybolan bir Dravid kültürünün kalıntılarıdır.Bu nedenle bilimadamlarının çoğu proto-Dravid varsayımını kabul ederler. Bunlar Eski Tamilce, Telugu, Malayalam ve Kannada gibi eski Dravid dillerin kelimeleri ile îndus mühürlerinin ikonografik simge ve resimleri arasında mantıklı bağlar aramaktadırlar ve bunda da İndus Vadisi uygarlığına ait arkeolojik kanıtlardan, Dravid uygarlığı ve dini inançlarına ilişkin kültürel kanıtlardan yararlanmaktadırlar. Bu yöntem aslında varsayıma dayanmaktaysa da, simgelerden bazıları için ilginç çözümler ortaya atılmıştır ki, bu da eğer yeni yazıtlar günışığma çıktığı takdirde denebilecektir.
Hint yarıkıtasının başlıca iki dil ailesi: Hint-Arice (beyaz alanlar) ve Dravid Dilleri (Brahui dili dahil).
Zapotek ve Kıstak Yazıları
La Mojarra dikilitaşı uzun bir yazılı metnin en eski örneğidir ve Mezoamerikada bulunan kitabelerin en önemlisidir.
MARTHA J. MACRI, 1993
İkisi de henüz çözülememiş olan Zapotek yazısı (Meksikada Oaxaca eyaletinin) ve Kıstak yazısı (adım Tehuantepec Kıstağından almıştır) Orta Amerikadaki pek çok Maya-öncesi metnin en önemlilerindendir.
Birincisi Amerika kıtasının bilinen en eski yazı sistemi olup belki de İÖ 500 yılından kalmadır. Diğeri daha geç döneme ait olup İS 2. yüzyıldan kalmış olabilir. Coğrafi olarak Zapotek yazısı ilk kez İS 3. yüzyılda kaydedilmiş olan Maya yazısına yakın olan Kıstak yazısının yakın bir komşusuydu. Bu nedenle Kıstak yazısını Zapotek yazısının ve onun da Maya yazısını etkilediği söylenebilir.
Bugünkü Zapotekler, Meksikanın güneyindeki Oaxaca eyaletinin doğu ve güney kesimlerinde yaşarlar. Günümüz Zapotek kültürü, yerleşim ortamına (dağ, vadi ya da kıyı) ve ekonomiye (geçimlik, ticari, tarım ya da kentsel) göre değişir. Bugün, her köyde, karşılıklı anlaşmaya olanak vermeyecek kadar farklı lehçeler ya da ayrı diller konuşulur.
(Üstte) La Mojarra dikilitaşının bir çizimi. Metinde tarih dahil, 400 ile 500 karakter vardır.
Zapotek kitabelerinin çoğu ve en önemlileri- çağdaş Oaxaca kenti dışındaki Monte Albân tepelerinde kurulmuş Zapotek başkentinden çıkmıştır. Glifler görsel olarak Mixtec, Aztek ya da Maya yazılarına benzemezlerse de, Zapotekler tarafından icat edildiği sanılan aynı çizgi-ve-nokta rakamları ile çok benzer bir silindirik takvim sistemi kullanırlar. Yazıyı çözmek için uğraşanların bir talihi de, bir İspanyol papazının 1578′de yayınladığı İspanyolca-Zapotekçe sözlüğünde zamanın Zapotek Dilindeki 20 günün adlarının bulunmasıdır. Ancak yazı sistemi yüzyıllar önce ortadan kalktığından her adın bir Zapotek glifi yoktur. Ama çağdaş bilimadamları gliflerden çoğunun anlamını simgeledikleri şeyden tahmin edip sonra bu anlamı gün adlarının İspanyolcalarıyla eşleştirerek bunu yapabilmişlerdir.
Takvimle ilgili olmayan gliflerin çözülmesi çok daha güç olmuştur. Bu, gliflerin dilinin teşhis edilmesine bağlıdır. Bu dil çağdaş Zapotek Diliyle akraba olabilir ama bağlantı çok karışıktır. Gözönüne alınması gereken, dilin 2000 yılda uğradığı değişikliğin yanı sıra Zapotek dil grubunun kendi içinde çok bölünmüş olması ve üç büyük dal ile pek çok anlaşılmaz lehçelerin bulunmasıdır. Ayrıca, kitabelerde yer alması beklenen eski yer adlarının Zapotek karşılıklarının çok azım bilmekteyiz. Bunun nedeni de Oaxacadaki pek çok yerin, bölgeye İspanyol fethinden çok önce girmiş olan Azteklerin dili olan Nahuatldaki adlarıyla tanınmasıdır.Yine de bilimadamları yazı sisteminde en az 100 temel Zapotek simgesi olduğunu saptamışlardır ki, bu rakam yazının yalnızca hecesel olamayacağı kadar çok ve Maya yazısı gibi logo-hecesel olmayacağı kadar azdır. Daha fazla kitabe bulunana kadar Zapotek sistemi tam olarak çözülemeyecektir.
Zapotek gün ad/glifleri.
KISTAK YAZISI
Zapotek yazısı için söylenenler, Kıstak yazısı için de geçerlidir ama ilginç olan bu yazıdan elimizde daha az örnek olmasına rağmen bunu Zapotek yazısından daha iyi anlıyor olmamızdır. Bunun başlıca nedeni, Kıstak yazısının çoğunun bir hükümdar resminin de bulunduğu bir tek uzun ve tarihli kitabede bulunmasıdır. İkinci neden de, Tehuantepec Kıstağında dil durumunun Oaxaca devletinde olduğundan daha anlaşılır olmasıdır.
Kıstak hikâyesi 1902′de, Güney Veracruzda San Andres Tuxtla yakınlarındaki Tuxtla Dağlarında bir tarlada yeşim taşından garip bir heykelcik bulunmasıyla başlar. Heykelciğin üzerinde, ördek kılığında bir adam ve bilinmeyen bir yazıyla 70 kadar karakter vardı.
Washingtonda Smithsonian Enstitüsünde sergilenen heykel -tıpkı birkaç yıl önceki Phaistos Diski gibi- yazının başka örneği bulunmadığı için kült statüsü kazandı. Sonra 1986′da Tuxtla yakınlarında bir nehir kıyısındaki balıkçı köyü olan La Mojarrada çıplak ayaklı bir balıkçı suyun altında 4 ton ağırlığında kitabeli bir taş buldu. La Mojarra dikilitaşında 400-500 karakter (ve İS 143 ve 156 tarihleri) bulunmaktaydı ve bunun Tuxtla heykelciğiyle aynı yazıyla yazıldığı belliydi.
Kıstak Dilinin en muhtemel adayının günümüzde kıstakta ve çevre bölgelerde konuşulan Mixe-Zoque Dilinin bir dalı olan Zoque Dilinin erken bir formu olduğunda genel bir fikirbirliği vardır. Bazı araştırmacılar Mezoamerikada (yazısız da olsa) en eski uygarlıklardan birini yaratan Olmeklerin Mixe-Zoque Dilini kullandıklarına inanmaktadırlar. Bu yüzden Kıstak yazısına, tartışmalı da olsa, üst-Olmek yazısı adı verirler.
Ancak Mixe-Zoque varsayımı spekülatiftir (İndus yazısı için yapılan Dravid varsayımı gibi). Bu, simgelerdeki örnek ve resimler Zoque Dilinin bilinen kelimeleri, grameri ve sözdizimiyle eşleştirildiğinde muhtemel bir çözüm çıkmaktadır. Çözülmüş metnin kıyaslanabileceği başka bir Kıstak kitabesi olmadığından, bu çözümün doğru olup olmadığını bilemiyoruz. Aksine güçlü iddialara rağmen Kıstak yazısı henüz çözülmemiştir.
Etrüsk Alfabesi
Kültürlü halkın yüzde doksanı bugün bile Etrüsk yazısının çözülmesinin imkânsız olduğunu bilir. Bu inanç basında yankı bulur ve ders kitaplarının çoğunda da tekrarlanır. Üstelik bu fikrin modasının geceli iki yüz yıl olduğu halde.
MASSIMO PALLOTTINO, 1975
Etrüsklerin ve anayurtları Etrurianın (kuzeyde Arno, güneyde Tiber ırmakları arasında, günümüzde Toskana), Roma çağlarından beri Avrupalıların hayallerinde özel bir yeri vardır. Rönesansta Toskana grandükü Cosimo deMedici, biyografisinin yazarı olan Vasari tarafından, eski hükümdarın Chiuside sözde mezarının keşfinden sonra Etrüsk kralı Lars Porsenna olarak nitelenmişti. 20. yüzyılda D. H. Lawrence da son şiirlerine Etrüsk mezarlarına girişin görüntülerini eklemişti. Bir meşale verin bana!/ Bu çiçeğin mavi çatallı meşalesiyle/ ineyim karanlık merdivenlerden Persephonenin ardından.
Dil tarihi açısından Etrüsklerin büyük önem taşıdıkları ve sonsuz bir ilgi kaynağı oldukları kuşkusuzdur. Etrüskler alfabeyi Yunanlılardan (büyük olasılıkla Khalkidikia alfabesinden) alıp değişiklikler yaparak Romalılara geçirmişler, Romalılar da Avrupanın tümüne yaymışlardır.Ancak konuşma dilleri ortadan kalkmış olduğu için kitabelerindeki yazılardan anlayabildiğimiz kadarıyla bunun Avrupanın diğer hiçbir diline benzemediğini söyleyebiliriz. Etrüsklerin rakamlar için kullandıkları kelimeleri Latince, Yunanca ve Sanskrit karşılıkları ile kıyaslayınca Etrüsk dilinin bir Hint-Avrupa dili olmadığı kolayca görülür:
Etrüskler alfabeyi İtalyaya ÎÖ 775 tarihinde Pithekoussaiye (günümüzde Ischia) yerleşen Yunan kolonicilerden öğrenmişlerdir. Bunlar harfleri model alfabeler biçiminde yazmışlardır. Bu alfabeler pek çok yerde pek çok nesnenin üzerinde bulunduğundan pek gözde olmuş olmalı. Uygulamada Etrüsk dili b, d, g gibi sesli duraklama ve o gibi sesli harf simgelerine gerek duymadığından harflerin tümü kullanılmamıştır.Bilinen Etrüsk dilinde yazılmış kitabelerin sayısı 13.000 ise de, bunlardan 4000′i parça ya da grafitti halindedir ve kalan 9000′inin çoğu da yalnızca baba adını, kimi zaman ana adım, ölenin soyadı ve eğer kadınsa belki de kocasının adı ve çocuklarının sayısını gösteren mezar taşlarıdır.Bunları okumakta bir güçlük yoktur. 18. yüzyıl ya da daha öncesinden bu yana harflerin fonetik değerleri ikame edilerek söz konusu okuma yapılabilmektedir. Ancak bu iş, bir dili yalnızca mezartaşlarım okuyarak öğrenmeye çalışmaktan farksızdır.
(Solda) Pyrgi altın levhaları, İÖ yaklaşık 500. Soldaki levha Fenike, sağdaki Etrüsk/Yunan yazısıyla yazılmıştır. (Sağda) Horoz biçimli bir Etrüsk vazo ya da mürekkep hokkası, İÖ yaklaşık 600. Üzerinde Yunan alfabesinden alınan model bir alfabenin harfleri kazınmıştır.
Burada eksik olan, iki dilli ve başka bir konu içeren bir metindir. 1964′te Caere Limanı (bugünkü Cerveteri) olan Pyrgide üç altın tablet bulunmuştur ve bunlar Etrüsk metinlerinin en önemli iki dilli yazısıdır. Tabletlerden biri Fenike, diğer ikisi Etrüsk dilinde yazılmıştır. Etrüsk dilindeki en uzun metinde 36 ya da 37 kelime vardır, ancak Fenike ve Etrüsk dilindeki metinler birbirlerinin tam çevirisi değildir: Pyrgi tabletleri tam değil yarı-çift-dilli metinlerdir, ikisinde de aynı olay anlatılır:
Hükümdar Thefarie Velianas hükümdarlığının üçüncü yılında Etrüsk tanrıçası Uni ile özdeşleştirilen Fenike tanrıçası Astartenin (ya da İştarın) bir tapınağını açmaktadır. Ancak iki metinde bu olay, çok farklı biçimlerde anlatılmaktadır. Sonuçta Pyrgi tabletlerinden öğrenilen tek yeni Etrüsk kelimesi üç anlamına gelen ci olmuştur. 1990′larda keşfedilen en son kitabe olan Tabula Cortonensis için de aynı şey geçerlidir: 200 kelimelik bu levhanın çoğu adlardan oluşmaktadır (Laris Celatina Lausa gibi): Buradan çıkan tek yeni kelime de göl karşılığı olandır.
Bu nedenle Etrüsk yazısı bir sır olmamakla birlikte Etrüsk dili gerçek bir muammadır. Etrüsk sanatı ve Latince kitabeler gibi diğer çözüm araçlarına rağmen Etrüsk dilinde bildiğimiz kelimelerin sayısı henüz 250 kadardır ve bunların hepsinin anlamlarından da emin değiliz. Kitabelerin konularının kısıtlı olması nedeniyle gramer bilgimiz de sınırlıdır ve Etrüsk edebiyatı günümüze kadar kalmadığından sözdizimi hakkında da çok az şey bilmekteyiz. Etrüsklerle yakın ilişkisi olan Romalılar da Etrüsk dili ve edebiyatı konusunda hiçbir bilgi aktarmamışlardır. Oysa Etrüsk dili, Etrüsk uygarlığının parlak döneminden sonra da Romadaki aileler tarafından konuşuluyor ya da en azından biliniyor olmalıydı. Bunlar, Etrüsklerin hâlâ çözülmemiş yönlerini gösterse de zamanla her unsur hakkındaki bilgimiz artmaktadır.
Yunanlılar alfabe ilkesini Fenikelilerden almışlar, sonra Etrüsklere vermişler, onlar da harfleri değiştirmişlerdir.
Meroe Yazısı
Doğu çölünden gelen göçebelerin Nil vadisinde (Meroede) bir imparatorluk kurduklarını öğrenmek dünyada maddi ve entelektüel kültürde öncülük eden bir milletin Mısırlı fellahların ataları olduğunu öğrenmekten daha şaşırtıcı olamaz.
FRANCIS LLEWELYN GRIFFITH, 1909
Nilin akış yönünü gösteren bir haritaya bakarsanız nehrin iki kavisle altı çavlandan geçerek Sudanın merkezinde Hartumdan Nasır Gölüne ve Sudan ile Mısır arasındaki günümüz sınırında Assuana aktığını görürsünüz. Eski Mısırla rekabet eden bu geniş alan arkeologlarca Nübye olarak bilinir. Burası eski çağlarda, kökeni bilinmeyen bir kelime ile, Kuş krallığı olarak anılırdı ve en büyük kenti Nilin 5 ve 6. çavlanları arasındaki Meroe idi. Meroe uygarlığı eski Mısırın bir parçası değil, Sahra-altı Afrikasının en önemli ilk devletlerinden biriydi. Uygarlığın arkeolojik kökenleri İÖ 3. binyıla kadar giderse de, tarihe girişi -Mısır hiyeroglif kitabelerinde yapılan atıflarla- yalnızca İÖ 8. yüzyıldadır.
Kuş kralları İÖ 712-656 yılları arasında Mısırı fethetmişler ve 25. hanedan olarak kabul edilip merkezi Sudandan Filistin sınırlarına kadar uzanan bu imparatorluğu yönetmişlerdir. Kuşta İS 1. yüzyıla kadar Mısır hiyeroglifleri kullanılmıştır. Ancak bunlar Mısır yazısı gibi hem hiyeroglif hem de hiyeroglifin bir tür el yazısı versiyonu gibi olan Meroe yazısıyla birlikte kullanılmıştır. Meroe ve diğer yerlerde bulunan Mısır/Meroe çift-dilli kısa kitabeler bilimadamlarının, özellikle de Francis Llewelyn Griffithin Meroe yazısının fonetik değerlerini çözmelerine imkân vermiştir. Çoğu Mısır yazısından alman yalnızca 23 hiyeroglif işaret (ve aynı sayıda hiyeroglifin el yazısı versiyonuna benzeyen yazılar] vardı. Diğer bir deyişle Meroe hiyeroglifleri görsel bakımdan Mısır hiyerogliflerine benzese de, aslında bir alfabedir.
Bu nedenle Meroe adlarının çoğunu çevirebilir ve paralel Mısır kelimeleriyle kıyaslayarak ad olmayan bazı Meroi dilindeki kelimelerin anlamlarını tahmin edebiliriz. Ancak Meroe dili bir bütün olarak tam bir muammadır. Elimizdeki kelimelerin Eski Nübye diline ya da bölgenin, Nil-Sahra ya da Afro-Asyatik ailesine mensup Afrika dillerinden herhangi birine benzerliği bulunamamıştır. Böylece basit bir dil çözümü yoktur: Mısır hiyerogliflerinin çözülmesinde anahtar olan Kıpti dilinin Sahra-altı eşdeğeri yoktur. Dilin çözümünde en iyi ilerleme umudu çift-dilli, Meroe ve Mısır dillerinde yazılmış daha geniş bir metin bulunmasıdır.
Belki de Griffithin ileri sürdüğü gibi Kuş krallığını yaratan insanların günümüzde Kızıldeniz yakınlarındaki doğu çöllerinde dolaşan ve adlarından Bedevi sözcüğünün türediği göçebelerin dili olan Bejanın daha eski bir biçimini konuştuklarını öğreneceğiz. Bazı dilbilimciler ise, Meroe dilinin Nübye ya da Doğu Sudan dilleriyle akraba olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Ancak kesin bir şey söylemek için hâlâ erkendir.
Meroitik hiyeroglif ve el yazısına benzer harfler ve fonetik değerleri. Biçim olarak Mısır hiyerogliflerine benzemekteyse de, sistem alfabetiktir.
Rünik Yazı
Her rünik yazı için, onun üzerinde çalışan bilimadamları kadar çok yorum olacaktır.
RUNO-DİNAMİĞIN İLK KURALI
Avrupa yazılarının çoğu Latin harflerinden oluşur. Bu da Latin yazısı ile bağları o kadar kesin olmayan önemli bir Avrupa yazısı olan rünik yazının varlığını hep gölgelemiştir. Daha 2. yüzyıldan başlayarak 16. hatta 17. yüzyıllara kadar Gotik, Danca, İsveççe, Norveççe, İngilizce, Frizce, Frankçanın ilk aşamalarını ve Orta Germanianın çeşitli kabile dillerini kaydetmek için rünik yazıyla yazılmış kitabeler bulunmuştur.
Bilinen rünik kitabelerin sayısı 5000′i aşar ve bunların hemen hemen hepsi kuzey ülkelerindedir. Bunların da büyük çoğunluğu İsveçtedir ve sık sık yeni rünik yazılarla yazılmış taşlar keşfedilmektedir. Kitabelerin sayıları Norveçte 1000, Danimarkada 700 kadardır. İzlandada nisbeten daha geç döneme ait altmış kitabe vardır ve Grönland ile Faroe Adalarında da rünik metinler bulunmuştur. Man Adası, Orkney Adaları, Shetland Adaları, İrlanda ve Western Adaları gibi Britanya Adalarında bulunanların çoğu İskandinav gezginlerinin eseridir.Rünik yazının nerede ve ne zaman icat edildiğini bilmiyoruz. Romanya, Orta Almanya ve Rusyada ilk dönem rünik yazılı nesneler bulunması yazının o genel bölgede, belki de Tuna sınırındaki ya da Vistül kıyılarındaki Gotlar tarafından icat edilmiş olacağını göstermektedir.
Bir başka varsayım da, Güney İsviçre ve Kuzey İtalya Alpleri vadilerindeki kitabelerde kullanılan rünik harflerle karakterlerin benzerliğine işaret edip icadı o bölgedeki latinleştirilmiş Cermenceye bağlar. Hatta Etrüsk alfabesiyle de bir bağı olabilir. Üçüncü bir varsayıma göre rünik yazıyı bulanlar Danimarkanın Cermen kabileleri, belki de Güney Jutlandda yaşayanlardır.İlk kitabelerin çoğu bu genel bölgeden çıkmıştır ve erken rünik metinleri Danimarkanın çeşitli bölgelerinden hâlâ çıkarılmaktadır. Ancak bütün rünik yazı araştırmacıları bir noktada hemfikirdirler: Latin alfabesinin, rünik yazı üzerinde bir etkisi olmuştur.
(Solda) İskoçyadan Golspie No. 2. Bu II. Sınıf sembol taşında bir Pikt hayvanı, çift yüzlü baltası ve hançeriyle bir aslan ve balığa dönük Pikt adamı ile birbirlerine sarılmış ve kendi balık kuyruklarını ısıran iki yılan görülmektedir. (Sağda) 5. yüzyıldan kalmış olan gümüş ve emaye plakalar. Semboller bir çifte disk ve Z-asası ile bir ayıbalığı başıdır.
RÜNİK ALFABE
Rünik alfabenin en az üç türü vardır. Bunlardan İS yaklaşık 800′den önce Avrupanın kuzeyinde kullanılanı Erken ya da Ortik Germen (Toton) yazısı, 5. ya da 6. yüzyıldan yaklaşık 12. yüzyıla kadar İngilterede kullanılanı Anglosakson ya da Angıl yazısı, 8. yüzyıldan 12. ya da 13. yüzyıla değin İskandinavya ve İzlandada kullanılanı ise kuzey ya da İskandinav yazısı olarak adlandırılır.
Rünik alfabenin adını ilk altı harften alarak fut-hark olarak bilinen özel sıralı 24 harfi vardır:
(Üstte) İskoçyada Strathclydede bulunmuş olan Hunterston broşu. İğnenin solundaki yazıda sahibinin adı olan Melbrigida yazılı olup sağındakiler rünik yazı taklididir.
Yukarıdaki örnekte soldan sağa doğru gösteriliyorsa da, ilk zamanlarında sağdan sola ve hatta boustrophedon (bir satırda soldan sağa, diğerinde sağdan sola) yazılmış da olabilir. Bir harf kimi zaman ters, hatta altüst çevrilebilir. Büyük ve küçük harfler arasında bir ayrım yapılmamıştır. Harflerden bazıları (r, i ve b, rünik karşıtları gibi) Latin alfabesinin harfleriyle ilişkilidir. Diğerleri Latin harflerinin adaptasyonları olabilir: f,u (ters çevrilmiş Latin V), k (Latin C), h, s, t ve J (ters Latin L) gibi. Ama g, w, j ve p gibi bazıları aynı ses değeri olan Latin harflerine hiç benzemezler.
Yukarıda verilen ses değerleri yaklaşıktır: Erken dönem Cermen dillerinin sesleri modern İngilizcede aynı değildir.Rünik kitabeler genelde okunabilirse de -Etrüsk kitabelerinin okunduğu anlamda- erken dönem Cermen dillerini bilmediğimiz için anlamları çoğunlukla bilinememektedir. Günümüzdeki eldeki az ve belirsiz kanıta dayanarak bir tahmin yürütme anlamına gelen rünik yazıyı okuma deyiminin kökeni de budur.
İsveçte Östergötlandda Rök taşı. Bilinen en uzun rünik kitabesi olan metin, Erken Viking Çağında, Varin tarafından ölen oğlu Vaenodun anısına yazılmıştır.
PİKT SEMBOL TAŞLARI
Piktler günümüzde İskoçyayı oluşturan toprakların doğu ve kuzey kesiminde Caithness ile Fife arasında yaşamış bir halktır. Adlarının bedenlerini boyamalarından ya dövme yaptırmalarından kaynaklandığı sanılır. Bu halkın yarattığı sembol taşları rünik yazıdan çok daha karışıktır. Bunlar kayıp oldukları bildirilenlerle birlikte 630 tanedirler ve yalnızca 4. ile 9. yüzyıllarda Piktlerin hâkim olduğu İskoçyada bulunurlar.
425 okunabilir sembol 50 farklı işaret grubuna ayrılabilir ve bunlardan en yaygını hilal ve V-asası, çifte disk ve Z-asası, yunus, balık, ayna ve taraktır. Latin alfabesiyle bir benzerliği yoktur ve Pikt sembolleri genelde çifttir ve nadiren dörtlü grubu aşarlar bu nedenle alfabetik olmaları pek düşük bir olasılıktır.
Belli başlı iki kitabe sınıfı vardır. I. Sınıf, cilalanmış kayalara ve Neolitik ve Bronz Çağı dikilitaşlarına kazılmış sembollerden oluşur. II. Sınıf, Hıristiyan sembolizmi taşır. Yerel bir taşın bir yüzüne oyulmuş bir haç ve çoğunlukla göz alıcı bir süsten ve I. Sınıfın sembollerinden oluşmaktadır. Taşın arkasında ya da yanında kimi zaman ikinci bir haça rastlanır.Pikt dili 9. yüzyılda Pikt Krallığının İskoçyayla birleşmesinden sonra yerini Gaelceye bırakmıştır. Bu dil ortadan kaybolmuş olduğu için bu yazıların yorumu yalnızca sembollere dayanmaktadır. (Bazı taşlarda Ogham alfabesinden harfler vardır ama bunlar anlaşılamadığı için bu taşlar işe yarar çift-dilli taşlar değildir.)Pikt sembolleri büyük bir olasılıkla daha sonraki armalarda olduğu gibi özel adları temsil edip önemli olayları anlatmaktadır. Bazılarının mezartaşları olduğu kesindir. Rünik yazısının aksine Pikt sembolleri tam bir yazı sistemi olmamıştır.
En yaygın Pikt sembolleri.
Rongorongo
Ko hau rongorongolarımız kayboldu! Geleceğin olayları yanımızda getirdiğimiz bu kutsal levhaları ve yeni toprağımızda yapacaklarımızı yok edecek. Başka ırkların insanları kalan birkaç taneyi paha biçilmez değerde nesneler olarak koruyacaklar ve onları maorileri bunların üzerinde çalışacaklar ama okuyamayacaklar. Ko hau motu mo rongorongomuz sonsuza kadar kaybolmuş olacak. Aue! Aue!
HOTU MATUA (PASKALYA ADASININ EFSANEVÎ İLK YERLEŞİMCİSİ)
Paskalya Adası (ya da sakinlerinin dedikleri gibi Rapa Nui) dünyanın her yerden en uzak yerleşim noktasıdır: En yakın komşusu doğu-güney-doğuda 2250 km uzaklıktaki Pitcairn Adasıdır. Yönetsel açıdan bağlı olduğu Şiliye ise, 3600 km uzaklıktadır.
Bu adayı gören ilk Avrupalı olan Hollandalı Amiral Jacop Roggeven, buraya bir Paskalya günü ayak bastığı için adını da Paskalya Adası olarak koymuştu. Ada, buralardaki bütün Büyük Okyanus adaları gibi küçük olup uzunluğu en fazla 24 kilometredir.
Benzeri olmayan büyük taş heykellerinin (moai} dışında esrarengiz bir yanı da rongorongo (şarkılar ya da ezberler) adı verilen kendi yazısına sahip olmasıdır. Bu o kadar egzotik ve esrarengizdir ki, 1860′da Avrupalılar tarafından keşfedildiğinden beri rongorongo yazısıyla yazılı tahtadan tabletler çözüm meraklıları için âdeta bir mıknatıs olmuştur.
Honoluludan Santiagoya ve Avrupa başkentlerine kadar, muhtemelen bir köpekbalığı dişi, kuş kemiği ya da bir obsidyen parçasıyla tahtaya kazınmış olan 25 rongorongo kitabesi vardır. Paskalya Adasında bir tane bile kalmış değildir. Çoğu Büyük St. Petersburg tableti gibi şu anda bulundukları yerlerin adlarıyla anılırlarsa da, bazıları yumurta biçimi nedeniyle Rapa Nui dilindeki adıyla Mamari (yumurta) olarak bilinir.
Bu yazıların çoğu çok kısadır, ancak en büyüğü ve uzunu olan Santiago bastonunda 126 x 6,5 santimlik bir tahta üzerinde 2300 karakter vardır. Bir Avrupa ya da Amerikan küreğinden yapılma ahşap bir tablet olan Tahuada da 1825 karakter vardır ve bu da en uzun tablet yazısıdır.
RONGORONGO KAÇ YAŞINDADIR?
Rongorongo tabletlerinin günümüz Rapa Nui diline akraba bir Polinezya dilinde yazıldığından kimsenin kuşkusu yoktur. Sorun dilin yazıların yazılmasından bu yana ne kadar değiştiğini belirlemek ve dil ile yazıları ilişkilendirmektir. Ancak rongorongonün bir yazı sistemi olarak kaç yaşında olduğundan kimse emin olamaz. Yazıların hiçbirinde tarih yoktur.
Rongorongo âdâya bin beş yüz yıl önce Polinezya dan mı getirilmiştir, yoksa adada dış etkiler olmaksızın mı icat edilmiştir ya da 18. yüzyılda ilk Avrupalı ziyaretçilerle ilişkilerin bir ürünü müdür bilinmemektedir. Üç olasılık için de bazı kanıtlar vardır. Eğer adada bağımsız bir icat kanıtlanabilirse bu, yazının bir değil birkaç kökeni olduğu düşüncesini güçlendirir ki, bu da gayet tartışmalı bir konudur.
Paskalya Adasının 19. yüzyılda kaydedilen sözlü geleneğine göre adanın ilk yerleşimcisi olan efsanevi Hotu Matua Polinezyadaki anayurdundan 67 tablet getirmiştir. Ancak Okyanusyada sömürge döneminden önce herhangi bir yazı sistemi olduğunu gösteren bir bilgimiz yoktur. Eğer yazı adada icat edilmiş olsaydı bunun taşa, mağara duvarlarına, ya da moai heykellerine kazınmış olmasını beklerdik.
Böyle bir şey yoksa da, rongorongo simgelerine benzeyen petroglifler (taş-oyma) vardır. Ancak petroglifler Avrupalılarla ilişkiden çok önce de olmuş olabilir ama adada kimse bunları fonetik konuşmayı temsil edecek biçimde kullanmayı da becerebilmiş değildir.
1722′de gelen ilk Avrupalı ziyaretçiler herhangi bir rongorongo izine rastlamamışlarsa da, 1770′de iki gemiyle gelen ve adayı askeri bir törenle İspanya kralına bağlamak isteyen İspanyollar adalıları bir anlaşma imzalamaya zorlamışlardır.
Kullanılan -simgelerden ikisi -vulva ve kuş- petrogliflere benzemekteyseler de, rongorongoya benzememektedirler. Bazı bilimadamları belki de rongorongonun İspanyol yazısını görme sonucunda 1770′ten sonra icat edildiğini ileri sürmüşlerdir.
ALINTI.