Alinti
Karadağın çevresinde onlarca köy var. Çumra ve Karaman ovalarının bereketli toprakları üzerine kurulu bu köyler 1950 li yıllardan sonra hızla makineleşmeye başlarlar. Patos, traktör, biçerdöver vb. tarım aletleri hayvan ve insan gücünün yerini almaya başlar. Tarımın vazgeçilmezi olan atlar gün gelir çiftçiye yük olmaya başlar. Çiftçiler bu malları satmaya kıyamazlar ve Karadağa yılkıya bırakırlar. Burada zamanla yabanileşen atlar volkan çukuruna ev sahipliği yapmaya başlarlar. Ürerler, yüzlerce olurlar.
Volkan çukurunun daha eski sahipleri de vardı aslında.
Yörükler.
Akdeniz sahillerinden gelenler vardı. Üçkuyu ve Değle köylerinde hayvancılık yaparak sağlayanlar vardı. O insanlar mayıs ortalarında volkan çukuruna yaylaya çıkıyor, eylül sonlarında köylerine, kışlaklarına dönüyorlardı. Kış aylarında yalnızca atlara barınaklık eden Karadağ ve Volkan çukuru bahar aylarından itibaren şenlik yerine dönüyor, atlar, koyun ve keçi sürüleri birlikte yayılıyordu.
Çukurun içinde birkaç sarnıç var, yaylacılar su ihtiyaçlarını bu sarnıçlardan karşılıyorlar. Atlar ise dağın kuzey batı yamacındaki antik çeşmeye çıkıyorlardı. Antik çeşmenin beton olukları var ama asırlık su yalakları zamanla çevreye yayılmış. Kimbilir kaç asır bu taş oluklar karşıladı insanların ve hayvanların su ihtiyaçlarını. Benzer taş olukları bir de Zengibar Kalesinin batı yamacındaki antik çeşmede görmüştüm. O çeşmenin yalakları da zamanla çevreye dağılmıştı. Atlar çeşmeye su içmeye çıkarken, onların da bir aile yapısı içinde olabileceklerini gördüm.
Bir kayanın kuytusuna oturup su içmeye çıkan atları izledim.
İlkin bir gurup çeşmeye geliyor, sularını içtikten sonra ya çukura geri dönüyorlar ya da dağın Çumra ovasına bakan yüzündeki meşe ağaçlarının gölgesine sığınıyorlardı. O gurup çeşmenin başından ayrıldıktan sonra bir başka gurup geliyordu.
Bazen bir kısrak, aygır ve küçük bir taydan oluşan küçük bir aile oluyordu gelen gurup. Bu aileler volkan çukurunda da ötekilerden ayrı yayılıyor bazen aygırlar arasında kavgalar çıkıyordu.
Karın çok yağdığı, büyük keven kümelerinin kar altında kaldığı yıllarda büyük sorun yaşıyordu yılkılar. Yiyeceksiz kalıyor, canavarların saldırısına uğruyorlardı. Bir bahar çıkışımızda bir çatakta onlarca atın telef olduğunu göstermişlerdi Üçkuyulu dostlarım. Kışın iyice aç kalan canavarlar bir gurup atı çatağa doğru sürükleyip, çatakta kıstırmışlar atları. Kaçamamış güzelim yılkılar, yem olmuşlar.
Bazen dağın çevresindeki köylülerin de kurbanı oluyorlar. Bahar aylarında iyice acıkınca karınlarını doyurabilmek için ova köylerine, tarlalara iniyorlar. Köylüler çareyi onları vurmakta buluyor.
Çok ürkek hale gelmişler, yanlarına yaklaşmak zor. Çok güzeller, Karadağın, doğanın bir parçası olmuşlar. Geçtiğimiz yıllarda Karadağın batı yamaçlarına Bozdağdan getirilen yaban koyunları da bırakılmıştı. Çevrede yaşayanların deyişlerine göre koyunlar da dağa uyum sağlamışlar. Onların da varlığıyla müthiş bir yaban hayatı gelişiyor Karadağda. İnsanların yüzünden köküne kıran giren kekliklerin ötüşünü de ilkin bu dağda duymuştum.
1960 lı yıllarda köyde, karşı harımlarda ötüşen kekliklerin türküsünü dinlerdik. Anaç kekliğin peşine düşen onlarca palaz bahçelerin içinden geçen çaya su içmeye inerlerdi. Hoyrat avcılar, ekinler ve bahçeler için kullanılan ilaçlar bu güzelim canlıların sonunu getirdi. Aladağlara yaptığım bir gezide orman müdürlüğünün yetiştirdiği keklikleri doğaya saldığını görmüştüm. Doğada yetişen kekliklere hiç benzemiyorlardı. Tavuk gibi, bön bön yürüyorlardı otların arasında. Bir arkadaş üzerlerine sertçe yürüyünce kaçmayı akıl edebildiler
Karadağın çevresinde onlarca köy var. Çumra ve Karaman ovalarının bereketli toprakları üzerine kurulu bu köyler 1950 li yıllardan sonra hızla makineleşmeye başlarlar. Patos, traktör, biçerdöver vb. tarım aletleri hayvan ve insan gücünün yerini almaya başlar. Tarımın vazgeçilmezi olan atlar gün gelir çiftçiye yük olmaya başlar. Çiftçiler bu malları satmaya kıyamazlar ve Karadağa yılkıya bırakırlar. Burada zamanla yabanileşen atlar volkan çukuruna ev sahipliği yapmaya başlarlar. Ürerler, yüzlerce olurlar.
Volkan çukurunun daha eski sahipleri de vardı aslında.
Yörükler.
Akdeniz sahillerinden gelenler vardı. Üçkuyu ve Değle köylerinde hayvancılık yaparak sağlayanlar vardı. O insanlar mayıs ortalarında volkan çukuruna yaylaya çıkıyor, eylül sonlarında köylerine, kışlaklarına dönüyorlardı. Kış aylarında yalnızca atlara barınaklık eden Karadağ ve Volkan çukuru bahar aylarından itibaren şenlik yerine dönüyor, atlar, koyun ve keçi sürüleri birlikte yayılıyordu.
Çukurun içinde birkaç sarnıç var, yaylacılar su ihtiyaçlarını bu sarnıçlardan karşılıyorlar. Atlar ise dağın kuzey batı yamacındaki antik çeşmeye çıkıyorlardı. Antik çeşmenin beton olukları var ama asırlık su yalakları zamanla çevreye yayılmış. Kimbilir kaç asır bu taş oluklar karşıladı insanların ve hayvanların su ihtiyaçlarını. Benzer taş olukları bir de Zengibar Kalesinin batı yamacındaki antik çeşmede görmüştüm. O çeşmenin yalakları da zamanla çevreye dağılmıştı. Atlar çeşmeye su içmeye çıkarken, onların da bir aile yapısı içinde olabileceklerini gördüm.
Bir kayanın kuytusuna oturup su içmeye çıkan atları izledim.
İlkin bir gurup çeşmeye geliyor, sularını içtikten sonra ya çukura geri dönüyorlar ya da dağın Çumra ovasına bakan yüzündeki meşe ağaçlarının gölgesine sığınıyorlardı. O gurup çeşmenin başından ayrıldıktan sonra bir başka gurup geliyordu.
Bazen bir kısrak, aygır ve küçük bir taydan oluşan küçük bir aile oluyordu gelen gurup. Bu aileler volkan çukurunda da ötekilerden ayrı yayılıyor bazen aygırlar arasında kavgalar çıkıyordu.
Karın çok yağdığı, büyük keven kümelerinin kar altında kaldığı yıllarda büyük sorun yaşıyordu yılkılar. Yiyeceksiz kalıyor, canavarların saldırısına uğruyorlardı. Bir bahar çıkışımızda bir çatakta onlarca atın telef olduğunu göstermişlerdi Üçkuyulu dostlarım. Kışın iyice aç kalan canavarlar bir gurup atı çatağa doğru sürükleyip, çatakta kıstırmışlar atları. Kaçamamış güzelim yılkılar, yem olmuşlar.
Bazen dağın çevresindeki köylülerin de kurbanı oluyorlar. Bahar aylarında iyice acıkınca karınlarını doyurabilmek için ova köylerine, tarlalara iniyorlar. Köylüler çareyi onları vurmakta buluyor.
Çok ürkek hale gelmişler, yanlarına yaklaşmak zor. Çok güzeller, Karadağın, doğanın bir parçası olmuşlar. Geçtiğimiz yıllarda Karadağın batı yamaçlarına Bozdağdan getirilen yaban koyunları da bırakılmıştı. Çevrede yaşayanların deyişlerine göre koyunlar da dağa uyum sağlamışlar. Onların da varlığıyla müthiş bir yaban hayatı gelişiyor Karadağda. İnsanların yüzünden köküne kıran giren kekliklerin ötüşünü de ilkin bu dağda duymuştum.
1960 lı yıllarda köyde, karşı harımlarda ötüşen kekliklerin türküsünü dinlerdik. Anaç kekliğin peşine düşen onlarca palaz bahçelerin içinden geçen çaya su içmeye inerlerdi. Hoyrat avcılar, ekinler ve bahçeler için kullanılan ilaçlar bu güzelim canlıların sonunu getirdi. Aladağlara yaptığım bir gezide orman müdürlüğünün yetiştirdiği keklikleri doğaya saldığını görmüştüm. Doğada yetişen kekliklere hiç benzemiyorlardı. Tavuk gibi, bön bön yürüyorlardı otların arasında. Bir arkadaş üzerlerine sertçe yürüyünce kaçmayı akıl edebildiler