HZ. HIZIR´I ARAYAN PADİŞAH VE YOKSUL KÖYLÜ
Zamanın birinde Hindistan´da bir padişah varmış, her darda kalan insanlar Hz. Hızır Aleyhisselam´ı çağırdıkça padişahında merakı artmış ve Hz. Hızır´ı çok merak etmeye başlamış. Öyle ya: “Bunca darda kalanların yardımına yetişen bu yüce Hızır´ı birde ben göreyim bakayım nasıl birisidir´ demiş.
Padişah vezirlerini huzuruna çağırmış ve büyük bir divan kurmuş, fikrini açıklamış: “Ben açıkçası Hz. Hızır´ı görmeye karar verdim” demiş.
Etrafındaki dalkavuk vezirler padişaha yağ çekmek için; ´yahu padişahım sen Hızır´ı neden arıyorsun, sende Hızır gibisin´ demişler.
Padişah hiddetlenmiş: “Bre beynamazlar, ben sizlerin o hep sahte sözlerine kandığım için bak bu koca ülkeyi batırdım. Astığım astık, kestiğim kestik oldu, bunları hep sizlere uyarak sizlerin sözlerinize kanarak yaptım. Şimdi Hz. Hızır´ı bulup ona akıl danışacağım, kararım karar, kesin kararımı verdim. Yalnız Hz. Hızır´ı nasıl bulabiliriz? Siz bana bir akıl verin” der. Onlar da öneri olarak: “Tellal bağırttıralım, halka duyurulsun, Hızır´ı bulan ve size getiren için 40 altın söz verelim. Kim gerçek Hızır´ı bize getirirde, karşımıza dikerse 40 altını ona bağışlarız.
Eğer Hızır´ı getiremezde tekrar paraları yemeden geri getirir bize teslim ederse onu af ederiz. Eğer parayı alır yer de, Hızır´ı getiremezse ona gereken cezayı hep beraber veririz” diye fikirlerini padişaha açıklarlar.
Padişah bu fikirleri makul karşılar ve bu düşüncelerini beğenir. Son karar olarak; ´6 ay zarfında kim Hızır´ı getirirse 40 altın mükafat alacak ve altınlar peşin ödenecektir. Eğer Hızır´ı getiremezde altınları noksansız geri iade ederse cezası yok, eğer altınları alır harcar Hızır´ı getiremezse ölümlerden ölüm beğensin´ diyerek tellallar bağırtarak bütün ülkenin köşe bucağına padişahın emrini duyururlar. Halk yoksulluk içinde kıvranırken bu haberi duyanların iştahı kabarır. Öyle ya yıllarca aç susuz, bir dilim kuru ekmeğe muhtaç olan halk 40 altını duyarda iştahı kabarmaz mı? İştahı kabaranlarda şunu çok iyi biliyorlardı ki bu işin sonunda ölümün en katmerlisi, yani işkenceli ölüm vardı.
Hiç kimse padişahın huzuruna çıkıp parayı almaya ve Hızır´ı getirmeye cesaret edemiyordu. Velhasıl aradan hayli bir zaman geçtikten sonra padişahın kapısına çok fakir bir kişi dikilir. Ne üstte var ne başta, elleri nasır bağlamış, ayaklar çıplak, üstünden bir ipini çeksen 40 yamalık dökülüyor.
Kapıdaki nöbetçiler sorar: “Ulan zibidi ne üstünde var ne başında bu kılıkla padişah´ın kapısında ne işin var. Defol buralardan git padişah bu kılıkla seni buralarda görürse senin başını kestirmişken bizim de başlarımızı kuş başı doğratır” diyerek fakir köylüye tekme tokat girerler.
Kapı önündeki gürültüye padişah uyanır, başını pencereden uzatır ve olup biteni sorup öğrenir.
Köylüyü huzuruna getirmelerini emreder, köylü padişahın huzuruna varır, korkarak eğilir ve padişahın elini öper. 40 altını ister ve: “Allah izin verirse altı ay içinde Hz. Hızır Aleyhisselam´ı sizlere getirmeye çalışacağım” der.
Padişah altından yukarı köylüyü bir süzer, adamcağız biraz korkudan biraz heyecandan dut yaprağı gibi titremektedir.
Padişah sorar: “İsmin nedir? Ne işle meşgulsün?” diye sorar
Köylü isminin Ahmet olduğunu, işinin ise 40 yıldır dağlardan kuru odun, çalı çırpı sırtı ile taşıyarak, odunları ucuz pahalı satıp iki çocuğuna ve bir de hanımına baktığını anlatır.
Padişah: “Yahu bir beygir veya merkep alıp da odunu onlarla niçin taşımıyorsun?” der.
Köylü Ahmet içini çeker: “Padişahım bir kuru ekmek almaya gücüm yetmiyor ki, beygir alabileyim. Çok zamanlar aç yatar aç kalkarız, ocağımızda senede üç beş kez sıcak çorba ya kaynar ya kaynamaz, işte sizin kapınıza geldim, Allah yardım ederse 6 ay içinde Hızır´ı size getiririm, yeter ki siz 40 altını bana teslim edin. Benim de ocağımda sıcacık bir çorba kaynasın, çocuklarımın kursağı sıcak bir çorba yüzü görsün” der ve beklemeye başlar.
Padişah etrafındakilere bakar hiç kimsede çıt yok. Padişah bir hayli düşünür ve sonunda hazinedarı çağırır ve Ahmed´e 40 altın verdirir.
Padişah Ahmed´e döner: “Ahmet unutma ki 6 ay kısa bir zamandır çabucak gelir geçer. Elimin altından bir yere kaçamazsın, benim kolum uzundur. 6 ay sonra ya Hızır´ı ya 40 altını senden isterim. Hızır´ı getiremezde parayı yersen ölümlerden ölüm beğen, bu sözlerimi bir saniye aklından çıkarma benden söylemesi, hadi yolun açık olsun. Allah yardımcın olsun” der ve Ahmed´i salıverir.
Gariban Ahmet altınları alır almaz soluğu çarşıda alır. Hemen çocuklarına yıllarca söz verip de alamadığı ayakkabı, pantalon, hanımına giyecek alır. Kasaba uğrar et alır, manava uğrar peynir zeytin alır ve hepsini sırtına vurur eve gelir. Çocuklarını, hanımını bir güzel giydirir, ömür boyu görmedik- leri ve yemedikleri etli çorba, etli pilavı sevinç içinde yerler. Ahmet´in evinde büyük bir neşe, sonsuz bir mutluluk vardır. Yalnız Ahmet kendine iğne kadar dahi bir şey almamıştır.
Çoluk çocuk sevindikçe o da sevinir, onlar iştahla yemek yerken Ahmet sessizce ağlar ama çocuk çoluk bunun farkında değildir.
Velhasıl 5 ay sevinç içinde geçer. Ahmet´in yüreğine bir ateş bir sıkıntıdır iyice düşer, yemekten içmekten kesilir, akşamları yatarken hep kabuslu rüyalar görür. Kısacası Ahmet´in evinin neşesi gider yerini bir hüzün bir sıkıntı kaplar, herkesin huzuru kaçar. Ahmet´e hanımı olsun, çocukları olsun ısrarla sorarlar; ´bir sıkıntın, bir derdin mi var? Bizden gizliyorsun? Gel derdini bizlere anlat´ derler. Ahmet´i iyice sıkıştırırlar ama Ahmet bir türlü söylemez.
Gün gelir çatar, Ahmet hanımını çocuklarını yanına çağırır gerçeği açıklar: “Sizin 6 aydır yiyip içtiğiniz ekmek, aş ve para benim can bedelimdi. Şimdi para da bitti ve sürede bitti. Yalnız 6 ayda olsa sizi mutlu yaşatıp, mutlu ettiğim için gözüm geride kalmaz.
Yavrularını mutlu etmek her anne babanın arzusudur. Gelin helallaşalım gitmek var dönmek yoktur. Benim sizlerden son isteğim ve sizlere vasiyetim; Hz. Ehlibeyt´in yolunu ömrünüz boyu sürdürün. Ehlibeyt´e ve Kerbela şehidlerimize sonsuza kadar rahmet okuyun. Doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmayın. Her sofraya oturup yemek yerken dua edin, Allaha Hamd ve senalar edin, verdiği nimetlere şükür edin ve beni de unutmayın” der ve helallaşır.
Evden ayrılacağı zaman evin içinde bir figan kopar. Çocuklar babalarının ayaklarına sarılır, eşi gelir boynuna sarılır: “Bizde senin ile geleceğiz ölürsek de beraber ölelim” derler fakat Ahmet razı olmaz. Velhasıl binbir figan içinde Ahmet evden ayrılır, gözlerinden kanlı yaşlar revan olarak, bile bile ölüme gider.
O gün 21 Mart Nevruzu sultan Bayramı, Hz. Şah-ı Velayet İmam-ı Ali´nin doğum günüdür (Tabi ki bu zahiren tasavvuf ilminde, Hz. Ali yeryüzü yaratılmadan önce, bu velayet mülkünün sahibiydi).
Velhasıl Ahmet yola doğru giderken hem kahırlı, hem kederli Cenabı Allah´a şöyle yalvarır: “Ey yerleri ve gökleri yoklardan var eyleyen. 18 bin Alemleri Hz. Ehlibeyt´in yüzü suyu hürmetine yaratan ulu Tanrı´m bugün çok çok mübarek ve hayırlı bir gündür, bu gün Nevruzu Sultandır. Hz. Evliyaların enbiyaların, velilerin, nebilerin, erenlerin, tüm ermişlerin Şah-ı Velayet mülkünün sahibi şahlar şahı Şah-ı Merdan İmam-ı Ali´nin doğum günüdür. Bu günün yüzü suyu hürmetine yer yüzünü yarattın. Hz. İsa´yı çarmıhdan, Musa´yı firavunun şerrinden, Yakub´u göz yaşından, Yusuf´u kuyudan ve zindandan, Eyyüb´ü onulmaz dertlerden Hz. İmam-ı Ali´nin yüzü suyu hürmetine kurtardın.
Şah-ı Velayet İmam-ı Ali´nin yüzü suyu hürmeti beni de bu sıkıntıdan kurtar” deyip elini bağrına vurdukça gözlerinden kanlı yaşlar döküyor, hem ağlayıp hem gidiyordu.
Yolun kenarında bir çiftçi çift sürermektedir, zaten yüreği yaralı olan Ahmet çiftçiyi hiç görmez.
Çiftçi Ahmet´e seslenir: “Ey yolcu kardeş ne bu telaşın, yahu Karadeniz´de gemilerin mi battı. Selam yok, sabah yok, ne ağlayıp dövünürsün, Şah-ı Merdan İmam-ı Ali´yi çağırdığına göre derdin büyük olmalı” der.
Ahmet birden duraklar: “He ya gardaş daha bundan büyük dert mi olur, ölüme gidiyorum gardaş ölüme, ölümün pençesine düştüm, kendi ellerimle kendi başımı kestirmeye gidiyorum, anlıyacağın kurtuluşum yoktur. Gardaş bırak beni de bir an önce şu talihsiz başımı vurdurayım da o benden kurtulsun bende ondan kurtulayım” deyip bağrına vurdukca Ahmed´in gözlerinin yaşları etrafa saçılıyordu.
Söylenmeye devam ederek: “Çiftçi kardeş, ölüme gidiyorum hem de binbir çeşit zulüm görerek öldürüleceğim” diyerek avazının çıktığı kadar bağırıp ağlar.
Çiftçi, Ahmet´i teselli etmeye çalışır ise de fayda etmez.
Çiftçi, Ahmet´e: “Yahu Allah kulu kula sebep verir, haydi bende seninle beraber gideyim, senin için padişahdan ricada bulunayım. Tanrı büyüktür belki padişah merhamete gelir seni af eder, bu kadar ümitsizliğe kapılma” der.
Ahmet birden ağlamayı keser çiftçiye döner: “Ey çiftçi kardeş daha ismini bile doğru dürüst bilmiyorum. Benim derdim bana yeter birde benim yüzümden sen canından olma, çoluğun çocuğun vardır, benim gibi sen de çocuklarını yetim koyma. Bak ben bu ölümü bile bile kucakladım, bir de senin başın yanmasın” der.
Ahmet hem ağlar hem de yalvarmaya devam eder: “Ya Rabb Kerbela´da yatan şehidler serdarı İmam-ı Hüseyin´in yüzü suyu hürmetine, ya Hz. İmam Hüseyin´i yardımıma gönder yada Hz. İmam Hüseyin´in yüzü suyu hürmetine Hz. Hızır´ı yardımıma gönder. Artık başka kurtuluş yolum kalmadı” deyip ağlar.
Geri döner ki çiftçi de ağlıyor.
Çiftçiye: “Çiftçi kardeş sen niçin ağlıyorsun” der.
Çiftçi Ahmet´e: “Hz. İmam Hüseyin´i çok mu seviyorsun?” diye sorar.
Ahmet içini çekerek: “Be kardeş, Hz. İmam Hüseyin sevilmez mi? Kerbela´da bin bir zulüm altında savaşırken bile darda kalan Hindistan padişahının yardımına yetişti. Ah Hz. İmam Hüseyin´e sesimi bir duyurabilsem. Vallahi ya kendi kalkar gelir bana yardım eder yada Hz. Hızır´ı imdadıma gönderir” der.
Çiftçi ağlar ve Ahmet´e: “Ahmet can vallahi seni ben çok sevdim, Ehlibeyt´in adını dilinden düşürmedin.
Ben Ehlibeyt´in hem dostuyum hem de Ehlibeyt´in dostunun dostuyum. Hadi padişahın divanına beraber gidiyoruz, seni asla yalnız bırakmam çünkü senin Allah´tan yardım isterken Ehlibeyt adına yalvarışın yüreğimi parçaladı. Ehlibeyt dostlarını darda bırakmak bana yakışmaz” der.
Ahmed ile çiftçi sohbet ederekten, konuşa dertleşe padişahın sarayına gelirler. Gelmesine gelirler de, durum çok vahimdir; divan kurulmuş, vezirler dizilmiş, padişah kürsüde, cellatlar yanı başında bekliyorlar. Padişahın bir işareti ile yüzlerce insanın kellesi cellatlar tarafından bir çırpıda uçuruluyor.
Manzarayı gören Ahmet´in dili tutulur.
Ahmet´ten önce sıraya girenlere Padişah sorar: “Hızır´ı getirdin mi?”
Cevap: “Hayır efendim”
Padişah; “Ya 40 altını?”
Cevap: “Efendim 5 altın noksan çocuklarıma aileme harcadım”
Padişahın gür sesi duyulur: “35 altını elinden alın, vurun başını gitsin”.
Olup biteni gören Ahmet iyice kendini kaybeder, dizlerinin bağı çözülür ve olduğu yere düşer yıkılır kalır.
Padişah sorar: “Bunun nesi var?”
Çiftçi ileri atılır: “Sayın padişah, bu köylü gariban bir kişidir, yolda bana derdini anlattı. Zavallı 6 ay çocuklarına bir huzur yüzü göstereyim diye kendini ölümün kucağına atmış. Zavallı kendi üzerine giyecek bile almamış, karnını doyurasıya yemek bile yememiş, parayı sadece çocuklarına harcamak için almış harcamış. En doğrusu siz bu zavallı Ahmet´i af edin yuvasına dönsün. Gariban günahsız biridir salıverin gitsin” der.
Padişah biraz merhamete gelir. Fakat vezirler itiraz ederek: “Hayır padişahım olmaz, bu adamı af etmek olmaz. O devletin hem erkanını kandırdı, hem padişahını kandırdı hem de 40 altınını yedi” derler.
Padişah çiftçiye döner: “Ey çiftçi baba, gördün ben af etsem bile vezirler af etmiyor, başka çare yok” der.
Çiftçi: “Padişah Bey, vezirlere tek tek soralım onlar fikirlerini söylesin, oylama yapalım bakalım belki af edelim diyenler çok olursa, Ahmet´i bana bağışlarmısınız” der.
Padişah kabul eder ve vezirlere dönerek başlar;
Birinci vezire sorar: “Ahmet´i ne yapalım, beraat mı ettirelim ölüme mi mahkum edelim”
Birinci vezir: “Padişahım, bunu biz devlet malını yediği için bacaklarından ters asalım, koyun gibi derisini yüzüp ondan sonra başını keselim” der.
İkinci vezir: “Padişahım, bence bunu fırına atalım, kebap gibi kızartalım” der.
Üçüncü vezir: “Padişahım, biz bu Ahmet´i hızar ile ikiye biçelim ki bütün aleme ibret olsun, devlet malını yemek neymiş, cezası işte budur diyerek halka göz dağı verelim” der.
Dördüncü vezir. “Efendim, biz bu Ahmet´i karanlık bir hücreye koyalım işkence ede ede öldürelim” der.
Beşince vezir: “Sevgili devletli padişahım, büyük büyüklüğünü bu günde göstermeli, küçükten kusur olursa büyük de af etmesini bilmeli. Ahmet 40 yılda devletten sadece 40 altın yedi. Ya biz vezirlerin aldığı maaşların tümü haram, çünkü yıllarca yoksul halkın derdini dinlemedik, sorunlarını çözmedik hep zorbalık kullandık. Halk açken bizler devletin tüyü bitmemiş yetimlerden vergi olarak toplanan bütün paraları har vurduk harman savurduk. İşte Ahmet´leri bu duruma bizler getirdik. Adamcağız 6 ay evlatlarını rahat yaşatmak için canını ortaya koymuş. Böyle canlara ceza değil takdirname verilmesi gerekir” diyerek Ahmet´in affını isteyerek sözünü bitirir.
Padişah sakalını avcunun içine alarak bir hayli düşündükten sonra çiftçiye döner: “Durumu gördün dört vezir Ahmet´in ölümünden yana, sadece beşinci vezir aftan yana.
Oy çokluğu Ahmet´in idamından yana, benden suç gitti artık Ahmet vezirlerin tarif ettiği şekildeki cezaların birini kabul etmesi gerek” der.
Padişahın sözü bitince çiftçi padişaha döner hiddetle: “Ey adalet postunu işgal eden adaletsiz padişah, şimdi bu sözlerimi iyi dinle; Senin işgal ettiğin bu makam peygamber postudur, yani insanlara adalet, sevgi, hoş görü, merhamet, yardım, hakça paylaşım bu makamdan sağlanır. Sen ise 4 tane kanı bozuk, sütü bozuk, evrahı bozuk çapulcu dalkavuk vezirlerden bir divan oluşturmuşsun, masum günahsız halkı yargılıyorsun.
Önce sana şunu söyleyeyim; birinci vezirin dedi ki Ahmet´i bacaklarından ters asalım, derisini canlı canlı yüzelim, ondan sonrada başını keselim. Git araştır bu vezirin soyu sopu haramzade, annesi bu veziri gayrimeşru yollardan zina yaparak bir kasaptan peydahladı.
İkinci vezirinde, birincisi gibi o da haramzade kendisinin temiz yoldan geldiğini iddia eden bu soysuz vezirinde babası kervancılık yapardı, babası diyarı gurbete gittiği zaman annesi bu veziri zina yaparak bir fırıncıdan peydahladı. Çünkü o da sütünün hükmünü işleyerek Ahmet´i kebap gibi fırında kızartmayı önerdi.
Üçüncü vezir de bir haramzade, onun da esas babası soylu seyyid değil. Bu vezirin annesi bu veziri alış veriş yaptığı bir marangoz çırağından zina yolu ile kazandı.
Dördüncü vezirinde maalesef diğer üç vezirin gibi piç, annesi bir suçdan dolayı hapise düştü, zindancı başı ile arayı uydurarak zina yolu ile bu dördüncü veziri kazandı. İşte o da sütünün hükmünü işleyerek bu köylü Ahmet´i işkence ile öldürmekten yana tavır koydu.
Yıllardan beri bu dört dalkavuk haramzade yüreklerinde Allah sevgisi olmayan, gönüllerinde insan sevgisi bulunma- yan, merhametten yoksun şu vezirler sayesinde senin de yüreğin nasır bağladı. İşlediğin günahlar aldığın mazlumların ahları seni bu duruma getirdi.
Beşinci vezirin ise, gerçek Allah dostu, Ehlibeyt muhibbi bir yol evladıdır. Aldığı maaşını geceleri yetim ve yoksullara dağıtır. Bu sözlerim kulağında küpe kalsın, işte aradığın Hızır İlyas benim” der asayı meydana diker ve gözlerden sır olur.
Bu kerameti gören padişah olsun, halk olsun yerlere kapanır ağlaşırlar. Padişah gerçekten Hz. Hızır´ın dediği gibi dört vezirin kimliklerini araştırır ki gerçekten haramzade sahtekar- lar. Hemen vezirleri görevden alır sürgüne gönderir. Ahmet ile beşinci vezirini kendine baş vezir yapar. Ülkeye adalet ve barış gelir, yoksulların yüzü güler, yetimlerin karnı doyar, halkın güveni sağlanır. Ahmet çocuklarına kavuşur aldığı tüm maaşını yetim yoksullara dağıtır.
YETİŞ CARIMIZA SEN HIZIR İLYAS
Bizleri yaradan allah aşkına
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas
Perişan haldeyiz, döndük şaşkına
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.
Gözyaşımız akar hep için için
Her taraf kan gölü, bilmem ki niçin
Hakk, Muhammed, Ali hürmeti için
Yetiş carımıza sen Hıdır İlyas.
İlim, irfan kalktı, hürmet kalmadı
Kerbela´dan beri yüzler gülmedi
Mehti Sahip Zaman niye gelmedi
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.
Kullar kan ağlıyor, rehberler yasta
Zalimler bizleri yaktı hayat´ta
Gözlerimiz yolda, kulaklar seste
Yetiş carımıza sen Hıdır İlyas.
Arsız, nursuz, ikrarsızlar kol gezer
İkrar, iman, edep, haya ne gezer
Kör softalar alimleri tökezler
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.
Mağruptan maşrığa kullar perişan
Şehitler kan aglar, dullar perişan
Her taraf Kerbela yollar perişan
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.
Bina, zina devri işte bu devir
Ayırt edilmiyor müslüman, gavur
Hangi birisine alalım tavır
Yetiş carımıza sen Hızır İlyas.
Ali Sefa´m der ki kefensiz yatan
O benim ecdadımb şehittir Ata´m
Şehit kanlarıyla sulandı vatan
Yetiş carımıza sen Sah-ı Merdan.
Bunu ben yazmadım kim yazdi bilmem