Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

Eski Mısırda Ölüm ve Ölüm Gelenekleri

Eski Mısırlılar hayatın ölümle bittiğine inanmak istemezler, insan son nefesini verdiği anda ruhunun uzun bir yolculuğa çıkıp ölüm Tanrısı Osiris ile yargıçlarının huzuruna vardığını düşünürlerdi. Onlara göre, ölen bir insanın ruhu öteki dünyaya gidiyordu. Diriler ve ölüler ülkesi arasındaki korku ülkesini geçince, büyük yargıcın karşısına, Anubis veya Horus tarafından getirilirdi. Orada bir tören düzenleniyor, bu törende ölenin kalbi tartılıyordu. Bu tören sırasında yeraltı tanrısı Anubis elinde bir terazi tutardı. Ölünün kalbi bu terazinin kefelerinden birine konurdu. Öteki kefede ise adaleti ve doğruluğu ölçebilecek bir tüy bulunurdu. Eğer ölü adil ve dürüst bir yaşam sürmüş ise kefeler dengelenirdi. Eğer kalp tartıda eksik gelirse, yemesi için Ament adlı canavara verilirdi. Bütün bu olup biteni Tanrıların katibi Thoth kayda geçirirdi.

Eski Mısırlılara göre ölümden sonra ruh ağızdan bir kuş şeklinde çıkardı. Bunun için "Tanrı Anubis, elindeki aletle ölünün ağzını açar, bu sayede ölünün ruhu rahatça gidip gelirdi." Yine öteki dünyanın kapılarını da Tanrı Anubis açardı. Batıda olduğu düşünülen ölüler ülkesinin kapılarında Tanrı Amente bekler, "yeni gelenleri kapıda karşılardı." Öteki dünyayı batıda düşünen Mısırlı bu yüzden ölülere "batının halkı" da derdi. "Mısır dinine göre, insanda, biri "Ba, biri Ka adını taşıyan iki ruh vardır. Bunlardan ikincisi, insan öldükten sonra varlığını onun heykelinde sürdürür. Bu nedenle, Mısır'da, Ka tapımı ile heykel tapımı arasında sıkı bir ilişki vardır. Mısır'da mumyacılığın, aradan geçen binlerce yıla karşın canlılığını korumasının nedeni de aynı inançtır."

Eski Mısır'da mumyalamanın amacı ise ölünün gövdesini sonsuza kadar yaşayacak hale getirmekti. "Ve kültün işlevi, cismani ruhla (Ba), ölümle gövdeden uçmuş olan cismani olmayan enerji öğesini (Ka), büyü yoluyla yeniden bir araya getirmekti. Bu yapıldığında ölümün ortadan kalkacağına inanılıyordu." Öbür dünyaya giden ruhun (Ba) bazı törenler sayesinde geri geleceği düşünüldüğünden ölünün uzuvları tekrar hareket kabiliyeti kazansınlar diye, mezara koymadan evvel rahip ölünün ağzını açardı.

"Tasvir gerçeğe eşdeğer olduğundan, ölünün sonradan yaşamasını sağlamak için mezarının, fakat öncelikle mumyasını içerenden başka bir mezarın içine heykeli dikiliyordu. Fakat ölünün sonradan yaşaması yetmez; öbür dünyada onun mutlu olması da gerekir. Tarih öncesi zamanlardan beri mezara yiyecekler, inci gerdanlık gibi ziynetler, fildişinden oyulma tuvalet eşyası da konur. Heykelcikler kabartma olarak yerleştirilirler: Bunlar, odalık görevi yapacak olan giyimli veya çıplak kadınlar; köleler, eğer sert bir tanrı ölüden ağır, güç işler isterse onun yerini tutacak olan uşebti'lerdir. ( "Ölümden sonra ne olacağı endişesi ve hayatta angarya yükümlülüğü, sıradan Mısırlının gündelik hayatını dolduran başlıca iki tasaydı. Orta krallık döneminde sıradan bir köylünün yılının 3 ayı, firavun için çalışarak geçerdi. Cevap vermek anlamına gelen usheb fiilinden türetilmiş ushabti adıyla anılan bebekler, heykeller, Mısır kültürünün, hem ölüm endişesini, hem angarya derdini birden ifade eden unsurlardan biriydi. Ushabti'ler ölüyle birlikte gömülür, yanlarına şöyle bir dua bırakılırdı. "Ey ushabti! Eğer ölüler ülkesinde yapılması gereken ve bana tevdi edilmiş bir iş için çağrılacak olursam, tarlaların ekimiyle ekilebilir topraklarım sulanmasıyla ya da doğu kıyısından batı kıyısına taş taşınmasıyla ilgili olarak herhangi biri başıma dert açacak olursa, deki ona-Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun ... açacak olursa, deki ona -Ben yapacağım. Ben buradayım. Onun adına ben cevap vereceğim.) "Sonra, yine tasvirle gerçek arasında eşdeğerliliğe dayanılarak, sandukanın içine boya ile yapılmış frizlerde ölünün sağlığında kullandığı bütün eşya gösterilir.

Eski Mısır'da ölüye verilen bu önem onların özel yerlerde muhafaza edilmelerine yol açmıştır. "İnsan bedeninin düşmanlarınca sakatlanmaması gerekir. Neolitik çağdan başlayarak ölüler (torunlarını seyredebilsinler diye) yüzleri konutlara dönük olarak mezarlara yerleştirilmişlerdir, çoğu kez elleri ağızlarının yakınlarındadır, avuçlarında ve başlarının çevresinde buğday taneleri vardır."

Eski Mısır toplumunun bir tarım toplumu olduğunu ve bu yüzden buğdayın da doğal olarak kutsallaştırıldığını düşünürsek, ölüye sunulan bu kutsal nesnenin ölüye verilen değeri ortaya çıkardığını daha iyi anlarız.

Bizim de halen kullandığımız bir atasözümüz vardır: "Yiğit ölür adı kalır." Eski Mısırlılarda da adın büyük bir önemi vardır. "Adın tasvirden daha da büyük gücü vardır. Adını dayanıklı harflerle hakkederek ve rahiplerle yoldan gelip geçenlerden bu adı söylemeleri istenerek ölünün sonradan da yaşaması" sağlanmaya çalışılırdı.

Büyük tanrı Ra'nın yeryüzüyle bağlantısını, sahip olduğu bir merdivenle sağladığını düşünen "Mısırlıların cenaze törenlerine ilişkin metinlerinde, Ra'nın sahip olduğu merdivenin Yer ile Göğü birleştiren gerçek bir merdiven olduğunu işaret etmek üzere, asket pet (asketi: yürüyüş) terimini korumuşlardır. Ölüler Kitabı -Tanrıları göreyim diye, benim için merdiven konuldu demektedir. Gene Ölüler Kitabında -Tanrılar ona, ondan yararlanarak göğe çıksın diye bir merdiven yaptılar denilmektedir. Eski ve Orta çağ hanedanları dönemine ait birçok mezarda bir merdiven veya basamaklar yer almaktaydı."

Eski Mısır'da cenaze töreninin nasıl yapıldığını ise en güzel "Herodot Tarihi"nden öğreniyoruz. Bu konuda "Herodot Tarihi" şunları yazıyor: "Bir evde hatırı sayılır biri öldü mü, evin bütün kadınları başlarına, yüzlerine çamur sürerler; sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler; bütün akrabaları da onlarla beraber giderler; öbür yandan erkekler, onlar da sıvanmış olarak dövünürler. Bu törenden sonradır ki cenaze, tahnit edilmek üzere, ölücüye götürülür. Mumya yapmanın gizlisini bilen, bu işle görevli uzmanlar vardır. Kendisine bir ölü getirildiği zaman, müşteriye boyalı tahtadan gayet güzel taklit edilmiş modeller gösterir. Bunların en iyisi, diye anlatır müşteriye, adının anılmasını büyük bir günah saydığım kişiye benzeyenidir; arkasından ikinci bir model gesterir, birinci kadar iyi değildir ve daha ucuzdur, sonra bir üçüncü ve en ucuzu. Bu açıklamalardan sonra sorar, ölünün yakınlarına, hangisinden istiyorsunuz diye. Müşteri fiyatta anlaştıktan sonra gider, mumyacı, evden dışarı çıkmadan işe koyulur. En iyi mumyalama dediğimiz şudur: Önce demir bir kanca ile burun deliklerinden beyni çeker; ama hepsini alamaz, kalanını ilaçla eritir. Arkasından, keskin bir Ethiopia taşı ile ölünün böğrünü uzunlamasına keser ve içindeki her şeyi boşaltır; içini böyle temizledikten sonra hurma şarabından geçirir ve kokular püskürtür; karnına dövülmüş saf mür ve çeşitli kokular doldurur; ve diker. Sonra tabii sodyum karbonat içine daldırıp yetmiş gün onun içinde bırakmak suretiyle tuzlar. Yetmiş günden sonra çıkarır, yıkar ve baştan aşağı Mısırlıların genellikle yapıştırıcı olarak kullandıkları zamka batırılmış gayet ince tül şeritlerle sarar. Ve ölünün yakınlarına teslim eder, onlar da tam bir insan gövdesine göre yapılmış olan bir tabut hazırlatırlar ve mumyayı içine kapatırlar; kapandıktan sonra ölü odasına götürülür, ayak üstü bir duvara yaslanır."

Campbell, yapılan kazıların sonucunda elde edilen bilgilere göre Eski Mısır mezarlarını şu şekilde tarif eder. "Esas gövde daima erkek-daima mezarın güney tarafında sağ tarafının üstüne yatar. Genellikle yatak üstündedir, ahşap bir yastığı vardır ve başı doğuya doğrudur, yüzü kuzeye (Mısır'a) bakar, bacakları dizlerinden hafif bükülmüştür. Sağ eli çenesinin altında ve sol eli, uykuda gibi sağ dirseğinin üstünde veya yanındadır. Yanında ve çevresinde her zamanki silahları ve kişisel eşyaları, bazı tuvalet malzemesi ve bronz aletler, devekuşu tüyünden yelpaze, bir çift ham deriden sandal vardır. Bütün gövde deriyle, genellikle öküz derisiyle örtülüdür; yatağın bacakları da boğa bacakları biçimindedir. Gövdeye keten elbise giydirilmiştir. Yanına ve duvarlar boyunca sayısız büyük kap kacak yerleştirilmiştir."

Eski Mısırlılar ölenin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat süreceğine inanırlardı. Bunun sonucu olarak gerçek hayatta olduğu gibi beslenmesini sağlayacak yiyecekler mezara konduğu gibi, orada da ona hizmet edecek kişiler kurban edilirdi. "Özellikle kadın kurbanı, eşin kurban edilmesi ve bazı zengin mezarlarında hizmetkarlarla birlikte tüm haremin kurban edilmesi söz konusudur." "Mezarlarda ayrıca sayısız koç kalıntısı vardır. Ve esas gövdenin daima sükun içinde olmasına karşın ötekilerin yatırılış biçimlerinde kural yoktur. Çoğunluğu sağa dönük, başları doğu tarafındadır, fakat esas gövdenin hafif kıvrılmış duruşundan ikiye katlanmaya varana kadar nerdeyse olanaklı her biçim görülmektedir. Eller genellikle yüzün üstünde veya boğazdadır."

Sonuç olarak Mısırlılar derin bir ölmezlik umuduna sahiptiler. Bu umut Eski Mısır diniyle, ilişki kurmuş bulunan öteki dinlere de geçmiştir. Nitekim bu, Yahudilik yoluyla yeni yeni başlamakta olan Hıristiyanlığa da geçmiş ve bu dinlerin egemenlik kurduğu milletlerin kültürünü de etkilemiştir.


 

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

Eski Türklerde Ölüm ve Ölüm Gelenekleri

Şamanist Türkler ölümün kötü ruhlardan kaynaklandığına inanırlar. Altay Türklerine göre, yeraltı dünyasının Tanrısı Erlik yeryüzüne gönderdiği görevlileri aracılığıyla insanların ruhlarını alarak hayatlarına son verirdi. Yakutlara göre ise ölüm, ruhun kötü ruhlar tarafından kapılıp yenmesidir. Bu ruhlar ise daha önce ölen atalarının serserice yeryüzünde dolaşan ruhlarıdır. Altaylılar üzüt, Yakutlar ise iör derler. Kazan Müslümanları ise buna ürek derler."

"Eski Türkler can ve ruh mefhumunu genel olarak tın (yani nefes) kelimesiyle ifade etmişlerdir." Ancak genel olarak "insanın ölürken canının bir kuş gibi uçup gittiği varsayılır: Orhun Kitabeleri'nde ölmek; uçmak, uçup gitmek olarak anlatılmıştır. Herhangi birinin ölümünden söz ederken ölmek kelimesi yerine kuşu uçtu ifadesi kullanılırmış."

Eski Türkler, ölen kişinin ruhunun, şaman tarafından özel bir merasimle yeraltı dünyasına götürülünceye kadar evde dolaştığına inanırlar; çünkü onlara göre ölü çevresinde olup bitenden haberdardır. Bu yüzden akrabalarına zarar verebileceği düşünülen ölü, merasimlerde etkisiz hale getirilmelidir.

Türklerin ölülerini nasıl gömdüklerine gelince en sağlıklı ve eski bilgileri Çin kaynaklarından edinebilmekteyiz: "Çin kaynaklarına göre, Türk uluslarında aşağı yukarı aynı devirlerde çeşitli gömme adetleri görüyoruz: yakma, ağaca asma, toprağa gömme."

Gök Türkler "ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek-kadın başka akrabası, atlar ve koyunlar keserler ve çadırın önüne sererler. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde yedi defa dolaşırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip""kanlı gözyaşı dökerler" "Bu töreni yedi defa tekrar ederler."Sonra belli bir günde ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyasını kendisiyle beraber ateşte yakarlar; külünü belli bir günde mezara gömerler. "İlkbaharda ölenleri sonbaharda, otların ve yaprakların sarardığı zaman gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçeklerin açıldığı zaman (ilkbaharda) gömerler. Defin gününde ölünün akrabası, tıpkı öldüğü günde yaptıkları gibi, at üzerinde gezer ve yüzlerini keser, ağlarlar."

Mezar üzerinde kurulan yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşların tasvirini yaparlar. Türklerde bulunan bu balbal geleneğine uygun olarak "ölü" ömründe bir adam öldürmüş ise mezar üzerine bir taş korlar" "İnanışa göre, bir adamın öldürdüğü kimse veya kimseler, cennette öldürenin hizmetçileri olacaklardır""Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki, bu da Türk kavimlerinde görülen yuğu aşı veya ölü aşı geleneği idi" Bu atların ve kurban edilen koyunların kafaları ise kazıklara asılırdı.

Oğuzların defin törenleri de Gök Türklerin defin törenlerinden farklı değildi. "IX. yüzyıl Oğuz boylarının defin töreni Gök Türklerin defin törenlerinden farksız olduğu İbn Fadlan'ın verdiği malumattan anlaşılmaktadır. Oğuzların defin törenlerini İbn Fadlan şöyle tasvir ediyor: Onlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya korlar; iyileşince yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve /çukura/ doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Atlarından, servetine göre, yüz yahut iki yüz, yahut bir baş at keserler, etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu sırıklara asıp - bu onun atıdır. Bununla cennete gider derler. Bu ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar; ve mezarın üzerine korlar. Derler ki - bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler."

Oğuzlar dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlardı; çünkü "bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur."Bu yüzden Oğuzlar ölülerini yıkamazlardı.

Altaylı Türkler ise cenaze törenlerini şu şekilde yaparlardı: "Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı müddetçe kocası için ağlamak mecburiyetindedir. Defin işi gizlice ve hiçbir merasim yapılmadan icra edilir. Altaylılar ölülerini umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerler. Ölü tam giyinmiş vaziyette mezara konur ve yanına, yol için bir torba yiyecek de yerleştirilir. Zenginler birlikte binek atı da gömerlermiş. Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmek suretiyle defni adeti Altay'da ancak bazı yerlerde tatbik edilirmiş, ben buna ancak Soyonlar arasında rastladım. Ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak ziyafet tertip ederler. Geri kalanlar, ziyafetten sonra yurdu şamanlara temizlettirerek başka bir yere naklederler. Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar."

"Hakaslar ölülerini tarlalardan uzak olan tepelere gömerler. Çukuru derin kazmazlar. Kabirin kazılma işine defin gününün sabahı başlanır. Mezarın etrafına parmaklık veya duvar konulmaz, aksi halde ölünün ruhunun her yıl haraç ödemek zorunda kalacağına ve dua ve yemek almaya çıkamayacağına inanılır. Cenaze evden gün batıya döndüğünde çıkarılırdı. XIX. yüzyılın başında Hakaslar çadırlarda yaşadıklarından bunun için çadırın duvarı yıkılırdı. XIX. yüzyılın sonunda ise kerpiç evlere geçildiğinden cenaze ayakları önde olacak şekilde evden çıkarılırdı. Cenaze evinin önünde huraylaası töreni yapılırdı. Bu törenle ölünün bir başkasının ruhunu da “özellikle çocukların” yanında götürmesine engel olunduğuna inanılırdı. Bu törende dul bir kadın siyah ineğin sütünü ağaç kaba döküp beyaz bezle örterek Huray! Huray! diyerek cesedin etrafında üç kez dolanırdı. Daha sonra ise süt, ölenin yakınlarına içirilirdi. Mezara toprak doldurulmaya başlandığında kadınlar evlerine dönerlerdi. Hakasların bazı boyları ise yalnızca kamlara uygulanmak üzere ayrı bir yöntem uygularlardı. Taysa bölgesinde yapılan bu adete göre ağaçların üzerine tastab denilen bir raf yapılır tabutun üstüne veya içine kayın ağacının kabuğuna sarılmış ceset konurdu. Buna yükseğe çıkma parhan derlerdi. Hakaslar ölülerinin arkasından yılda altı kez yemek verirlerdi ve kirek dedikleri duaları okurlardı. Ölenlerin ardından üçüncü, yedinci, yirminci, kırkıncı günleri ile yarı yıl ve birinci yılında yemek verir, dua okurlardı. Kirek günlerinin tespitinde Hakaslar kutsal saydıkları Flaman kuşunun eşi öldüğünde eşine bu günlerde geri geldiğine inanarak tespit etmişlerdir. Bir yıl dolduğunda kirek bitiyordu. Seneyi devriyesinden bir gün önce tüm akrabalar ölenin evinde toplanır ve ölen için yemek yaparlardı. Sabah ise hepsi mezara gidip ateş yakarak mezarın çevresinde büyülü dolanma -ibirig- yaparlardı. Dul kadın veya erkek yanan sopayla mezara vurur ve bu işlemden sonra ölünün bir daha yemek istemeyeceğine inanırlardı. Kirek günlerinde evdeki dua bittiğinde kara ruhu evden kovmak gerekirdi. Aksi halde kara ruh evde olanlara mutsuzluk getirirdi. Bunun için bir at kafatası, dört at bacağı, dokuz adet kuşburnu dalı, dokuz parça kuşüzümü ağacı dalı, dokuz siyah taş, üç akdiken dalı ve orak demiri hazırlanırdı. Akşam kapıya siyah at bağlanırdı. Hazırlanan karışım yakılır ve şaman kara ruhu aramaya başlardı. Kirek'e katılanlar ateşin etrafında yavaş yavaş dönmeye başlarlardı. Ateş onları haras'dan koruyordu. Şaman kara ruhu bulduğunda ölenin sesini çıkararak yalvarmaya başlardı. Şaman kara ruhu kara ata bindirerek köyden kovarlardı."

Hunlular ölülerini tabut içine koyarak, bu tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterlerdi. Gelecek hayatta da kendisine hizmet etmesi için yüzlerce kişi kurban edilerek ölüyle beraber gömülürdü.

Eski zamanlarda Uygurlar ölüyü yakarak gömerlerdi: "O çağlarda cesedi gömerken yeni elbise giydirilip kazılan mezarın içine sedir yapılıp, sedir üzerine kamıştan yapılmış hasır serilip, üstüne ceset konurmuş. Cesedi gömmeden önce büyük törenler düzenlenirmiş. Mezarın yanına ölen kişinin öz geçmişini anlatan, oyularak yazılan abide taş dikilirmiş. Kağan ölürse eşiyle birlikte gömülürmüş. Cesedin konulduğu çadırın etrafında yedi defa dolaşılır, bıçak ile alınlarını çizip kan akıtarak ağlarlarmış."

Yine Uygurların cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz. "Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang'dan yola çıkıp 519 yılında Odun'a (Hotan) gelmişler. Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)'daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü. Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır."

"Katanov tarafından toplanan malumata göre Beltir'ler ölüyü Müslümanlar gibi yıkarlar. Erkekleri erkek ihtiyarlar, kadınları kadınlar yıkarlar. Ölüyü ateşin yanına korlar. Erkek ölü kapının sol (güney) tarafına, kadın ölü sağ (kuzey) tarafına konularak yıkanır. Yıkandıktan sonra ölüye elbiselerini giydirirler ve beyaz keçe üzerine yatırıp bir köşeye korlar. 30-40 kişi toplanıp tabut yaparlar. Tabut hazır olduktan sonra bir tarafa atarak - Tanrı bundan sonra bu gibi işleri bize rast getirmesin derler. Ölü tabuta konduktan sonra evde bir gün kalır. Ölüyü çıkarırken ayakları önde bulunur. Ölüyü çıkarırken bir koca karı eline bir kap süt alır at üzerine konulmuş ölüyü üç defa dolaştıktan sonra - kutumuz gitmesin, kuruy! diyerek bağırır, ölüye karşı süt serper. Ölü mezara konulduktan sonra atın dizginini ölünün eline vererek - atını al! derler, atı o yerde öldürürler. Eğer takımları ile beraber gömerler. Ölünün elbisesinden düğmelerini söküp ailesine verirler. Buna kumarkı denir. Ölü ile gömülen eşyayı kırarlar. O dünya bu dünyanın aksine olurmuş. Kırılmazsa o dünyada ölüye kırık olarak verilecekmiş. Mezardan dönenler hep beraber ölünün çıktığı eve gelirler. İyice yıkandıktan sonra yemek yerler ve rakı içerler. En yakın dostlarından ve akrabalarından bazı kimseler bu evde üç gün misafir olurlar; geceleri kimse uyumaz. Her yemekten önce ateşe rakı ve yemek atarlar. Gömme töreninden yedi gün geçtikten sonra köy (yahut oba) halkının getirdiği rakıdan bir yudum ve yemeklerden bir parça toplayıp ateşe yakarlar."

"Orta Asya'da, Hunlar'ın ve Kök Türkler'in egemenliği devirlerinde, daha iptidai basamaklarda bulunan boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asarlardı. Bu uluslar arasında Moğollar'dan Hıtay (Kidan)'lar, Şveyler, Türkler'den Dubo (Tuba)'lar vardı. Bu adet Yakutlar'da XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bazı haberlere göre Kırgızlar'da bu adet vardı. Müslümanlıktan sonra Kırgızlar bu adeti bırakmışlardır. Bununla beraber Kırgızlar'da bu adetin hatırası olarak defin törenine süyök kötürü derler ki, harfiyen kemik kaldırma demektir."

Kao-Çe'ler ise "ölülerini kazılmış bir mezara götürerek, cesedi bunun ortasına yerleştirirler, hayatta olduğu gibi yayını eline, kılıcını beline, mızrağını kol mafsalına yerleştirdikten sonra mezara gömerler. Bir kimse yıldırımdan veya bulaşıcı bir hastalıktan ölürse, uğursuzluğu gidermek için dua ederler. İşler yolunda gittiği takdirde türlü cinsten birçok hayvan keserek kemiklerini yakar ve at üzerinde mezkûr yerin etrafında dönerler. Bu gibi toplantılarda erkek ve kadın hiçbir yaş farkı gözetilmeksizin hazır bulunur. Talihsizliğe uğramamış aileler şarkı söyler, raks eder ve muhtelif musiki aletleri çalarlar, fakat bedbaht aileler acı acı ağlarlar.

Eski Türklerde "ölünün mezarına, et, süt gibi yiyecekler, silahı ile ölünün atı binilmeye hazır halde mezara gömülürmüş. Mezarın başında bir at kurban edilip eti yendikten sonra ise ölenin evi ve arabası tahrip edilirmiş."Bütün bunlar ölenin ruhunun gideceği dünyada; yoksul, silahsız, yalnız ve güçsüz kalmasını önleyerek geri dünyaya gelip yaşayanları rahatsız etmemesini sağlamaktır.

Ruhun yaşamaya devam ettiğine inanan Türkler, destanlarında da bu konuyu işlemişlerdir. Ölüm töreniyle ilgili Manas Destanı'nda Manas'ın defin işlemi şöyle anlatılıyor:

"Diyorlar ki Manas'ın sineğe benzer canı çıktı,

Gerçek evine gitti.

Diyorlar ki ak saray yapıp içine koydular.

Gök saray yapıp içine koydular.

Diyorlar ki dokuz gün yattı beklettiler.

Doksan kısrak kestiler.

Diyorlar ki altı gün yine beklettiler.

Altmış kısrak kestiler.

Diyorlar ki altın işlemeli giyimlerini

Dokuz parçaya ayırıp halka üleştiler.

Çam ağacından kalın tabut yaptırıp,

Diyorlar ki, iç yüzünü gümüşle kapladılar.

Dış yüzünü altınla kapladılar.

Manas'ı böyle bir tabuta koydular.

Diyorlar ki altından kan sızmasın diye

Üstünden güneşin sıcağı geçmesin diye

Tabutu saray içine yerleştirdiler."

Eski Türklerde ayrıca mezarlara bayrak asma geleneği vardır. "Bu gelenek, Anadolu'da da görülmüştür. Özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında. Mezarlara bazı Türkler bayrak veya bez asmışlar; daha eski proto- Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Bazıları da, yalnızca ölü veya yas evine asmışlar."

Eski Türkler ölülerine "aş vermeyi" en önemli görev sayar ve yoğ töreni dedikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir, yani mezarına konulur veya dökülürdü. İslamiyetin Türkler arasında yayılmasından sonra bu tören "sevabını ölü ruhuna bağışlamak üzere fakirlere yemek, helva vermek" şeklini almıştır. "Ölü aşı töreninin en ilkel şekli Tayga ormanlarında kalmış olan şamanist boylarda müşahade edilmiştir. Bunlar arasında öyle koca karılar vardı ki koyunlarına yahut çocuklarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp kocasının mezarına koyarlar ve -ye, iç! bize dokunma! hain seni! hâlâ doymadın! diye bağırırlar. Demek oluyor ki iptidai devirlerde aş-yemek doğrudan doğruya ölüye sunulmuş kurbanlardır ki bununla onların zararlarından kurtulmak istenirdi. Beltirler'de birinci ölü aşı defnin üçüncü günü verilir. Çadırın güney tarafına masa üzerine sofra kurulur. Bu aşa fazla kalabalık toplanmaz. Hazırlanan yemek ve içkilerin yarısını ölünün ruhu için ateş ruhuna kurban ederler (ateşte yakarlar). Definin yedinci günü bütün oba halkı, kadın ve erkek hepsi toplanıp mezarlığa gelirler. Mezarın sağ tarafına büyük bir ateş yakıp getirdikleri yemeklerden ve içkilerden ateşe atarlar. Sonra herkes mezarın üzerine kadehlerle rakı koyarak ve yemek atarak - bu rakıyı iç! bu yemeği ye! Bunlar sana yukarıdan tayin edilmiş yemek ve içkilerdir, derler. Bu töreni yaptıktan sonra kendileri içmeğe ve yemeğe başlarlar. Yeme içme tamam olduktan sonra, mezar üzerindeki rakı ve yemekleri ateşe atarlar. Tören böylece tamam olur. Yedigün kadar ölünün evinden hiçbir şey dışarı çıkarılmaz. Definin yirminci günü evde yine aş verilir. Ziyafetten sonra ateşe rakı dökülür ve yemek atılır. Kırkıncı günü mezarlığa gidip yedinci günü yaptıkları töreni tekrar yaparlar. Altı ay sonra yine böyle tören yapılır. En büyük aş töreni ölümünün yıldönümü münasebetiyle yapılır. Bütün akraba ve dostlar toplanıp mezara gelir, mezar üzerine yemek ve içkiler kor, kendileri de yiyip içerler. Ölünün kocası, yahut karısı mezarı üç defa, güneşin seyri yönüne göre, dolaşır ve -ben seni bırakıyorum der. Bundan sonra dul kadın veya erkek evlenebilir.

"Anlaşılıyor ki aş törenini en eski devirlerden beri din ayrılıklarına bakmadan bütün Türk ulusları devam ettirmişlerdir. Bu törenin en iptidai şekli ormanlı bazı Altay oymaklarında görüldüğü gibi doğrudan doğruya ölünün kendisine aş-yemek vermek olmuştur. Sonraları ölünün ruhuna ateş tanrısı vasıtasıyla göndermek, kurban sunmak, daha sonraları ölünün ruhunun da iştirak ettiği tasavvur edilen ziyafetler tertip ederek kurbanlar kesmek şeklini almıştır. Bu ziyafetler ulusun ve boyların kültür seviyeleri ve servetleriyle mütenasip olarak gelişmiş, çok zengin boylarda muhteşem bayram şeklini almıştır. Göktürklerin hakan ve büyük kahramanlarının yoğ-aş törenine bütün imparatorluktaki ulusların iştirak ettiklerini Orhon yazıtlarından öğreniyoruz. Kuzey ülkelerinde Kıtay'lar, Tatabi'ler, güneyden Tibet'liler, batıdan Sogd'lılar, Fars'lar, Buhara’lılar, Türgiş'ler, doğudan Çin'liler, bu yog töreninde bulunmuşlardır. Aş-yog töreni umumiyetle ölünün birinci yıl dönümüne rastlayan yaz aylarında yapılır. Kül Tegin'in ve Bilge Hakan'ın aş törenleri de yaz aylarında yapılmıştır. İbn Fadlan'ın verdiği malumata göre, Oğuzlar ölü aşı için yüzden ikiyüz başa kadar at keserlerdi. Bundan da anlaşılıyor ki Oğuz aş törenine de çok kalabalık toplanmış olacaktır. Oğuzlar Anadolu'ya geldikten sonra dahi eski usul aş törenini unutmamışlardır. Oğuz kahramanları ölürken - ak boz atımı boğazlayıp aşım veriniz diye vasiyet ediyorlardı."

Eski Türklerin yas tutup tutmadıklarına gelince "Eski Türklerin en başta Orta Asya uluslarının yas tutma adetlerine dair Çin kaynaklarında bazı kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre, yas tutanlar bağıra çağıra ağlarlar, yüzlerini parçalarlar, keserlerdi." Bunlara "sağıtçılar (Ağlayıcılar)" denirdi.

"Orhon yazıtlarında Kül Tegin ve Bilge Hakan'a yapılan matem törenlerinin tasvirlerinden anlaşıldığına göre, Gök Türkler yas tutarken saçlarını, kulaklarını... keserler, feryat ederek ağlarlardı. Kül Tegin için yapılan yastan bahsederken Bilge Hakan şöyle diyor: Çok yaşlandım. İki şad, küçük kardeşlerim, yeğenlerim, oğullarım, beylerim ve ulusumun gözleri, kaşları berbat olacak diye kaygılandım. Bilge Hakan'ın oğlu, babası için diktiği yazıtta şöyle diyor: ...bunca kavim saçlarını ve kulaklarını biçtiler. Eski Oğuzların yas adetleri Dede Korkut hikâyelerinde çok tafsilatlı tasvir edilmiştir. Beyrek'in babası kaba sarığını kaldırıp yere vurdu. Çekti, yakasını yırttı. Oğul, oğul diyerek ağladı, inledi. Ak perçemli anası ağladı, gözünün yaşını döktü, acı tırnaklarıyla ak yüzünü parçaladı, al yanağını çekti, yırttı; sim siyah saçını yoldu. Kızı, gelini kas kas gülmez oldu. Kızıl kına ak ellerine yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar, kara elbiseler giydiler... Beyrek'in nişanlısı kara giydi, ak çıkardı. Bunu işitip Kayan Selçük oğlu Deli Dundar ak çıkardı, kara giydi, yar ve yoldaşları akı çıkarıp kara giydiler. Kalabalık Oğuz Beyleri Beyrek için büyük yas tuttular. Yaslı çadırın üzerine bayrak asmak Oğuzlarda adetti. Dede Korkut hikâyelerinden Beyböyrek hikâyesinde -karalu, göklü otağ zikredilmektedir. Her halde yaslı çadır üzerine kara ve gök bayrak asarlardı. Altay dağlarında yaşayan Kazakların yas alametleri geçmişte beyaz başörtüsü olduğu tespit edilmiştir. Umumiyetle Kırgız-Kazaklarda yas tutma töreni ve adetleri eski Gök Türk ve Oğuzlar'da olduğu gibidir. XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Kadınların yüzlerini tırnaklarıyla yırttıkları, saçlarını yola yola ağladıklarını, yakalarını param parça ettiklerini biz kendimiz müşahade ettik. Kazaklarda yas adetine yalnız ölü çıkan aile değil bütün soydaşlar (en az yüz aileden ibaret oymak efradı) riayet ederler. Yas bir yıl devam eder. Yas alameti olarak saç kesme adeti şamanist Sagaylarda tespit edilmiştir. Sagaylar defin törenini tamamlayıp ölenin evine döndükten sonra karısının saç örgüsünü yarısından keserler. Manas destanında bir hakan kadınlarını boşadıktan sonra saçlarını kestirerek dışarı atıyor, bu kadınlar muhafızlar tarafından yağma ediliyorlar. Herhalde saç kesme dul olma alameti sayılmış olsa gerektir."

Türklerin yas geleneklerinden biri de elbiseleri ters giyinmedir. "Altay dağlarında yaşayan Kuznitsk şamanist Türk göçebelerinin kadınları yas tutarken elbiselerini yedi gün ters giyerler. Kırım sultanlarından meşhur Adil Sultan destanında anası Dana Bigim ağıt söylerken elbisesini ters giyip ağladığı söylenmektedir."


 

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

Yahudilikte Ölüm ve Ölü Gömme Geleneği

Yahudilik, çağımızda da geçerli olan üç büyük dinin en eskisi ve en önemlisidir. Çünkü Hıristiyanlık ve Müslümanlık onun attığı temeller üstünde kurulmuş ve onun bir uzantısı olmuştur. Bundan ötürüdür ki, bir sonraki din bir öncekini tanımış ve kabul etmiş, ama aynı tanrının buyruğuyla kendisine uyulması gerektiğini ve artık bozulmuş olan eski dine bağlı kalınmamasını istemiştir. Önceki din ise kendinden sonrakini tanımamış ve sahte saymıştır.

İlk bakışta biraz şaşırtıcı ve genel kurala aykırı gelebilir; ama tek tanrılı üç büyük dinin ilki olan Yahudilik, kurucusu Musa Peygamber zamanında yalnızca bu dünyayla ilgilenen, Kavmin dünyasal işlerini düzene sokmaya çalışan, cennet tatlarından, cehennem cezalarından hiç söz etmeyen, deyim yerindeyse dünyasal bir din niteliğindedir. Bu dinin gerçek bir dine dönüşüp, her şeyi öteki dünyaya bağlaması, çok daha sonraları gerçekleşmiştir. Ancak Musa Peygamberin Mısır'dan bir köle ayaklanmasına önderlik ederek koptuğunu düşünürsek Eski Mısır'ın inançlarını da beraberinde Yahudiliğe taşıdığını varsayabiliriz.

Yahudilikte ölümün sebebi ilk günahta aranır. Çünkü bundan önce insan ölümsüzdü. Tevrat'ın ilk bölümü olan Tekvin'in 2. babının 16. ve 17. ayetlerinde şöyle denir: "Ya Rab Allah, Adama (Adem'e) emredip dedi: Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye. Fakat, iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin. Çünkü, ondan yediğin günde mutlaka ölürsün." Tevrat'ın Tesniye bölümünün 30. babının 15. ayetinde, Yehova, Yahudi toplumuna şöyle seslenir. "Bak bugün senin önüne, hayatla iyiliği ve ölümle kötülüğü koydum."Bunu izleyen ayetlerde de, "Tanrıyı sevip O'nun yolundan yürümenin ve O'nun koyduğu kurallara uymanın olabildiğince yaşamaya, tersine davranmanınsa "ölüm"e yol açacağı anlatılır. Demek ki, "günah" Adem'den sonra da Tevrat'a göre ölüm nedeni olarak görülmektedir. Hezekiel bölümünün 18. babının 30. 31. 32. ayetlerinde şöyle denmektedir. "Bundan dolayı ey İsrail Evi, size herkese kendi yollarına göre hükmedeceğim. Rab Yehova'nın sözü: Dönün ve kendinizi bütün günahlardan döndürün ve kötülük size helak (ölüm) getirmesin. İşlemiş olduğunuz günahların hepsini üzerinizden atın. Ve kendinize yeni yürek, yeni ruh sağlayın. Niçin ölesiniz ey İsrail Evi? Çünkü ölenin ölümünden ben hoşnutluk duymuyorum. Öyleyse (günahtan) dönün de yaşayın."

Yahudilikte ölüler insanüstü bir güç ve bilgi edinirler, ruhlar (elohimler) haline gelirler.Eski İbrani inaçlarında da "ölüler" elohimler (ruhlar) haline gelirler ve insanüstü bir güce erişirler, her şeyi bilirler, ölmekle tüm bilgiye ulaşmışlardır."Yahudilikte, ölülere yüklenen bu kutsallık günlük hayat içerisinde birçok pratiklere yansır: "Mezarlık anahtarları, zor doğumları kolay kılar. Mezar taşlarının üzerindeki donmuş çiğ damlaları bayılma hastalığına tutulmuş bir çocuğu iyileştirir. Ağır hasta olan bir çocuğun yaşayıp yaşayamayacağı 24 saat boyunca burada yatırıldıktan sonra anlaşılır."

Yahudilikte ölüye yüklenen bu kutsallık yanında ölü ve ölüm tabu sayılır. Ona dokunulmaz. Bir ölüm olduğunda nasıl davranılacağını Tevrat şu şekilde açıklamaktadır: "Herhangi bir insan ölüsüne dokunan yedi gün murdar olacaktır; üçüncü günde ve yedinci günde kendisini onunla tathir edecek ve tahir olacak; fakat üçüncü günde ve yedinci günde kendisini tathir etmezse, tahir olmayacak. Bir ölüye, her hangi bir insan cesedine dokunan ve kendisini tathir etmeyen adam Rabbin meskenini murdar eder; ve o can İsrail'den atılacaktır; murdarlık suyu onun üzerine serpilmediği için murdar olacaktır; onun murdarlığı daha kendisindedir. Şeriat şudur: Çadırda bir adam öldüğü zaman, çadıra giren her adam ve çadırda olan herkes yedi gün murdar olacaktır. Ve üzerinde örtüsü bağlı olmayan her açık kap murdar olacaktır. Ve kırda kılıçla öldürülmüş olana, yahut bir ölüye, yahut insan kemiğine, yahut kabre kim dokunursa yedi gün murdar olacak. Ve murdar adam için, yanmış saç takdimesi külünden alacaklar; ve onun üzerine bir kaba akar su konulacak; ve tahir bir adam zufa otunu alıp suya batıracak ve çadır üzerine ve bütün kaplar üzerine ve orada olan adamlar üzerine ve kemiğe, yahut öldürülmüş adama, yahut ölüye, yahut kabre dokunanın üzerine serperek; ve tahir adam murdar adam üzerine üçüncü günde ve yedinci günde serpecek; ve yedinci günde onu tathir edecek; ve esvabını yıkıyacak ve suda yıkanacak ve akşamleyin tahir olacaktır. Fakat murdar olup kendisini tathir etmeyen adam cümhurun arasından atılacaktır, çünkü Rabbin makdisini murdar etmiştir; onun üzerine murdarlık suyu serpilmemiştir; murdardır. Ve bu onlara ebedi kanun olacaktır; ve murdarlık suyu serpen adam esvabını yıkayacak; ve murdarlık suyuna dokunan adam akşama kadar murdar olacaktır. Ve murdar adamın dokunduğu her şey murdar olacaktır; ve ona dokunan adam akşama kadar murdar olacaktır."

Yahudilikte ölen kişi "şeol" denen başka bir dünyaya gider. Ruhu ise mezarda kalır. Tevrat'a göre ölüm ruh anlamına gelen soluğun alınmasıyla meydana gelir: "Yüzünü gizlersin, onlar şaşırırlar: Soluklarını alırsın ölürler, ve topraklarına dönerler."

"Yahudilikte cenaze gömüldükten sonra matemli kimse yedi gün evde kalıp taziyeleri kabul eder."
 

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

Hristiyanlıkta Ölüm ve Ölü Gömme Geleneği

İncil'e göre ilk insan, Adem ve Havva cennette yaşarken ölümsüzdüler; ancak şeytanın kandırması sonucu ilk günahı işlediler ve cennetten kovuldular: "Bunun için, nasıl günah bir adam vasıtası ile dünyaya girdiyse, böylece ölüm de bütün insanlara geçti, çünkü hepsi günah işlediler." "Zira günahın ücreti ölümdür." Buna karşılık, Hıristiyanlık, daha baştan öteki dünyadaki yaşama dayalıdır. İncillerde ebedi hayata kavuşmanın formüllerinden sık sık söz edilir. Örneğin Yuhanna İncili'nin 3. babında "Baba oğulu sever ve her şeyi onun eline vermiştir. Oğula iman edenin ebedi hayatı olur" demekte ve ebedi hayatın İsa'yı sevmekten ve onu dinlemekten geçtiğini söylemektedir.

Hıristiyanlığa göre bir kişi öldüğünde, önce papaz ve ardından da vaftiz ailesi çağrılır ve sonra üzüntülerini belirtmek, yardımcı olmak amacıyla komşular ölü evini ziyaret ederler. Ölü kefene sarılmadan önce usullere uygun bir şekilde yıkanmalıdır. Ölen, bir diyakon ya da papaz ise, onu papazlar yıkarlar. Ölünün vücudu kefenlendikten sonra bir tabuta konur ve tabut dört kişi tarafından, papazlar ve diyakonların söyleyecekleri ilahilerin eşliğinde kiliseye kadar taşınır. İlahilerden biri "üyelerimizden birinin aramızdan ayrılışıyla" diye başlarken, bir diğeri "Ey havarilerin lordu -efendisi- onlar senin yüce merhametine güvenerek öldüler: Ve yine senin merhametin ve şefkatinle günahlarından arınacaklar..." bir başkası, "En sonunda gelerek ölene yeniden can verecek olan Yüce Kurtarıcımız, Kutsal İsa..." diye başlar. Mezar hazırlandıktan sonra, onun başında ayin ve cenaze töreni yapılır. Sonra herkes ölü evine gidip orada bir şeyler yedikten, üzüntülerini tekrar belirttikten sonra evlerine dönerler. İkinci gün, ölü için yeniden bir tören yapılır ve ölünün akrabaları, kilisenin kapısında fakirlere yiyecek dağıtırlar. Üç gün boyunca komşular yas evine üzüntülerini bildirmeye sürekli olarak gelirler. Üçüncü gün de papaz sabah saat dörtte Qurbana yapmadan önce, yanında ölüye çok yakın bir kadın olmak üzere mezarlığa gider ve ölen kişinin mezarını tütsüler. Bu, tıpkı kadınların İsa'nın mezarını ziyaret etmesine benzer. Herkes, ölünün sevdiklerinin mezarları üzerine de ateş yakar. Bu Paskalya Gecesi İbadeti'nin bir parçası olarak yerine getirilen, anlamlı bir adettir. Yasta olan kişiye "Tanrı size ve ölünüze huzur versin ve ölünüzün yüzü Tanrı'nın nuru ile aydınlansın..." diye teselli verilirken, mezarlar üzerine ışıklar yakılması ile amaçlanan ölünün ruhunu aydınlatmak, böylece ona huzur vermektir. Bazı yörelerde mezarlara yiyecek de konur ve bunun yapıldığı yerlerde, yiyecekleri ve lambaları koyabilmesi için, mezarların kenarına küçük hücreler yapılır. Bu adet, Büyük Perhiz'den bir önceki perşembe günü yerine getirilir ki, bu büyük gün "Tüm Ruhların Günü"dür.
 

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

Süryanilerde Ölü Gömme

Ölüm vücuttaki tüm hücrelerin bir hastalık veya başka bir nedenle canlılığını kaybederek, hücrelerin özünü teşkil eden can ve ruh'un bedenden ayrılması demektir.Beden topraktan alındığı için tekrar toprağa dönecek; fakat ruh, Allah'ın nefesinden olduğu için diri kalacaktır. Bu itibarla ruh, vaftizden aldığı kutsiyeti muhafaza etmiş ise günahsız yaşamışsa cennette mutlu olacak yoksa suçlarını görmekle devamlı huzursuzluk ve ızdırap içinde kalacak ki, onun için cehennem demektir.

Dirilme, insanın öldükten sonra Allah'ın kudretiyle ruhani bir beden alması ve bir melek gibi, ebedi hayatta ruhi bir varlık olmasıdır. Süryaniler, ölümü; sonsuz yaşama uzanan bir köprünün başlangıcı olarak kabul ederler. Ölüm, sonsuz yaşamın başlangıcı olduğu gibi, dünyevi acıların da bitiş noktasıdır. Geçici dünya yaşamı sırasında, İsa'ya iman edenler ve bu imanlı yaşamı sürdürenler, ölümden sonra esenlik ve güven içinde olacaklarına inanırlar. Dünya yaşamının, zorluklar, acılar, sıkıntı ve özlemlerle dolu olduğuna inanılır. İmanlı bir ölüm, yeryüzündeki yaşamın karanlık gecelerini bırakıp, sonsuz gündüzün egemen olduğu, göksel vatana girmek olarak kabul edilir.

İmansız bir yaşamın sonundaki ölümün; “Tanrı'nın varlığından ve gücünün yüceliğinden uzak kalarak, sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacağına inanılır. Tanrı gazabının kâsesinde saf olarak hazırlanmış, Tanrı öfkesinin şarabından içecektir. Öylelerine, kutsal meleklerin ve kuzunun önünde ateş ve kükürtle işkence edilecektir şeklindeki cehennem azabı yanında, imanlı bir yaşamın sonunda ise cennete girileceğine inanılır. Cennette; “Tanrı'nın kendisini sevenler için hazırladıklarını, hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır.

Süryani Ortodoks İnanç sisteminde ölüm sonrasında insanın karşılaşacağı durumlar;

ölüm, dirilme, duruşma ve sonsuz ceza olarak kategorize edilir.

1-Ölüm, canın bedenden ayrılması.

2-Dirilmek, Canın, tene geri dönmesi, ikisinin birlikte hayat bulması.

3-Duruşma, Mesih'in ikinci gelişinde insanları yaptıklarına göre yargılaması.

4-Sonsuz ceza, İyilerin mutluluğa kötülerin cehennemin sonsuz azabına mahkum edilmesi. Mutluluk, azizlerin göklerde sahip olacakları sonsuz yaşamdır.Cehennem ise, suçlular ile şeytanların üzülecekleri sonsuz azap yeridir.

Dirilmeden önce, iyi canlar Firdevs'e kötüler karanlığa gider. Orada son günün hükmünü beklerler.İnançlı ölenler, dirilerin sundukları kurban, namaz ve sadakalardan faydalanırlar.
Süryani İnanç geleneğinde, inanlıyı ölüme hazırlama, ruhun bedene karşı direncinin muhafaza edebilmesi amacıyla, kilise sırları arasında yer alan “Hasta Yağı” uygulaması yapılır.

KANDİLO (HASTA YAĞI)
Bu uygulama hasta olan ve öleceği tahmin edilen ağır hastalar için uygulanır. Ruhun hastalık durumu olan günah, Tanrı ile ilişkiyi bozduğu gibi beden hastalığı da hayata son verebilecek bir bunalımdır. Hıristiyanlar İsa'nın Tanrı tarafından hastalara teselli ve şifa getirmek ve onları ölüme hazırlamak üzere gönderildiğine inanırlar. Bu gizem, Tanrının sevgisiyle hastanın yanı başında olduğunu, onu terk etmediğinin işaretidir. Diğer bir deyimle, bu gizem, hastalıkta ve özellikle ölüm yaklaştıkça insanın benliğini saran yoğun yalnızlık duygusuna çare olmayı amaçlar. Bu yağ okunmuş ve takdis edilmiş yağdır. Kilden yapılmış, kadehe benzeyen bir kase içine konulan hamurun içi çukurlaştırılarak zeytinyağı ile doldurulur. Hamurun üzerine beş adet mum yerleştirilir.Uygulamanın yapılacağı mekanda hazırlanan masa üzerine konan konulan kasenin sağına ve soluna da birer mum ve haç bulundurulur. Hasta diz çökmüş vaziyette masanın önüne getirilir.

Kase üzerinde bulunan beş adet mum duyu organlarını sembolize eder. Her mum duası okunduktan sonra sıra ile yakılır. Önce doğu yönünde(baş) bulunan, sonra ortada (göğüs), daha sonrada sol ve sağdaki mumlar yakılır.

Mumların her yakılışında üç kez “Kadişat Alaho, kadişat hayelthonö, kadişat lomoyutho, destlebt hlotfayn….”(Kutsalsın ey Allah! Kutsalsın ey güçlü! Kutsalsın ey ölmeyen! Bizim için haça gerildin! Bize merhamet eyle…Wink duasını takiben, “Abun dbaşmayo nethkadaş şışmoh tethe malkutoh nehve sebyonoh…”(Ey göklerdeki babamız adın kutsal olsun…Wink duası okunur. Hazır bulunanlardan en üst ruhani duaya başlayıp, masanın üzerine haç sembolize eder.

1. Mum yakılırken dualar okunur, sırasıyla her duada masaya haç çizilir.Hastanın alnına haç çizer ve sağ baş parmağını kasenin ortasındaki yağa batırarak hastanın alnına haç çizerek sürer.Bunu üç kez tekrarlar.

2.Mum yakılırken dualar terennüm edilir. Üç kez alna ve üç kez göğse yağ sürülür.

3.Mum yakılarak dualar tekrar edilir.Kaseden alınan yağ diz kapaklarına sürülür.Bu işleme sağ diz kapağından başlanır. Sağ dize iki, sol dize bir kez haç çizilerek uygulanır. Tekrar masa üzerine haç sembolize edilir.

4.Mum yakıldıktan sonra, alna , göğse , sağ ve sol diz kapaklarına sağ sürülür.

5.Mum yakılırken , tekrar ile dualar okunur. Alın, sağ ve sol diz kapaklarına yağ sürülür. Bu aşamada üç kez sağ elin, üç kez de sol elin dış yüzeyine haç çizilerek yağ sürülür. Akabinde üç kez sağ ve üç kez sol öz üzerine, tekrar ile buruna, ağza üçer defa, bir kez dil üzerin, iki kez sağ kulağa, bir kez de sol kulağa ve böbrekler hizasına haç çizilerek yağ sürülür. Tamamlanan bu uygulamalardan sonra, tüm vücudu ve bir kez yüz ve göğüs üzerine yağ sürülür. Ruhani(kahin rütbesinde bulunanlar) sağ elini hastanın başına koyarak dua eder. Daha sonra masada bulunan haç ve İncil yardımcıların yardımıyla hastanın başı hizasında tutularak dua edilir.

ÖLÜ YOLCULAMA

1.Bölüm : Kadişat Alaho ile başlayan duayı, ruhani haç çıkararak okumaya başlar. Mezmurlardan bir bölüm okunur.(… biz günahkarlara her iki alemde de rahmet gelsin. Ya rabbi bu vefat eden, bu dünyadan göç ederek kurtuldu.Senin kutsal meleklerince en güzel ve rahat yerlere kavuşsun. Ak bir yüzle seni karşılasın…Wink
51. Mezmur ve “İsa Mesih bize diriliş vaat etti” ilahisi koro tarafından okunur. 25. Mezmur 1-5; “Ya Rab, bütün varlığımla sana yaklaşıyorum. Ey Tanrım sana güveniyorum, utandırma beni, düşmanlarım zafer kahkahası atmasın! Sana umut bağlayan hiç kimse utanca düşmez. Nedensiz hainlik edenler utanır. Ya Rab, yollarını bana öğret, yönlerini bildir. Bana gerçek yolunda öncülük et, eğit beni. Çünkü beni kurtaran Tanrı sensin bütün gün umudum sende” duaları okunur.Bu esnada ölenin adi anılır.

“Ölüleri dirilten İsa Mesih mübarektir. Onlar dirilişte en güzel bedenlerle güzel bir şekilde dirilecektir…” başlıklı makamlı dua okunarak sonrasında Mor Yakup'a atfedilen “Tanrının oğlu bu kuluna, salihler içinde güzel bir mekan ver” duası okunur.

2. Bölüm: Bu esnada üç kez “Kadişat Alaho” duası ile bir kez “Abun dbaşmayo nethkadaş şışmoh tıthe malkutoh nehve sebyonoh”(Ey göklerdeki babamız! Adın kutsal olsun) duası okunarak ikinci bölüme başlanır.

Ruhani; “İyi olan ve ölmeyen, herkesin umut kaynağı olan…” dizeleriyle başlayan duası sırasında ölen kişinin adını zikreder.

84. Mezmur 1-5: Ey her şeye egemen Rab, ne kadar severim konutunu. Canım senin avlularını özlüyor, içim çekiyor, yüreğim, bütün varlığım sana, yaşayan Tanrı'ya sevinçle haykırıyor. Kuşlar bile bir yuva, kırlangıç yavrularını koyacak bir yer buldu. Senin sunaklarının yanında. Ey her şeye egemen rab. Kralım ve Tanrım! Ne mutlu senin evinde oturanlara, seni sürekli överler! Ne mutlu gücünü senden alan insana!

“Benim nefsim Allah'ı kutsal kıl. Bütün insanlara, Adem Allah'ın emirlerine karşı geldiği için ölüm hakimiyet kurdu. Ölüleri diriltene ve kabirlerinden onları diriltene izzet olsun” ilahisi okunur.


Süryani cenaze törenlerinde en çok okunan “Diriltici kral, senin izzetin gökten doğar ve ölüleri diriltir. Bütün ölüler mezardan dirilip sana izzet verirler, ey ölüleri dirilten” duasıdır. Bu dua, kilisede bulunanlarca ve koro tarafından seslendirilir.

Cenaze töreninin icrası sırasında ve diğer ritüellerde, ayini yöneten ruhban duaları okurken , ilahiler, koro ve diğer görevlilerce terennüm edilir.

Suruçlu Mor Yakup'un “Ey Tanrının oğlu, bu kuluna Salihler arasında rahatlık ver. Sonu olmayan krallığında azizlerle beraber kıl…” duasının okunması ile ikinci bölüm sona erer.

3. Bölüm: Üç kez “Kadişat Alaho”,bir kez “Abun dbaşmayo” okunarak, ruhani “Baba, oğul ve kutsal ruha izzet olsun. Sana sığınıyorum.Senden bu ölü için merhamet diliyorum. Onu şeytanın ve görünmeyen kötü güçlerden kurtar. Ebedi hayatta, Salihlerle beraber eyle” duasını okur.

84.Mezmur:1-4: “Ya Rab, beni kurtaran Tanrı, gece gündüz sana yakarıyorum.Duam sana erişsin, kulak ver yakarışıma. Çünkü sıkıntıya doydum. Canım ölüler diyarına yaklaştı. Ölüm çukuruna inenler arasında sayılıyorum. Tükenmiş gibiyim” ayetleri okunur.Takibinde dua ve yakarışlar dillerden yükselir. Burada dua sırasında ölenin adı anılır.

Mor Afrem'den “Ya Rab bize merhamet eyle. Kulunun günahlarını bağışla onu sağına al “ duası okunduktan sonra koro, Pavlos'tan alınan bir ilahiyi seslendirir.
1.Selanikliler 4:13-18 ayetleri, Yuhanna İncili 5:24-29 ayetleri okunarak, dua ve ilahiler koro halinde seslendirilir.

Bu esnada ruhani, sağ elinin baş parmağını zeytin yağına batırarak “Ya Rab, bu kulunu geçici hayattan yanına aldın.Yanındaki kurtarıcı ve yardımcı melekleri gönder. Bu vücuda sürdüğümüz bu yağ ile şeytani güçler onu tutmasın, şeytanın ellerinden kaysın. Kutsallarla beraber onu nurlu ve sevinçli kutsala kavuştur. Bu ruh, seni seviçlerle yüceltti.” İfadesiyle parmağındaki yağ ile cesedin alnına göğsüne ve diz kapaklarına birer defa haç çizer. Bu uygulama tabut içindeki kefen üzerine yapılır. Bu işlemler icra edilirken “baba oğul kutsal ruh adıyla ebedi hayata” ifadesini kullanır.

51.Mezmur, Ey Tanrı, lütfet bana, sevgin uğruna, sil isyanlarımı. Sınırsız merhametin uğruna. Tümüyle yıka beni suçumdan, arıt beni günahlarımdan. Çünkü biliyorum isyanlarım, günahlarım sürekli karşımda. Sana karşı, yalnız sana karşı günah işledim. Senin gözünde kötü olanı yaptım. Öyle ki konuşurken haklı, yargılarken adil olasın. Nitekim suç içinde doğdum ben, Günah için de annem bana hamile kaldı…”
Koronun, uzun süren dua ve ilahileri okumasıyla, kilisede icra edilen cenaze ayini bitirilmiş olur. Tüm bu uygulamalar yaklaşık olarak 1 saat 30 dakikayı geçen bir sürede tamamlanmış olur.

Cenazenin mezarlığa götürülmek üzere kiliseden çıkarılması ve tabutun omuzlara alınmasıyla ilahiler okunmaya başlanır. Okunan ilahilerden birkaçı:

“İsa Mesih'te ölenler üzülmesin. Diriliş günü yaklaştı. Cesetler bozulmadan sapasağlam mezardan kalkacaklar ve acele ile İsa Mesih!i karşılamaya çıkacaklar. Yeni ve ihtişamlı bir bedene bürüneceksiniz.Allah'ı yücelteceksiniz. Adem'in zürriyetini diriltecek olan bize merhamet eyle.”

“Gerçekten ölüm çok acı ve korkutucudur. O heybetli melekler, cesedin yanına geldiklerinde, fikirler durur ve gözler yaşarır. Beden ruh için ağlar, çünkü ruh bedenden ayrılmak istemez. Merhametli olan, diriliş gününde ikisine de merhametli ol.”

“İsa Mesih'e, ölüler için dua edelim. Onlar, kutsal teni ve kutsal kanı içtiler. Ölüler üzerinde, sonu olmayan alemde günahın ve karanlığın saltanatı sürmesin. Y Rab, sen bunların ruhunu aldın, çektiğin acılarla seni kabul ettiler. Çağır onları, onları sağında dirilt.”

Bu ilahilerle mezarlığa varılır. Daha önceden hazırlanmış olan mezara tabut indirilir. Ruhani bir avuç toprak alarak, “Ya Rab senin iraden yerine geldi. Dediğin gibi, topraktan geldik toprağa döneceğiz” diyerek avucundaki toprağı haç sembolize ederek tabutun üzerine serper.

Mezarın toprakla doldurulması sırasında ilahiler okunur. Kadişat Alaho, Abun dbeşmayo duası ile iman yasası okunur. 94. mezmur 13-16 “Kötüler için çukur kazılıncaya dek, onu sıkıntılı günlerden kurtarıp rahatlatsın. Çünkü Rab halkını ret etmez, kendi halkını terk etmez. Adalet yine doğruluk üzerine kurulacak, yüreği temiz olan herkes ona uyacak. Kötülere karşı beni kim savunacak? Kim benim için suçlulara karşı duracak” ilahisi okunur.

Mezar kapatıldıktan sonra, yerden hafifçe yükseltilerek etrafına küçük taşlar dizilir. Topluluk mezarlıktan ayrılmak üzere iken, din adamı başta olmak üzere, cenaze sahipleri yan yana dizilerek taziyeleri kabul eder.

ÖLÜM ÖNCESİ İNANMALAR
Köpek veya kurt benzeri hayvanların gece vakti uzun uzun havlamaları veya ulumaları, baykuş sesi ölümü haber veren olaylar olarak genel kabul görür. Bununla birlikte, çocukların ev içinde aşırı derecede yaramazlık yapmaları, evdeki aynanın kırılması, kırık ayna parçasının evde bulunması, cam türünden gereçlerin yere düştüğü halde kırılmaması da ölüme işaret edeceğine inanılır. Bununla birlikte, yıldız kayması, güneş tutulması gibi doğa olaylarının da toplumca sevilen birisinin öleceğine yorulur.

Rüyada; diş çektirmek, oturulan evin yıkıldığını görmek,ölmüş bir yakının görülmesi ve ölmüş olan yakının kendisinden bir şeyler istemesi, seslenmesi veya konuşulması, kömür veya kavrulmuş kahve görülmesi de, ölüm öncesi inanmalara bir örnektir.

Öleceği tahmin edilen birisinin, ölmeden önce rahatlaması veya ani bir sağlık belirtisinin ortaya çıkması da, o şahsın öleceğine yorulur. Bununla birlikte ev yakınında bulunan bir bitkinin olağanüstü büyümesi de, ev halkından birisinin öleceğine inanılır.

ÖLÜM VE SONRASI
Ölüm halinin vukua gelmesinden sonra, hazır bulunanlar, mevcut ulaşım araçlarını kullanarak, ölünün yakınlarına ve kiliseye haber verir. Bir başkası da, ölenin kollarını çapraz olmak üzere göğüs üzerinde kavuşturur. Ölenin yüzü doğu yönüne gelecek şekilde bulunduğu yerde döndürülür. Baş ucuna İncil konup, mum yakılır. Cenaze sahiplerinin dışında ilk haber verilen kişi kilise papazıdır. Ölüm haberini alan kilise hizmetlileri, kilise çanını üç kez kısa aralıklarla çalmaya başlar.

Papaz veya rahip, cenazenin bulunduğu yere geldiğinde dua okur ve tütsü yakar. Bu arada ölünün yakınları kilise ve evde toplanmaya başlar.Cenaze sahibinin uzakta bulunan akrabaları, özellikle varsa erkek evlatları ve kardeşleri için cenaze bekletilir.İklimin müsait olması halinde, cenaze kendi evinde veya kilisede en fazla bir gece bekletilir.

Cenazenin evden çıkarılmasından sonra, ölenin üzerinde yattığı yatak toplanır ve yerine avuç içine sığan büyüklükte bir taş bırakılır.Maddi durumu iyi olanlar yatağı fakirlere verir. Üzerinde bulunan giysileri de fakirlere verilir.Verilecek kimseler bulunmaması halinde elbiseleri yakılır. Kırsalda yaşayan ve maddi durumu iyi olmayan aileler, ölü yatağını yıkadıktan sonra kullanabilmektedirler.

Ölümün vukua gelmesinden hemen sonra evde yapılan işlemler; Cesedin kolları çapraz hale getirilerek göğüs üzerine yerleştirilir. Gözleri açık ise yumulur. Çenesi kapatılır.

Başucunda İncil okunur, baş ve ayak hizasında mum yakılır. Yüzü doğu yönüne gelecek şekilde çevrilir. Cesedin üzerine makas türü metal obje yerleştirilir. Kilise görevlileri ve yakınlarının gelmesiyle cenaze kiliseye götürülür. Cenazenin kiliseye girmesiyle, bir kez çan çalınır.

Süryani din adamları- kahin rütbesini almış olanlar -papaz, rahip metropolit-ölünün yıkanması kefenlenmesi işine iştirak etmezler. Daha çok diyakoslar veya bu işte tecrübesi olan yaşlı cemaat üyeleri, cenaze yıkama işini yerine getirirler. Ölü erkek ise, kendi ailesinden kişilerce veya tecrübeli yaşlılarca yıkanır. Ölü bayan ise, yine ailesinden birileri veya yaşlı ve tecrübeli cemaat üyeleri tarafından yıkanır. Yıkama sırasında; ılıtılmış su, sabun ve lif kullanılır. Yıkamaya başlamadan evvel, cesedin avret mahalli bir bez ile örtülür.

Yıkama işi mutlaka kilise ve bu amaçla hazırlanmış olan mekanda yapılır. Görüştüğümüz kişiler, yıkamanın normal bir vücut temizliği şeklinde icra edildiğini ifade ettiler.Yıkamaya başlama yönü konusunda ortak bir ifadeye ulaşamadık. Yıkanan ceset bayan ise saçları “ölü örgüsü” denilen şekilde iki veya tek parça olarak örülerek, saçları desenli bir örtüsü ile örtülür.

Ölünün geride bıraktığı eşyaları (ayakkabı, giysi vs), fakirlere verilir. Değerli eşyaları (küpe, yüzük, saat vs) hatıra olarak saklanır. Bazı durumlarda cenaze yıkayıcılara da verilebilmektedir.

Süryaniler (ruhban olmayan) ölülerini, yıkadıktan sonra beyaz renk bezi ile kefenlemektedirler. Kefenleme işini de yıkayıcılar yerine getirir. Yıkama sonunda artan su dökülür.Yıkama işlemi tamamlandıktan sonra, ceset tabuta konmadan önce iç çamaşırları giydirilir, cinsiyetine uygun temiz elbiseleri giydirilerek ayaklarına da çorap geçirilir. Ayak baş parmakları ip ile birbirine bağlanır. Ölenin evlilik çağında veya nişanlı olması durumunda, cesedin üzerine gelinlik veya damatlık elbisesi giydirilir.

Süryanilerde, sağlığında kefen hazırlama veya bulundurma uygulamasına rastlanmaz. İnanışa göre, sağlığında kefen hazırlayanın kefeni, kendisine nasip olmaz. Hakim olan inanışa göre, bu kefen, ya ailesinden birisine veya akrabalarına nasip olur.

Tek parça olarak hazırlanan beyaz renkteki kefen bezi, tabut içine yayılarak, ceset tabut içine yerleştirildikten sonra, alt tarafından ayakları, sağdan ve soldan vücudu örtecek şekilde ceset sarmalanır. Ceset kefenlendikten sonra, üzerine Kudüs'ten getirtilen ve üzerinde İsa'nın resminin bulunduğu haçlarla bezeli bir metre uzunluğundaki örtü, kefenin üzerine, baştan ayaklara uzanacak şekilde yayılır.


Yas evinin temizliğini üç gün boyunca aynı kişi yerine getirir. Erkekler yas süresince traş olmaz, evde çamaşır ve banyo yapılmaz. Çamaşır ve banyo gibi temizlik uygulamalarına, kırsal kesimde tüm köy halkı, yas gelenekleri adına ara verilebilmektedir. Yas sahiplerinin haber vermesiyle, normale dönülmektedir.

Yas sahibi olan ailenin bayanları, baş örtülerini ters çevirerek takarlar. Taziyelerini sunmak için gelenlere acı kahve ikram edilir. Cemaatin sorumluluğunu taşıyan din adamı, taziye süresince, yas evinde hazır bulunur, zorunlu olmadıkça yas evini terk etmez. Taziyelerini sunmaya gelen ruhban olmayan cemaat üyeleri, sözlü selamlaşmanın ardından herhangi bir dua okuma yapmaz. Okunacak olan duayı din adamı yerine getirir.

Din adamının okuduğu dua; “Bir baba çocuklarına nasıl merhamet etmesini biliyorsa, Tanrı'da kendisinden korkanlara merhamet eder. Halelyula (Allah' yücelik olsun) insan yaratıldığı dönemde, bahçedeki bir ot gibidir.Barhmor (istavroz çıkarır). Ey Allah'ım, kulun sana güvenerek, merhametine güvenerek ölmüştür. Sensin iyi olan, sensin onu mezardan diriltip cennete koyacak olan. İsa Mesih'te ölenler üzülmeyin, kederlenmeyin, herkese yaptıklarının karşılığının verileceği gün, işte bugünde herkes iyilik veya kötülüğünün karşılığını görecek ve sapasağlam mezardan dirileceksiniz. Mezardan çıkıp, İsa Mesih'i karşılayacaksınız. Bedensel olarak onun önünde terennüm edeceksiniz. Ademin zürriyetini dirilten, bize merhamet eyle.Baba, oğul ve kutsal ruh ve bir Allah adına amin” diyerek istavroz çıkarır.

Hazır bulunan şammaslar da, “Kardeşler, ölüm gerçekten acıdır, çok korkutucudur. Ölüm anı, o korkutucu melekler, insanın yanına geldikleri zaman, onun fikirleri durur ve gözleri yaşlarla dolar. Nefis, beden için ağlar,ama beden nefis için ağlamaz. Merhametli olan, hem bedene, hem de ruha yardım et. Allah'ın oğlu, ölümüyle bizi diriltti. Bizi topraktan dirilten, sana yücelik ve izzet olsun.”İfadesiyle din adamının duasına katkıda bulunurlar.

Ölünün ardından okunan bir başka dua; her şeye kadir yüce Allah'a yalvarırız, vefat eden ana, baba, kardeş ve inanlı ölülerimizi bağışla ve kusurlarını önemseme. Son günde onları Salihlerin payından yoksun kılma. Zira su ve Ruh (vaftiz) ile senin oldular. Kutsal kurbanınla bereketlendiler. Bunun için lütfunla onları azizlerinin mutluluğuna eriştir. Ey merhametli Baba, Oğul ve Kutsal Ruh! Amin.

Süryaniler, din adamlarını -patrik, mafiryan, metropolit, kahinrahip, horiepiskopos, papaz- sivillerden farklı bir şekilde gömerler. Yukarıda belirtilen ruhban sınıfına ait olan cesetler, özel şekilde hazırlanarak gömülür. Yıkanan ve takdis edilen cesedin, hayatta iken bulunduğu ruhban sınıfının özelliklerini yansıtan giysileri, üzerine giydirilir. Ahşap ve arkadan destekli sandalye üzerine oturtulmuş vaziyette manastır veya kiliselerin duvar, yer veya özel mekanlarına gömülür. Bu gömülüşte, ruhbanı cesedi toprak ile teması bulunmaz. Bu kategorilerde yer alan din adamlarının cenaze ayinlerini, bir üst kategoride bulunan ruhban yerine getirebilir.Örneğin,papaz rütbesindeki bir din adamının cenaze ayinini ancak metropolit yerine getirebilir.Bir metropolitin cenaze ayinini patrik icra edebilir.

Aradan geçen belli bir süreden sonra, zaruret halinde, gömülü bulunduğu yerden kemikleri alınarak kilise veya manastırda özel bir girintinin içine konulur. Ruhbanların cenaze törenleri sivillerden daha farklı ve görkemli bir şekilde yapılır. Cenaze kürsüde oturtulmuş bir vaziyette iken omuzlara alınarak kilisenin dört yönüne bakan duvarlarına değdirilecek şekilde dokundurulur. Bunun anlamı ölen ruhaninin kiliseye veda etmesidir. Bu esnada acıyı ve ayrılığı ifade eden ilahiler seslendirilir.

Kahin rütbesini almamış, rahip ve şammas sınıfına mensup olan, din adamlarının cesetleri, normal bir şekilde tabutla birlikte toprağa gömülür. Cenaze merasimleri, ruhanilerden farklı şekillerde icra edilir. Kahinlik rütbesini almamış (ayin yönetme,nikah kıyma gibi ritüelleri icra yetkisi olmayan din adamı) diyakosrahipler, manastırların özel yerlerinde bulunan mekanlara gömülür.

Doğunun kendine has yaşam şekline Süryaniler de katkılar sunmuşlardır. Bu katkının renginde, Hıristiyanlığı yoğun bir şekilde görmek mümkün ise de, yörede yaşama şansını elde bulunduran Müslüman, Hıristiyan, Yezidi ve diğer inanç sahiplerinin de, öznel katkılarını da bulmak mümkündür. Dinsel inanışların şekilsel görüntüleri, aslında süregelen bir gelenekler oluşumudur. Dinsel inançların oluşumunda kişi ve olayların etkinliği yanında, toplumsal tasavvurların ve ön yaşanmışlıkların da etkinliğini hesaba katmak gerekir.


 

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

13. yüzyıl Assur kaynaklarına göre Urartular, önce Uruatri ismiyle daha sonra da Nairi ismiyle anılmışlardır. Kendilerini Biainili olarak adlandıran
Urartular, Anadolu‟da Van Gölü Havzası merkez olmak üzere MÖ 9. yüzyılın
ortalarında Urartu Krallığı‟nı kurar..
Doğu Anadolu başta olmak üzere, Kuzeybatı Ġran ve Transkafkasya‟nın güney kesiminde MÖ 9. yüzyıllar arasında hüküm süren Urartular, II. Sarduri (MÖ 760-
730) döneminde en geniş sınırlara ulaşmışlardır..
Günümüz insanı nasıl ki ölüm ve sonraki hayatı dini inanışına göre yorumluyorsa Eski Çağ‟da da insanlar, ölüm ve öldükten sonraki hayatla her zaman ilgilenmişlerdir.
Urartu kültüründe ölümden sonra yaşam inancı oldukça güçlüdür.
Dünyadaki yaşamın öbür dünyada da devam edeceğine inanmışlar ve bu sebeple, mezarlarını oda ya da ev biçiminde yaparak bunların içini özel eşyalarıyla doldurmuşlardır. Ölüm ve doğum döngüsünün simgesi ağaçtır.
Bunun seçilmesinin amacı her baharda canlanıp yenilenebilmesi ve hatta çam benzeri çeşitlerinde olduğu gibi hiç ölmemesidir. Ağaç, insanların yaşama olan bağlılıklarından dolayı öldükten sonra dirilme inancının simgesidir. Tüm yapraklarını dökerek ölümü,
tekrar yeşil yapraklarla donanıp çiçek açıp meyve vererek yaşamı ve üretkenliği
özetleyen ağacın, bir kült ve bezeme elemanı olarak yaygın bir şekilde yer almıştır

Ölüm bir toplumun yaşam kültürünü yansıtır.
Urartular‟da ölümden mezara konma anına kadar törensel ritüeller gerçekleştirilmekteydi. Gömü anında ölü yemeği yenmesi

Urartu Krallığı‟nda ölüm ve ölümle ilgili ritüeller hakkındaki veriler; yazılı belgelerden çok arkeolojik kazılardan elde edilmiştir. Dolayısıyla söz konusu kültür hakkındaki bilgi, mezarlar ve bu mezarlarda ele geçirilen buluntuların değerlendirilmesi ve çevre kültürlerle karşılaştırılmasıyla
oluşturulmuştur. Ölü gömme geleneği konusundaki beti
mlemelere; adak eşyaları,
miğfer, kemer ve mühür gibi eserler üzerinde karşılaşılmıştır. Bunlardan bronz
kemer ve adak levhaları bu konuda bilgi edinmemizi sağlayan en önemli buluntu
gruplarıdır.
Bu makalenin amacı, Urartu‟nun ölü gömme adetlerini yukarıda belirtilen
veriler ışığında değerlendirmektir. Urartu ölü gömme ile ilgili ritüelleri; ölünün
mezara taşınması, gömme merasimi, kurban töreni, ölü yemeği, sıvı libasyon
merasimi ve ölü armağanları başlıkları altında değerlendirilecektir.
I. Mezar Tipleri
:
Urartu merkezi devlet yapısının sahip olduğu teknolojik ve ekonomik güce
bağlı olarak ölen kişi için yapılan törenlerin çeşitliliği kadar gömü tarzları ve mezar
tipleri de farklılıklar arz etmeye başlar.
Urartu mezar
mimarisini ve ölü gömme geleneklerini anlamaya yönelik önemli
çalışmalar olmakla birlikte, bunlar kaya mezarlar taş sandık mezarlar oda mezarlar bassit toprak mezarlar urneler ve küp mezarlardır.Bu mezarlar ve gömü gelenekleri kişilerin sosyal politik statüsü ve ekonomik durumlarına göre çeşitlilik göstermekte biçimlendirilmektedir.


Urartu
kaya mezarları, tek odalı ve çok odalı olmak üzere iki tipte karşımıza
çıkar. Çok odalı mezarlara baktığımızda, bir ön oda olarak düzenlenmiş ve
genellikle büyük boyutlu olması yanında mezar törenlerinin de yapıldığı ana oda ve
bunun etrafında da çeşitli büyüklükte olan diğer mezar odalarından oluşmaktadır.
Tek odalı türde ise yer darlığından dolayı küçük boyutlu bir odanın varlığı söz konusudur.

Bu mezarlardaki tören alanları ise mezarın dışında yapılmıştır. Her iki tipte de nişler ve ölü yatakları gibi mezar döşemleriyle karşılaşılmasına rağmen çok
odalı mezarlar boyutları, mezar işçilikleri ve döşemleriyle daha nitelikli
mezarlardır. 40 ın üzerinde kaya mezarını;plan anlayışları, boyutları, oda sayısı, kapıları ve iç donanımları gibi özellikleri göz önüne alarak bunların daha sonraki döneme tarihlenmeleri gerektiğini tesbit edilmiştir

an Kalesi‟ndeki Küçük Horhor kaya mezarının Ġran/I. Dareios Mezarı‟nın küçük bir kopyası gibi olduğunu, diğer tek odalı mezarların da plan tipi ve boyutları bakımından bunların Phrygia ve Kilikia bölgelerindeki bazı kaya mezarları ile benzerliklerinden dolayı Urartu sonrası Pers, Hellenistik ve Roma devirlerinde Anadolu‟nun tümüne egemen kültürlerle ilişkilendirilmesi gerektiğini bildirmektedir.

Kaya mezarlarının kökeni konusunda Kargamış‟ta bulunan kaya mezarından hareketle Urartular‟ın ölülerini kaya mezarlarına koyma geleneğini Hurriler‟den aldıklarını belirtmiştir. Aralarındaki 550 yıllık uzun zaman farkını da var olan düşüncenin devletleşmeyle birlikte yeniden canlanması şeklinde yorumlanmıştır.Daha önceki dönemlerde Assur Hitit ve doğu Anadoluda oda mezar uygulaması bulunmakla birlikte bunu kayaya Urartular işlemişlerdir.
Urartuluların başkenti TUŞBA/VAN KALESİNDEKİ anıtsal kaya mezarları boyutları ve işleniş tarzları ile en önemlileridir.
Krali kaya mezarlarına giriş dikdörtgen bir kapı açıklığı ile sağlanır. Genellikle ana bir salon ve bu salona bağlı daha küçük boyutlu gömü odaları ve atık çukurlarından oluşan bir iç düzenleme vardır.

Ana salon ve yan odaların duvarlarına ölü hediyelerini veya urneleri koymak için nişler açılmıştır...Oda sayıları ve iç düzenlemeler oda va salon tabanlarına açılmış atık çukurları bu mezar odalarının çok sayıda kişinin gömülebilmesi için tasarlanmış olabileceğini akla getirir.
Mezarlarda diğer bir döşemde duvar diplerine yapılmış şekilerdir. Ayrıca duvar içine oyulan ve yerden yükselenler olarak iki türde bilinen ölü yatakları ve Van kale mezarının ana odasında anakayadan oyulmuş olan lahitler diğer iç mezar döşemleri olarak bilinmektedir. Altıntepe II nolu mezarda ise 2 adet taş teknenin ele geçmesi Urartular‟da anakayadan bağımsız olarak yapılmış lahitlerin varlığını ortaya koymuştur.

Ayrıca duvar içine oyulan ve yerden yükselenler olarak iki türde bilinen ölü yatakları ve Van uçkale mezarının ana odasında anakayadan oyulmuş olan lahitler diğer iç mezar döşemleri olarak bilinmektedir. Altıntepe II nolu mezarda ise 2 adet taş teknenin ele geçmesi
Urartular‟da ana kayadan bağımsız olarak yapılmış lahitlerin varlığını ortaya koymuştur.
İç mimaridöşemlere sahip mezarlar olduğu gibi hiç bir mimari döşemi olmayan mezarlarda ,ölüler direk mezar tabına yatırlılmış olmalıdır.
Yeraltı oda mezarlanın orijinal durumunda buluntu durumlarından hareketle kaya mezarlarındaki çukurların eski gömülerin buluntuları ile birlikte toplandığı

birer kemik veya ölü hediyesi depolama alanı öldukları söylenebilir.kazı ve yüzey araştırmalarındatesbit edilenlerden ve çoklu gömü uygulanmış olmalarından yola çıkarak Urartular yeraltına yaptıkları oda mezarların en çok kullanılan mezar tipi olduğu söyleyebiliriz.
Aynı mezarlıkta farklı mezar tiplerini bir arada görmek mümkündür.....

Özellikle yeraltı oda mezarlarında standart mimari olmayıp malzeme ve ihtiyaca göre şekillenen bir mezar mimarisi anlayışı vardır....
Oda mezar, yeraltında bir çukur içine genellikle taş örgülü duvarlarla bazen de yer altındaki killi sert toprak veya yumuşak kayalıklara oyularak mezar odasının yapılmasıdır. Taş örgülü mezarlarda, odaların uzun yan duvarları daima bindirme tekniğinde yapılmıştır.

Sahte kemer tekniğinde, mezar tavanı olabildiğince daraltılarak, iri ve yassı sal taşlarıyla kapatılmıştır. Belli bir yön anlayişı yoktur. Çoğunlukla dikdörtgen bir plan veren mezar odalarının genellikle orta kısımlarında daha geniş tutulduğu uçlara doğru da daraltıldığı görülmektedir. Odaların boyutlarında standart bir anlayiş yoktur.

Urartular‟da görülen diğer bir mezar tipi taş sandık mezarlardır. Dikine yerleştirilmiş yassı taş bloklarıyla çoğunlukla kare planda sandık mezar oluşturulmuş, üzerleri de yine yassı sal taşları ile kapatılmiştır. Mezarlara genellikle tek gömü yapılmiştır.

Cesedin doğrudan toprağa açılmış çukura yerleştirildiği mezarlar basit toprak mezarlar olarak tanımlanır. Gömü tarzları içerisinde en ilginci ve genellikle uygulanan hoker pozisyonunda yapılan gömüdür. Anadolu‟da yaygın olarak kullanılan bu gömü, tıpkı bebeğin anne karnındaki pozisyonu gibi, ayaklar dizlerden kırılarak karna doğru çekilerek yapılanıdır.

İlk kez Neolitik dönemde görülen hoker biçimindeki gömü geleneği Anadolu‟daki birçok yerleşim yerinde görülmeye başlanmıştır. Urartu‟da cesetlerin hoker pozisyonunda gömülmesi anlayışı belki de ölen kişinin yeni bir hayata başlayacağı anlamına gelmektedir. Ölümün beden için olduğu ve öteki dünya inancı yani ölümden sonra hayatın devam ettiğine inanılıyordu.

Urneler (Ölü çömlekleri), çoğunlukla pişmış toprak bazen de tunçtan yapılan çömleklerin içine yakılmiş olan ölünün kül ve kemiklerinin konduğu mezarlardır. Neolitik dönemden itibaren bilinen yakarak gömme geleneği Urartular tarafından da yoğun olarak tercih edilen bir gömü türüdür. Başlı başına bir mezar tipini ve gömü geleneğini yansıtmakla birlikte diğer mezar tipleri ile bağlantılı olarak da ele alınabilirler .

Kaya mezarları veya oda mezarlarının duvarlarına açılan nışlere konulmuş örnekler olduğu gibi doğal kaya oyukları veya toprak veya kayaya açılmış oyuk ve kanallara da konulduktan sonra üstü taş parçalarıyla kapatılmıştır . Urnelere yakılan cesetten arda kalan kül ve kemikler bırakılmaktaydı. Ağzı çanakla kapatılan urnelerin omuz kısmına 2 ya da 3 delik açılarak içerisine ruhun girış çıkışı sağlanıyordu.

Bu kremasyon (Yakma) gömü ile dünyada ışlediği günahlarının cezasını çekip ölümden sonraki yaşama günahsız bir Şekilde başlaması olarak yorumlanabilir . Yukarıda tanımlamaya çalıştığımız mezar tipleri aslında gömü adetlerinin bir yansıması olarak düşünülebilir. Mezar tipleri ve gömü adetleri birbirilerini bütünleyicidir.

Van Gölü Havzası‟nda Ernis/Evditepe , Karagündüz , Dilkaya , Yoncatepe , Adilcevaz H Kayalığı, Patnos/Dedeli, Patnos/Liç , Van/Altıntepe Nekropolü ve Van/Kalecik Nekropolü mezar odalarındaki cesetler (İnhumasyon) yüksek sekiler üzerine ya da tekneler içine yerleştirilerek cesetlerin yanlarına zengin armağanlar bırakılmiştır.

Toprak altında bulunan bu odalara, önlerine eklenmış bir girış mekanı (Dromos) yardımıyla girilebilmektedir. İkinci yöntem ise kısa kenarlar üzerinde, mezarı örten daha küçük boyutlu kapak taşı kaldırılarak mezar odasına üstten inilmesidir . Cesetler, mezarlara bir bez ya da hasıra sarılarak bırakıldığı gibi çıplak veya giysili biçimde de yerleştirilmekteydi.

Bazı metal buluntular üzerinde kumaş izleri olması ve iğne ve düğme gibi elbise aksamlarının ele geçirilmesi ölünün mezara giyinik olarak konulduğunu gösterir. Mezar odalarına yeni bir gömü yapılacağı zaman, eski cesetler odanın gerisine doğru itilmekte ve buraya kümelenmekte, en son yapılan gömü ise oda girişinde orijinalkalmaktadır. Mezar odalarına, insanların cinsiyet ayrımı yapılmadan gömüldüğü ortaya konmuştur .

Bazı mezar odalarında normal gömülerin yanında yakma gömülerin de yapılmiş olduğu saptanmıştır. Özellikle Yoncatepe ve Karagündüz mezarlarında yakma gömü (Kremasyon) yapıldığını gösteren yanmiş insan kemikleriyle küller bulunmuştur. Bu türden mezarların aile veya kabile mezarı oldukları düşünüldüğünde aynı aile veya kabile içinde farklı gömü inanişına sahip insanlar olabileceği fikrini de akla getirir .

Van Kalesi‟nin güneydoğu eteklerinde tek odalı kremasyon kaya mezarı yer almaktadır . Mezar odasının üç duvarı hemen hemen tüm duvar boyunca açılmış nışlerin tabanlarına urnelerin konulması için 78 adet çift sıra halinde yuvarlak kaide oyuğu açılmıştır. Özel bir uygulama olarak Yoncatepe 3 mezarında kafataslarının aynı alanda toplandığı bazılarının ise çanaklar içinde muhafaza edildiği görülmüştür. Ayrıca Yoncatepe‟de saptanan köpek gömüleri de farklı bir gömü anlayışı olduğunu gösterir.

şöyle ki; Yoncatepe‟de iki orijinal köpek gömüsü yanında, 30‟dan fazla dağılmış durumda köpek gömüsü saptanmiştır. Bu sıra dişı gömü anlayışı hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Yine Karagündüz K10 mezarında yaklaşık 10 tane kafatası mezar odasının dip kısmına açılan oyuğa toplanmıştır .

Bu durumun bu mezarları kullanan toplulukların hiç değilse kafataslarına bir anlam yükledikleri ve onları önemsedikleri düşünülmektedir. Kimi cesetler de yakılarak külleri ve kemikleri urne içine konarak saklanmıştır .

Ölünün mezara taşınması olayı, Orta Demir Çağı‟nda ölü gömme törenlerinde çok önemli yere sahiptir. Ölen kişinin, yakılmadan ya da yakılarak gömülmeden önce mezarlık alanına taşınması gerekir. Erken Demir Çağı‟nda olduğu gibi Orta Demir Çağı‟nda da mezarlıkların yerleşim alanı dişında yer alması taşıma olayını gerektirmiştir.

Taşıma ışlemi olasılıkla belli bir düzen ve uygulama içerisinde yapılmıştır.
Ölü gömme geleneklerinde mezara taşıma ışlemi sırasında özel nitelikli bir taşıtın kullanılmış olabileceğinin yanı sıra, günlük ışlerde kullanılan taşıtların da bu işlev için kullanılmiş olabileceği belirtilmiştir. Toprakkale kazılarında ele geçen iki mühür baskısı üzerindeki betimlemelerde, ölünün bir tabut içinde dört tekerlekli arabaya konarak mezarlık alanına getirildiği görülmektedir.

Birinci mühür baskısında araba, insan figürünün arkasında kalan grifon tarafından çekiliyor olmalıydı. İkinci mühür baskısında da araba sahnesi betimlenmiştir. Bu mühür baskısındaki sahnede, kıvrık boynuzları olan bir hayvan tekne Şeklinde gösterilmış bir nesneyi çekmektedir.

Ayrıca sahnenin önünde ve arkasında bazı figürler bulunmaktadır . Arabaların küvet Şeklindeki görüntüsü bunların lahit olabileceği düşüncesini akla getirmektedir. Mistik bir sahne içeren mühür baskılarında fantastik yaratıklar olan grifonların çektiği arabalar, simgesel olarak ölülerin ruhlarını yeraltına götürüyor olmalıdır.

Bu sahneler üzerine araştırmacılar tarafından farklı görüşler bulunmaktadır.
Ölü mezarlığa getirildikten sonraki bir diğer aşamada ölünün mezara taşınmasıdır. Toprak altına inŞa edilen ya da toprak altındaki anakayaya yapılan mezarlarda ölünün mezar içine bırakılması daha kolay olmasına karşın kayalık alanlarda ulaşım daha zordur.

Örneğin Van Kalesi‟ndeki I. Argışti mezarı ve yakarak gömü yapılan mezara iki yönlü basamaklar yapılmıştır. Bunların dışında yer altına yapılan mezarlara da aynı amaçlı merdivenler yapılmiştır. Kral ve soylu sınıfa ait kişilerin mezarlarına çok basamaklı merdivenlerle girilirken halka ait mezarlara bir ya da birkaç basamaklı merdivenle girildiği belirtilmıştir .

Ölünün mezara taşınması ile ilgili benzeri sahneler, Ağlayan Kadınlar Lahti‟nde ve Çeçtepe Kaya Kabartması‟nda betimlenmiştir. Ölünün sanduka ya da lahit içinde törensel taşınmasını içeren Ekphora‟ adı verilen sahnelere, M.Ö. 5. y.y. Anadolu-Pers eserlerinde de çokça rastlanır. Bu tür eserlerden Köseresul I, Köseresul II, Elnaf ve Adda‟nın stellerinde üzerlerinde lahit türü yükler bulunan atlı arabaların taşıdığı sahneler de vardır.

Boğazköy kökenli Hitit çivi yazılı tabletlerde (M.Ö. 14-13. y.y) krali bir cesedin yakma töreni aktarılmiştır. Yakma ışlemi öncesinde ölü bir araba üzerinde taşınıyor ifadesi kullanılmıştır .
Urartu mezarlarında görülen basamaklara İran‟da Werachram ve Sangar‟daki mezarlarda da rastlanmaktadır.

Çok eski çağlardan beri, ölü gömme törenleri sırasında tanrıya kurban sunulmaktadır. Bu durum insanların kendilerini koruma güdüsü ya da Şükran duygusu olarak açıklanabilir.

Ayrıca ölüyle birlikte mezara sunu kapları içinde yiyecek ve içeceklerin bırakılması da ruhların yaşayanlara rahatsızlık vermemesi amacıyla konulduklarını akla getirmektedir .
Kronolojisi tartişmalı olan Doğubayazıt kaya mezarı cephesi figüratif kabartmalı tek kaya mezarıdır .

Mezar girişinin her iki kenarındaki kabartmalarda olasılıkla bir kurban sahnesinin betimlendiği söylenmiştir. Girişin solunda iki elini açmış bir figür bulunmaktadır. Bu figür mezar sahibini simgelemektedir. Figürün önünde bir keçi bulunmaktadır. Girişin sağında ise çift boynuzlu başlığı bulunan tanrı kabartması betimlenmiştir. Bu sahnenin kurban hayvanı sunuş sahnesi olduğu düşünülür

Kurban törenleri, uygun alanların olduğu bazı mezarlarda düzenlenmıştir. Van-Edremit‟teki Kadembastı mezarı bu tarz örneklerden biridir. Mezar girışinin hemen yanında yer alan bir çukur ve ona bağlı kanal, kurban ve libasyon törenlerinde kullanılmiş olmalıdır. Ayrıca anakaya üzerine yapılan ve “kaya ışaretleri” olarak adlandırılan kanallarda mevcuttur.

Bu tür kanallar Atabindi mezarlarının üst kısmında, Kadembastı mezarı yakınında ve Van Kalesi‟nde küçük bir kaya platformunun üzerinde görülmektedir. Bu kanallar kurban kanının akıtıldığı çukurlar olarak düşünülmüştür . Son dönemlerde anıtsal kaya işaretleri üzerine etnoarkeolojik bir çalışmada ahşap araba aksamlarına uygun biçimi vermek için yapılmış kalıplar olduğunu düşünülmektedir.

Ayrıca kurbanlık hayvanların mezarlık alanında kesildikleri de tam olarak bilinmemektedir. Çünkü kazısı yapılan mezarlık alanlarında kurban sunakları bulunamamiştır.

Kurban törenlerine ait başlıca somut buluntular Urartu mezarları içinde ele geçmiştir. Mezarlar‟da bulunan sığır, koyun ve keçi parçaları, kurban törenleri ile ilgili olmalıdır . Doğu Anadolu‟da Orta Demir Çağı‟na tarihlenen mezarlıklar içinde Liç‟de yan yana üç at gömüsü bulunmuştur. Bu da atların kurban amacıyla kesilerek mezarlara bırakıldığını göstermektedir.

Ölülere kurban edilen hayvanların bazı bölümleri kurban ya da ziyafet törenlerinden sonra saklanabilmekteydi. Karmir Blur, Toprakkale ve Bastam‟da elde edilen bulgular bu tür bir uygulamayı destekler niteliktedir . Lehmann Haupt Toprakkale‟deki Ölüler Evi‟nde insan iskeletleri ve yanmış hayvan kemikleri bulmuştur.

Bu kemikleri tapınak kurbanının kutsal kalıntıları olarak yorumlamıştır. Piotrovsky Karmir-Blur‟da ortaya çıkardığı bir grup küçükbaş hayvan kemiklerinin kurban kalıntıları olabileceğini düşünmektedir57. Bastam‟da çok sayıda yanmış ve kırılmış hayvan kemikleri paketlenmiş olarak kil bullalarla birlikte bulunmuştur.

Ölünün mezara konulmasının ardından ölü yemeği düzenlenmış olmalıdır. Ölü yemeği Anadolu‟nun en eski geleneklerinden biri olarak Doğu Anadolu‟da yaşamaya devam etmıştir . Mezarların içinde yemeğe ilişkin bulgulara sık olarak rastlanmamasına karşın ele geçen çanak çömlek ve hayvan kemiği gibi bir takım buluntular böyle bir yemeğin varlığını ortaya koymaktadır. Bunların dışında mühürler, steller, duvar resimleri ve tunç levhalar üzerinde betimlenen sahnelerde ölü yemeği ile ilgili bilgiler bulunmaktadır
.
Ziyafet sahneleri ile ilişkili olan Urartu ölü kültü hakkında bilinenler azdır. Mezarlık alanlarında kaya mezarlarının önlerinde yapılan tapınmalar önemli bir yer tutar. Ölünün arkasından, özellikle inhumasyon tarzı gömülerde yemeğinin yenmesi, ölü için ziyafet verilmesi önemli ritüellerden birisidir .

Van/Ayanis Kalesi mezarlık kazılarında, urnenin üzerinde düz durumda bir çanak ve bu çanağı örten ikinci bir çanak bulunmuştur. Çanak içinde ölü için bırakılmış ölü yemeğinin olması, kremasyonda da ölü yemeği merasiminin yapıldığı önerilmektedir . Urartu‟da cenaze törenleri sonrası veya öncesinde yemek yapıldığını bilmekteyiz. Urartu ziyafet törenlerinin ölü için yapıldığını gösterir kanıtlar vardır64. Ancak Urartu‟da betimlenen ziyafet sahnelerin ölü kültü ile ilişkili olduğunu söylemek de zordur.

Çeşitli eserler üzerindeki libasyon sahneleri, açık havada yapılan etkinlikler, masalar üzerindeki yiyecek ve içeceklerin bulunmasından hareketle bu sahnelerin ölü ziyafeti olduğu yorumları yapılmaktadır. Ancak ne yazıtlarda cenaze merasimi konusunda bilgi bulunmakta ne de adak levhaları ve kemer parçaları üzerindeki ziyafet sahnelerinde cenaze merasimini gösteren betimlemeler vardır. A. Çilingiroğlu ziyafet sahnelerinin “ölü ziyafeti” olmadığını, tanrıya sunulan “adak merasimi” olduğunu düşünürken , Orthman, bu stellerin Mısır‟daki Eski Krallık Dönemi‟ndeki gibi ölü kültünün odak noktası olduğu için “ölü yemeği”ni temsil ettiğini düşünmektedir . Benzer Şekilde Geç Hitit Sanatı‟ndaki mezar stelleri ile olan benzerliğinden yola çıkarak “ölü ziyafeti” olarak nitelenmektedir .

çeşitli Urartu mezarlarında bulunan boğa ayaklıklı parçalar, ayaklıkları gümüş kaplamalı masa ve sandalyeler ile kase parçalarının ziyafet sahnesi betimlemelerinde kullanılan örneklere benzemesi kanısıyla bu sahnelerin ölü ziyafeti olduğu görüşündedir68. Ayrıca A. Çilingiroğlu buluntu yeri belli olmayan bir kemer69 üzerindeki sahnelerde görülen masa üzerindeki kilim veya hasıra sarılı nesnenin ölü olması durumunda kemer üzerindeki merasimin ölü gömme merasimi olabileceği, dumanların çıktığı mimari konstrüksüyonun ocak yani yakma yeri olması durumunda ise kremasyon sahnesi ve bununla ilgili tapınmalar canlandırılmış olabileceğini bildirmektedir.

Mezar odalarına ölü armağanı ve yemeği konulmuştur. Ölü yemeği büyük bir olasılıkla mezarlık alanında pışiriliyordu. Elazığ/Kaleköy, Karagündüz ve Dilkaya‟da kurbanlık etlerin pışirilmesi için kullanıldığı düşünülen ocaklar ve tandırlar bulunmuştur. Yemeği pışirme aşamasından sonra yemeğin nerede ve ne tip kaplarda yendiği sorusu akla gelir. Mühür ve kabartmalar incelendiğinde ölü yemeği için masaların kullanıldığı belirtilmiştir. Masalar farklı ve çeşitli boylarda olabilmektedir. Masaların yanı sıra içecekler için de; kulplu testiler, çanak ve kaseler kullanılmiştır.

Masanın üzerinde büyükçe bir kabın içine açık ekmek olarak adlandırılan ekmeklerin bırakıldığı söylenmiştir. Mezar odaları içinde bulunan ve bazen sayıları yüzleri geçen çanak ve çömlekler ölü yemeğinin konulduğu kaplardır. Karagündüz mezarlarında bu durumu kanıtlayan, içinde hayvan kemikleri saptanan çanaklar orijinal biçimde bulunmuştur .

Çanaklara genellikle etli yemeklerin konulduğu söylenebilir. Bunun yanında özellikle Yoncatepe mezarlarının bazılarının içlerinde saptanan üzüm, buğday, nohut kalıntıları, tahıl veya meyve cinsinden besinlerin de ölü yemeği olarak sunulduğunu ve kaselere konulduğunu göstermektedir. Çömlek ve testi tipi kaplara ise genellikle içecek konulduğu düşünülmektedir.

Doğu Anadolu‟da basit toprak mezarların bir kısmında ölülerin baş uçlarında bazı kapların ele geçtiği bilinmektedir. Iğdır mezarlığında kayalığın batısındaki H alanında dağılmış durumda olmasına karşın iskeletlerin yanında bir kap, testi ve çeşitli formlarda seramik parçaları bulunmuştur . Kalecik yakınında bulunan mezarda da iskeletlerin yanında bir çanağın bırakıldığı anlaşılmaktadır. Ayanis I no‟lu basit toprak mezarda tunç küpelerin yanı sıra iskeletin kafasının yanında iki kulplu bir maşrapa ve iki kaba ait parçalar tespit edilmiştir.

Van Kalesi Höyüğü‟nde Urartu dönemi yapısı duvarı üzerine yerleştirilmiş 140 no‟lu mezarda da Ayanis mezarında olduğu gibi küpelerin yanı sıra bir maşrapa ve iki kap bulunmuştur. Bu durumun, gömü geleneğindeki benzerliği gösterdiği vurgulanmıştır. Patnos-Dedeli A1 mezarında iskeletin ayağının dibinde ve mezara girışte merdivenin solunda bulunan hayvan iskeletleri ziyafet sonrası ölülerin yanına bırakılan yiyeceklerden arta kalan parçalar olduğu ifade edilmiştir.

Çeşitli Yerleşimlerden Benzeri Sahneler: Kargamış yakınlarında Devehöyük mezarlığında yakarak yapılmış bir gömünün yanında bulunan silindir mühürde ziyafet sahnesi yer almaktadır . Susa‟daki mezarlarda da ziyafet sahneli mühürler bulunmuştur. Ölülerle ilgili ziyafet sahneleri ayrıca mezarlarla ilişkili bazı taş eserler üzerine de yapılmıştır. Ahiran Lahiti bu eserlerden biridir .

Burada taht ya da yüksek bir sandalye üzerinde oturan bir eli ile lotus çiçeği tutan sakallı kişinin önündeki masanın üzerinde yiyecekler bulunmaktadır. Bu ziyafet sahneleri K. Suriye mezar stelleri, Hama‟da bulunan bir mezar stelinde , Maraş ve Zincirli stellerinde de mevcuttur.
Anadolu-Pers sanatının yaygın eserleri içinde görülen mezar stellerinin başlıca konularından birinin ziyafet sahneleri olduğu bilinmektedir.

Ölü gömme törenleri içerisinde libasyon sahnesi de uygulanmaktadır. Libasyonlar kurban kanı, Şarap ve su kullanılarak her türlü dini törenlerde ve ölü gömmeler sırasında yapılmış olmalıdır. Mezar içinde ve mezar dışındaki libasyon sahnelerinde daha çok taşınabilir türden tunç kazanlar ya da farklı formlardaki küplerin kullanılmiş olabileceği söylenmiştir.

Libasyon, açık hava tapınaklarında ve mezarların dışında gerçekleştirilmiştir. Altıntepe‟de stellerin önündeki sunağa ölünün ruhu için yonca ağızlı bir testi ile Şarap ya da kurban kanı libasyonu yapılmaktaydı . Yapılan libasyon ile ölünün tanrılara olan bağlılığı gösterilmiş olmalıdır. Urartu krallığına ait bazı mühür ve mühür baskılarında libasyon sahneleri betimlenmiştir. Toprakkale‟de bulunan mühür baskıda, ölü arabası olduğu belirtilen arabanın arkasında bulunan kışi bir eliyle tuttuğu nesneyle yere sıvı dökmektedir.

Olasılıkla burada da ölü için tanrıya adak yapılmaktaydı. Dilkaya‟da CC15c plankaresinde, taş-sandık mezar yanında ele geçen içe dönük ağız kenarlı çanak üzerinde libasyon sahnesi olduğu belirtilir. Taş-sandık mezarın yanında ele geçmesinden dolayı mezardaki gömü için libasyon yapıldığı düşünülmektedir.

Çeşitli Yerleşimlerden Benzeri Sahneler: Libasyon betimlemeleri Hitit ve Geç Hitit kabartmalarında özenle ışlenmışlerdir. III. Hattuşili‟nin Fraktin kabartmasında ve Malatya kabartmalarında libasyon sahneleri görülür. Geç Asur silindir mühürleri üzerinde de bu sahnelere rastlanır. Benzeri mühürler Nimrud, Sultantepe ve Dilkaya‟da da saptanmıştır.

Ölümden sonra yaşamın olduğuna inanan Urartular mezarlarını evleri gibi döŞemişlerdir. Mezarlarda ele geçirilen mobilya aksamları, günlük kullanım eşyalarının çok ötesinde, oldukça değerli metallerle süslenip sağlamlaştırılmış özel mezar donatılarıdır.

Kayalıdere, Adilcevaz, Dedeli, Altıntepe, Iğdır/Melekli ve Erivan‟da masa, sandalye ve tunç mobilya aksamı, bulunması mezarların tam anlamıyla “evleştirildiğini” belgeler. Altıntepe II ve III no‟lu mezar odalarında masa üstlerinde yiyecek ve içecek kapları bulunmuştur .

Ölü armağanları çoğunlukla, ölünün ardında bıraktığı ve yaşayanlar tarafından mezarlara bırakılan eserlerdir. Urartu dönemi mezarlarına bakıldığında çanak çömleklerle birlikte çok sayıda eserin de bırakıldığı görülmektedir . Bunlar; kişisel süs eşyaları, törensel aletler ve silahlardan oluşmaktadır. Bu eserler Urartu ölü gömme geleneğini algılamamızı sağlayan önemli bilgiler taşır. Mezarlardaki eşyalar ölünün cinsiyetine göre değışmektedir.

Erkek gömülerinde; at heykelcikleri, koşum takımları, ok, mızrak ucu, bıçak gibi silahlar, kadın gömülerinde ise saç ve elbise iğnesi, fibula, küpe gibi armağanların olduğu belirtilmiştir .
Urnelerdeki hediyelerin ise bazen içine bazen de dişına bırakıldığı görülür . Ancak bu uygulama bütün gömülerde görülmez.

Bu durum olasılıkla ölünün sosyal statüsüyle ilışkilidir. Örneğin Dilkaya‟da 19 urneden sadece 4 tanesinde buluntu ele geçmıştir. Dilkaya‟da urnenin içinde konsantrik daire bezemeli bir taş ağırşak, haşhaş başlı tunç iğne, kırılmiş durumda kemer parçaları, yılan başlı bilezik, küpe, ağırşak ve bir taş boncuk ele geçmiştir .

Urnelerin yanında ise biri ezilmiş diğeri de kıvrılmiş iki kemer bulunmuştur. Dilkaya mezarlık alanında ele geçen urnelerin hiçbirinde erkek gömülere ait olduğu belirtilen silah bulunamamıştır. Bu durum Dilkaya toplumunun Urartular döneminde küçük kırsal bir yerleşim birimi olmasıyla açıklanmıştır.

Nor-Aresh I no‟lu mezarında; at sırtında ve yerde avcıların boğa avlama sahnesi ve aslanlar ile bezeli bir kemer parçası ele geçirilmıştir. Ayrıca Grek görünüşlü bir fibula, iki damga mühür, noktalı halkalar ve zig zag motiflerle bezeli ay formlu pektoral bulunmuştur. Bunların yanı sıra mezarda at gemi, mızrak ucu ve bir disk mezar armağanları da bulunmuştur. II ve III no‟lu mezarda da bronz kemer parçaları ele geçmıştir.

Bu mezarların içlerinde ele geçen buluntulardan dolayı askerlerin mezarları olabileceği belirtilmiştir .
Mezarlara bırakılan armağanlardan hareketle bazen ölü hakkında da fikir üretebilmek kolay olmuştur. Armağanların hangi ölüye ait olduğu bilinir.

Erzincan/Altıntepe‟de ölü hediyelerinin büyük bir kısmı I no‟lu odada bulunmuştur. Eşyalar mezar odasının her tarafına gruplar halinde yerleştirilmiştir.
Burada ölü hediyeleri kırılıp dökülmüştür. Odanın ortasında içinde katlanmiş tunç kemer, iki tunç kurşun, at heykelcikleri ve at koşum takımlarının konduğu büyük tunç kazan vardır.

Odanın batı yarısında çanak çömlek, ağaçtan iyi muhafaza edilmiş bir masa, koşum takımları ve dört hayvan başı ile süslü at gemleri bulunmuştur. Altıntepe III mezarında tunç kazan içinde olmakla birlikte, prense verildiği anlaşılan silahlar, at heykelcikleri ve koşum takımlarının atları seven savaşçı biri için seçilen armağanlar oldukları ifade edilmiştir.

Bu armağanlar prensin yanında değil ilk odada yer alır. Altıntepe ölü armağanlarının ilginç yanı sağlam bırakılmiş olmalarıdır . İkinci odadaki erkek mezarında ölü hediyesi yoktur. Elbiseye dikili olarak gömüldüğü tahmin edilen altın, gümüş ve tunç düğmeler, demir ok uçları ve kalkan lahdin dışına bırakılmiştır. Kadının giysileriyle gömüldüğü lahitte, elbiseyi süsleyen altın düğmeler, altın pullar ele geçmıştir.

Lahdin yanında ceviz ağacından iki masa, pişmış toprak kaplar, ithal fayans vazo, harap durumda ağaç mobilya kısımları ve üzerindeki kutsal ağaç motiflerinin çok iyi korunduğu dört fildışi levha bulunmuştur. III no‟lu odada dört ayaklı bir ağaç masa, dört çift tunç bilezikle takviye edilmiş ağaçtan bir kerevet, pışmiş topraktan kaplar keşfedildi.

Bu odanın önemli buluntularından biri de üzerinde „Rusa oğlu Argişti‟ yazan tunç kaptır .
Kayalıdere I. odada ele geçen buluntular, ahşap mobilya ayaklarını ve uçlarını korumak ve bezemek için özenle yapılmiş parçalar, demir topuz, gümüş fibula ve yüzük, bronz gerdanlık gibi süs eşyaları ve silahlardır. Silah olarak bir demir bıçak 14 tane de demir ok ucu bulunmuştur. II. odada demir bız ve V. odada gümüş yüzük ele geçmıştir.

Buluntular arasında bir saplı tas üzerinde kutsal ağaç bezemesi olması sunu için tasarlandığını gösterir .
Erivan‟da yer altı örme mezarında ortaya çıkarılan buluntular Şunlardır, her nişde içinde insan, hayvan ve kuş parçaları olan bir urne, büyük nışde üç boğa başı protomlu büyü bir çömlek ve altında yabani tavŞan resmi olan bir çanak, bronz sadak, boncuk ve mühür, yılan başlı bilezik, demirden kama ve bıçaklar ve bir kılıç ile bronzdan iki kemer, at koşum takımları, bir bakraç, çiviler, mobilya parçaları, takılar ele geçmiştir.


Adilcevaz H kayalığındaki I no‟lu mezarda, yedi urne, yedi kandil, dört çanak, çömlek, bronzdan iki tabak, dört bilezik, iki kemer, altın fibula, beş gümüş süs iğnesi, demir bıçak, iki taş amulet, boncuklar, bir ahşap masa ile yedi mobilya parçası bulunmuştur .


Dedeli‟de mezarın farklı yerlerinde pışmiş topraktan çanak, iki urne, bronzdan üç tabak, altı adet mızrak ucu, üç bilezik, fibula, iki yüzük, bir kemer, bronz ve ahşap saplı demir kılıç, yedi bıçak ve ahşap pudra kutusu bulunmuştur .

Yurt içinde ya da yurt dışında çeşitli müzeler ile özel koleksiyonlara dağılan sağlam durumdaki yüzlerce tunç mobilya aksamının çoğunun mezar buluntusu olduğu belirtilmiştir. Bu eserler Urartu gömme geleneğinin mezar içindeki ziyafet sonrası uygulaması olarak değerlendirebiliriz.

Çoğunlukla ölü hediyesi olarak algılanan sunu kapları; ölü gömme gelenekleri, inançları ve kültürlerini öğrenmemiz açısından önemlidir .

Urartular, ölümün beden için olduğuna yani ölümden sonra hayatın devam ettiğine inanıyorlardı. Ölen kişi için yapılan törenlerin çeşitliliği kadar gömü tarzları ve gömü tipleri de farklılıklar arz etmektedir. Bu mezarlar halkın toplumsal düzeyine koşut olarak biçimlenmektedir. Urartu mezar mimarisinin en güzel örneklerini anıtsal kaya mezarları oluşturur.

Özelikle Van Kalesi‟nden en güzel örneklerini bildiğimiz bu mezarları önemli Urartu kalelerinde görebilmek mümkündür. Bölgede Urartular ile karşımıza çıkan bu mezarlar, Kral ve soylu sınıfa aittir. Yönetici sınıf kent ya da önemli yerleşim yerleri yakınındaki kaya mezarlarına, sıradan insanlar da yer altı oda mezarları ve basit toprak mezarlara gömülmekteydiler. Ayrıca hem yönetici sınıf hem de halkın yakılarak gömüldüklerini görüyoruz.

Urartular‟dan önceki dönem olan Erken Demir Çağı‟nda ise bölgede oda mezar geleneğinin var olduğu görülmektedir. Urartular‟da da yaygın olarak kullanımı bilinen bu mezarların daha çok halka ait mezarlar olduğu belirtilmektedir.

Diğer mezar türleri ise taş sandık, basit toprak, pitos ve urne mezarlar olarak karşımıza çıkar. Ölü armağanlarının mezarlara ya da urnelerin yanına sağlam bırakılmasının yanı sıra bazılarının kırılıp bükülmesi durumunu Eski Doğu toplumlarında sıkça karşılaşılan, eşyanın çalınıp tekrar kullanılmasını önlemeye yönelik” bir eylem olarak açıklanmaktadır.

Yazılı kaynakların olmamasından dolayı ölünün evde hazırlanması, ölü yemeğinden önce yapılması mümkün olan dua veya tapınmalar, gömme sonrasındaki ziyaretlerle ilgili konular hakkında maalesef herhangi bir bilgimiz bulunmamaktadır.
Ölünün gömüleceği mezarın türü ne olursa olsun (Basit toprak mezar, basit taş mezar, dromoslu veya dromossuz oda mezar veya anıtsal kaya mezarı) gömü sırasında kışinin önemi ve zenginlik derecesine göre dini bir merasim yapılmış olmalıdır.
Ölen kişiler çoğunlukla giyinik olarak kişisel süs eşyaları veya armağanlarıyla birlikte gömülmüştür.

Mezar odalarına, insanların cinsiyet ayrımı yapılmadan gömüldüğü ortaya konmuştur. Urne, küp ve basit toprak mezarlarda tek, mezar odalarında ise birden fazla gömü yapılmıştır. Kazı ve yüzey araştırmalarından hareketle Urartular‟ın en çok çok kişinin gömülebildiği oda mezarları kullandıklarını söyleyebiliriz.











 
Son düzenleme:

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

1225579860t1.jpg
1225579851ta2.jpg

Eskiçağda mezarlar genellikle yol kenarlarına yerleştirilir. Haç kabartmalı bu lahit yerel kireç taşından yapılmıştır.


1225579832ta3.jpg


Bağımsız lahitler yol kenarlarında olmasının yanı sıra ana kayanın yüzeyi düzleştirilerek yüksek bir podyum üzerine yerleştirilir. Genellikle Kilikia bölgesi mezarları üç tarafı işlenmiştir. Bu örnekte de görüldüğü gibi yola bakmayan uzun kenar süslemesiz ve düzdür.
1225579817ta4.jpg

Eskiçağda yeniden doğuşa inanıldığı için mezarları da ev gibi düşünürler. Bu görülen örnekler de ev tipi mezarlardır.

1225579797ta5.jpg

Varlıklı kişiler mezarlarını tapınaklara benzetirler. Bu görmüş olduğunuz tapınak planlı anıt mezardır.

1225579783ta6.jpg

Kaya mezarları ve bağımsız lahit örneği


1225579758ta7.jpg
Bağımsız lahitler varlıklı kişiler için yapılır. Bu mezarın kapağında bulunansa üzerine bir yazıtın eklenmesi için yapılan tabula ansata süslemesidir.

1225579686ta8.jpg

Mezarlar en çok tahrip edilen arkeolojik eserlerdir.


1225579665ta9.jpg

Erken dönemlerde sıklıkla belirli kap formlarının içlerine mezarlar yerleştirilir.


1225579644ta10.jpg

Erken dönemlerde anne karnında duruş şeklinde gömüler yapılmaktadır.



1225579629ta11.jpg
Roma döneminde lahitler kabartmalarıyla zenginlik sembollerindendir. Özenli taş işçiliği estetik arkeoloji fotoğrafçılığının önemli konularındandır.


1225579617ta12.jpg
Bu kabartmalarda mitolojik sahneler konu edilir.



1225579603ta13.jpg
Tapınak planlı anıt mezar

1225579588ta14.jpg
Myra’daki bu kaya mezarlarında ilginç olan nokta ahşap taklidi şeklinde yapılmış olmalarıdır. Ahşap evlerin önemli detaylarından olan odunun, evin yapı malzemesi olarak taştan taklidi bu kaya mezarlarında süsleme elemanı olarak kullanılmaktadır.


1225579573ta15.jpg
Yol kenarında bulunan tapınak planlı anıt mezarın köşelerinde plaster başlıkları bulunur. Bunlar genellikle Korinth tipi başlıklarla süslenir. Bu korinth başlıkların özü akantus (kenger) yapraklarıdır.


 

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

Süper:)
Harika(alkış)
Mükemmel;)
Eline sağlık ustam
2. sayfaya geçtim
Okumaya devam edecem
 

cantar

Vip Üye
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

devam edecek arkası yarın............
 

mekansız

Kullanıcı
Katılım
27 Eylül 2013
Mesajlar
399
Beğeni
144
Puanları
43
Cevap: Eskiçağda Ölü Kültü ve Ölü Gömme Adetleri

çok güzel paylaşım teşekkürler aradığımı buldum günde 5 kere okurum artık :)
 
Üst